Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Münaaza

@beytikzer

Tekrar yeni bir bölümle merhabalar.Önceki bölümlerde çok fazla aksiyon yaşadın diye düşünüyorum. Yani elbette bir aksiyon kurgusu kadar değil ama romantizm barındıran bir hikaye için çoktu. Hadi kabul et! Bu bölümle biraz dinecek o hararet. Umarım çok sıkılmazsın. Hoş, Gülilzar'ı seven bir okur asla sıkılmaz! Yazar; azıcık seni zorluyor, anlamamazlıktan gel. Bu arada bölümün kelime anlamı; tartışma, ağız dalaşı demek.

 

O halde ben aradan çekileyim de keyifle oku sayın okur, fazla konudan konuya atladım. Selametle!

 

7 Aralık 1950 Cevat Fehmi Başkut'un, "Sana Rey Veriyorum" oyunu yasaklandı.

 

***

 

Ağaçların üzerinde dünkü ıslaklık vardı daha. Yaprakların üzerinden kayıp bir alt yaprağa düşen yağmur damlasının sesi o kadar barizdi ki Gülilzar her geçtiği ağacın gözyaşı akıttığını düşünüyordu. Kim bilir belki Abdullah içindi hepsi. Eniştesinin öldüğü akşam da yağmur yağmıştı, Nazım'ın da... Gündüz gözüyle ne kadar da normal görünmüştü gözüne köy. Oysa perdeyi kaldırdığın anda çirkinlikle karşılaşılıyordu.

 

Gülilzar, gün ışığının ilk huzmeleriyle kendini dışarıya atmıştı. Daha fazla duramamıştı işte. Sonunda Rıza kendisine kızacak da olsa yapamazdı. Üstelik Rıza'nın kesinlikle karışmaması gereken bir mevzuydu. Ailesinin başına gelenler yetmezmiş gibi bir de bu durumdan ötürü hısımlık edemezdi Kadir Bey'e. Gördüklerini anlatacak biri vardıysa da bu, Gülilzar olmalıydı. Onbaşının hâlâ komşu köyde olmasını umuyordu. Daha şimdiden yorulmuştu ayakları. Daha uzak bir yere gitmesi demek ders saatini kaçırmak demekti. Ancak korktuğu gibi olmadı. Onbaşı tam da belirttiği köyün girişinde, askeri aracın içinde uyuyakalmıştı. Erlerden ikisi nöbet tutarken bir diğeri de onbaşının yanındaki koltukta dalmıştı.

 

Erler Gülilzar'ı görür görmez onbaşını uyardı. Üşümüş oldukları her hallerinden belli olan bu adamlara sarsakça tebessüm etti. Daha fazlasına takati yoktu. Onbaşı, Gülilzar'ın halinde bir iş olduğunu sezinleyip yanına vardığında,

 

"Gününüz aydın olsun, buraya kadar gelmenizin sebebi nedir?" diye sorduğunda Gülilzar direkt olarak konuya girdiği için onbaşıya minnet etti. Bu sebeple dün gördüğü her ne varsa anlattı. Tüm detayları ile. Tek bir şeyi atladı o da Rıza'nın varlığı. Bu sebeple kısa bir gezintiye çıktığını ve büyük bir şok ile karşı karşıya kaldığını belirtirken inanılır olmaya gayret etti. Ancak Gülilzar ne dese onbaşı inanacak gibiydi.

 

Gülilzar bütün söyleyeceklerini ortaya döktüğünde rahat bir nefes aldı. Onbaşının merhametli tavrı ve ona inanmış olması Gülilzar için kıymetliydi. Nihayet onbaşı da vakit kaybetmeden köyün içindeki askerlere karargâha dönme emri verip komutan için bir pusula bırakmıştı. Kendisi de işe koyulmak için köye Gülilzar ile birlikte yollandı. Genç hanımı mektebe bırakacak sonra da gerekli soruşturmalara başlayacaktı. Böylesi büyük bir suçlama göz ardı edilemezdi.

 

Yol Gülilzar için çok kısa gelmişti bu sefer. Zira onbaşı ve komutana güveni tamdı. Kendisi sorumlu bir vatandaş olarak şikâyetini belirtmiş, gerisini devletin ellerine bırakmıştı. Arkasına yaslanıp ıslak toprak kokusunu içine çekti. Sanki dünden beridir soluk alamıyordu da şimdi taze havaya kavuşabilmişti.

 

Çok geçmeden köye varıp mektebin önünde durduklarında onbaşı yine kapıyı Gülilzar için açıp inmesine yardımcı oldu. Gülilzar bu kadar çok ilgili olmasından ötürü müdana etti. Nasıl teşekkür edeceğini bilmez bir halde gülümsediğinde aynı karşılığı aldı.

 

"Çok teşekkür ederim onbaşı, çok zahmet verdim. Durmadan sizi sorunlarla boğup duruyorum." Onbaşı bu teşekkürün ehemmiyetsiz olduğunu belirtircesine başını salladı.

 

"Rica ediyorum, bu benim görevim. Gereği neyse elimden geldiği kadarıyla yapacağım elbette. Aksi mümkün olamazdı zaten." Hemen peşinden, "Keşke herkes sizin kadar sorumlu bir vatandaş olsa," diye eklediğinde sahte bir öksürük sesi böldü onları. Gülilzar, Rıza'yı gördüğü an tedirgin oldu. Öfkesi barizdi çünkü. Muhtemelen kendisini dinlemediğini anlamıştı. Onbaşı, Rıza'yı görür görmez,

 

"Merhaba Doktor Bey!" dedi monoton bir sesle. Rıza da düz bir şekilde,

 

"Merhaba onbaşı!" dediğinde gözleri Gülilzar'a kaydı. "Ben de sözlümü ziyarete gelmiştim." İmayla kalkan kaşları bir cengin habercisi gibiydi. Onbaşı ise şaşkınca Gülilzar ile Rıza arasında gözleriyle mekik dokudu. Ardından toparlanıp,

 

"Ah, öyle mi? Gülilzar hanım da bir maruzatını bildirmeye gelmişti komşu köye. Ben de kendilerine buraya değin eşlik ettim. Belli ki hanımefendi şu aralar tek başına bir yere gitmese iyi olacak," dedi sonunda ayıplar bir halde. Sonra da açıklama gereksinimi hissederek, "Dün başına talihsiz bir olay gelmiş," diyerek Gülilzar'a döndü. "Ben de artık görevimin başına döneyim. Kimliğinizin saklı kalacağı konusunda endişeniz olmasın." Bu sözüyle Rıza homurdandı.

 

"İmamın eşi her şeyi duyduktan sonra mı? Çok sempatiksiniz onbaşı..."

 

***

 

Gülilzar onbaşının köyün içine doğru gidişini izlerken epey tedirgindi. Rıza'nın ona kaş çatışından bu durumdan hoşnut kalmadığının alametiydi zaten. Bu da endişelenmesine sebep oluyordu. Lakin hepsi onun iyiliği içindi; bilmesi, anlaması gerekirdi. Şükür ki Rıza, öğrencilerin yanında konuşmayıp ders sonrası geleceğini söylemişti. Komşu köyde bakması gereken hastalar vardı ve bekleyemezdi. Belki acizce olacaktı ama Gülilzar, Rıza'nın gidişi üzerine bir nebze rahatlamıştı. Onunla tartışmak, sürtüşmek istemiyordu.

 

Son derse kadar aklını bu dertlerden uzaklaştırmış; talebeleriyle ilgilenmişti. Çocuklar nihayet alfabeyi sökmüş, kısa kelimelerin yazımını öğreniyorlardı. Üç ay kadar kısa bir zamanda iyi iş başarmıştı doğrusu. Bu sebeple kendisiyle gurur duyuyordu ama bir parçası da hâlâ yetersiz olduğunu düşünüyor; köye yeterince vakit ayırmadığını hissediyordu. Başını masasına dayayıp uzunca bir uykuya dalmak istedi. Belki vicdanı da susardı o vakit. Daha fazla dayanamayacağını anladığında,

 

"Tamam çocuklar. Bu kadar yeter, evinize gidebilirsiniz. Ödevlerinizi unutmayın. Kontrol edeceğim," dediğinde hepsi toparlanıp sınıftan çıktılar. Ardında keskin bıçakla açılmış, kurşun kalem kalıntılarıyla. Sınıfın sessizliği, onun uykuya doğru sürüklediğinde direnmeyip yanağını soğuk masasına dayadı. Ancak ayak sesleri, buna izin vermeyip başını kaldırmasına neden oldu. Rıza kapıdan içeriye geçip Gülilzar'ın karşısına konuşlanmış olan sıraya kuruldu. Lakin sessizliği bozmadı. O da Gülilzar gibi suskunca bekledi. O arada cebinden sigarasını çıkarıp kibriti ile yaktı. İçine derince çektiği dumanı başını tavana çevirerek dışarıya saldı.

 

Gülilzar, gözlerini ondan ayırmıyor; her hareketini detaylıca seyir eyliyordu. Bir aşağı bir yukarı hareket eden âdemelmasını, sigarayı içine çekerken etrafına sarılan dudakları ve dışarıya verdiği nefesiyle havaya karışan gölgeli dumanı... Gözleri dumanı takip ederken Gülilzar aslında Rıza'nın gözleri görmez bir halde olduğunu biliyordu. Dayanamayıp dile gelen yine Gülilzar oldu.

 

"Bunu ben yapmalıydım Rıza, biliyorsun." Rıza duymamış gibi sigarasından bir iç daha çekti. Sıkıntı bulutunu dışarı saldığında Gülilzar'a döndü.

 

"Peki, sen ne biliyorsun Gülilzar?" Genç kadın bu sual ile şaşkınca baktı Doktor Rıza'ya. O da devam edince şaşkınlığın yerini ürperti aldı. "Kadir Bey bu işten sıyırınca ki sıyıracak, o zaman ne yapacaksın? Öğrencilerini kaybettiğinde ne yapacaksın? Seni buradan yolladığında ne yapacaksın?" Rıza soruları ardı ardına sorarken ayaklanıp yanına vardığında Gülilzar'ın az önce yüzünü soğuttuğu masaya oturdu. "Bu işi bana bırakmalıydın. Şimdi sana diş bileyecek."

 

Rıza'nın bilmediği şey aslında Kadir Bey'in Gülilzar'a zaten diş biliyor oluşuydu. Ancak Gülilzar bunu söylemenin yersiz olduğunu düşündüğünden suskun kaldı. Söylese ne değişecekti ki? Artık olan olmuştu ve Gülilzar bunu; bile isteye yapmıştı. Rıza, Güilzar'ın sessizliğine daha fazla dayanamayarak,

 

"Konuşmayacak mısın?" diye sorduğunda Gülilzar gözlerini ona çevirebildi.

 

"Ne diyeyim ki Rıza? Sen, nasıl ki benim zarar görmemi istemiyorsun; ben de senin zarar görmeni istemiyorum." Gözlerini ellerine indirip daha dirayetli bir halde konuştu. "Zaten sana kin besleyen bir adamdan bahsediyoruz, sonucu felaket olabilirdi." Dünkü anı canlandı gözünde. Abdullah'ın özü; bedeninden ayrılmış hali, bir sülük alakında köyle ilgili güzel hislerini emiyordu. Bir sonraki kurbanın Rıza olmasına müsaade edemezdi. Göğsü şişip indi. "Abdullah'ın yattığı yerde senin olmandan korkuyorum." Rıza bu söz üzerine ne diyeceğini bilemedi. Lakin elindeki sonu gelmiş sigarayı çöpe atmak için yerinden kalkıp sınıfın diğer ucuna kadar gitti. Orada bir müddet oyalanıp düşüncelerle boğuştu. Bu saf, bir o kadar da azimli kadınla ne yapacaktı böyle? Bu sefer olmayacaktı ama başka bir parçasının yine Kadir Bey'in zulmüne uğramasına izin vermeyecekti.

 

"Ben aciz değilim Gülilzar. Benim yerime karar verme. Üstelik yalnız olduğunu söyleyerek yalan beyanda bulundun!" Rıza'nın asabi ama kısık sesi, tüy ürpertiyordu. Gülilzar başını dikip sırtını sandalyeye yasladığında kollarını da göğsünde bağladı.

 

"Sen de yalan beyanda bulunmayacak mıydın?" Rıza düşünmeden,

 

"Senin iyiliğin için," dediğinde Gülilzar da atıldı.

 

"Ben de senin iyiliğin için yaptım." Ardından eliyle yüzünü kapayıp, "Sen ne için yapacaktıysan ben de o erekle yaptım," diyerek elini indirdi çehresinden. Ardından mırıldanırcasına, "Lütfen Rıza boğma," dediği an Rıza parçalandı. Gülilzar o an anladı lakin yanlış anlaşıldığını daha söyleyemeden,

 

"O halde ben seni bir süre rahat bırakayım," dedi Rıza. Peşi sıra hemen çıktı mektepten. Gülilzar şaşkınlıktan ne dur diyebilmiş; ne de ardından gidebilmişti. Karnında hissettiği sancıyla kalakaldı öylece...

 

***

 

Rıza'yı durdurmayıp peşinden gitmediği için pişmanlıkla doluydu. Ağzından çıkan ufacık bir hatanın onu kaybetmeye neden olmamasını umdu. Başını yastığa koyup uzunca bir süre uyuya kalmak istiyordu ancak kurulması gereken bir soba vardı ve bunu erteleyemezdi. Kazağını sıvayarak işe koyuldu. Zaten sınıfa bırakılmış olan sobanın borularını, bir merdiven sayesinde takmaya başladı. Arada bir sallanıp duran merdiven yüzünden yüreği yerinden oynasa da devam etti. Her taktığı borunun ardından bir diğerini almak için iniyor; yenisiyle tekrar çıkıyordu.

 

Geriye son iki boru kaldığı esnada birinin varlığını sezerek aşağıya baktı. Kadir Bey başını kaldırmış; Gülilzar'ın işini inceliyordu. Elindeki boruyu tam olarak yerine takmadan inmek istemiyordu. Bu nedenle önce boruyu sabitlemek adına uğraş verdiğinde merdiven tekrar sallandı. Bu seferki sallantı daha da korkutucuydu. Kadir Bey, merdivene yapışıp,

 

"Tuttum," dediğinde rahatlaması gerekirken daha çok endişeye kapıldı Gülilzar. Şimdi şurada merdiveni devirse de ölseydi Gülilzar kim onu suçlardı ki? Kadir Bey'e doğru bakıp merdivenlere yapıştı. "Ne düşündüğünüzü biliyorum muallime hanım. Devirebilirim değil mi şu merdiveni?" Güldü, gülerken de tiksindirici bir ifadeye büründü. "Elime düşmüş gibisiniz. Sizce de öyle görünmüyor mu?" Gülilzar tek kelime dahi edemiyordu. Pekala, bu caniliği yapabilirdi. Sonra da çekip giderdi. Tabii kendisi tamamen nefessiz kalmışsa. Kadir Bey, işini tamamlamadan bırakmak istemeyenlere benziyordu. Bu yönüyle Gülilzar'a ne denli benziyordu! Bu teşbih midesini bulandırırken tıslarcasına,

 

"Ne istiyorsunuz?" diye sordu sadece. Kadir Bey merdiveni bırakıp kollarını arkasında birleştirdi.

 

"Sizi daha önce uyardım muallime hanım. Lakin siz üstüme gelmekte ısrar ettiniz." Gülilzar bu esnada merdivenin basamaklarından teker teker inip sağlam zemine ayak bastı. "Beni devirebileceğini sanıyorsanız yanılıyorsunuz derim. Ahmet'i Jandarmalar aldı ama ortada kanıt yokken hangi akla hizmet..." Gülilzar kaşlarını kaldırıp yumruklarını sıktı.

 

"Yani suçunuzu kabul ediyorsunuz?" Kadir Bey'in kahkahası sınıfın duvarlarına çarpıp bir tokat gibi Gülilzar'ın yüzüne iniverdi.

 

"Ne suçu? Ben ne yaptım ki? Siz Ahmet'i şikayet ettiniz!" Ardından hatırlamışçasına gözleri irice açıldı. "Ha siz karaborsacılık suçundan bahsediyorsunuz! Doğru ya onbaşı bu suçtan bahsetmişti. Lakin kayıtları görüp de marabalarımda belgeleri destekleyince masum olduğum anlaşıldı." Gülilzar homurdandı. Kendisine masum demesi, hakaret gibiydi genç kadına.

 

"Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsunuz? Sizde vicdan olduğunu sanmıyorum!" Kadir Bey bu söz üzerine Gülilzar'a bir adım yaklaşıp gerilmesini sağladı.

 

"Vicdanımı sorgulatacak bir şey yapmadım." Samimiyetsizce gülümseyip, "Ayrıca siz bir savaş başlattınız, ben de karşılığını vereceğim. Hatırlarsanız daha geçen gün uyarmıştım sizi," diyerek kollarını iki yana açtı. "Sizin seçiminiz..."

 

Loading...
0%