Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Yarını Bilmeden

@beytikzer

Mutlu günler dilerim sayın okur! Bir Cuma günüyle tekrar merhabalar. İddia ediyorum şimdiye kadar okuduğunuz en iyi bölüm olacak. Yazar kendi kendini ele veriyor, diğer bölümler de iyiydi elbette. Fakat bu bölümü ayrı bir seveceğinden eminim.

 

Keyifli okumalar dilerim sayın okur. Selametle!

 

20 Eylül 1950 Kore'ye gönderilecek askeri birliğimizin 500 kişilik ilk kafilesi İskenderun'dan gemiyle hareket etti.

 

25 Eylül 1950 Birleşmiş Milletler askerleri Kore'de Seul'u ele geçirdi

 

***

 

Merdivenleri çıktıkça ayağının altında gıcırdamasına bayılırdı Nazım. Ses çıkaran her şeyi severdi o. Bazen gıcırtılardan bir türkü dahi tuttururdu. Dört basamak aşağıya zıplar, iki basamak yukarıya çıkardı ki sesler bir uyum göstersin de Gülilzar'ı âlâ bir dinletiyle mutlu etsin.

 

Kediyi koydum torbaya

 

Başını soktu çorbaya

 

Döverim olmaz terbiye

 

Ali babanın koca kedisi...

 

Nazım'ın arada çatallaşan sesi ile daha çok alay geçilirdi fakat Nazım'ın tek derdi, kendisinin tebessüm etmesiydi. Bu çabasını takdir etmeliydi. Çok sık olmasa da eliyle ritim tutar kıkırtılar eşliğinde şenlenirdi ev. Gülilzar, bu anıyla tebessümü tekrar yerleştirdi yüzüne. Biraz sonra Karakol Komutanı ile görüşecekti ve şikâyetini dile getirecekti. Seyyar Jandarma Birliği karakolun önünde durduğunda Gülilzar için kapıyı açtılar. Gülilzar aracın kapısını açan erin kendisine uzattığı elden destek alarak düşmemeye çalıştı. Ayağı sağlam zemine bastığında onbaşına dönüp,

 

"Çok teşekkür ederim. Zahmet verdim," deyince onbaşı gülümsedi.

 

"Rica ederim muallime hanım. Vazifemiz biliyorsunuz. Biz, sizi bekliyoruz." Eliyle karakolu gösterdiğinde Gülilzar mahcubiyetle başını sallayıp hızla küçük lakin kendi okulundan büyük olan karakola adımını attı. Onu komutanın odasına aldılar, çay ikram ettiler. Gülilzar gösterilen yakınlıktan memnundu fakat artık içinde tutamıyordu. Komutanın yaşlı çehresine bakıp,

 

"Komutanım köyde illegal bir durum mevcudiyetini sürdürüyor." Eline almış olduğu bardağı iki eliyle kavradığında elini yakmasına aldırmadı. "Kadir Beyi bilirsiniz mutlaka..." Sözünü tamamlamadan komutanın onay vermesini bekledi. Komutan tanıdığını belirten bir el işaretiyle devam etmesini istedi. "Kadir Bey, köylüye geri vermesi karşılığında borç verip iki misli karşılık alırmış." Komutan düşünce ile kaşlarını kaldırdı.

 

"Bunda yasal olmayan bir şey görmüyorum." Gülilzar, gerginlikle bardağı ortaya konan sehpaya bırakıverdi.

 

"Buraya kadar bir sorun yok ancak Kadir Bey borçlarını ödeyemeyen köylünün tarlasını ve evini de alırmış." Birden içi rahatlayan Gülilzar, komutanın söyleyeceklerini bekledi. Komutan başını sallayıp,

 

"Gerekli mercilere bildireceğimden şüpheniz olmasın. Fakat Gülilzar Hanım, kimi kime şikâyet edeceğiz?" diye sorduğunda Gülilzar umutsuzluğa düştü. Kadir Bey sözü geçen bir şahsiyetti belli ki. Elbette o görevini yerine getirmiş, sessiz kalmamıştı. Komutan bey de ilgili makama iletecekti. Bundan sonra Kadir Bey'e mani olmazlarsa yaradan ile hesaplaşacaklardı.

 

Komutanı daha fazla oyalamamak adına vedalar etti ve aracının açık olan kapısından içeriye geçmek için tekrar onbaşından yardım aldı. Köye değin kendisi ile fazla ilgili olan bu adam bir süre sonra konuşmayı bırakmıştı. Zira Gülilzar'ın aklı başka yerde olduğunu o bile anlamıştı. Onbaşı, onu okulun kapısına bırakıp güzel günler dilediğindeyse onu oyalayan düşünceleri için kendisine kızdı. Akşamın kızıl örtüsü göğü sardığını gördüğünde Nazım'ı hatırladı. Merdivenlere geldiğinde iki basamak yukarıya zıplayıp bir basamak indi. Gülilzar'ın zihnindeki türkü hüzünlüydü ritim de yavaştı haliyle.

 

"Şahane bir gösteri!" Gülilzar sesin sahibine dönüp bitap düşmüş bir vaziyette gülümsedi. Peşinden imalı bir tavır takındı.

 

"Gösteri sizden sorulur Rıza Bey. İnsanları şaşırtmakta üstünüze yok." Rıza çapkınca göz kırpıverdi.

 

"Ah! Akıl almakta üstüme tanımam müstakbel zevcem." Gülilzar bu hitap karşısında yüzünü astı hemen. Doktor Rıza haklıydı. Akıl almakta üstüne yoktu. Zıpladığı ikinci merdivenin basamağına kurulup bezginlikle,

 

"Bu seferki ziyareti neye borçluyum? Ayrıca sizin ilçede işiniz yok mu ne diye o kadar yolu çekiyorsunuz?" dediğinde Rıza bir süre düşündü. Reddettiği düşünceleri kabul etmek zorundaydı. Bu kadını görmekten zevk alıyordu. Görmediğindeyse o tuhaf his onu sarıyordu. Sanki bir şey eksikmiş gibi. Sanki Gülilzar'ı tanımadan önce katlanılmaz bir hayatı varmış gibiydi. Yanına oturmaya çekiniyordu doğrusu, bu sebeple sırtını duvara yaslayıp kollarını önünde bağladı.

 

"İlçede çok doktor var. Halamın bana ihtiyacı var. Üstelik şu dedikodu hızla yayılmışken uzak kalamadım." Son cümlelerini sarf ederken Gülilzar'a imalı bir şekilde baktı. Genç kadın bu dedikodunun adeta bir anons kadar hızlı yayılmasına sebep olduğunu nasıl söylerdi. Fakat anladığı kadarıyla Doktor Rıza bunu zaten biliyordu. Utanmasını istiyordu belki de. Ancak o hiç de oralı olmayarak burnunu dikti.

 

"Hiç bakmayın. Çocukların önünde sözlüm diye konuşan, eden sizdiniz. Eh, şimdi de sorumluluğu almanız gerek." Rıza kollarını çözüp arkasında birleştirerek kalçasına destekledi.

 

"Sen de gidip çeşme başında daha hızlı yayılmasına sebep oldun." Omuz silkip, "Olacak olan oydu zaten fakat şimdi başına halamı sardın," dediğinde nihayet Gülilzar'ın ilgisini çekebildi. Tedirgince Rıza'ya bakması genç adamı güldürmüştü.

 

"Çok kızdılar mı?" Rıza, Gülilzar'ın gözünü daha çok korkutmak adına,

 

"Sınava hazır olmalısınız muallime hanım. Karşınızda eli maşalı bir kaynana var," diyerek diş sergiledi. Gülilzar kendisini alaya aldığını anladığında çocuk gibi somurttu.

 

"Çok fenasın!" Nihayet rahatlayan Rıza, Gülilzar'ın yanına oturuverdi. Gülilzar bu yakınlıktan çekinerek gözlerini ellerine dikip tırnakları ile oynamaya başladı. Rıza ise bir daha bu fırsatı yakalayabileceğinden emin olmayarak onu seyre daldı. Kolalı gömleği tebeşir tozu ile aklanmıştı. Gömleğinde bile bu kadar emek varken hayran kalmamak mümkün müydü? Özenle parlattığı saçlarının kokusu dahi emeğiyle harmanlanmıştı. Esiveren rüzgâr ile havalanan saçları yüzüne düştüğünde elleri başıbuyruk o bahar kokan saçlar ile buluştu. Gülilzar, böyle bir münasebetsizliğe normalde olsa ayaklanır, o güzel yüzün ortasına yumruğu geçirirdi ancak farklı bir şeydi Rıza'da gördüğü. Belki de hisleri; onu aldatmakla kalmıyor, dalga geçiyordu. Rıza, ne yapmış olduğunun farkına vararak işi her zamanki gibi şakaya vurdu.

 

"Çekinme canım. Neticede sözlüyüz." Evet, aptal hisleri aklını ele geçirmişti. Gülilzar, buna inanıyordu. Rıza'nın silahını kendisine doğrultup,

 

"Evlendirildiğimizde de bu kadar alaycı olabilecek misin acaba?" diye sorunca Rıza gülümsedi.

 

"Zaten evli bir adamı evlendirmeleri mümkün değil. Elbette kuma olmayı düşünürsen..." Göz kırpıp, "...Hayır demem," dediğinde Gülilzar'ın gözleri yuvalarından fırlayacak gibi oldu.

 

"Ben Cumhuriyet kadınıyım Rıza Bey, şakası bile kötü!" Rıza, dirseklerini dizlerine dayayıp başını eğdi. Öylece bir müddet sessiz kaldılar. O sessizlik öylesine iyi gelmişti ki onlara... Sadece mevcudiyetlerinin tadını çıkarmakla yetindiler. Sanki biri tek kelime etse bir diğeri ondan kaçacaktı. Bu yüzden kelimesizliği koyunlarına alıp bağırlarına bastılar. Hava kararana değin bu sürüp gitti. Bir büyüydü Rıza için, Gülilzar'ın büyüsü. Kadının akşamın serinliğinde ürperdiğini gördüğünde artık ayrılma vaktinin gelmiş olduğuna karar verdi. Ayağa kalkıp uyuşmuş olan ayaklarını salladı. Yüzünde kendisinin engel olamadığı bir mutluluk yerini almıştı. Gülilzar'a dönüp,

 

"Ben artık gideyim. İyi akşamlar Gülilzar," deyince Gülilzar edilen vedayı karşılıksız bırakmayarak ayaklandı. Başını sallayarak,

 

"İyi akşamlar," dedi. Rıza söylenecek bir şey kalmadığını biliyordu, gitmek de istemiyordu. Bu ihtiraslı hisse rağmen ayakları bedenini yönlendirdi. Buraya Gülilzar'a haklı olduğunu söylemeye gelmişti oysa. Sonuna kadar haklı olduğunu ancak buna hakkı olmadığını belirtecekti. Lakin onu merdivenlerde aptalca bir oyun ederken gördüğünde vazgeçti. Gülilzar vefakâr bir kadındı aynı zamanda ihtiraslıydı da. Kendine hâkim olamayarak gerisingeri sevdiği, sevebileceği kadına yöneldi. Daha Gülilzar ne olduğunu anlayamadan kalbini gümleten adamın kolları arasında buldu kendisini. Doktor Rıza'nın bir eli saçlarında bir eli belindeyken aklını yitirecek gibi oldu.

 

İnsan tuhaf bir varlıktı. Bunu bir başkası yapacak olsaydı Gülilzar korkar, tiksinirdi. Ancak yapan kalp hırsızı olunca kurallar dahi anlamını yitiriyordu. Rıza başını eğip Gülilzar'ın kulağına fısıldadı.

 

"Bilirim eşeğin tekiyim. Uslanmaz bir çocuk gibi davranırım lakin Gülilzar bu cihan tuhaf bir yer. Belki yarın yok olacağız. Biliyorum, bir gün başımıza bu aşktan ötürü büyük bir felaket gelecek. Zararına olacağını bildiğin halde seviyorsun işte. Engel olamam, olamıyorum." Rıza'nın ılık nefesi, Gülilzar'ın tenine nüfus ederken Rıza, şakaklarına arzu dolu minik bir öpücük kondurdu. Eğer Rıza onu tutmuyor olsaydı yığılır kalırdı Gülilzar. Küçük, küçücük bir temasın, içinde böylesine tahripkâr bir etkiye sebep olacağını bilmezdi ki hiç. Rıza, Gülilzar'a daha bir sıkı sarılıp başını gerdanına gömdü. Kadının kokusu onu sarmalarken, "Bir şey söyle Gülilzar, yoksa yerin dibine gireceğim," diye sitem ettiğinde Gülilzar bu isteğe daha fazla karşı çıkamadı. Titreyen elleri, Rıza'nın gömleğini kavradı. Sesi, Rıza'nın göğsünde kaybolurken titremesine engel olmaya çalışıyordu.

 

"Yarını ben de bilemeyeceğim. Ancak sen de bunu bilmelisin. Ben, kuvvetli bir kadınım." Rıza bu güzel sözlerin bedenine çarpmasından keyif alarak geri çekildi. Ancak hala kollarının arasındaydı Gülilzar. Bırakmak istemiyordu. Münasip kaçmayacağını bilmiyor olsaydı sabaha değin sürer giderdi bu. Her güzelliğin bir sonu olur dedikleri bu olsa gerekti. Gülilzar'ın yanağını avucuna alarak bir nebze sıcak tutmak istedi. Buz tutmuştu yüzü. Kendi duygularına hainlik ederek,

 

"Hadi içeriye geç, kapıyı iyice sürgüle," diyerek saçlarını öptü. Gülilzar daha fazla kalırsa birinin görmesinden endişe ederek itaat etti. Gülilzar içeriye geçip kapıyı kapatana kadar bekledi Rıza. Ardından iç sıkıntısını bir kenara itip yaşadıkları anı tekrar tekrar düşledi. Karşısına çıkan taşlara tekmesini sallıyor, uzağa gitmesini sağlıyordu. Umuyordu ki engelleri de böyle savabilsin.

 

***

 

Ona yöneltilen bakışlar geriyordu artık. İkindiden beridir Fatma Hanım, diğer hanımlarla bir mektebe gelmiş, sözde yazı yazmayı öğrenecekti. Asıl niyetinin kendisini tartmak olduğunu bilen Gülilzar, her zamanki rahatlığını bir türlü üstüne geçiremiyordu. Ne zaman Fatma Hanım'ın bulunduğu yere yaklaştıysa o an üzerine dikilen gözler Gülilzar'ı baştan aşağıya süzüyordu. Niyeti öğrenmekti elbette ama yazı yazmayı, okumayı değil; Gülilzar'ı öğrenmeye gelmişti. Gülilzar sırtını Fatma Hanım'a verip Meryem'in üzerine eğildi. Yazdıklarını kontrol edip bir başkasına geçecekken bir el tarafından durduruldu. Kim olduğunu biliyordu elbette. Bir derdi vardı Gülilzar'la.

 

"Buyurun Fatma Hanım." Fatma Hanım, Gülilzar'ın eğilmesini işaret ettiğinde Gülilzar parmak uçları üzerinde çömeldi.

 

"Kaç kilosun sen?" Gülilzar bu anlamsız suali kalkan kaşlar ile yanıtladı. "Çok kurusun sen. Yemiyor musun bir şey?" Oysa Gülilzar sağlıklı bir bedende olduğunu düşünüyordu. Fakat Fatma Hanım mektebe bir görücü niyeti ile gelmişti ve son dönemde eskisi kadar olmasa da etine dolgun hanımlar tercih edilirdi. Onlara göre kadın dediğin göze dolmalıydı. Gülilzar boğazını temizleyip,

 

"Elli yedi kiloyum efendim," diyerek ayrılmaya çalıştı ama Fatma Hanım, henüz kıskacını açmış değildi.

 

"Hım boyuna göre çelimsizsin. Nasıl bebe doğuracaksın sen?" Gülilzar, bunu duyduğunda eyvahlar etti. İşler karışacaktı. Aslına bakılırsa dün akşam Rıza'nın da aynı duyguları beslediğini büsbütün kavramıştı ama düşkün bir kadın gibi yamamaya çalışmayacaktı kendisini. Üstelik o daha yirmi üç yaşındaydı. Hazır hissetmiyordu bu tür münasebetler için. Kem küm etti. Fatma Hanım'dan uzaklaşmak için diğer hanımları bahane etti. Fatma Hanım, el mecbur bırakmak zaruriyetinde kaldı.

 

Nihayet hanımlara derslerini verip evlerine yolladığında sırtı da ağrılar içinde kalmıştı. Sabahtan beri ayaktaydı ve artık uzanmak istiyordu yatağına. Belki öncesinde Rıza'yı görse... Başını salladı. O şimdi ilçedeydi muhakkak. İşi gücü olan bir beydi ve Gülilzar pervasızlık ettiğini düşündü. Bahçeye çıkıp ağaçları suladı, otları yoldu, çocukların taşıdığı taşları bahçenin dışına çıkardı. Sonunda yapılacak bir şey kalmadığında sıkıntı sardı onu. İçi içine sığmıyordu.

 

Sonunda kendisine uğrayan Nazire Hanım onun için mükâfattan farksızdı. Murat'ın annesi Nazire Hanım, Gülilzar'ın yaptığı ayranı yudumlarken bahçeye öğrenciler tarafından çıkarılan sırada oturuyordu. Gülilzar bu hanımın yanına sığışırken rahatsızlık vermemek adına sıranın ucunda oturdu. Nazire Hanım öyle muhteremdi ki Gülilzar yanında kendisini fazlasıyla kaba buluyordu. Bardağı tutuş şekli dahi büyüleyici olabilir miydi bir insanın? Lakin neden simsiyah giyindiğini bir türlü anlamlandıramıyordu. Nazire Hanım ile derin bir sohbetin içine girmişken sormadan duramadı. Nazire Hanım ise tebessüm edip,

 

"Bazı günahlar vardır; zaman unutturmaya, üstünü kapatmaya çalışır sevinçle, mutlulukla ama vicdanından bir parça unutmaman gerektiğini söyler durur," diyerek gözlerini Gülilzar'ın gözlerine dikti. "Ben de o günahları unutmamaya çalışıyorum." Gülilzar söyleyecek bir söz bulamayınca Murat'ı sordu. İki gündür görmüyordu onu. Nazire Hanım'ın omuzları çökerken, "Aslında ben de bu sebeple gelmiştim. Murat'ım iki gündür eve uğramıyor. Zaten köyden iki genç ile kavga etmiş." Başını salladı. "Nedenini Allah bilir." Nazire Hanımın bu cefakâr hali, Gülilzar'ı üzerken elleri, omzunu kavradı. Nazire Hanım, bu temas ile daha fazla dayanamayıp elindeki tası bıraktı ve Gülilzar'a sarıldı. "Oğlum da beni terk edecek. Gülilzar Hanım, ben ne yapacağım?" Genç kadın, iç mihnetiyle Nazire Hanım'a sarılırken yardım istememesini umdu. Tekrar o günah yuvasına girmek istemiyordu.

 

Loading...
0%