Yeni Üyelik
20.
Bölüm

İlk Yaz Kokusu

@beytikzer

Günaydınlar sayın okur ve şimdiye kadarki en uzun bölüm ile merhabalar! İki bin yüz küsüratlık bir bölüm bu sayın okur, sindirerek oku.

Bölüme gelecek olursak herhalde romantizm sevenlerin bayılarak okuyacağı bir bölüm bu. Aslına bakarsan birkaç bölüm daha bu sahneler yer alacak şimdiden söyleyeyim de yazara, 'Yetti be!' deme. Hikayenin ilerleyişi ve şahısların arasındaki bağ için gerekli bir durum.

 

Bölüm ithafına geçmeden önce medyadaki dizeler, Nazım'ın; Benerci Kendini Niçin Öldürdü? adlı şiirden alıntıdır.

 

Keyifle okuman dileğiyle sayın okur. Selametle!

 

1 Aralık 1950Türk Tugayı, Kore'de Kunu-ri Muharebesi'ni kazandı.

 

***

 

Ayakları bedenini istediği yere götürüyor gibiydi. Sanki mantığı, bir el tarafından çekilip alınmıştı da onu yönlendiren sadece hisleriydi. Onun tuhaf, gülünç ve eksin hisleri... Nasıl mümkün olabilirdi ki bu? Rıza neden kendisine söylenmemişti de bir başkasından öğrenmişti? Arabadaki o gün, o tatlı saatler, o huzurlu dakikalar... O zaman söyleyemez miydi? Yoksa Rıza daha güvenmiyor muydu ona? İçi kederlere büründü. Bunu, ona sorması; mantıklı bir açıklama alması gerekiyordu. Aksi halde Rıza'nın ondan çok daha farklı şeyleri de sakladığını düşünecekti. Gülilzar, güvenmediği biriyle hislerini paylaşabilir miydi ki?

 

Bakışlarını yerden kaldırmadan ilerlemeye devam etti. O an karşısına biri çıksa görmezdi dahi. Esen soğuk rüzgâr bile titretmiyordu artık. Kadir Bey'in evinden nasıl çıktığını bilmiyordu bile. Nazire Hanım ile bir süre daha oturduktan sonra müsaadesini istemiş; çıkarken de Kadir Bey ile denk gelmişti. Kadir Bey, onu önce gördüğüne şaşırmış olsa da şapkasını çıkararak selam vermişti. Ardından sanki Gülilzar yokmuş gibi toz olup gitmişti. Onu görmek Gülilzar'ın sinirlerine iyi gelmemişti. Hâlbuki buraya onun sinirlerini zıplatmak; belki de diş göstermek için gelmişti. Ne ummuştu, ne bulmuştu...

 

Önüne denk gelen taşa, küçük bir tekme sallayıp havalanmasına sebep oldu. Taşın düştüğü yer, Fatma Hanım'ın evinin yakınına düşünce, 'Keşke yolu ayaklarıma bırakmasaydım,' diye düşündü içinden. Ancak buraya kadar gelmişken ki anlaşılan ayakları da düşünceleriyle hem fikirdi, uğramadan olmazdı. Hem Murat'ı da görmüş olurdu. Tahta kapıyı aralayıp avluya girince sesleniverdi.

 

"Kimse yok mu?" Sorduğu soru, evin beyaz badanalı duvarlarına çarpıp henüz beton dökülmemiş yerde sekti. Sorusunu daha yüksek sesle yineleyince kenarlıkları mavi boyalı pencereden bir baş uzandı. Bu Murat olmalıydı zira kumral saçları seğirtmişti. Düşüncesini destekleyen ses de peşinden gelince içi rahat etti.

 

"İçeriye gel Gülilzar, Fatma Ana ahırda." Ahır denilen yer evin arka bahçesinde küçük odacıklardı. Fatma Hanım, böylesinin hayvanları daha sıcak tuttuğunu söylemişti. Hem geniş bir ahır, iş yükünü arttırırdı ki Fatma Hanım yaşlı bir kadın olduğunu söyleyip duruyordu. Murat'ı dinleyip içeriye geçtiğinde evin içinde yükselen tarhana kokusu midesinin guruldamasına sebep oldu. "Açsan sana da bir tas çorba vereyim." Murat, yattığı yerden doğrulmaya çalışınca Gülilzar, ona engel oldu.

 

"Uzan sen, rahat et." Ardından gözüyle odayı taramaya başladı. Duvara asılmış çerçeveler bir anıtı andırıyordu. Çoğu yaşlı insanlara ait olan bu fotoğraflardan yalnızca biri daha çok dikkatini çekti Gülilzar'ın. Bu fotoğraftaki daha gençti. Murat, Gülilzar'ın neye baktığını görünce,

 

"O genç olan Rıza'nın babası," deyiverdi. Böylece Gülilzar, asılı resme daha bir dikkatli baktı. İnceledikçe Rıza'dan parçalarla karşılaşıyordu. Kaşları, gözleri, çenesi, elmacık kemikleri... Meğer Rıza'nın yüzünü hatmetmişti de haberi yoktu. Birden rahatsızlık hissetti bu durumdan ötürü. Bakışlarını tekrar Murat'a çevirdiğinde onun da kendisine baktığını gördü. Sanki Murat, içini görüyordu da dile dökmek istemiyordu. Ellerini birbirine kenetleyip yanına yaklaştığında çorba ile dolu olan tası fark etti. Murat daha bir kaşık bile almış değildi. Tası eline alıp kaşığı çorbaya daldırdığında Murat rahatsızlıkla kıpırdandı. "Bana yedirmeyeceksin herhalde!" Gülilzar, Murat'ın yattığı divana oturup kaş çattı.

 

"Elbette yedireceğim. Kolun kırık," dedi. Murat muzipçe gülümseyip uzatılan kaşığı ağzına aldı. Yutkunduktan sonra,

 

"Rıza görse ne derdi merak ettim vallahi," deyince Gülilzar yerine Rıza yanıtladı onu.

 

"Ben yediririm, sen geri dur Gülilzar." Gülilzar arkasına dönücünce Rıza'yı mavi-beyaz çizgili pijamaları içinde gördü. Bu hali onu gülümsetirken genç adam yanına gelip tası elinden aldı. Gülilzar'ın kalkmasını bekleyip yerine oturduğunda Murat'ın ağzına ardı ardına kaşığı sokuşturuverdi. Bir ara Murat kaşıktan kaçmaya çalışmış; Rıza'nın öfkesiyle karşılaşmıştı. Tas bitene değin ikisi kaş çatarak bakmışlardı birbirlerine. Gülilzar bu ikisinin kuzin olduğuna inanamıyordu. Kendisi ve Nazım çok farklıydı. Nazım değil kızmak, sesini bile yükseltmezdi ona. Önüne yemek konsa içindeki etleri çıkarıp Gülilzar'ın tabağına koyardı. Gülilzar'ın eti o kadar da sevmediğini biliyordu ama güç toplaması için şart olduğunu söyleyip tatlı bir inatla yemesini beklerdi. Nazım'ın anısı o kadar sevimliydi ki bu kuzineleri bile kendilerini dudaklarında tebessüm ile izlettirdi.

 

Nihayet Rıza tası, Murat'ın boğazına boca edip de bitirdiğinde yere bırakıp Gülilzar'a yöneldi. Kolundan tutup kibarca küçük bir odaya sürükledi onu. Kapıyı ardından kapatıp sürgülediğinde Gülilzar bu harekete mana veremedi. Fakat iyi olmuştu, soracakları vardı. Rıza, kollarını etrafına sardığında tüm sualleri buhar olup uçtu sanki. Teslim oldu sıcaklığına. Genç adam kısa bukleleri, kulağın ardına sıkıştırıp tatlı fısıltılarını bahşettiğinde kelebekler at koşturdu Gülilzar'ın kalbinde.

 

"İlk yaz kokuyor saçların. İçimi yakıyor." Burnundan geniş bir nefes alıp içine çekti kokusunu. "Artık seni görmeden ne ayılabiliyorum ne de uyuyabiliyorum. Kalbim gibisin Gülilzar, sen olmadan bir önemim kalmıyor." Gülilzar'ın elini yüreğine dayayıp mırıldanmaya devam etti. "Duyuyor musun, hissediyor musun atışları? İşte sen gelince hayatıma, daha anlamlı atmaya başladı böyle." Saçlarına öpücüklerini sıralayıp yumuşak bukleleri kavradı eliyle. "Çok şiddetli seviyorum Gülilzar, sen zerrece sevsen yeter." Gülilzar bu lakırdılara ne cevap vereceğini bilmez bir halde bekledi durdu. Gözleri gözlerini esir alıyordu. Onun kendisine dokunduğu gibi dokunmak, sevmek istiyordu. Dudaklarında mutluluk kol gezdi.

 

"Burada mı kalıyorsun artık?" Rıza bu soruyla iç çekip,

 

"Hayır, dün ilçeye inecekken komşu köyden haber geldi. Biri fenalaşmış; verem hastasıydı. Bu öğleye değin bir damla uyku uyuyamadım. Zaten halamın da iğnesi vardı," diyerek omuz silkti. "Hem seni de görmek vardı işin ucunda." Gülümseyişi, Gülilzar'ın kalbini tekletirken Rıza'nın sarılışı sıklaştı. Gülilzar o kollardan hiç çıkmak istemezdi. Ancak bilmediği şeyler vardı ve o bilinmezler aklının bir köşesinde dururken içi rahat edemezdi. Rıza'nın kollarından sıyrılırken onu kırabileceğini düşünemedi.

 

"Kadir Bey'in evinden geliyorum." Rıza'nın çatılı kaşları, Gülilzar'ın sözlerine eşlik ederken hemen ekledi. "Nazire Hanım ile oturdum. Murat ile ilgili endişeleri vardı. Vaziyetini bildirdim." Nihayet çatık kaşlar düzelince içi rahatladı Gülilzar'ın. Göğsü inip kalktı. "Yalnız Rıza, Nazire Hanım; annen ve baban hakkındaki her şeyi söyledi." Daha laf ağzından çıkar çıkmaz Rıza öfkeyle geri çekildi. Aralarının bozuk atması, isteyeceği son şeydi ama sormalıydı. "Neden Murat ile kuzen olduğunuz gerçeği benden sakladın?" Rıza'nın kızgın ifadesi alayla buruştu.

 

"Bu sır mı zannediyorsun? Sorsan birine söylerlerdi zaten!" Yükselen sesi, Gülilzar'ın irkilmesine neden oldu. Bunu o da biliyordu. Fakat köylüye gidip, 'Murat ile Rıza kuzen mi?' diye soracaktı. Ama ıslak yataktan anlaması gerekirdi. Peki, o vakit sorduğunda neden ikisi de geçiştirir gibiydi ki? Onun dileği sadece sevdiği adamın kendisine bilinmezlerini açmasıydı. Daha en basit detayları dahi bilmezken nasıl güvenebilirdi? Rıza sakinleşmek adına yüzünü, ellerine gömerek derin derin nefes almaya başladı. Böylesine ufak bir mevzuda sinirlenmesi, Gülilzar'ı endişe içinde bıraktı. Kapıya yönelip sürgüyü açmaya kalkıştığında Rıza kendisine engel oldu.

 

"Daha konuşacaklarımız var zannediyordum Gülilzar." Genç kadın, aldırmadan kapıyı açıp kare, geniş koridora çıktığında sedir üzerine kurulmuş Fatma Hanım ile göz göze geldi. Rıza'nın odadan çıkmasıyla da gözleri ona kaydı. Muhtemelen içinden bu gençleri, hemen baş göz etmesi gerektiğini geçiriyor; kendi kendine planlar kurup duruyordu. Gülilzar üzerinde büyük bir baskı hissederek başıyla selam verip koşar adım evden çıktı. Avluda çıkarmış olduğu pabuçlarını ayağına geçirdiğinde Fatma Hanım'ın, Rızaya; 'İmam nikâhını istiyorum!' dediğini duydu. Paltosuna sarınıp avludan çıktı. Havanın soğukluğu, içindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyordu sanki. Ancak dinmiyordu bir an önce yuvasına gidip başını yorganın altına sokmalıydı. Belki o zaman ağlamak için cesaret bulabilirdi. Okula gidene değin ona yöneltilen bakışlardan rahatsız bir halde aştı yolları, sokakları. Mektebe geldiğindeyse üzerindekileri bir kenara atıp yatağın soğuk kollarına atıldı. Bedeninden taşan sıcaklık, yatağa da bulaştığında göz kapakları daha fazla direnmeden kapandı.

 

***

 

Islak çimler ayaklarını gıdıklıyordu. Her attığı adımda çıplak ayakları, daha çok ıslanıyor; daha çok gıdıklanıyordu. Öyle güzeldi ki bu yer: pembe çiçekler, sarı papatyalar, ıslanmış toprak kokusu, gökyüzünü süsleyen rengârenk uçurtmalar... Hepsi Gülilzar içindi sanki. Parmaklarına dolanan minik bir el tarafından durdurulduğunda o yana döndü. Küçük bir oğlan çocuğuydu. İri kahverengi gözleri vardı. Koyu kestane saçları alnına düşmüş; neşe içinde gülücükler saçıyordu. Oğlan, Gülilzar'ın parmaklarından tutup onu sürüklemeye başladı. Hiçbir tereddüt emaresi sergilemeden peşinden gitti çocuğun.

 

Nihayet bir piknik alanına geldiklerinde Gülilzar burayı hatırladı. Buraya Nazım ve halası ile gelirlerdi. Nazım uçurtmayı uçurur; Gülilzar'ın eline verirdi ipleri. Fakat Gülilzar hiçbir zaman kontrol edemez; elinden kaçırırdı. Elini tutan çocuğa baktığında yerinde Nazım'ı buldu. Elini bırakıp ipleri verdi. Gülilzar ipi kavradığında birden zarflara dönüştü. Sonrasında yer hızla ayağının altından kaydığında tutunacak bir dal aradı fakat bulamadı.

Hızla gözlerini açıp rüyanın etkisinden sıyrılmaya çalıştı. Bu işi daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu. Kadir Bey'i ilgili kuruma şikâyet etmeli, halasına da mektubunu ulaştırmalıydı. Tekrar dalmaya çalıştı, henüz gün doğumuna çok vardı. Erken uyumuş olması; düzenini sarsmıştı. Uyuyamayacağını anladığında serinliğe çıkmaya karar verdi. Entarisinin üzerine paltosunu geçirip dış kapıyı araladığında soğuktan titrer vaziyetteki Rıza'yı gördü.

 

"Rıza!" Genç adam, sese dahi soğuktan üşüyen bedeninin izin verdiği ölçüde döndürdü. Gülilzar onu koltuk altlarından tutup içeriye geçmesine yardımcı oldu. Onu az önce çıkmış olduğu sıcak yatağına yatırıp üstüne yorganı atacakken Rıza onun da yanına gelmesini istedi. Gülilzar kararsızlık içinde bocaladı. Yanına kurulsa bu yanlış olurdu, gitse üşüyordu ki içi rahat etmezdi. Belki bir parça da sarılmak isteği vardı fakat bunu yapamazdı. Halası görse kıyameti koparırdı. Onu reddedecekken Rıza,

 

"Eğer kaçarsan bunu korkaklık olarak addedeceğim," dedi. Bu genç kadının kayışlarını kopardı. Zaten pamuk ipliğine bağlı olan arzusu kopuverdi. Gülilzar bu gözdağını yanıtsız bırakmadı. Üstündeki paltoyu çıkarıp aynı yastığa baş koyduklarında Rıza sırıtıp, "Bana çok çabuk kanıyorsun," dedi. Gülilzar bunun anlamını kavramaya çalışırken Rıza'nın titremesinin geçtiğini gördü. Yattığı yerden kaş çattı. Rıza ise devam etti. "Ve şu an aynı yorganın altındayız." Çocukça kaşlarını oynatışı Gülilzar'ı da gülümsetti. Sonra gündüzünki olay geldiğinde somurtuşu geri döndü. Karanlıkta da olsa bu Rıza'nın gözünden kaçmadı.

 

"Bugünkü olay için ne kadar özür dilesem az Gülilzar. Fakat hani bazı şeyleri dile getirmek istemezsin, unutulmasını, üzerine gidilmemesini dilersin ya... Bu da öyle bir şeydi. Sanki bir şeyi söylesem ikincisi de peşinden gelecek, peşinden üçüncüsü, dördüncüsü derken dokunulmadık kötülük kalmayacaktı. Sana uğramasın istedim o fenalık, dokunmayalım istedim." Yerinden doğrulup Gülilzar'ın üzerine doğru eğildiğinde yerinden kıpırdayamadı Gülilzar. Donup kalmıştı. "Sen o kadar masumsun ki değmesin hiç dedim. Hani o öğrencilerine şefkatle yaklaşıyorsun ya hiç değişme dedim. Belki buradaki tuhaflıkları bilsen tavrın da değişir dedim. Ancak olmadı Gülilzar, sana ne yaptılar hatırla, ona rağmen kalmaya devam ettin. Çocukları sarıp sarmaladın. Hafsa Ana neler dedi ama biliyorum Halime yine gelse hiç düşünmez iki kelam daha öğretirsin. Ana gibi kadınsın Gülilzar. O müşfik halin hiç değişmesin."

 

Gülilzar daha fazla nasıl utanırdı bilmiyordu. Kalbi ağzında bu yakınlıktan öylesine korkarken bir yandan daha da yaklaşsın sarsın istiyordu onu. Kollarında ağlamak istiyordu. Böylesi bir hayranlığın varlığı öyle bir etki yaratıyordu onda çünkü. Bir şey demesi lazım geliyordu. Bir şey fakat dilinden dökülen alakasızlığa lanet etmeden duramadı.

 

"Halime zaten geliyor ki. Hem yirmi yılım dolmadan gidemem. " Rıza bu masumane yanıta gülmeden edemedi. Gülilzar'ın yanağını avucuna alıp burnuna minik bir öpücük kondurdu. Genç kadın bu masumluğu yanan yanaklarla cevapladı. Belki de süslü cümlelerle yanıtlamalıydı onu ama yapamadı bir türlü. Daha güvenli bir soru sormayı yeğledi. "O halde anlatacak mısın bana neler olduğuna dair?" Rıza genzinden pes bir ses çıkarıp sırt üstü uzandı tekrar. Dudaklarını büküp bakışlarıyla tahtalarla desteklenen tavanı seyre koyuldu.

 

"Bana da söyledikleri kadarıyla biliyorum. Annem Kadir Bey ile nişanlıymış evlenmeye yakın babamla kaçmış işte." Omzunu kaldırıp indirdiğinde yatak da sarsıldı. Gıcırtıları Gülilzar'ın kulağına değince Rıza'ya doğru dönüp elini başının altına dayadı. "Ben doğunca da halama getirmişler. Sonra da haber yok. Ancak dediklerine göre Kadir Bey öldürtmüş. Belki de doğru değildir. Adamın günahını alıyoruz." Söyleyecek daha bir sözü kalmamışken Gülilzar araya girdi.

 

"Peki, ya Murat ile derdin nedir?" Bu sefer kaş çatma sırası Rıza'daydı. Gülilzar o kaşların arasından öpmeyi diledi ki arzularına yenik düştüğünde yaptığı şey tam da buydu. Rıza'ya yaklaşıp kaşlarından öptüğünde Rıza şaşkınlığa uğradı. Yüzünü ona çevirip arzu ile dolu kadına göz değdirdi. Gülilzar onu durmadan şaşırtıyordu. Bu sefer onu sorularla dolu bırakmak istemiyordu. Aklında ne varsa sorsun, kendi de yanıtlasın istiyordu. Elbette sadece sorduklarına cevap verecekti. Bazı şeyler can yakabilirdi zira.

 

"Murat benden bir şey saklıyor Gülilzar. Annem ve babam ile ilgili." Koyu gözlere doyasıya bakıp yutkundu. "Anlıyorsun değil mi?" Gülilzar başını salladığında tokasından bir tutam saç sıyrılıp yüzüne dokundu. Rıza o saç tutamını parmağına dolayıp oynamaya başladı. "Sevdiğin, yakın olduğun, kardeşim dediğin adamın senden öyle bir şey sakladığını düşün. Değil görmek, tartışmak; silmek istemez miydin?" Gülilzar cevap veremedi. Çünkü Rıza haklıydı. Eğer Murat böyle bir şeyi saklıyorsa vicdansızlık etmiş demekti. Rıza bu sessizliği bir onay olarak görüp parmağına dolamış olduğu saç tutamını saldı. Ardından Gülilzar'ın ipek bir örtü serilmiş yanaklarına dokunmadan edemedi. Elleri çenesini kavradığında Gülilzar'ın kendisine kızmamasını umdu. Usul usul yaklaşıp dudaklarını öpücüğüyle mühürledi.

 

Gülilzar kendini bir uçurumdan aşağı atılmış gibi hissetti. Rıza'nın yumuşak dudaklarıyla işaretlenen hevesli lebleri cayır cayır yanıyor; kavruluyordu. Rıza, ona ne yapmıştı böyle? Zaten hevesle gölgeli yüreği, şimdi ateşler içindeydi. Heyecandan kuruyan damağı, yutkunmak isteğine karşı koyamadığında Rıza, Gülilzar'ın çenesindeki eliyle ilk yaz kokan saçları kavrayarak aralarındaki aşka kibrit çaktı. Çok sonra Rıza'nın aklı başına geldiğinde alnını kadını ilan ettiği kadının alnına dayayıp nefeslendi. İnsan böyle bir aşkla nasıl yaşardı? Şaşıyordu artık. Çok mu acele ediyorlardı. Biraz hızı mı düşürmeliydi? Fakat o durmak istemiyordu ki! Belki de Gülilzar'ın iyiliği için gem vurmalıydı kendine. Zira bu kadın belli ki öylesi hislerle karşılamamıştı. Sorumluluğu alıp daha aklı yerinde davranmalıydı. Atan kalbi daha ağır bir düzeyde atmaya başladığında dilinden bir şiir düştü Gülilzar'ın kalbine.

 

Gebedir her sukut bir yükselişe.

 

Ne mümkün karşı koymak

 

bu köpürmüş gelişe...

 

Gülilzar bu şiir ile yanaklarını ısıtan sevgiye doyamadı. Devamını getirdi dili.

 

Heraklit, Heraklit!.

 

akar suya kabil mi vurmak kilit?

 

İkisinin sessiz neşesi doldururken odayı Rıza sormadan edemedi.

 

 

"Ne dersin yarın ildeki sinemaya gidelim mi? Belki elini tutmama müsaade edersin(!)"

 

Loading...
0%