@beytikzer
|
Bir bölümle daha merhabalar. Romantizm sevenler bölümün tadını çıkarsın derim. Zira uzun bir süre bu kadar romantik sahneleri yazacağımı sanmıyorum. Yazar durmuyor, sürekli spoi verip duruyor. Sevmeyenler kusuruma bakmasın lütfen.
Bölümle ilgili çok detaya inmeyeceğim lakin çok az bir yakınlaşma mevcut. Tabii ben bunu uygun bir kılıfa uydururum. Okur çok şey etmesin.
Keyifli okumalar dilerim sayın okur. Selametle!
5 Aralık 1950 Türkiye Cumhuriyeti Millî Savunma Bakanlığı, Kore'deki Türk askerlerin %10'unun öldüğünü açıkladı. Radyo Gazetesi'ne göre, 150 asker öldü, 150 kayıp, 200 ile 300 yaralı var.
***
Duyduğu şeyler gerçek olabilir miydi? Kadir Bey, bunu da yapmış olabilir miydi? Rıza, Gülilzar'ı koruluğa doğru çekiştirdiğinde şaşkınlıktan direnmemişti bile. Bu köyde neler oluyordu böyle? Korku ve dehşet hissi, onu ele geçirmeden Rıza'ya ayak uydurduğu için şanslıydı aslında. Aksi halde Gülilzar'ın donup kalması demek, ikisinin de ölüm fermanı demekti.
Rıza görülmeyecekleri bir yere çekildiklerinde kulak kabarttı. Rıfat'ın babası Ahmet, Abdullah'ın ölü bedeni üzerine dikiliyor; ne yapacağını bilmez bir halde bekliyordu. Etrafındaki birkaç adam ise halinden memnun, küçük bir kamyonete çuval taşıyorlardı. Abdullah'ı hatırlıyordu Gülilzar. O gece Kadir Bey'in evine gittiğinde nasıl da yalvarıyordu adamcağız. Yapma diyordu, etme... O anı midesini bulandırmaya başladığında eli ağzını kapadı. Ses çıkarmak istemezdi. Henüz tam olarak ne yaptıklarını anlamadan olmazdı. Fakat her şey çok açık değil miydi?
Kamyonete yüklenilen çuvallar muhtemelen hasat ürünleriydi. Bu da Kadir Bey'in suçuna bir suç daha katmış oluyordu; karaborsacılık. Zira adamlar konuşurken şahit olmuşlardı bu ürünlerin Kadir Bey'e ait olduğunu. Elbette Ahmet'in, Abdullah'ı öldürmesini Kadir Bey söylemişse iki suç vardı ortada. Rıza, onu sararken ikisi de pür dikkat izlemeye devam ettiler.
"Şu çuvalı da almama yardım edin!" Kızgın ses, yorgunlukla bezenmişti. İki adam, kızgın olanın dediğini yaparken o, Ahmet'in yanına gelip cesedi işaret etti. "Onu da bir çuvala koy da müsait bir yerde icabına bakalım." Ahmet, başını Abdullah'tan öteye çevirip salladığında kızgın, gür sakallı adam; boş çuvalı fırlattı. Ahmet, bezden çuvalı havada yakalayıp soğukkanlılıkla sordu.
"Kanı sızdırmaz değil mi?" Kızgın adam sırıtırken,
"Sızsa ne olacak? Onun da icabına bakılır merak etme," dediğinde Gülilzar daha fazla dayanamayıp öğürdü. Rıza, Gülilzar'ın ses çıkarmaması için dudaklarını kapatıverdi hemen ancak geç kalmıştı. Kızgın adam, sesi duyup kulak kabarttı. Ardından etrafta işe koşturan adamlara, "Şu koruluğa bakın bakalım, birileri var," der demez Rıza, Gülilzar'ın elinden tutup koşmasını sağladı. Gülilzar'ın ayağındaki pabuçlar bu hıza izin vermese de çabaladı. Koruluğun derinliğine doğru koşturdular.
Kalbi bedeninden sökülecekmiş gibi atıyordu Gülilzar'ın. Biraz sonra yakalanacak olma endişesi ile hiç koşmadığı kadar hızlı koşmuş; Rıza'ya sorun çıkarmamaya çalışmıştı. Rıza ise ne olursa olsun Gülilzar'ın yakalanmaması gerektiği düşüncesi ile daha da hızlanıyordu. Gülilzar'ı zorladığını biliyordu fakat hayatları buna bağlıydı. Daha yaşamaları gereken birçok şey vardı. Daha bahar mevsimi geldiğinde Gülilzar'ın saçlarına papatyadan bir taç takacaktı.
Nefes nefese ardına bakıp birilerinin gelip gelmediğine baktı. Görünürde kimsecikler yoktu lakin sesleri işitiliyordu. Epey kalabalık ve silahlı olduklarından kaçmaktan başka şansları yoktu. Ancak Gülilzar o kadar yavaştı ki mümkünatı yoktu yakalanmamanın. Hem o da dayanacak gibi değildi. Genç kadının sıklaşan nefesi, kızaran yüzü ve biraz sonra düşüp bayılacakmış gibi kasılan bedeni; bu işareti veriyordu Rıza'ya. Bu yüzden verebileceği en akıllıca kararı aldı. Dalları geniş bir ağacın gölgesinde durup Gülilzar'ın omuzlarını kavradı.
"Şimdi beni dinle. Ağaca çıkmanda sana yardımcı olacağım. Ben gelene kadar da sakın inme!" Sesindeki telaş, Gülilzar'ı korkuturken başını sağa sola salladı.
"Hayır, sen ne olacaksın? Birlikte tırmanalım!" Rıza, Gülilzar'ı sarsıp,
"Gülilzar vaktimiz yok. Benim peşimden gelmeliler. Yavaşsın, yakalanacağız!" dediğinde Gülilzar, gözyaşlarına hâkim olamadı.
"Hızlanırım!" Gülilzar'ın yakarışı, Rıza'nın yüreğini sıkıştırırken daha otoriter bir tavırla,
"Dediğimi yap Gülilzar, yoksa ikimiz de yakalanırız!" Gülilzar çaresiz dediğini yapacağını belirtip kollarını, Rıza'nın boynuna sarıp içine çekti kokusunu. Çekildiğinde Rıza ellerini birleştirip Gülilzar'ın basmasını bekledi. Genç kadın, telaşeli bir halde Rıza'dan destek alarak ağaca tırmanmaya başladı. En yükseğe çıkmalıydı. En yükseğe ki görülmesin, Rıza'nın gönlü rahat etsin. O hızla tırmanırken eteğinin dallara takılıp yırtıldığını hissediyor fakat aldırış etmiyordu. Nihayet ulaşabileceği en yüksek dala geldiğinde aşağıya, Rıza'ya baktı. Sesler daha da yakınlaşırken Rıza, Gülilzar'a son kez gülümseyip koşmaya devam etti. Sesler, silahlarını ateşleyip Rıza'nın peşine koşmadan önce birinin,
"Aptal! Şimdi başımıza Jandarmaları dikeceksin. Birincisine gelmezler, ikincisine kesin gelirler!" dediğini duydu. Gülilzar da bunu umuyordu. Jandarmalar gelsin ki korunaklı bir bölgeye geçebilsinler. Rıza için o kadar endişe ediyordu ki adamlar peşinden gidince çıldıracak gibi oldu. Elinin kolunun bağlı olmasına lanetler yağdırdı ama dua etmekten başka yapabileceği bir şey yoktu ki. Rıza burada beklemesini tembihlemişti. O gelirdi kendisine, gelmeliydi.
Yağmur çiselemeye başladığında kaç zaman geçmişti bilmiyordu ancak gökyüzünün karanlık yüzü kendini göstermiş; ışığı örtüvermişti. Gözü bir şey görmüyordu artık. Sadece karanlığa alışan gözlerinin izin verdiği ölçüde bir şeyleri görüyor; sezinliyordu. Ancak ilk damladan itibaren umutlarını yitirecek gibi oldu. Rıza da adamlar da ortalıkta yoktu ve soğuk içine işliyordu. Kabanına iyice sarındığında başını ağacın gövdesine dayadı. Rıza neredeydi?
***
Yağmur şiddetini arttırmıştı. Üstelik yağmurla birlikte rüzgâr da esiyor; Gülilzar'ı titretiyordu. Öyle bir an gelmişti ki esen yel, Gülilzar'ı düşürecek kadar sert olmuştu. Gülilzar sıkıca ağaca sarılmış; Rıza'nın geleceği umudunu korumuştu. Fakat gelmemişti, gelecek gibi de gözükmüyordu. Gözyaşları, yağmurla bir olup kayba karıştı. O adamların kötü bir şey yapmasından endişe ediyordu. Korktuğunun başına gelmesini istemiyordu. Abdullah'ın akıbeti, Rıza'ya da uğramamalıydı. İnmeye karar verdi bir anda. İnecek ve Rıza'yı bulacaktı. Ayağını bir alt dala attığında yine aynı sesler yaklaştı. Korkuyla eski yerine geri çekilip dinlemeye koyuldu. Öfkeliydiler hem de çok.
"Size dikkat edin demiştim değil mi? Adamı elimizden kaçırdık işte. Paramızı almazsak sorarım size bunun hesabını!" Bir diğer adam, mahcup bir halde kızgın adamı yatıştırmaya çalıştı.
"Adam çoktan ölmüştür. Suya kapılıp gitti!" Gülilzar bu haberi duyduğu an, beyninden vurulmuşa döndü. Rıza'ya ne yapmışlardı? Geçip gitmelerini bekledi. Bekledi ki gittiklerinde Rıza'nın peşinden gidebilsin. Onu yeniden sağ salim görebilsin. Öyle bir his sardı ki içini o an ne bedeni üşüdü ne de sızlayan duyguları benliğine ulaşabildi. Tek bir şeye odaklanmıştı, o da Rıza'ydı.
Nihayet çekip gittiklerinden emin olduğunda Gülilzar aşağıya atlayıp Rıza'nın gitmiş olabileceği yolu arşınladı. Toprak ıslanmış; kaygan hale gelmişti. Çoğu kez düşecek gibi olmuştu ama dengesini bir şekilde sağlıyor; düşmemeyi başarıyordu. Durmadan yürümeye devam etti. Gözleri ortalığı tarıyordu fakat Rıza diye bağıramıyordu. Hâlâ o adamların geri dönme ihtimali vardı ki bunu göze alamıyordu. Dakikalarca devam etti aramalarına lakin hiçbir şey yoktu. Yorulmuş, ıslanmış ve üşümüş olması da ona yardımcı olmuyordu. Son çare olarak bağırdı.
"Rıza neredesin?" Cevap yoktu ama o seslenmeye devam etti. O durumda yakalanmasının bir önemi olamazdı. Mühim olan Rıza'yı bulup bu kargış yerden kurtulmalarıydı. Tekrar tekrar bağırdı. Ancak sonuç aynıydı. Saçları yüzüne yapıştığından durup omzuyla yüzünü sildi. O esnada çamura bulanmış ayakkabısı kaydığında yere düşüp daha beter hale geldi. Başka zaman olsa, başka bir durumda olsa bu hali onu çıldırtırdı. Şimdiyse fikri de zikri de Rıza oluvermişti.
Ayağa kalkıp devam etti. Suya kapıldı demişti adamlardan biri. Nasıl olup da düşünememişti. Ses çıkarmadı bir süre, sadece dinledi. Dinledi ve şarıldayan ses ona gelince oraya doğru koşturdu. Gözü görmez bir halde koşarken bir el, kollarından kavradı Gülilzar'ı. İçgüdüsel olarak savunmaya geçti. Kolunu kurtarmaya çalışırken diğer eliyle onu zapt edenin yüzünü tırmıkladı. Tutan küçük bir inilti koparınca durdu Gülilzar. Bu sesi biliyordu. Bu ses, onun bir parçası olmuştu artık. Durup inceledi Rıza'yı. Islanmıştı kendisi gibi. Islanmış ve titriyordu. Rıza, onu kolları arasına alıp delicesine öpüverdi. Gülilzar, yüzüne kondurulan öpücüklerin arasından hıçkırıyor; bir yandan da,
"Suya düştü dediler," diyerek ekledi alelacele. "Gittin sandım!" Rıza daha fazla konuşmasına müsaade etmeden susturdu onu dudaklarıyla. Öpüşü derinleştiğinde Gülilzar, Rıza'yı şaşırtıp karşılık verdi. Üşümek kalmamıştı artık. Aşk dolu ısı yüzlerine vurduğunda daha fazlası olur endişesiyle geri çekildi Rıza. Buradan uzaklaşmaları gerekirdi. Hem de hemen!
***
İnsanın nefesi boğazına yapışıp kalabilir miydi ya da soluğu kesilmiş gibi olsa dahi nefes almaktan çatlayabilir miydi burnu? Korku, endişe, dehşet ve panik hali bir kement gibi sıkmıştı Gülilzar'ın boğazını. Tedirginliği ölüm korkusuydu elbette. Fakat bu titreten dehşet hissi ölümden de öteydi. Yakalanırlarsa ya daha başka fenalık etselerdi? Elbette Rıza yanında olduğu için rahatlamıştı bir miktar fakat Rıza ne kadar karşı koyabilirdi ki eli silahlı, kim bilir kaç adama? Asıl onun için endişe ettiğini fark ettiğinde daha sıkı sarıldı Rıza'ya. Rıza ise bunu üşümüşlük olarak addedip,
"Az kaldı biraz daha dayan," diye rahatlatmaya çalıştı Gülilzar'ı. Rıza, araca kadar yürümenin akılsızlık olduğunu düşündüğünden mektebe kadar kalan yolu yürümeleri gerektiğini söylemiş; o zamandan beridir çalılıklara takılarak, kaygan toprağın üzerinde dengeyi sağlamaya çalışarak yürüyüp durmuşlardı. Öylesine üşümüş ve ıslanmışlardı ki titremeden duramıyorlardı.
Sonunda mektebe vardıklarında içeriye kendilerini nasıl attıklarını bilmiyorlardı bile. Gülilzar kendi odasına geçip temiz ve kuru giysiler giymeye gittiğinde Rıza da Gülilzar'ı bekledi durdu. Henüz soba kurulmadığından ısınmanın bir yolu yoktu. Ancak Gülilzar içeriden Rıza'ya seslenip de Rıza sese gittiğinde taş ocağın yayılan sıcaklığı yüzüne vurdu. Çiçeğe çekilen bir arı misali ocağın yanı başına geçip buruş buruş olmuş parmaklarını ısıtmaya çalıştı önce. Ardından üzerinden sular damlayan kabanını çıkarıp bir köşeye attı. Gömleğini ve süveterini de çıkaracakken Gülilzar'ın varlığı durdu onu. Lakin Gülilzar,
"Ben çıkarım. Sen üstündekilerden kurtulup battaniyeye sarın," dediğinde Rıza, ona minnetle baktı. Buruk tebessümü gözlerine ulaşamadan soldu gitti.
"Teşekkür ederim Gülilzar." Genç kadın bu manasız müdanaya karşılık tek kelime etmeden yalnız bıraktı onu. Rıza'dan ses gelmeden o karanlık sınıftan ayrılmadı. Bu köyde bir o kadar karanlıktı artık Gülilzar'ın nazarında. Oysa ilk geldiğinde neler düşünmüş; hissetmişti. Ne kadar da umutluydu ışık saçacağı için. Şimdiyse kendi de karanlığa karışmış hissi taşıyordu. Görüntüler teker teker zihnine sızdığında Abdullah'ı anımsadı, ölü bedeni, yalvaran sesi... Rıfat, babasının katil olduğunu bilse ne tür duygulara bulanırdı? Ya Ayşe, o bir katille aynı yastığa baş koyduğunu bilse rahat uyku uyur muydu?
Dudaklarını dişleyip gözyaşlarını geri göndermeye çalıştı. Bu sefer korkudan değildi o yaşlar. Öfke ve yenilmişlik hissinden geliyordu durmadan. Tuzlu ılıklığı, süzülüp dudağının üzerine geldiğinde tadını aldı hezimetinin. Öfkeden deliye dönebilirdi eğer üşümekten bitap düşmeseydi.
Sonunda içeriye geçmesini belirten o görkemli ses duyulduğunda çenesine dek uzanan ıslaklıkları kazağının yeniyle sildi. Kapıyı yavaşça açıp önce başını sonra da tüm uzuvlarını geçirdi içeriye. Rıza ateşin başında battaniyeye sarınmış; kendisine bakarken pek bir mahcup duruyordu. Bu halini göreceğini sanmazdı fakat işte Rıza da insandı işte, utanabiliyordu. Gülilzar'ın gülümsemesi, Rıza'ya baktıkça büyürken ateşten faydalanmak için yanına sığıştı. Rıza boğazını temizleyip battaniyeyi gösterdi.
"Paylaşalım derdim ama herhalde sen utancından ölürdün." Gülilzar, Rıza'nın hiç de rahat olmadığını bildiğinden üstüne gitti.
"Ah, Rıza Bey bence utançtan ölecek olan sizsiniz." Rıza bu yanıtla gevşerken yüzünün bir tarafını ateşe döndürüp ısınmasını sağladı. Gülilzar, genç adamın yüzünde oynaşan ışıkları kıskandı. Gözlerinin çukuru karanlıkta kalırken elmacık kemikleri, taş ocaktan gelen ışımalarla parıldıyordu. Sabahın ilk ışıklarıyla denizin yüzeyine vuran gün ışığı gibi parıldıyordu sanki. Hayatına da öyle doğmamış mıydı Rıza? Hem bakmaktan zevk alıyor hem de aydınlığıyla gözlerini kısıyordu.
"Gülilzar Hanım'ın aklından neler geçiyor acaba?" Gülilzar soruyla kendine gelirken Rıza'nın gülmekte olan çehresine hayran olmadan edemedi. Ne kadar da çok seviyordu? Fazla geliyordu artık bu âtıfet! Bir bedene sığamayacak kadar büyüktü işte. Rıza'ya yanıt vermeden seyir eylemeye devam edince genç adam, "Hadi gel yanıma," dedi omzunu göstererek. Gülilzar davete icap edip başını yasladı o omza.
Sessizlik ne de iyi gelmişti! Ateşin başında sevdiceğinle birken hem de... Oysa daha iki saat önce korkudan kaskatı kesilmiş, deli gibi bir o yana bir bu yana dönüp durmuştu. Başını Rıza'nın omzundan daha yukarıya koyduğu esnada battaniye kayıp çıplak omzu sergiledi. Rıza imalı bir tavırla,
"Artık niyetini sorgulamaya başlayacağım," dediğinde hemen ekledi. "Önce beni odana attın, sonra üstümü soydurdun, şimdi de bu..." Gülilzar bu itham karşısında çekinmek yerine gülünce Rıza da güldü. Nihayet genç kadının üzerindeki gerginlik giderken konuştu.
"O halde elimden sakın bir şey almayın!" Rıza bu abartılı uyarıyla iyice keyiflenerek elini çıplak göğsüne dayadı.
"Bedenime sahip olabilirsin ama ruhumu asla!" Bu yeni nesil repliği ikisini de kahkahalara boğarken ses odada yankılandı. Bir süre sonra Rıza susarken Gülilzar, kahkahalarının artçısını yaşıyordu. Onu böyle gülerken görmek Rıza için tüm cihana bedeldi. Sanki bugüne değin bir ölüydü de Gülilzar, onu huzmeleriyle canlandırmıştı. Kendine engel olamayarak elleri Gülilzar'ın yanaklarını kavradığında genç kadın titreyerek soludu. Zira Rıza'nın kararan gözleri bedenini ürpertmekle kalmayıp tatmadığı bir ihtiyacı bağırmıştı.
Rıza'nın tıraşsız yüzü, yanaklarına değer değmez kavurmaya başladı onu. Dudaklar buluştuğundaysa bir yarın eşiğinde çıplak ayaklarla duruyordu. Oradan atlasa dünyanın en mutlu kadını olacaktı, ancak sonrasını bilmediğinden kalp çarpıntısı da büyüdü. Ya yardan atlamayıp ucundan geçip gitseydi? Bunu istemiyordu ki! Onun şahlanan hisleri yulara vurulmak istemiyordu artık! Aklı karmaşık duyguların istilasına uğrayıp mağlup edildiğinde parmakları, Rıza'nın atan boynunu buldu. Kendi hisleri gibi dörtnala koşturuyordu o atışlar. Artık geri dönüşü olamazdı, olmazdı!
Öpüşler derinleşip kor haline geldiğinde Rıza, Gülilzar'ın nemli saçlarından kavrayıp alnını yasladı öpmeye doyamadığı kaderin yazılı olduğu alına. Dışarıya nefesini verip derince iç çekti. Öyle bir haldeydi ki ağlamak istiyordu. Ağlayıp bunca zamanın kahrını bedeninden atmak istedi. Ne de anlamsızmış hayatından gelip geçenler. Ona öyle geliyordu ki Gülilzar bir lütuftu. Sevgisine nail olduğu için dünyanın en şanslı adamıydı. Bu kadın, kendisine böyle aşkla bakarken nasıl nasipsiz olabilirdi ki?
Gülilzar'ın nefesi yüzünü yalarken gözlerini açıp kadınına baktı. Bu sıradan gözler nasıl da özel olmuştu onun için! Yanıyordu, aşk ile kavruluyor; Gülilzar'ın yüreğine ayak basmasına izin veriyordu artık. Aklına daha başka şeyler geldiğinde geri çekiliverdi. Fakat ne çekilme! Istırap doluydu ayrılığı.
"Gideyim ben Gülilzar." Gülilzar sadece baş sallayınca ekledi peşinden. "Olanlarla ilgili bir şey yapma sakın. Ben halledeceğim." Genç kadının tereddüdünü görünce çenesinden kavrayıp göz değdirdi gözlerine. "Çok ciddiyim Gülilzar, karışmayacaksın!" Gülilzar yanıt vermeyip kollarını ona sarınca sorgu da kalmadı sual de. Çok sonra ayrıldıklarında Rıza halasına gitti, Gülilzar da şafağın sökmesini bekledi...
|
0% |