Yeni Üyelik
1.
Bölüm

Hileli Kalp

@beytikzer

İyi akşamlar olsun sayın okur, uzun bir aradan sonra merhabalar! 2017 yılında yazmıştım ben Gülilzar'ı. Okurları tarafından sevilen bir hikayeydi. Bittiğinde hemen bir yan hikayeye devam edecek kadar da ben sevmiştim. Sonra türlü türlü teklifler geldi. Gel şöyle yapalım Gülilzar'ı diye ama maalesef hiçbiri olmadı. Öylece durdu kaldı. Üstelik buradan hikayeyi kaldırıp ilerlemesine de müsaade etmedim. Bu konuda pişmanlığımı dile getirmekten imtina etmeyeceğim... Fakat bilen bilir hayatımda birçok şey ters düz oldu. Tabii beni derin bir şekilde sarsan olay bu hikayeyi yayımlama zamanını da etkileyebileceğinden tekrar dile getirmem şart. Küçük oğlum otizmli. Üç yıldır eğitim aldırıyor, araştırıyor, kapı kapı geziyoruz. Zaman zaman krizleri arşa çıkıyor ve bu günlerde tek odak noktam haline geliyor. Yani kısaca belirttiğim günlerde bölüm gelmezse beni taşlamayın. Mutlaka bir iki güne bölüm gelecektir zaten. Hazır bir hikaye neticede...


Bölüm günlerini pazartesi ve cuma olarak belirledim. Dediğim gibi bir sorun çıkmazsa gününde gelecektir.


Beğenmeyi, yorum yapmayı unutma sayın okur, keyifli okumalar dilerim!

Bölüm şarkısı Hank Williams-Your Cheatin Heart


***


Gündüzün geceyi kovaladığı vakitlerde etrafta bir yerlere yetişmeye çalışan, öylesine dolananlarla çevrili garda bir genç kadın valizlerle boğuşuyordu. Heyecanı vücudundan taşmış, sarsak hareketlerde bulunmasına neden oluyordu. İçi içine sığmıyordu kadının. Yeni bir başlangıç yapacak, yine yeni umutlar yeşertecekti genç zihinlerde. Valizlerin ağırlığı, belini büküyor ancak şevkinin belini kıramıyordu. Bilmediği bir şehir ürpermesini gerektirirken o; yapacaklarından, başaracaklarından başka bir şey düşünemiyordu.


Bavulları yere koyarak nefeslendi bir an. Sonrasında aceleyle tekrar toplayıp yola koyuldu. Akşamın örtüsü, göğü kapatmadan önce köyü bulmuş olmalıydı. Belki de birilerine sormalıydı ancak bir an önce adeta cıvıldayan garın etrafında kimseciklerin olmayışı işini zorlaştırıyordu. Birini bulma ümidiyle gişelere yöneldi. Ancak kabin de bomboş bir halde karşıladı kendisini. Sağa sola bakınıp gözleriyle taradı her yeri.


Nihayet altmışlarının sonlarında, sadece başının yan taraflarında saç kalmış olan bir adamı gördüğünde çekingenlikle ona doğru yürümeye başladı. Adam, elindeki kirli bezi buruşturup duruyor, kömür vagonunu inceliyordu. İşine o kadar çok odaklanmıştı ki genç kadının, ona yaklaşmış olduğunu dahi görmedi. Dikkatini çeken şey bavulların, yere yumuşak bir şekilde inerken çıkardığı taşa sürtünme sesiydi. Adam ürkmüş bir halde başını sesin geldiği yere çevirdi. Genç kadın, boğazını temizleyerek adamın gözlerine bakmamaya çalıştı.


"İyi günler dilerim efendim..." Genç kadının anında soracakları aklından uçuverdi. Adamın yanık yüzü, onu ürkütmüştü. Hadsizlik yapmamalıydı. Ne yazık ki birçok kişinin bu tür izleri bulunmaktaydı. Kimisinin kolu, bacağı, eli, gözleri; kimisinin de zihinleri... En çok da zihinler heba olmuştu. Topla, tüfekle, ateşle ve kan kokusuyla... Kendine gelmek ümidiyle derin bir nefes aldı. Gerilen kumaş, göğüs kafesini sıkıyor, korsenin onu rahatsız etmesine sebep oluyordu. Bu korseden nefret etmeye başlamıştı lakin modern görünmeye de önem verdiğinden katlanıyordu bu zorluğa. Adam, nihayet dile geldiğinde kalın bir ses doluştu kulaklarına genç kadının.


"Buyur bacım. Bir maruzatın mı vardı?" Genç kadın sıkıntıyla iç geçirdi.


"Evet, efendim. Buraya öğretmen olarak atandım. Atanmış olduğum köye bu akşam varmış olmam gerekiyor." Adam, genç kadının öğretmen olduğunu duyduktan sonra el pençe divan durmuş kadının son söylediklerini dahi duymamıştı.


"Hoş geldiniz öğretmen hanım..." Kirden iz iz olmuş eliyle peronlardaki oturma alanlarına yönlendirirken bir yandan da heyecanla, "Bize kimse bir şey söylemedi. Kusurumuza bakmayın," diyor, ne yapacağını bilmiyordu. Adamcağızın bu coşkusu genç kadını gülümsetiyor, rahatlatıyordu.


Nihayet oturabileceği bir sandalye bulduğunda ahşap bavulları ayaklarının dibine bırakarak sırtını yasladı. Beli öyle çok ağrımıştı ki halasının yanında olmasını istedi bir anlığına. Halasının efsunlu elleri vardı. Dokunduğu yeri rahatlatırdı. Birden hüzünle doldu içi. Onu, en son kabir başında tek bırakmıştı. Evladını yitirmişti ve bunun, kendisi yüzünden olduğunu düşünüyordu halası. O gün yalnızca kuzinini değil, halasını da yitirmişti.


Genç kadın, ne ana tanırdı ne de baba. Bir sürü kız kardeşi vardı ancak onları da tanımazdı doğru dürüst. Zaten babası ile annesini ayıran şey tam da bu sekiz kız evladıydı. O, en sonuncularıydı. Ebeveynleri ayrılıp da babası yeniden evlendiğinde henüz dört yaşındaydı o. Annesi de ona bakmak istememiş, halasına vermişti. Sekiz kız kardeşten dördü hastalıktan, bakımsızlıktan ölmüş; diğer dördü de hayatın sert esen rüzgârına kapılmıştı. Yaşayan en büyük ablası, dul bir adamla evlenip birden üç çocuk sahibi olmuştu. Ortanca ablası ise bir subayla evlenerek hayatını kurtarmıştı. Hoş, buna kurtarmak denirse tabii. Ablası dışarı çıkamazdı. Dayak yerdi, sövülürdü, zorlanırdı. Ablasına sorsalardı mutluydu lakin genç kadın, bunun bir zaruret durumu olduğunun farkındaydı. Küçük ablasıysa izini kaybettirmişti. Kim bilir neredeydi? Omuz silkti. Evet, aile kavramı önemli bir meseleydi fakat onları tanımıyordu bile.


Onu, sıkkınlıktan kurtaran şey biraz önceki adamın elinde bir bardak çayla geliyor oluşuydu. Adam, elini yakmamak adına bardağın ağzından tutuyor, genç kadını çayı nasıl içeceği düşüncesine, tasaya düşürüyordu. Daha fazla kiri yutmamak adına yerinden kalkarak çayı elinden aldı adamın. İstemeden de olsa bardağı dudaklarına götürdüğünde adam konuşmaya başladı.


"Bacım, bugün köye gitmenin mümkünatı yok. En iyisi sen bize gel..." Genç kadının yanlış anlayacağı düşüncesiyle hemen ilave ediverdi. "Bizim hanım da bugün yalnız olacak. Nöbetim var..." Genç kadın, başını iki yana salladığında bukleleri, çenesini okşadı.


"Zahmet etmeyin rica edeceğim..." Dudaklarını içten dişlemeye başladı. "Siz, bana varsa uygun bir otel tarif edin. Orada kalayım..." Adamcağız, üzüntüyle söylendi.


"Bacım, ben zaten evde yokum diyorum. Yoldaş olursunuz benim hanımla..." Ancak genç kadın inat etmeye devam edince adam el mahkûm, kısmen güvenilir olan bir oteli tarif etti. İçi rahat değildi lakin kadında da keçi kadar inat vardı. En azından bavulları taşımasına izin vermişti...


***


Geniş balkonları ve daracık bir kapı karşıladı genç kadını. Bir an önce odasına geçip başını yastığa bırakmak istiyordu. Yarın da erken saatlerde ayaklanıp köyüne gitmeliydi. İçindeki kıpırtı dinmek bilmiyordu. Garda tanıştığı adam, bavulları merdivenlerin son basamağında bırakıp genç kadına iyi akşamlar dilerken kadın, başını eğip teşekkürlerini iletti.


Sonunda kapıdan içeriye geçtiğinde burnuna kızarmış zeytinyağı kokusu doldu. Midesi bu kokuya, sesli bir şekilde karşılık verince istemeden de olsa kokuya doğru yol aldı ayakları. Kendini bir kapı eşiğinde bulunca daha fazla koku yüzüne çarpıverdi. Ellilerinin sonlarında, manşetleri dirseklerine dek çekilmiş, çoğu kır olan saçlara sahip bir adam, taş ocağın başında tavaya bir şeyler atıveriyordu. Boğazını temizleyerek dikkati üzerine çekmeye çalıştı. Adam sesle birlikte yerinde sıçrarken tavanın kulpu, elini ısırdı. Adam acıyla inlerken kaşları çatılmış bir vaziyette arkasına döndü. Fakat karşısında gördüğü küçük hanım, yüz ifadesinin yumuşamasına sebep oldu.


"Buyurun küçük hanım." Genç kadın içeriye girmeden,


"Bir odanız var mıydı?" diye sordu bir çırpıda. Adam, kadının bu damdan düşer haline güldü. Konuşurken sesi, arada hırıltılı bir şekilde çıkıyor, yer yer kısılıyordu.


"Elbette var. Önce yemek yemek istemez misiniz?..." Yandaki üç bacaklı iskemlenin üzerinden bir bezi alıp elini temizlemeye çalıştı. "Yemek birazdan hazır olur... Önce resepsiyona geçip kaydınızı oluşturalım ama..." Adam, genç kadına çarpmamak adına eliyle yolu gösterdi. Genç kadın, yolu kapadığını anlayarak geriye adım attı. Adamın arkasından giderken sağ bacağının aksadığını gördü. Bu ilçede ne çok gazi vardı böyle! Bakışlarını kaçırdı, acıma dolu gözlerin, adama yakalanmasını istemezdi. Adam, kayıt defterini, masanın üzerine koyarak boş bir sayfa açtı. "Evet, isminiz neydi küçük hanım?"


"Gülilzar Gözek." Bir çırpıda söylenen bu isimle adam, kaşlarını çattı. Ancak devam etti de. Eli, uzun sakalların arasına daldığında tekrar sordu.


"Kaç gün kalacaksınız Gülilzar Hanım?" Gülilzar, ellerini önünde birleştirerek,


"Yarın erken saatlerde ayrılmayı düşünüyorum," dediğinde adam onaylar şekilde baş salladı.


"Tamam, Gülilzar Hanım. Oda ücretini çıkışta ödersiniz..." Yarım yamalak bir gülüş sundu. "Bu arada ben, Mustafa... Kuşçu derler bana." Gülilzar, bu samimi adama aynı dudak hareketi ile karşılık verdi. Kuşçu, kalemi defterin arasına sıkıştırdı. "Odanız ikinci katta, sağdan birinci oda..." Eliyle yukarıyı işaret ederken devam etti. "Yemek, saat yedi buçukta hazır olur. Siz o zamana dek dinlenin, sesleneceğim." Gülilzar bu sözle birlikte dışarıda bırakmış olduğu bavulları almak adına çıktığında Kuşçu'nun birine seslendiğini duydu. "Arif, koş hanıma yardım et."


Gülilzar, daha bavulları eline almadan başparmağı delik çorapla koşturan bir çocuk belirdi yanında. Çocuk, boyuna posuna aldırmadan bir bavulu sırtlarken Gülilzar şaşkınca bakıyordu. Çocuk, freni patlamış bir bisiklet gibi hızlı ve dengesizce yürüyordu. Gülilzar, çocuğun ne ara bir bavulu yukarıya taşıyıp bir diğerini de almak üzere aşağıya indiğini anlayamadı. Daha fazla yük olmamak için son çantayı da kendi alarak peşi sıra yürümeye başladı.


Odası, küçük ve basitti. Bir yatak, masa ve sandalyeden oluşmaktaydı tüm eşyalar. Yerde boş bir leğenle içi dolu bir ibrik vardı. Önce üzerindeki kalın kabandan kurtuldu, ardından ibriği bir eline alıp diğer eline su dökmeye, yüzünü yıkamaya başladı. Su iyi gelmişti. Havlu bulamadığından son çare deyip etekleriyle kuruladı yüzünü. Bir süre ne yapacağını bilemeden öylece durdu. Sonra derin bir nefes alarak yatağa uzandı. Yatak rahat değildi fakat Gülilzar fazlaca yorgundu. Bu yüzden uyku onu teslim alırken boyun eğmekten başka bir şey yapamadı. Göz kapakları, usul usul kapanırken kirpiklerinin gölgesi, yanaklarıyla buluştu.


***


...Your cheatin' heart,


Will make you weep,


You'll cry and cry,


And try to sleep,


But sleep won't come...


Onu uyandıran tam da bu sözler oldu. Aniden nerede olduğunu hatırlayamadı. Odanın görüntüsü, yavaş yavaş netleştiğinde sesler de daha anlamlı gelmeye başladı. Sonra yüzü, öfkeyle buruştu. Hadsiz diye düşündü Gülilzar, umumi bir mekânda yüksek sesle neden dinlenirdi ki bu müzik? Birden içi, o plağı kırma isteğiyle doldu. Yatağından kalkarak koridora çıktı. Ne yazık ki uykudan uyandırıldığında hep öfkeli olan o insanlardandı ve kendine gem vurabilmeyi iş işten geçtiğinde başarabiliyordu.


Ses yan odadan gelmekteydi. Durup biraz dinledi. İçerideki her kimse şarkıya eşlik ediyor, neşeli bir şekilde kıkırdıyordu. Sesi güzeldi vesselam lakin bunu daha aydınlık bir zamanda yapsa yahut başka bir ortamda dinleseydi olmaz mıydı? Kapıyı tıklatırken kararlı ve sert yumruklar kullandı. Kapı açılmadı tabii ki. Sinirleri iyice tepesine çıkar olmuştu. Bu sefer daha sert ve sık yumrukladı kapıyı.


En sonunda ses kesilip de yaklaşan adımları duyduğunda Gülilzar, kendini bir cenge hazırladı. Kapının ardındakine fena çıkışacaktı, azimkârane bir duruş sergileyip aralanan kapıya bakadurdu. Önce karman çorman olmuş saçlara sahip bir baş çıktı ortaya. Peşinden beyaz gömlek giyinmiş bir beden... O, genç adamı, adam da onu inceliyordu. Genç adamın bakışları, Gülilzar'ın yüzünde son bulunca sırıtmaya başladı. Bu, Gülilzar'ın zaten harap olmuş sinirlerini gerdi. Gözlerinde odunu küle çevirecek bir ateş peyda oldu.


"Beyefendi, huzurumu bozuyorsunuz! Buna hakkınız yok!" Adamdaki sırıtış, yerini büzülmüş bir dudağa bıraktı.


"Hanımefendi bir selam, bir sabah etseydiniz önce..." Gülilzar, fevri bir halde,


"Sabah, sabahleyin edilir efendim! Saat, akşamın kaçını bulmuş da sırf neşveniz uğruna rahatımızı yerle bir ediyorsunuz!" Adam, çatık bir yüzle başını sallayıp hemen kapıyı kapatıverdi Gülilzar'ın yüzüne. Gülilzar, bu tepkiyi beklemiyordu. Şaşkınca odasına dönerken başını yana yatırıp zihninde dolaşan sinirli kadını susturmaya çalıştı.


Odasına döndüğünde bavulundan temiz birkaç parça çıkardı. Gözü, bavulunun dibine sıkıştırdığı aynaya ilişince nefesini yuttu. Bu halde mi çıkmıştı dışarıya. Buklelerini eliyle düzeltmeye çalışırken diğer eline aynayı alıp kendini incelemeye başladı. Aynaları severdi Gülilzar, bazen karşısında saatlerce konuşur, dilinden dökülen sözcükleri takip ederdi. Ancak şu an gözüne takılan şey, dudaklarından çenesine doğru yol alan, kurumuş salyaydı. Adamın sırıtışına şaşmamalıydı. Gerçekten de gülünesi bir haldeydi. Aynayı sıkıntıyla yerine bırakırken duvarın ardından tekrar duyuldu sesi adamın. Devam ediyordu şarkısına. Tınısında alay vardı.


When tears come down,


Like falling rain,


You'll toss around,


And call my name...


Loading...
0%