İyi günler dilerim sayın okur. Yeni bir bölümle merhabalar! Bu bölümü Wattpad'de ikiye ayırmıştım. Tabii o zamanlar Ramazan'a denk geldiğinden... Bu sebeple fazla bölümlere ayrılmış gibi olmasını mazur gör.
Bu arada Murat'ın da bir hikayesi olduğunu söylememe izin ver. Gülilzar son bulur bulmaz onu da paylaşacağım.
Daha fazla bekletmeden keyifli okumalar diliyorum sayın okur. Selametle!
25Mart 1951 İstanbul'da Neve Şalom Sinagogu açıldı.
***
Beyaz örtü dağlarda hâlâ boy gösteriyordu. Fakat köyde bu durum tam tersiydi. Hatta kar yerini nemli toprağa, yer yer çamura bırakmıştı. O kuru soğuk yine vardı elbette. Sadece o temiz görüntünün yeri, şimdilerde balçık hale gelmiş toprak ile gölgelenmişti. Sanki doğa bile köyün diplerine kazınmış olan o pisliği açığa çıkarmıştı. Tıpkı Kadir Bey, öldükten sonra meydana çıkan kirlilikler gibiydi.
Kadir Bey'in cenazesine neredeyse tüm köylü katılmıştı. İmamın helallik ile ilgili sorduğu soruya çok az kişinin, 'Helal olsun,' nidaları dökülmüştü. Fakat pek de öyle hissettikleri söylenemezdi onların da. Tek gözyaşı bile yoktu cenazede. Kadir Bey'in inşa ettiği korku da yoktu. Safi öfke vardı. Suyla ıslanması gereken toprak, canı yanan dulların tükürüğüyle ıslanmıştı. Sağken gösterilmeyen cesaret Kadir Bey cansız yatarken sergilenmişti. Büyük ikiyüzlülüktü doğrusu.
Cenazenin üzerinden günler geçerken köy halkı artık ilgisini başka yöne vermeye başlamıştı. Herkesin aklında büyük bir mirasa sahip olan Murat'ta idi. Bir parça da Nazire Hanım'ın akıbetindeydi fikirler. Gülilzar bazen su için çeşmeye indiğinde duyumsuyordu çirkin sözleri. Kadınların, 'Görüyorsun değil mi? Nazire, oğlunu zengin edip gitti,' deyişleri sinirlerini geriyor; cevap vermemek için büyük mücadele veriyordu. Bazıları da ironiye kıs kıs gülüyor; ağzına sakız ediyordu. Yaşananlar bir kendilerini etkilemişti sanki. Gülilzar bunu çok net görebiliyordu.
O zamandan beridir Murat da içine kapanmış; sadece ihtiyaçlarını gidermek için dışarı çıkar olmuştu. Köylünün imaları, onu da geriyordu. Ancak bir kısım köylü vardı ki Murat'a daha önce göstermediği saygıyı hissettirmeye başlamıştı. Bunlar, Murat'ı hırpalayan, Kadir Bey'in adamlarıydı. Genç adam gittikçe tükenmeye başlıyordu. Elbette eskiden onu seven insanlar, bu sevgiyi hissettirmeye devam ediyorlardı ama Nazire Hanım'dan ötürü acımalarını da saklayamıyorlardı.
Gülilzar sıkıntıyla aşı, tahta kaşıkla karıştırmaya devam etti. Bir an önce mektebin açılacağı zamanı kolluyordu. Boş durmak pek de ona göre değildi. Aş taşma noktasına geldiğinde yanında duran bezlerle ocakta duran aşı uzaklaştırdı. Kaşığı küçücük daldırarak tadına baktı. Fakat yüzünü ekşitmesi bir oldu. Tadında bir bozukluk olduğunu düşünmüyordu. Usulüne göre yapmıştı işte. Tam o anda koridorun önünden geçen Murat'ı gördüğünde ona seslendi.
"Odaya kapanma hemen. Yemeği pişirdim." Murat kapıdan geçmeden önce başını uzattı.
"Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum." Gülilzar verilen cevaba memnun oldu. Murat'ın boğazından uzun zamandır sıcak bir şey geçmemişti. Biraz yüksek sesle,
"Rıza'ya da haber ver. Bahçede..." dediği an Murat'ın uzaklaşan sesini duydu tekrar.
"Emrin olur yenge!" Gülilzar bu sözle tebessüm etti. Şu aralar Murat kendisine böyle hitap ediyordu. Başta anlam verememişti buna ancak daha sonra anlamıştı. Murat, bir elin parmağını geçmeyen akrabalarıyla bağlarını sağlamlaştırmayı diliyordu. Belki de kendini bir yere ait hissetmek istiyordu. Rıza ile olan ilişkisi de gelişmişti. Rıza, Murat'a bir abi gibi kol kanat germiş; bu süreçte desteğini eksik etmemişti.
Nihayet sofraya oturduklarında kaşıklardan başka ses duyulmaz olmuştu. Bir süre sonra bu çekilmez sedasızlığı Rıza bozdu. Kaşığı, tabağının kenarına koyarak,
"Yarın ilçeye inmem gerekiyor," diye bombayı patlattı. Gülilzar sebebini biliyordu. Dava için son kez avukatla görüşecek, vakit kaybetmeden İzmir'e geçeceklerdi. İştahı zaten kalmamış olan Gülilzar elindeki ekmeği de bıraktı. İlçeden geldiklerinden beri daha iyiydi araları lakin hâlâ geçmiş değildi genç kadının öfkesi. Sadece susturmuştu içindeki sesleri. Gözlerini, genç adamın bakışlarından ayırmadı. Rıza'nın kendisini de götürmesini ve bunu, onun teklif etmesini istiyordu. Rıza, genç kadının aklından geçenleri anlamışçasına içten bir gülümseme bahşetti. "Sen de geleceksin değil mi?" Kısa süreliğine yüzü aydınlanan kadın baş sallamakla yetindi.
Sonra kimseden çıt çıkmadı. Huzurlu bir sessizlikti bu. Hani biri sesini çıkarsa bu gereksiz olacaktı. Öyle yersiz lakırdılara gerek duymadılar bu yüzden. Sofrada sadece tabaklara çarpan kaşıkların sesleri yankılanıyordu odada. Uzun zamandır böylesi bir erinç hali yaşamamışlardı. Ne imalar vardı ne de kuru gürültü. Yalnız Murat iç sıkıntısını bastıramayarak derince nefeslendi. Bakışlarını tabağından ayırmadan,
"Ben de sizinle gelsem iyi olacak," dediğinde Rıza omuz silkti.
"Olur gelirsin. Bir işin mi var?" Rıza'nın sorusu, Murat'ı daha da gerdi. Başını sağa sola salladığında uzamış olan saçlarından bir tutam, alnına düştü.
"Yok. Oradan Konya'ya gitmeyi düşünüyorum." Gülilzar'ın zor da olsa ağzına götürmeye çalıştığı kaşığı, yarı yolda duruverdi. Anlamadığını, daha doğrusu anlamak istemediğini gösteren yüzüyle döndü sözlerin sahibine.
"Ne demek istiyorsun?" Murat aldırmadan yemeye devam etti önce. Lakin daha fazla susamayıp,
"Konya'ya gidiyorum. Orada büyük bir çiftliğe sahip olan bir tanıdığım var," dediğinde kaşığını tabakta oyalayıp bıraktı. "Benden yardım istedi. Bir süreliğine mesleğimi icra edeceğim." Gülilzar kaşlarını çatıp sinirle soludu.
"Burada da mesleğini ifa edebilirsin. Sana ait topraklar, bu topraklar üzerinde ekmek yiyen insanlar var!" Murat bunları düşünmüştü elbette. Zaten iki yıllık bir plan yapmıştı. Bir süreliğine ayrılmak istiyordu sadece. Sonrasında elbette bu zengin toprağı boş bırakmak gibi bir düşüncesi yoktu. Fakat yapması gerekiyordu. Kendi ruh sağlığı için. Başını kaldırıp,
"Bir süreliğine. Sonra yine geleceğim," diyerek onay istediğini belirtir bir sesle mırıldandı. "Bunu kendim için yapıyorum." Gülilzar anlamıyordu. Yine karşı koyacakken Rıza'nın sıcak parmaklarını elinin üzerinde hissetti. Bu, 'Ona saygı duy. Buna ihtiyacı var,' demekti. Gözlerinde görmüştü Gülilzar. İçi hiç rahat değildi lakin bir daha da sesini çıkarmadı. Kendisi de kaçmamış mıydı? Belki de Murat'ın tekrar eski haline dönmesi için bu şarttı. Göz yummaktan başka bir çıkış bulamadığında tat kalmamış sofrayı kaptığı gibi mutfağa götürdü. Ardında Rıza'nın,
"Ama ben daha doymamıştım," sözlerini duysa da geriye dönmedi. Aç kalsındı!
***
Buraya ilk geldiği günü hatırlıyordu. O vakit fazlasıyla heyecanlı ve istekliydi. Hoş, o müştehiden bir şey kaybettiği yoktu lakin aynı heyecanı taşımadığı bariz olandı. Değiştirmeye, aydınlatmaya çalıştığı köy direnmiş; Gülilzar'ı değiştirmişti. O idealist düşünceleri bir bir yüzüne vurmuşlardı. 'Bir şeyler öğretirim,' düşüncesiyle geldiği bu yer ona çokça ders vermişti. Şimdi görüyordu. Kitaplarda yazılanlar, hayata geçirilmedikçe gerçeklikle bir ilişkisi olamazdı. Elbette yaşama uyarlamaya kalkışmıştı. Elinden geleni ardına koymamıştı. Eğer şartları hesaplayıp daha farklı bir yol izleseydi emeline ulaşacaktı belki. Ancak burnunun dikine gitmiş, hayat elinin tersiyle ruhunda iz bırakmıştı.
Kabanına sıkıca sarılırken Murat ile Rıza ondan uzakta sigaralarını tüttürüyorlardı. Murat, dertli bir şekilde Rıza'ya dil döküyor; bazen de susuyordu sanki daha fazla konuşamayacakmış gibi. Çok geçmeden avukat da aralarına katıldığında Gülilzar, kendisini ta Ankaralardan getiren raylarla bakıştı. Ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. En çok da Mirabele'nin gelme ihtimali ürkütüyordu onu. Akif Bey bu ihtimali göz ardı edememişti. Her şeye hazırlıklı olmalılardı.
Önüne doğru uzatılan çay bardağı, daha fazla düşünmesine engel olarak buharını yüzüne doğru üfledi. Gülilzar başını kaldırdığında ilk gün karşılaştıkları adamı gördü. Savaş yarası yerli yerindeydi. Elleri de kirli görünüyordu fakat Gülilzar bu sefer sunulanı geri çevirmedi. Çay bardağını parmaklarının arasına aldığında avucunun ısındığını hissetti. Yüzünde engelleyemediği bir gülümseme peyda olduğunda dudaklarına götürdü çayı. Daha önce hangi akılsızlıkla ikramı reddetmişti ki. Sonra, 'O zamanlar fazlasıyla burnu havada olmalıydım,' diye düşünmeden edemedi.
"Bacım üşüdüysen içeriye geç buyur. Orası sıcaktır, ısınırsın." Genç kadın, geçen yedi ayda değişmeyen şeyi bulduğu için tebessüm etti. Yaşlı adamın yardım etmekteki ısrarı ilk günkü gibiydi. Fakat yine reddedecekti. Güvenemediğinden değildi, soğuk aklındakilere iyi geliyordu. Başını sallayıp,
"Çok sağ olun. Burada kalsam daha iyi olacak," diyerek daha fazla ayak dirememesini umdu. Dileğinin aksine adamcağız tam ısrar edecekken bir başkasının seslenmesiyle vazgeçti söyleyeceklerinden. Onun yerine,
"Sen bilirsin bacım. Yine de gelmek istersen kapı açık, girersin," dedi ve hızlı adımlarla kendisine seslenene yöneldi.
Gülilzar nihayet çay ve yalnızlıkla baş başa kaldığında buz gibi havayı ciğerlerine soludu. Son zamanlarda en çok yaptığı şey bu olmuştu. Yorulmuştu zira. Böyle vakitler, ödül gibi geliyordu benliğine. Bir süreliğine olanlardan kaçmış oluyordu. Bir nevi koza oluyordu yalnızlık ona. Kimseyi görmezse düşünecek durum da kalmıyordu ortada. Çay bardağını tekrar dudağına dayayarak büyükçe bir yudum aldı çaydan, ılımıştı. Bardağın dibinde kalan çayı yuvarlamaya başlarken tekrar beylere döndü. Akif Bey, çantasını ayağının dibine bırakmış; Rıza ve Murat'ı pür dikkat dinliyordu. Bir süre sonra Murat yanlarından ayrılıp Gülilzar'ın yanına oturduğunda genç kadın hâlâ çayı yuvarlıyordu.
"Daha iyi girdap nasıl olur onu mu deniyorsun?" Murat'ın ufak değindirmesi genç kadını güldürdü.
"Aslına bakarsan evet... Döndükçe ortadaki boşluk daha fazla büyüyor." Bardağı kenara bırakıp, "Bana toplumu anımsattı," dediğinde Murat kaşlarından birini kaldırarak devam etmesi için bekledi. Gülilzar daha fazla oyalanmadı. "Başta su zerreleri her yeri sarmış; küçük bir nokta dahi bırakmamıştı. Sonra her şey bir kenara çekiliverdi. Etrafında olup bitenler o boşluğa etki etmedi hiç. Ta ki hareket kesildi o vakit boşluk kapandı." Soğuktan donan yüzünü ısıtmak için ısısını kaybetmemiş olan ellerini yanaklarına yerleştirdi. Bir süre sessizliğini korurken boşluğa dikti gözlerini. Akabinde, "Toplum da öyle... Başta iraden dışı vukuatlar çepeçevre sarar etrafını. Sen engel olmak istedikçe yalnızlaşıyorsun. Ne zamanki debelenmeyi bıraktın, kadere boyun eğdin; işte o zaman ortalık duruluyor. Seni rahat bırakıp içine alıyorlar," dedi.
Murat ne demek istediğini anlamıştı. Toplum kendisine karşı koyanı, acımadan hırpalıyordu. Ayak uydurmak gerekti. Aksi halde aforoz edilirdin. Murat'a olduğu gibi... Gülilzar kasveti dağıtmak adına konuyu başka yere çekmek istedi.
"Gittiğin yerden mektup yazacaksın, öyle değil mi?" Murat olumsuzca salladı başını.
"Yazmasam daha iyi..." Hepten uzaklaşmaktı dileği. Gülilzar engel olamıyordu. Sahte bir kızgınlıkla,
"Bari bayramlarda kartpostal atmayı unutma," dediğinde Murat genişçe gülümsedi.
"Ah, merak etme. En güzellerini bulup sana yollayacağım," diyerek kolunu hafifçe Gülilzar'ın koluna değdirdi. Genç kadın, karşılık vermeden durdu öylece. Ardından ani gelen bir istekle kollarını, Murat'ın boynuna doladı. Ona baktıkça gördüğü yüz de gidecekti. Nazım'ın çehresi de onunla bir uzaklara gidecekti. Fakat en mühimi bu yerdeki tek dostu uzaklaşıyordu ondan. Nerede, ne vaziyette olduğunu bilmeyecekti. İradesi dışında gözpınarları dolup taştı. Tek dileği döndüğünde eski Murat olmasıydı. Rıza, boğazını temizleyerek,
"Bu kadarı yeterli bence," diye homurdandığında Murat son kez Gülilzar'ın sırtını sıvazlayıp ayrıldı. Gülilzar'a,
"Beyefendinin biri bu duygusal ayrılığa dahi çomak sokuyor," diyerek bezginliğini gösterdi. Gülilzar, Murat'ın oyununa ayak uydurup,
"Haklısın o beyefendide huy olmuş," dedi. Rıza alınganca yüzünü astı.
"Aşk olsun ben, 'O beyefendi,' miyim?" Genç kadın söylenecekken trenin geldiğini haber eden o düdük duyuldu. Sesin geldiği yöne baktıklarında Murat, dizlerinden destek alarak ayaklandı. Önce Akif Bey ile kısaca vedalaştı. Ardından Rıza ile sarıldıklarında birbirlerinin sırtlarına vurdular. Genç adam sonunda bavulunu da alarak iki dakikalığına duran trene biniverdi. Son kez ardına bakıp başındaki kasketi kaldırıp selam verdi. Eli hiç inmedi. Ne zamanki tren garı küçücük bir nokta haline geldi o zaman tekrar taktı o kasketi başına. Adımlarını kompartımanlardan birine yönlendirirken umuda asıldı. Döndüğünde zihni berrak olacaktı...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
2.06k Okunma |
298 Oy |
0 Takip |
41 Bölümlü Kitap |