@beytikzer
|
İyi günler dilerim sayın okur! Bölümü yazarken farklı ruh hallerine büründüm desem yeri. Sanırım yazdıklarım sebep oldu buna. Umarım hislerin bir bulantı eşiğine varmaz. Keyifli okumalar diler, saygılarımı sunarım sayın okur. Selametle!
2 Ocak 1951 Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin yeni üyeliklerine Türkiye, Hollanda ve Brezilya seçildi. *
**
"Gitti!" Murat'ın dilinden bir acı eşliğinde çıkan söz, üzerine abanılan hüznün nedenini ayan etmişti. Öyle bir haldeydi ki insanın sarılası geliyordu Murat'a. Çamurla kaplı paçaları, yağmurun altında kaldığını bas bas bağıran saçları ve onu yeterince ısıtmadığı belli olan kabanı... Hepsi acısını dile getiriyor; merhamet hissi yaratıyordu.
Soğuk esen rüzgâr saçlarının arasından geçerken o bile eziyet ediyordu sanki. O bile Murat'ı düşman bellemişçesine vuruyordu yüzüne. Her şey düşmandı artık onun nezdinde. Aldığı nefes dahi... Boğazı düğüm düğümken ağlamak istiyordu doya doya. Lakin gözleri yaş akıtmıyordu inatla. Rıza'nın bir yanına, diğer yanına da Gülilzar oturduğunda içindekini dökmek istedi. İstedi ki üzerindeki yük bir nebze kendisini rahat bıraksın.
"Kadir Bey'den aldığı paralarla kaçıp gitmiş!" Sesi tiksinti ve hayal kırıklığı ile gölgelenmişti. Gerçek sanmıştı Hülya'yı. Oysa bir hayalden ibaret olmuştu şimdi. Belki de kâbus olmuştu da Murat şimdi fark ediyordu. Başını eğerek çamurla lekelenmiş ayakkabılarına daldı gözleri. Omzunda bir el hissettiğinde sahibine döndü. Rıza da suçluydu. Hülya'nın gideceğini biliyordu lakin tek kelime etmemişti ona. Kaşları bu farkındalıkla çatıldı. Bir hışım Rıza'ya dönerek, "Gideceğini biliyordun!" diye tısladı. Rıza'nın omzundaki elini silkerken kızgınlık buram buram tütüyordu artık Murat'tan.
Rıza'nın da çatılan kaşları, Gülilzar'a biraz sonra bu iki adam arasında büyük bir sinir harbinin yaşanacağını haber verdi. Bu çatırdayan öfkeyi baştan savmak adına lafa atıldı.
"Şunu düzgünce anlatır mısın Murat?" Gülilzar, sesinin telaşlı çıkmamasına şükrederken Murat nihayet kendisine dönüverdi. Umursamazlıkla dudak bükerken Gülilzar'ı çok bekletmedi.
"Pavyona gittim. Patronu..." derken suskunlaştı birden. Sonrasında toparlanarak, "Kadir Bey, Hülya'ya para saymış; o da gidivermiş," dediğinde Rıza alaylı bir şekilde homurdandı.
"Sen de safsın yuttun!" Murat, hışımla Rıza'nın yakasına yapışıp ayaklandığında Gülilzar da endişe içinde duramadı yerinde. Murat, yumruğunu kaldırıp Rıza'nın çenesiyle buluşturduğunda Gülilzar'ın dudaklarından tedirginlik dolu bir inleme döküldü. Murat, yumruğuyla savrulan Rıza'ya,
"Sen de adam olup gidebileceğini söyleseydin!" diye haykırdığında Rıza, hızla üzerine atıldı. Dizini karnına geçirdiğinde Murat'ın nefesi kesilir gibi oldu. Öfkeyle,
"Sen söyledin mi? Anama, babama ne olduğunu söyledin mi?" diye sordu. Bu soru, Murat'ı şaşkınlığa uğratırken toparlanmaya çalışması uzun sürmedi. Rıza, bir adım daha atıp tekrar hiddetlenen hislerini yatıştırmak için Murat'a yöneldiğinde Gülilzar araya girdi.
"Yeter! Benim mektebimin bahçesinde kavga istemiyorum." Koluyla bahçenin girişini gösterip, "Birazdan çocuklar gelecek ama siz iki velet gibi birbirinize saldırıyorsunuz. Adam olun da derdinizi konuşarak halledin!" diyerek ilk defa hiddetini göstermiş oldu. Murat da Rıza da Gülilzar'ın bu gazap kokan haliyle afallarken sanki Gülilzar'ın sözünü beklermişçesine çocuklar göründü. Onlar ne olduğunu anlamaya çalışırken çekingenlikle büyüklerine bakıyordu. Çocukların bu halinin farkında olan Gülilzar ellerini çırparak dikkatleri üzerine çekti. "Haydi, çocuklar sıraya!" Öğrencileri, Gülilzar'ın sözünü ikiletmeden düzgün olmayan sıralar oluştururken ne kadar azaldıklarını büyük bir üzüntüyle fark etti Gülilzar. Hâlâ yerlerinde öylece dikilmekte olan beylere, "Siz de gidin," diyerek Rıza'ya seslendi. "Hastana geç kalma." Rıza, çamura lekelenmiş paltosuna göz atıp,
"Böyle mi gideyim?" derken ne sorduğunu kendi bile bilmiyordu. Belki de Gülilzar'ın ani çıkışıydı onu sudan çıkmışa çeviren.
"Karizman ayaklar altına alınmaz." Gülilzar'ın bu beklenmedik sözü onu iyice şaşkınlık içinde bırakırken, "Sen de Fatma Hanım'a git; temizlen," diyen Gülilzar, Murat'a verdiği emirden sonra çocuklara doğru yürümeye başladı. Sangınlıkta kalan Murat ile Rıza nihayet birbirlerine baktıklarında iki farklı yöne ayrıldılar. Konuşulacak şeyler vardı, çözümlenecek sorunlar... Fakat bu şu anda değil, daha dingin bir vakitte tezahür etmeliydi. Gülilzar son defa arkasına döndüğünde dediğinin yerine getirileceğinden emindi. Yüzlerindeki ifadeyi hatırlamak bu düşünceyi pekiştirdi.
***
Fatma Hanım, Gülilzar'ı ahırda bir başına bırakalı çok olmuştu. Muhtemelen kendinden geçmiş bir halde oturup duran Murat'ın etrafına pervane olmakla meşguldü. Gülilzar, Fatma Hanım'ın her ne kadar yeğeni saydığı bu adama üzülse de Hülya'nın gidişinden memnundu. Zira ona göre pavyonda el aleme kırıtarak şarkı söyleyen bir kadından eş olamazdı. Gülilzar her ne kadar dar görüşlü olmasa da aynı düşünceler içerisindeydi. Bu yaklaşık altı ay içinde az çok Murat'ın kişiliğine dair bir fikir edinmişti. Bu fikre göre Murat, söylentilere göğüs gerecek kadar sakin bir zat değildi. Delikanlı tabirine fazlasıyla uygun olan bu adam hem kendini hem de Hülya'yı yıpratırdı. Bir süre sonra da geriye onlardan bir şey kalmazdı. Böylesi belki de en iyisiydi.
İneklerin önüne su dolu kovayı koyarak doğruldu. Bu havada dahi sıcak olan ahır terlemesine neden olmuştu. Alnında birikmiş olan teri kolu ile silerken burnuna kendi kokusu doluştu. Yüzünü ekşitti, leş gibi kokuyordu. Ahırdan çıkıp içeriye girdiğinde Fatma Hanım'ı ocağın başında gördü. Pişirdiğini gördüğünde özlemle iç çekti. Halası da çok yapardı. Fakat o zamanlar şımarıklık yapan Gülilzar ağzına sürmezdi. Şimdi baktığındaysa ağzı sulanmıştı. Herhalde halası en çok da buna sevinirdi.
Fatma Hanım, arkasına döndüğünde Gülilzar'ı aşa bakarken yakaladı.
"Acıktın mı?" Gülilzar soru ile daldığı yerden çıkarken gülümseyerek baş salladı. "Kara mercimek sever misin?" Gülilzar bu sefer dudaklarını kıpırdattı.
"Sevmem ama özlemişim." Fatma Hanım yüzünü sahtekârlıkla ekşitip,
"Bu yemek sevilmez mi?" derken üstündekileri işaret etti. "Küçük odada güğüm ile temiz kıyafetler var. Gidip yıkan, sofraya böyle oturma." Gülilzar, memnuniyetle söyleneni yerine getirdiğinde artık tertemizdi. Sadece Fatma Hanım'a ait olan kıyafetler fazlasıyla bol geldiğinden şalvarın çaputunu bağladığında fazlalık olan ip çok uzun kalmıştı. Neyse ki fistanı başından geçirdiğinde o fazlalığı sakladı. Yemeniyi de saçlarına bağladığında artık tamamdı.
Nihayet salona geçtiğinde dalgınca oturan Murat, önce şöyle bir bakıp tekrar başını eğdi. Çok sonra idrakine vardığında gözlerini irice açıp sırıtmaya başladı. Sonunda bir tepki vermesine sevinen Gülilzar fazla takmamaya karar verdi bu alaycı sırıtışa.
"Fatma Ana ne yaptı ne etti sana şalvarı giydirdi ha?" dediğinde sesinde keyiflenme vardı. Fatma Hanım, elinde sofra ile içeriye girdiğinde Murat'a çıkıştı.
"Ne varmış şalvarda!" Ardından Gülilzar'a sıcacık bakıp, "Sen bakma bu hergeleye çok yakışmış," dediğinde Murat daha fazla dayanamayarak kahkahalara boğuldu.
"Sefanız olsun, sesiniz ta dışardan bile geliyor!" Rıza, salonun kapısında keyifle konuşurken Murat olabilecekmiş gibi daha fazla gülmeye başladı. Öyle ki gözlerinden yaşlar boşandığında Fatma Hanım artık kaş çatmıştı. Gülilzar, henüz kendisinin bu halinin farkında olmadığının bilincinde sesini çıkarmadı lakin irice açılan gözleri, halası ile Gülilzar arasında mekik dokuduğunda, "Hala, Gülilzar'a ne yaptın böyle!" nidasıyla soluğu kesilir gibi oldu. Murat kıkırtıların arasında Gülilzar'a dönüp,
"Koş Gülilzar. Beyine leğenle su getir, daha ayaklarını yıkayacaksın!" dediğinde Fatma Hanım daha fazla dayanamayıp sofranın üzerine koymuş olduğu tahta kaşığı kapıp Murat'a fırlatıverdi. Murat, elini siper ederek son anda kaşığın kafasına denk gelmesine engel olmuş; Fatma Hanım'ın yanaklarına öpücüklerini sıralamıştı. Fatma Hanım, Murat'ı kendinden uzaklaştırmaya çalışırken başını boynuna gömmüş yüzünü buruşturmuştu.
"Dur hergele. Seni zibidi. Huylanıyorum, yapma!" Fatma Hanım, uzaklaşmaya çalıştıkça o yapışıyordu yanağına. Sonunda sol göğsünü tutan Fatma Hanım, fenalık geçirir gibi olunca Rıza korkuyla ileri atıldı. Murat da Rıza'dan farklı olmayan bir halde telaşla uzaklaşıp Fatma Hanım'ın kollarına tutunduğunda,
"Hala iyi misin?" diye sordu Rıza. Fatma Hanım, göğsünü tutup derince bir nefes aldı. Sonra muzipçe kaşlarını kaldırıp Murat'a döndü.
"Adamı böyle dumur ederler!" Rıza ile Murat küçük bir şaşkınlık geçirip oltaya geldiklerini fark ettiklerinde omuzları rahatlamalarıyla çöktü. İkisi de Fatma Hanım'a sitem ederlerken Gülilzar nihayet sıcak bir aile ortamının verdiği huzurla iç çekti. Nazım ile halasıyla ile geçirdiği vakitler bir film şeridi gibi geçip giderken gözlerinin önünden ne kadar da özlemiş olduğunu fark etti. Halasını, Nazım'ı, Ankara'yı...
***
Fatma Hanım, yorgunluğunu bahane edip yatmaya geçtiğinde Murat eski üzünçlü haline bürünüvermişti. Onun bu hali Gülilzar'a dokunuyordu. Nihayet Rıza da bu sessizliğin fazlaca uzamaması taraftarı olduğunu belirten homurtusu duyuldu.
"Murat şunu baştan anlatacak mısın?" Murat, başını kaldırıp ifadesizce Rıza'nın yüzünde gezdirdi gözlerini. Dizlerinin üzerinde bağlamış olduğu ellerini iki yana açıp,
"Ne anlatayım?" diye sorduğunda peşi sıra devam etti. "İlçeye, pavyona gittiğimde o şerefsiz patronun yanına vardım. Hülya'yı sordum." Ellerini tekrar birleştirerek tırnaklarını avuçlarına geçirdi. "O da Hülya'nın gittiğini, Kadir Bey'den yüklü miktarda para aldığını söyledi." Suskun kaldığında Rıza söze girdi.
"Kızma ama sen gerçekten safsın. O adam öylece gitmesine izin verir miydi Hülya'nın?" Murat, ilgili bir halde gözlerini kıstı. Rıza, alayla söylendi. "Adam, paragözün teki ve Hülya iyi para ediyor." Bu sözü, Murat'ın burnundan solumasına sebep oldu. Gülilzar, Murat'ın kolundan tutup yeni bir dövüşü engelledi. "Bakma öyle. Doğrusunun bu olduğunu biliyorsun. O adamın bir çıkarı olmasa izin verir mi sanıyorsun?" Alayı iyice hissettirmek adına, "O, herfin ekmek kapısıydı!" dediğinde başını salladı. "Ayrıca Hülya'nın paraya ihtiyacı vardı. Bana geldiğinde borç istedi." Murat'ın kısılı çenesine dikkat ederek, "Verdim elbette. Ancak sorarım, Kadir Bey para vermiş olsa bana gelir miydi?" diye sorusunu yöneltti. Haklıydı, oturmayan bir kısım şeyler mevcuttu ve Murat bu kafa karışıklığıyla yerinde duramayacağını fark etti.
Ellerini yüzüne götürüp sıvazlarken bezmiş bir görüntü sergiledi Murat. Bir süre öylece dururken sonunda aklındakilere daha fazla dayanamayıp yerinden doğruluverdi.
"Ben uyumaya gidiyorum." Sesi bezginceydi. Rıza, anlayışla başını salladığında Gülilzar ile başbaşa kalmışlardı. Eve geldiğinden beridir bir dakika dahi yalnız kalamamışlardı. Yüzü mutlulukla dolarken yanına varıp Gülilzar'ı kollarının altına alıverdi. Gülilzar, ondan kaçmayıp başını göğsüne yasladığında huzurla iç çekti. Saçlarına dolu dolu bir öpücük kondurduğunda Gülilzar,
"Belki kızacaksın ancak Hülya'nın unutulması Murat için daha iyi olacak," derken sesi duyulma endişesiyle kısılmıştı. Rıza, onu onaylayan bir şekilde başını salladı.
"Haklısın ama kafasında tek bir pürüz kalmamalı." Ardından çenesini dayadığı, kokusuna mest olduğu saçlara sürtüp çapkınca gülümsedi. "Onu bunu bırak da bizim köylü olmuşsun sen!" Gülilzar'ın çenesini kavrayıp gözlerine baktı. "Ne dersin bir ara çeşme başında da buluşalım mı?" Dalga yüklü suali Gülilzar'da kaş çatmaya neden olurken sahte bir öfkeyle küçük yumruğunu Rıza'nın karnına geçirdiğinde kıkırdayarak,
"Bir tas bile vermem," dedi. Rıza belini doğrultup yukarıdan bakarken kaşlarını kavislendirdi.
"Biz de başkasından isteriz." Ağzı şaşkınlıkla aralanan Gülilzar, bu sefer yumruğunu sertçe geçirdiğinde Rıza'dan bir inleme duyuldu. "Elin de amma ağırmış!" Rıza'nın sitemkâr sesi, aldığı darbe yüzünden kısılı çıkmıştı.
"Oh olsun! Bundan sonra adımlarını buna göre atarsın." Genç kadın bunu öfkeyle değil, latifeli bir dil ile söylemişti. Rıza, yüzünde tebessümü ile Gülilzar'ın saçlarından kaymış olan yemeniyi çekip tamamen özgür kıldı tutamları. Parmakları o esir olduğu saçlara dokunurken kırılmasından korkar gibiydi. Okşayışları, çıldırtıcı derecede yavaş ve itinalıydı. Nihayet elleri saçlarından yanaklarına kayıp dudaklarının kuytusuna vardığında tam da o cennetin kıyısından öpüverdi. Öpücüğü küçük fakat çokça anlam barındırıyordu Gülilzarca. Genç adam, karısından kopmadan önce son kez kokusunu içine çekip,
"Bu gece burada mı kalırsın?" diye sorduğunda sesi arzu ile boğulmuştu. Gülilzar utançla başını salladı.
"Mektebe gitsem daha iyi... Hem yarın ders var." Sesinin utancıyla kısık çıkmasına engel olamamıştı. Rıza, bu mihnetin üzerine gitmemeyi tercih ederek,
"Peki. O zaman ben son kez halama bakayım, sonra seni bırakırım," dediğinde genç kadın minnetle gülümsedi. Rıza, halasına bakmaya giderken o da kabanını üzerine geçirmeye çabalıyordu ki büyük bir gürültü koptu. Bir ürperti sırtından usul usul belinin oyuğuna doğru aktı. Gülilzar, ürpertinin verdiği sarhoşluktan sıyrılıp bir hışım salondan çıktığında Murat da kendi odasından fırlamıştı. Hızlı adımlar, Fatma Hanım'ın odasında son bulunca Rıza'nın yakarışları doldurdu kulakları. Fatma Hanım'ın cansız başı, Rıza'nın kucağında; canı ise çoktan huzura çekilmişti...
|
0% |