@beytikzer
|
İyi günler diliyorum sayın okur! Kısa bir aradan sonra tekrar merhabalar. Bil bakalım bu bölümde ne olacak? Spoiler yok endişe etme. Lakin bu bölüm bir dönüm noktasıdır. O kadar diyorum. Sebeplerini de sıralamayacağım, yazar fazla gizem yaratmak istiyor anlıyorsun artık beni. Yine bu bölümde köy ile ilgili biraz daha bilgi edineceksin. Bu arada dönemin mühim gelişmelerini takip ediyorsun değil mi?
Neyse sayın okur artık gideyim de bölüm ile baş başa kal. Selametle!
29 Temmuz 1950 Türk Barışseverler Cemiyeti Başkanı ve Genel Sekreteri Behice Boran ve Genel Sekreteri Adnan Cemgil tutuklandı. Cemiyet, Kore'ye asker gönderilmesini protesto etmişti.
1 Ağustos 1950 Türkiye Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı'na (NATO) başvurdu.
***
Aşktan kulakları yanlış işitmiş olabilir miydi? Doktor Rıza ne yapmak istiyordu? Zaten viran olmuş yüreğini rezili rüsva eylememiş miydi? Daha fazlasına ne gerek vardı ki? Zaten bitmişti Gülilzar. Kalbi kulaklarında nasıl atar, öğrenmişti Gülilzar. Doktor Rıza, gönlüne düştüğünden beridir nabzını işitir olmuştu. Yerinden kımıldasa söylenileni kabul etmiş gibi olacaktı ona göre. Dudakları kurumuştu. Yutkunup dudaklarını dişlerinin arasına aldı. Hafsa Hanım çoktan ilgi alanından çıkıvermişti. Çocuklarsa...
Gülilzar'ın hatırına çocuklar geldiğinde onlara dönüp ellerini birbirine vurdu. Çocuklar, meraklı gözlerini büyüklere çevirmişti. Muhtemelen akşam yemeğinde ana babalarına, Gülilzar'ın Doktor Rıza ile sözlü olduğunu söyleyecekti her biri.
"Hadi çocuklar teneffüse!" Gülilzar'ın sesi ile transtan çıkmış gibi kapıdan fırladı çocuklar. Ders arası, yaşanan gerilimin önünde geliyordu onlar için. Çocuklar, neşe içinde sınıfı boşalttığında Hafsa Hanım, parmağını sallamaya devam etti. "Halime'den uzak dur sepirdek!" Gülilzar'ın eli, istemsizce benine gittiğinde Rıza araya girdi.
"Hafsa Ana, Gülilzar görevini yerine getirdi. Halime ona geldiyse öğretmeden göndermez." Rıza'nın otoriter sesi, Gülilzar'ın tüm hücrelerinde yer edinirken kendisine edilen hakareti unutuverdi. Gözleri, Rıza'nın üzerindeydi. Kumral saçlar, Gülilzar'ı kendine çekiyor gibiydi. Ta ki Hafsa Hanım, sesini yükseltti o an Gülilzar da sıyrıldı muhataralı duygularından.
"Karışma bana Rıza! Bir sen, bir Murat..." Öfke ile taşan kadın, tükürükler saçarak konuşuyordu. "Bu yosma ikinizi de kendine bağlamış!" Ardından Gülilzar'ın ayaklarının dibine tükürüp Halime'yi de kaptığı gibi sürükledi peşinden. Çıkmadan önce Gülilzar'a dönüp, "Defol git buradan!" diye tısladı. Ancak Gülilzar'ın buradan gitmeye niyeti yoktu. Her ne kadar Doktor Rıza işine burnunu sokmuş olduysa da gitmeyecekti işte!
Hafsa Hanım'ın ayrılmasıyla Gülilzar, çocuklardan boşalmış olan sıralardan birine oturarak başını ellerinin arasına aldı. Düşüncelerin içine atılmasına ramak kala, Rıza'nın bir sırayı yakınına çekip oturduğunu seslerden çıkardı. Ona büyük öfke duyuyordu. Ne diye işine burnunu sokmuştu sanki? Doktor Rıza için büyük bir şey değildi belki ama köylü için çok şey ifade ediyordu. Bir an önce evlenmelerini bekleyecekler, mürüvetleri olmasa hakkında daha büyük dedikodular dönecekti.
Olacaklar şimdiden korkutmuştu gözünü ancak vazgeçmeyecekti. Ellerini indirip sıkkınlıkla Rıza'ya döndü. Kendisi de düşünceler içinde gibiydi. Başını eğmiş, somurtuyordu. Kim bilir aklından ne tür fikirler oynaşıyordu da omzuna yük edinmeye kalkmıştı. Gülilzar daha fazla dayanamadı.
"Ne demeye işime karıştınız?" Öfke ile saçını kulağının ardına sıkıştırıp, "Amacınız beni bu köyden göndermek mi?" dediğinde Rıza daha fazla kayıtsız kalamadı.
"Seni kurtarmaya çalışıyordum!" Gözlerini kapatıp iç çekti. Daha sakin bir ifadeyle, "Köyde neler döndüğünden haberin var mı? Hakkında ne konuşuyorlar biliyor musun?" dediğinde Gülilzar merakla kalkıp teneffüsteki çocuklara seslendi.
"Bugünlük bu kadar çocuklar. Herkes evine!" Ardından çocuklar sürü gibi sınıfa girip eşyalarını aldılar bir bir. Sırtlara alınan bez çantalar, kollarının arasına sıkıştırılan defterlerle ayrıldılar. Sınıfta yalnızca ikisi kaldığında Gülilzar dışarıyı kontrol edip kapıyı kapattı. Sırtını kapalı kapıya yaslayıp kollarını birbirine doladı. "Neymiş benim bilmediğim, senin çok iyi bildiğin söylentiler? Dinliyorum!" Doktor Rıza gösterilen tavrı hoş görmeyip ayaklandı. Hiddetini, Gülilzar eli ile yakalayabilirdi.
"Meyhaneye gittiğini bilmeyen kimse kalmamış!" İşaret parmağını göğsüne bastırıp, "Üstelik benimle!" diye söylendi. Gülilzar, bunu duyduktan sonra sakinleşti. Neticede Doktor Rıza da bu dedikodulardan zarar görmüş olmalıydı. Oraya gittiği güne lanet etti. Evet, yardım etmek istemişti. Olabilmiş miydi emin değildi lakin sonrasında, 'Benden istenileni geri çevirdim!' diye yakınmayacaktı. Yine de Doktor Rıza'nın işlerine karışması, haddine değildi.
"Haklısınız pek tabii, siz de bu olay vesilesiyle yara aldınız. Ancak sözlüm diye yeni bir dedikoduyu peyda edemezsiniz!" Burnundan soluyup alayla, "Sözlümmüş!" diye homurdandı. Gözlerini Rıza'dan tarafa çevirdi. "Peki, beyefendi. Birkaç ay sonra köylü sormayacak mı bu söz neden uzadı diye?" Doktor Rıza, ellerini füme kumaş pantolonun cebine koyarak omuzlarını umursamazlıkla kaldırıp dudak büktü.
"O zamana kadar buradan gidersiniz." Rıza, bu umursamazlığın üzerine, "Hem Murat da yavuklu olmaktan çıkar," dediğinde Gülilzar çıldıracak gibi oldu. Kendisini bu kadar kolayca nasıl gönderirdi. Yük olmuştu anlaşılan. Hem bugüne değin yaptığı yardımlar hem de Gülilzar'ın beslediği hisler ağırlık etmişti demek. Gülilzar sabırlıydı. Kızgınlıktan yüzü kızarmaz, duruşundan taviz vermezdi. Lakin bu kadarı da fazlaydı. Hem başka nereye giderdi? Bir yer kalmamıştı ki! Memleketine dönemezdi. Oradan kovulmuştu, buradan da kovuluyor muydu? Ya Rıza'nın gönlü, o mühürlü müydü? Sakinleşmeye çalışırken parmaklarını avucunda tor top etti. Akılsızca bir söz etmekten korkuyordu. Lakin bir parça onun gibi davranabilirdi. Nihayet toparlandığında Rıza'nın yamacına sokulup,
"Öncelikle şunu bilin de buradan gitmeyeceğim. Öğrencilerimin bana, benim onlara ihtiyacım var." Ardından gülümsedi. "Fakat Rıza Bey, şunu bir türlü anlayamıyorum. Ben, sizden uzak durdukça siz dibimde bitiyorsunuz. Belki de bu Bey..." Kendini göstererek, "... Bu hanımı unutamıyordur ha?" Rıza, söylenenin üzerine bir iç hesaplaşmaya döndü. İtiraz etmek istiyordu, hayır demek, bu fikir ile dalga geçmek...
Gülilzar'ın üstüne yürüyüp gözünü korkutmak istedi. Fakat kendisinin gözü korktu, yapamazdı. Öyle hisler besleyemezdi ki. Bu absürt bir şey olurdu. Elleri, bu kadına ilişemezdi. Yüreği onu kirletemezdi. Gülilzar'ın çatılı kaşlarını gördükçe sarılası geliyordu. Kasılmış çenesini gördükçe öpesi geliyordu. Öfkeden, kederden sıyrılması için ne gerekiyorsa onu yapmak istiyordu. Bunlar bir yabancıya, varsayalım ki bir arkadaşa hissedilecek türden duygular mıydı? Kafasının içinde çeşitli düşünceler kavgaya tutuşurken o öylece anıların içinde gömüldü. Kazım, onu göğsüne çekip kendisiyle birlikte derinliklere dalmadan Rıza kendini kurtarıp dışarıya attı. Gülilzar'ı arkasında bırakarak öylece çekip gitti. Umuyordu ki Gülilzar, onun hislerini bir daha diline dolamazdı. Yoksa hem kendisinin hem de Gülilzar'ın mahvına sebep olacaktı...
***
Elindeki güğüm, boş olduğundan her adımını attığında bacaklarına sürtüyordu. Havalar ılımıştı. Artık ikinci ürünler de kaldırılmaya başlamıştı. Sonbahar kapıdayken çoğu köylü, kışı geçirmek için tezekler biriktiriliyor, kent ormanından odun toplanıyordu. Köyün bu çalışkan halleri, Gülilzar'ı mutlu ediyordu. Fakat bu sabahki olay vuku bulduğundan içindeki öfke bir türlü dinmiyordu. Çeşmeye gitmesi biraz da bu sebepleydi. Köyün en son haberleri, dedikoduları orada konuşuluyor, dağılıyordu. Artık gelişmeleri takip etmenin zamanı gelmişti.
Gülilzar, Rıfat'ın annesi Ayşe'ye denk gelene kadar yol uzadı da uzamıştı sanki. Ancak Ayşe ile yol daha bir katlanır oldu. Daha çeşmeye varmadan neler dönmüş olduğunu, bu kadının ağzından duyuveriyordu. Ayşe, kendisini ilgilendirmeyen dedikoduları anlattıktan sonra Gülilzar'ın kolundan tutup daha bir samimi tavır takındı.
"Ama muallime hanım, sizin için de çok şey diyorlar. Vallahi dedim ben muallime edepli kadındır diye ama ağzı bükülesiceler susmuyor." Gülilzar sonunda öğrenmeyi umduğu şeyleri duyabilmenin heyecanıyla,
"Ne söylüyorlar Ayşe?" dediğinde Ayşe muallakta kaldı. Bunu anlayan Gülilzar ısrar etti. "Lütfen Ayşe ne söylüyorlar bilmeliyim." Ayşe başındaki yemeniyi düzeltip etrafına bakındı. Kimseyi göremedi lakin yine sessiz bir halde konuşmaya başladı.
"Diyorlar ki meyhanelere gidip adamlarla oynaşıyormuşsun, Murat ile Doktor da senin yüzünden kavga etmiş." Gülilzar, duydukları karşısında dehşete düşerken ağzından kaçan kahkahaya mani olamadı. Elbette meyhane konusunda bir kısım doğrular olabilirdi ancak tamamen doğru sayılmazdı. Üstelik Murat ve Doktor Rıza'nın kavga etmiş olması, ki kendisi yüzünden olduğunu söylüyorlardı, gülünçten de öteydi. Daha mantıklı bir şeyi beklerdi doğrusu. Kahkahaları büyüyen feveranıyla daha bir artıyordu sanki. Ayşe, Gülilzar'ın böyle bir tepki vermesini beklemiyordu. Daha çok hınçla dolmasını, dedikoduları çıkaranları bulup haddini bildirmesini beklerdi. O olsaydı tam da bunu yapardı. Fakat okumuş, etmiş bir kadın farklıydı demek ki. Gülilzar, gözlerinden akan yaşları silip kahkahalarına son vermeye çalıştı.
"Murat ile Doktor neden kavga edecekmiş anlamadım Ayşe." Ayşe kaş çatıp elindeki bidonu diğer eline aldı.
"Doktor Rıza ile çıkmışsın meyhaneden. Hani Murat da yavuklunmuş ya..." Gülilzar daha fazla dayanamayıp,
"Kim çıkarıyor canım böyle anlamsız lakırdılar. Geçen hacı da söyledi. Murat, yavuklum falan değil," dediğinde peşi sıra hemen ekledi. "Hem biz Doktor Rıza ile sözlüyüz!" Ağırbaşlı iç sesi, 'Afferin Gülilzar çok iyi iş eyledin!' diye sitem ederken içindeki arzulu kadın omuz silkiyordu. 'Doktorun kendisi söyledi,' diye teselli ediyordu Gülilzar'ı. Onları boş verip Ayşe'nin koluna girdi. "Ee, bunları kim söylüyor, sen de hele." Ayşe bir çıkmazın içinde dökülüverdi.
"Hep imamın eşi Süheyla vallahi! Susmuyor ki gudubet." Gülilzar, o hanımı en başından beri sevmemişti. İlk karşılaşmaları; Kalaycı Hüseyin'in evinde, doğum esnasında olmuştu. O vakit de durmadan konuşuyor, Cennet'i rahatsız ediyordu. Elbette ki asıl dedikodu kaynağı o değildi. Bir başkası vardı muhakkak. Belki de o hadsiz gençlerdi. Emin adımlarla çeşmeye vardılar. Köylü kadınlar; güğümlerini, bidonları bir sıraya koymuş, kendileri bir kenarda muhabbete dalmıştı. Bir kızcağız da elindekini musluğun başına dayamış, dolmasını bekliyordu. Gülilzar elindekini sıraya koyup kadınların arasına karıştı. Kimi eline iğne almış, bir şeyleri dikiyor kimi de yün eğiriyordu. İçlerinden biri, Gülilzar'ı görüp gülümsedi.
"Hoş geldin muallime hanım!" Gülilzar bu sıcaklığa karşılık vererek içtenlikle,
"Hoş buldum. Sefanız olsun hanımlar!" dediğinde hepsi başını sallayıp selamı aldı. Yana kayarak Ayşe ve Gülilzar'a yer verdiler. Ardından kaldıkları yerden devam ettiler. Evine yeni kap alan hanımlar, kaynanasına kötü söz eden gelinler, ikinci eş getiren doyumsuz kocalar çekiştirildi. Çekiştirilecek kimse kalmayınca Gülilzar'a döndü tüm başlar. Fatma Hanım'ın yaşlarında tombulca bir hanım,
"E muallime seni de hiç bilmeyiz var mı bir bekleyenin?" dediğinde genç kızlar kıkırdadı. Gülilzar daha ağzını açmadan Ayşe atıldı.
"Varmış tabii! Doktor Rıza ile sözlülermiş ya!" Gülilzar kendi eliyle ateşe vermişti kendisini. Hoş, Hafsa Hanım zaten anlatacaktı herkese, çocuklarsa... Lakin şimdi daha hızlı yayılmış oldu. Bunu Doktor Rıza'ya nasıl anlatacaktı, bilmiyordu. Karnındaki büyük krampla kem küm etti. Hiç yapacağı şey değildi fakat kendisini sorgu odasında oturduğu anki gibi hissediyordu. Ne olacağını bilmeden, korkuyla... Tombul hanım gülümserken eğirceği saldı.
"Sen de hele kimin kimsen var mı? Nereden geldin?" Daha güvenli sorularla karşılaştığından içindeki korku yumağı da ilmek ilmek sökülmeye başladı.
"Bir halam var. O, beni büyüttü. Üç de ablam var, hepsi evli." Biraz nefes alıp özlemle, "Ankaralıyım efendim," dediğinde kadınlardan onaylayan mırıldanmalar çıktı. Gülilzar kendisine gelene değin tüm dedikoduları duymuş oldu. Gitmeden evvel Ayşe önemli bir şeyi hatırlamış gibi,
"Zeynep'e ne zaman gideceğiz? Kadıncağız yüklü, toparlayamaz eşyaları," dediğinde Gülilzar, kulak kabarttı. Kadınlar ertesi güne anlaşırken Gülilzar ile Ayşe de tekrar yola düştü.
"Ayşe, Zeynep kim? Taşınıyor mu?" Ayşe bu soru ile yola diktiği gözlerini Gülilzar'a çevirdi.
"Kadir Bey; tarlalarına, evlerine el koydu. Borçlarını ödeyememişler." Omuz silkti "Nasıl ödesinler, kıtlık var bir de aldığı ikiyse dört alıyor Kadir Bey," dediğinde Gülilzar artık işe koyulması gerektiğine karar verdi. Bu duyduğu ikinci aileydi köyden taşınan. Eğer gerekeni yapmazsa yuvasız çocuklar, geçim derdinden birbirine düşen eşler ve terk edilen memleketler olacaktı. Gülilzar buna göz yumsaydı dünya nasıl bir yer olurdu? Mektebe geldiğinde güğümü bir kenara bırakıp köyün yakınlarında olan, Seyyar Jandarma Birliği'ne yol aldı. Daha fazla sessiz kalamazdı...
|
0% |