Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Yoksunluk

@beytikzer

Keyifli okumalar dilerim. Selametle!

 

 

 

9 Aralık 1950 Soğuk Savaş: Harry Gold, II. Dünya Savaşı sırasında atom bombasının sırlarını Sovyetler Birliği'ne verdiği için 30 yıl hapisle cezalandırıldı.

 

***

 

Zaman geçmekte acele etmiyordu son zamanlarda Gülilzar için. Öyle yavaş geçiyordu ki artık delirtiyordu onu. Ne yaptığı işten tatmin oluyor, ne de yediği yemekten tat alabiliyordu. Kasım ayı koskoca bir yıl gibi uzamıştı gözünde. Artık kış yavaş yavaş kendini hissettirir olmuş; toprağın kucağına oturmuştu. Geçen bu zamanda çok şey değişmişti. Ahmet, Abdullah'ı öldürdüğüne dair bir itirafta bulunmuş; Kadir Bey'i hiçbir şekilde ilgilendirmeyen bir beyanda bulunmuştu. Bu esnada Ayşe artık Rıfat ve kız kardeşini okula göndermeyi bırakmış; Ahmet'in yakalanmasından ötürü Gülilzar'a karşı kin beslemeye başlamıştı. Nihayetinde evini ersiz bırakmıştı Gülilzar. Bundan büyük suç mu olurdu onun için?

 

Okula devam etmeyen sadece Rıfat ve kardeşi değildi elbette. Kadir Bey'in, marabalarım dediği ebeveynler de çocuklarını okula göndermeyi bırakmış; Gülilzar'ı keder içinde bırakmışlardı. Sadece bununla kalınsa iyiydi, bazı geceler okulun etrafında dolanıp duran birilerinin olduğuna dair yemin edebilirdi Gülilzar. Kendini emniyette hissetmiyordu. Rıza ise o son gidişinden beridir köye uğramaz olmuştu. Bunu Fatma Hanım'ın, iğne için her gün kendisine geliyor oluşundan biliyordu. Terk edilmiş hissinden sıyrılamıyordu Gülilzar.

 

Saate bakıp bir avuç çocuğa dersin bitmiş olduğunu haber verdi. Çocuklar toparlanarak kapıyı açtığında dışarıda bekleşen hanımlar doluştu bu sefer içeriye. Gülilzar artık sobanın yanıyor oluşundan kaynaklı öğle arasını ortadan kaldırmıştı. Tasarruflu olmak gerekirdi. Devletinin kendilerine sağladığı kaynağı en iyi şekilde kullanıp faydalanmalıydılar.

 

Nihayet çocukların yerini hanımlar doldurduğunda önce ödevler kontrol edilip derse başlandı. Tuhaftır, Gülilzar; Kadir Bey'i şikâyet ettikten sonra Hafsa Hanım, Halime'nin okumasına müsaade etmişti. Muhtemelen kendisi Kadir Bey'i sevmediğindendi. Eh, yine de Hafsa Hanım'ın artık kendisine sepirdek dememesinden memnundu.

 

Hanımlar, çocuklara göre daha geç öğreniyordu lakin Gülilzar, sıkılmıyor; aksine daha bir şevkle üstlerine eğiliyordu. Onları öğrettiği harfi tekrar etmek için bir başlarına bıraktığında kendi de masasına oturup çekmeceleri karıştırdı. Boş bir sayfa bulup yoklama alacaktı ancak eline gelen mektuplar olmuştu. Nasıl da unutmuştu bunları Gülilzar! Halası kim bilir neler düşünmüştü. Bir altındaki zarf ise malum olandı. 'Keşke bu kadar ertelememiş olsaydım,' diye düşünürken sınıfın kapısı açıldı. Fatma Hanım dersi önemsemeden Gülilzar'ın yanına geldiğinde o da ayaklandı. İğne zamanı gelmişti ve Fatma Hanım bekleyecek bir kadın değildi. Birlikte Gülilzar'ın odasına geçtiklerinde Fatma Hanım yerini alıp hazır bir halde bekledi. Gülilzar işini yaparken Fatma Hanım boş durmayıp,

 

"İlçeye gidiversene," dediğinde bu kadının, apaçık olan niyetini kırık ümitleriyle gördü. Gülilzar, iğneyi batırıp ilacı zerk etti yorgun bedene.

 

"Bir işim yok ki. Neden gideyim?" Fatma Hanım, eli kalçasında doğrulurken Gülilzar'a aptalmışçasına baktı.

 

"Gidip evladımın yanına var, halledin aranızdaki soğuğu." Fatma Hanımın emir veren ses tonu, zerrece gocundurmadı Gülilzar'ı. Nihayetinde bu hanımın tabiatı buydu. Gülilzar aşikâr olanı reddetti.

 

"Aramızda bir soğukluk yok. İçiniz rahat olsun." Fatma Hanım bu cevap üzerine,

 

"Hah, aralarında soğukluk yokmuş! Sen onu benim külahıma anlat," dediğinde Gülilzar uzun bir aradan sonra ilk defa güldü. En son bu odada Rıza ile birlikte oturup gülüşmüşlerdi. O anın sıcaklığı yüreğine çarptığında hüzne bulandı. Hal böyleyken bir cevap vermedi, vermek istemedi. Zira ne söylese inanmayacaktı Fatma Hanım. Hoş kendisini nasıl inandıracaktı ki? Bir yanıt vermeden boşalmış ilaçları çöpe atıp Fatma Hanımın toparlanarak dışarı çıkmasını izledi. Sonunda hanımlarla baş başa kaldığında onlarla ilgilendi. Dersten sonra tekrar ilçeye gidip Rıza'yı görecekti. Bu sefer bahanesi de hazırdı. Halasına mektup ve Ankara Savcılığına göndereceği dilekçe...

 

***

 

Elinde tuttuğu zarflar sanki avucunu yakıyordu. Öyle hissediyordu ki bırakmasa hepten yanıp kül olacaktı. Postaneye vardığında bu sebepledir ki elindekinden bir an önce kurtuldu. Memurlar, bu kadının telaşeli halini garipseyip görevlerini ifa ederken görmezden gelmeye çalıştılar. Pullar yapıştırılıp bir sonraki durak için hazır hale geldiğinde ise iş Gülilzar'dan çıkmış oldu. Yine ateşi eliyle tutmuştu ancak o tutmazsa kim tutacaktı ki? Birinin o eli feda etmesi gerekirdi ve o vazifeyi Gülilzar büyük bir sorumluluk hissiyle sırtlayacaktı. Belki de en başında bunu yapmalı; Jandarmaya bu kadar bel bağlamamalıydı.

 

Nihayet Kuşçu'nun oteline doğru yol aldığında içinde esen huzursuzluk yeli acımasızca savurup duruyordu onu. Kendisini gördüğünde ne düşüneceğini bilmiyordu. Ya onu görmezden gelmeye devam eder ve Gülilzar'ı paramparça etseydi? Bunu, onu görmeden bilemezdi. Belki kendisini dinlediğinde daha fazla küskünlük olsun istemezdi o da. Kim bilebilir?

 

Bu intizamsız düşünceler içinde otele vardığında kapıyı açıp içeriye geçti. Ortalıkta kimseciklerin olmayışı, Gülilzar'ı meraklandırırken mutfaktan birtakım seslerin geldiğini duydu. Ayakları onu seslere doğru sürüklediğinde gördüğü şey karşısında kahkahaya boğulmamak için zor tuttu kendini. Kuşçu, Arif'i demir leğenin içine oturtmuş; Arif'in ıslak saçlarını sabunluyordu. Arif'in arada çıkardığı hıçkırıklar; tası kafasına yemesiyle son buluyordu. Kuşçu, işini öyle özenli yapıyordu ki kendisine engel olmaya çalışan ellere şaplağıyla karşılık veriyordu.

 

Gülilzar bu özel anıyla geçmişe sürüklenmeden edemedi. Halası da kendisini böyle yıkıyordu. Saçlarını tararken hızlı olmak için saçlarını çekiştiriyor; homurdanmaları tarağın kafasına patlamasıyla son buluyordu. Nazım'ın duş seansları daha bir acılıydı. O suyun sürekli sıcak olmasından yakınırdı. Hakkı vardı doğrusu, neredeyse kaynar olan su baştan aşağı boşalırken vücudunu kızartırdı Gülilzar'ın. Yine de çok şikâyet etmezdi. Sonuçta annesinin yapmadığını, halası yapardı.

 

Kuşçu ve Arif'i olduğu yerde bırakarak merdivenlerden yukarıya çıktı. Büyük bir olasılıkla Rıza odasındaydı. Bu saatte muayenehanede olamazdı zira. Kapısına varıp çalacağı esnada kendiliğinden açılıverdi o özlem duyduğu kapı. Lakin çıkan Hülya olunca ne yapacağını bilemedi Gülilzar. Şaşkındı epey. Rıza'nın odasında ne arıyordu hem? Sorusunun biricik öznesi Hülya'nın peşi sıra görününce aynı sangınlıkla kalıverdi yerinde. Görünen o ki Gülilzar'ı beklemiyordu. Hakkı da vardı doğrusu. Gülilzar'ın gururlu benliği durdurmaya çalışmıştı onu lakin aşktan kör olan Gülilzar'a karşı koyamamıştı. Hülya, kısa bir selamın ardından aralarından çekilip başı önde utançla merdivenlerden inerken Gülilzar da Rıza'ya dönüp kırgınca,

 

"Postaneye gelmiştim," deyip suskunlaştı. Daha fazla yüzüne bakmaya cesaret edemeyerek başını eğip Hülya gibi gitmeye yeltendi fakat Rıza izin vermedi bu sefer de. Gururdan boşluk kalmamış benliği isyan edercesine kolunu kurtarmayı denedi. Nafileydi, Rıza kendini dinletme konusunda ısrarcıydı anlaşılan. Gülilzar'ı odasına alıp karşısına konuşlandı.

 

"Ne düşünüyorsan doğru değil! Hülya bir ricada bulunmak için gelmişti, gitti." Rıza'nın tedirgin hali, Gülilzar'ın dikkatini üzerine çekip dinlemeye zorladı. Madem bir açıklamada bulunuyordu Gülilzar da aklında hiçbir sualin kök salmaması adına,

 

"Ne ricası?" diye sordu. Rıza huzursuzca kıpırdandı.

 

"Bunu söylemem mümkün değil Gülilzar ama bana inanmalısın." Gülilzar ısrarlı bakışlarını ayırmadan durduğunda Rıza kendine lanet ederek, "Hülya buradan gitmek istiyor," deyiverdi. Gülilzar bu haber üzerine epey şaşkınlık içinde bocaladı.

 

"Neden?" Gülilzar'ın sorusu, Rıza'yı daha bir sıkıntı içine soktu. Fakat başını sallayıp reddettiğinde Gülilzar da bu sıkıntıya iştirak etti. Murat duysa kim bilir ne kadar üzülürdü. Her ne kadar bilmek istemese de sormadan duramıyordu Gülilzar. "Sebebi yine Kadir Bey mi?" Rıza bunu söylemeyi de reddedince bu murdar bahsi kapamak istedi. Ancak çöreklenen kara leke yüreğini sıkıştırıyordu. Hülya'nın ne tür bir işte çalıştığı muayyendi. Gitmek istemesini anlayabilirdi. Açık olmayan bunun Murat'ı ne derecede etkileyeceğiydi.

 

Rıza köşede duran tabureye doğru gidip oturduğunda dirseklerini dizlerine yasladı. Hali son gördüğünden bu yana epey perişan görünüyordu. Görünen oydu ki Rıza da kendisi gibi geçen o bir ayda elem içinde kalmıştı. Bu gerçek sebepsizce içini rahatlatıverdi. Bir süre sonra ise o rahatlık yerini mihnete bıraktı. Oda o kadar sessizleşmişti ki Gülilzar o ses yoksunluğu içinde boğulabileceğini düşündü. Kapıya kadar gelenin kendisi olduğunu düşününce,

 

"Bir aydır yoksun," diye mırıldandı. Başkası imkânı yok duyamazdı belki de ancak Rıza, hasret kaldığı bu sesin çıkardığı her bir kelimeyi göğsüne sarıp sarmalamak isterken duymaması mümkün değildi. Başını kaldırmadan,

 

"Seni biraz rahat bırakmak istedim," dediği an Gülilzar'ı pişmanlıklar içinde bıraktı. O gün lal kesilseydi de söylemeseydi. Bir açıklamayı borçlu olduğunu düşünerek,

 

"İstemeden çıkan bir şeydi. Dilim o kelimeyi salmış olabilir lakin hislerim farklı biliyorsun," dedi. Rıza bunun üzerine bir yük gibi gördüğü başını kaldırıp Gülilzar'a baktı.

 

"Bilmiyorum Gülilzar. Hislerini bilmiyorum, hiç dile getirmedin." Rıza'nın hakkı vardı. Esrik olduğu gecenin dışında hiç dillendirmemişti bunu. Ancak nasıl derdi içinde gürleyen aşkı? Yaslandığı kapıdan uzaklaşarak Rıza'nın yanına vardı. Elini omzuna dayayıp,

 

"Hissettirmiyor muyum?" diye sorduğunda Rıza burnundan soludu.

 

"Gülilzar aşk öyle bir şey ki yüreğin, aklına hâkim olup gerçeği görmene engel olur. Kendi kendine kurup durur. Bir zaman sonra ne doğru ne yanlış bilmiyorsun. Sözlere ihtiyacım var, anlıyor musun?" Anlıyordu elbette ancak Gülilzar için o kadar zordu ki bu tutuldu kaldı. O, Rıza'ya; Rıza, ona bakıp durdu fakat o söz hiç söylenmedi Gülilzar tarafından. Rıza bekledi, çok bekledi. Umudunu yitirdiğindeyse ayaklanıp, "Hadi seni köye götürelim," diye mırıldandı. Böylece konuşulacak bir şeylerinin kalmadığını ilan etmiş oldu Rıza. Ya istediği şeyi işitecek ya da bu soğukluk baki kalacaktı.

 

Dilediğine uyarak adımlarını Rıza'ya uydurdu. Bu denli güzelken aynı zamanda acıyla harlanabileceğini düşünememişti aşkın. Neden zorlandığı muamma olandı ama Rıza'nın da üzerine fazla gelmemesi gerekmez miydi? Gözlerini Rıza'nın yakasına dikip saçlarının inceldiği yeri hıfzetti. Her bir detayının ince olduğu bu adam kendisine eziyet ediyordu. Hem de öyle bir eziyetti ki bu susuz kalmakla eş değerdi. Kendisinden mahrum ediyordu, sesinden, gözlerinden, alaylarından... Sahi o alayları nasıl da özlemişti.

 

Merdivenlerdeki her bir basamak onu ağırlarken hareketlenen omuzları bile farklı bir lisanda şiir yazıyordu. 'Keşke ona bu hislerimi söylemenin bir yolu olabilseydi,' diye düşünürken Arif çıplak vücuduyla fırlayıverdi. Gülilzar'ı gördüğü an mahrem yerlerini örtüp üzerine doğru koşturdu. Neye uğradığını şaşıran Gülilzar'ın eteklerine sığındığında bir çığlık koparıverdi genç kadın. Arif'in ayaklarına yapıştığını hissediyor, utanç içinde kıvranıyordu. Şükür ki çorabını giymişti ancak yine de rahatsızlığı hat safhadaydı. Rıza, ne yapacağını şaşırmış bir halde,

 

"O eteklerinin altına mı girdi?" diye sorduğunda Kuşçu da peyda oldu.

 

"O hergele nereye kayboldu, gördünüz mü?" Gülilzar'ın eteği hareketlenmeye başladı sesle birlikte. Kuşçu da eteğe baktığında Arif'in çıplak bacaklarını gördü. Gözleri şaşkınlıkla açılırken Gülilzar, yer yarılsa da içine girsem kıvamına gelmişti. Rıza, Kuşçu'ya,

 

"Sen arkanı dön," dediğinde Kuşçu ikiletmedi dahi. Sırtını onlara verdiğinde Rıza, Gülilzar'ın eteğinin altındaki Arif'in kolundan tuttu ama o, bacaklarına yapışmıştı Gülilzar'ın. Rıza, Arif'i; Arif de Gülilzar'ı bırakmıyordu. Nihayet Gülilzar olaya el koyup Arif'in bacağına yapıştırdığı eli kendinden kopardı. Rıza'nın eline düşen Arif, onu tutan eli ısırıp yukarıya doğru tırmanışa geçti. Kuşçu da aksak ayağının izin verdiği ölçüde peşinden...

 

Bir süre birbirlerine büyük bir cenkten çıkmışçasına bakan Gülilzar ile Rıza daha fazla dayanamayıp kahkahalara boğulduğunda önceki gerginlik de gitmişti. Gülüşler azar azar tükendiğinde Rıza, Gülilzar'a geçmesi için yol gösterdi. Gülilzar da gösterilen tarike sitem edercesine ilerledi. Ne olurdu eskisi gibi davransaydı? Ancak Gülilzar daha burnunun sürteceğinden emindi.

 

Yol boyu tek kelime etmeyen Rıza, sadece radyoya parmaklarının direksiyona vurmasıyla eşlik ediyor; Gülilzar'ı yoksun bırakıyordu. Bu yoksunluk mektebe değin sürdü. Gülilzar'ı emniyetli sandığı yere bıraktıktan sonra kendisi de köyün içlerine doğru gittiğinde güttüğü inadın işe yaramasını umdu...

 

Loading...
0%