Yeni Üyelik
6.
Bölüm

Ah Mirabelle! Küçük Sevgilim...

@beytikzer

Gülilzar, okulundan almış olduğu izin için sevinçliydi. Uzun zamandır ayrı kalmış olduğu Nazım ve halasını görebilecekti artık. Öyle coşkuluydu ki Arnavut kaldırımlarında seke seke ilerliyor dense yeriydi. Onu gören ahali, bu halini yakıştıramıyor, çatık kaşlarla süzmekten geri durmuyorlardı. Gülilzar hiçbirine aldırmadı. Elinde küçük valiziyle uçarcasına kondu halasının evine. Kapının tokmağını iki defa vurdu. Biraz bekledi ve tekrar vurduğunda ağır ancak sürüklenen ayak seslerini işitti. O kargıma eşik göründüğünde Nazım da belirdi kapının ardından. Hali darmadağındı. Elleri ise kanla lekelenmişti.

Gülilzar o anı unutmayacaktı. Bir tercih şansı olsaydı o eşikten adımını atmaz gerisin geri dönerdi okula. Lakin tıpkı şu anki gibi kalakalmıştı. Doktor Rıza'ya öylece bakıyor, mazinin kucağından kalkmaya çalışıyordu. Ayakları ona kaçmasını söylüyor, zihni hâlâ benzer bir vukuat ile karşılaşacağını çığırıyordu. Yüreği ise bitap düşmüş bu adamın derdini öğrenmek için can atıyordu. Böylesine bir karmaşanın içinde kaybolmuşken tenini bir ürpermedir aldı. Doktor Rıza ise dik durmakta zorlanan başını pervaza dayamıştı. Yana çekilerek eliyle içeri geçmesini buyurdu.

Gülilzar bunun hoş karşılanmadığını biliyordu toplumca. Fakat kalbi ile ayaklarının girdiği harpte gönlünden yana oldu. Böylece ayaklar, bu haksız rekabete mağlup oldu. İçeriye adım atarken onu taşıyan uzvu isyan ediyordu. Ama artık hapishanesi olacak bu mekâna gönül rızası ile mahkûm oluvermişti. Zira gördükleri Doktor Rıza'nın engin bir kişilikte olduğunu kanıtlıyordu ve Gülilzar için bu, bir beyde aradığı özelliklerdendi. Köşe başına bir gramofon konmuş, duvarlar baştan sona kitaplarla donatılmıştı. En uç bölgeye tek kişilik bir yatak konulmuşken gramofonun karşı istikametinde küçük, koyu kahverengi, yer yer boyası kalkmış olan bir masa ve onu tamamlayan bir sandalye bulunmaktaydı. Masanın üstü dağılmıştı. Kâğıtlar yere saçılmış, mürekkep devrilmişti.

Gülilzar, ensesinde bir soluk hissedince ürkekçe geri çekildi. Doktor Rıza, alkol kullanmıştı aşikâr olan buydu. Bir sarhoşun odasına öylece dalmıştı. Akılsızlığına hayıflandı. Korkusunu belli etmemeye çalışarak,

"İyi misiniz?" diye sorduğunda Doktor Rıza çılgınmışçasına sırıttı. Ardından Gülilzar'ı buz kesen o harekette bulundu. Kadını kollarıyla sarmalayıp saçlarının kokusunu içine çekiverdi.

"Ah! Mirabelle, benim küçük sevgilim..." Gülilzar'ın saçlarına öpücük kondururken daha çok sıktı kolları arasındakini. "Neden mon souffle!" Gülilzar, o an bu adamın bir buhranın eşiğinde olduğunu gördü. Nazım'a bir yardımı dokunmamıştı ama bu biçareye elverdiğince avutacaktı. Mirabelle kimdi, neyin nesiydi? Bilmiyordu lakin şu an önemli olan da bu değildi. Gözlerini sımsıkı kapayıp Doktor Rıza'nın gergin sırtına bir çocuğa teselli verir gibi vururken kollarının arasındakinin yetişkin bir adam olmadığını da düşünmeye çalıştı. O şu an yardıma muhtaç bir bireydi. Gülilzar da görevini yerine getiriyordu. Tıpkı mektepte kendisine öğretildiği gibi sadece çocuklara, öğrencilere değil, bütün herkese yetişmeliydi. Kim olsa gülerdi bu düşündüğüne, emindi.

Doktor Rıza, Gülilzar'ın az çok anladığı lisanda Mirabelle'ye olan aşkını, tutkusunu ifade ederken genç kadın, onu yatağına götürüp ayağındaki kunduraları çıkardı. Üzerine örtüyü çekerken Doktor, souffle'sinin adını mırıldanıp durdu, birkaç damla da gözyaşı döktü. Bir de Kazım deyip duruyordu. Anlamadığı lisanda birileri ile tartışır gibi olup sönüveriyordu harareti. Gülilzar buraya ondan yardım istemeye gelmişti fakat görüyordu ki Doktor Rıza'nın asıl kendisi yardıma muhtaçtı. Odadan çıkmadan önce son bir kez baktı doktora. Halen mırıldanıyor ama gözlerini de yumuyordu. Derin bir iç çekip ardından kapıyı kapatarak odasına çekildi. Fakat üzerine bir hassasiyet oturuvermişti.

Bedeni Doktor Rıza ile yaşamış olduğu yakınlaşmadan dolayı sarsılıyordu. Ellerine baktığında onların da titrediğini görmek, zaten hassaslaşmış sinirlerine fayda etmedi. Kollarını kendine sararak yatağına oturdu. Doktor Rıza'nın nefesi hâlâ ensesindeymiş gibi tüyleri diken dikendi. Bu böyle olmayacaktı. Doktor Rıza'nın etkisinden çıkamıyor, üstüne üstlük Mirabelle'yi merak etmeden de duramıyordu. Yatağın örtüsünü tutarak altına giriverdi. Aklındaki düşünceleri örtünün üstünde bırakmak ve rahat bir uyku diledi Allah'tan. Lakin bu namümkündü. Genç adamın o hali, zihnini ele geçirmiş olması yetmez gibi kalbinin de sıkışmasına sebep oluyordu. Gülilzar o an anladı. Bu adamdan şimdi uzaklaşmazsa sonu yakındı. İşin kötü yanı ise Gülilzar bırak ıramak, heves içinde kalmıştı.

***

Kuşçu çok marifetli bir beydi. Gülilzar bundan adı kadar emindi. İlk defa bir erkeğin bu kadar leziz yemekler pişirdiğine şahit oluyordu. Paşa böreği damak ile dil arasında bir süre oyalandığında Gülilzar'ın gözleri zevkle kapanıverdi. Kuşçu Gülilzar'dan gelecek herhangi bir tepki için masanın üzerine eğilmiş, bekliyordu. Gülilzar ağzındaki lokmayı boğazından aşağıya yuvarladığında gözleri de açılmış oldu. Kuşçu'ya aydınlık bir yüz ile bakıp,

"Ellerine sağlık Kuşçu beyefendi... Bu yediğim şey leziz doğrusu!" dediğinde Kuşçu memnuniyet dolu bir tebessüm etti.

"Afiyet olsun." Eliyle devam etmesini söyleyerek kendi de yemeye başladı yaptığından. Gülilzar bir lokma daha alıp aslında Doktor Rıza'dan isteyeceği yardımı ondan istedi. Boğazını temizleyerek,

"Kuşçu beyefendi. Bir maruzatım olacaktı. Biliyorum, çok yük olmuş durumdayım lakin yardıma ihtiyacım var," dediğinde Kuşçu çatılı kaşlarla baktı Gülilzar'a. Bu yüz ifadesi Kuşçu'nun zamana direnemeyen çehresini kırıştırarak iz iz etti.

"Yük olmak da ne demek küçükhanım! Duymamış olayım, vazifemiz!" Gülilzar gönül rahatlığına erişerek döküldü. Bir yandan da ziyadesi ile lezzetli olan yemeğinden lokmalar alıyor, tadına varıyordu.

"Bugün İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne uğradım ve sıra, masa, kitaplık gibi yardımlar diledim. Yarına hepsi hazır olacak fakat taşıyacak ne araç ne de amele var." Kuşçu mühim bir sorun değilmiş gibi elini salladı.

"Hiç merak etmeyin küçükhanım. İşsiz güçsüz birkaç genç var. Allah rızası için yaparlar. Araç için de yarın erken bir vakitte bizim Tamirci Vedat'a uğrarım. Kamyonet vardır muhakkak elinde." Gülilzar şevkle gülümseyip teşekkürlerini sunarken artık içi daha rahattı. Tüm ilgisini mektep ve talebelere vermeliydi. Yürek çarpıntısına ayıracak zamanı yoktu.

Yemekler yenip de sofra kaldırıldığında Gülilzar Kuşçu'ya yardım edip bulaşıkları yıkadı, kuruladı. Bu sırada Kuşçu bir çay demleyip onu çatıya davet etti. Uygun değildi fakat hem son zamanlarda Gülilzar uygun olmayan birçok şeyi yaptığını düşündüğünden hem de Doktor Rıza'nın fethetmiş olduğu düşünceler yumağından sıyrılmak adına adımlarını Kuşçu'ya uydurdu.

Çatıda serin bir yel, ürpermesine neden olurken Kuşçu coşku ile güvercinlerine koştu. Gecenin ışıksızlığı güvercinlerin ayan olmasına engel oluyordu ama Kuşçu sessiz bir çığlık koyuverdiğinde Gülilzar tasa ile ne olduğunu görmek istedi. Kuşçu,ü kafesin kapısını açarak içinde kaybolduğunda dehlizin, Gülilzar beklemekten başka bir çare bulamadı.

Bir süre sonra Kuşçu'nun sedasız nidasına sebep de peyda oluverdi. Kuşçu elinde canı yitik bir güvercinle çıktı kafesten. Elindekini Gülilzar'a gösterip,

"Dün hiç uçmak istemiyordu canı, herhalde sonsuz bir uykuya dalacağını bildiğinden..." dediğinde sesinde bir miktar hayal kırıklığı vardı. "Ölüm tuhaf şey değil mi küçükhanım. Ne zaman sizi bulacağı belli olmuyor." Evet, ölüm tuhaf şeydi Gülilzar bunu biliyordu. Ancak dile gelmedi. Kuşçu, Gülilzar'ı arkasında bırakarak tek tabureye kurulduğunda onu yalnız bırakmanın daha iyi olacağını düşünerek çatıdan ayrıldı. Merdivenlerden inip de tekrar odasına kapanmak istemiyordu zira kendisine uğrayacak olan fikirler onu korkutuyordu. Yalnız kalmaması gerekiyordu. Adımları elinden geldiğince yavaş atıyor, arzu ile gölgeli odaya gidişini geciktiriyordu.

Odasına yetiştiğinde uzunca bir vakit gözleri Doktor Rıza'nın kapalı dünyasında takılı kaldı. O cihanın kapı topuzu döndüğünde Gülilzar ne yapacağını bilemeyerek tedirginlikle kendi âlemine kapandı. 'Ah, o kapılar!' diye düşündü Gülilzar, bir açılıp bir kapanıyordu. Her açılışında yeni bir keder zerk ediyordu kendisine göre. Kapanışlar ise bir kaçıştı o hüzünlerden.

Adımların geçip gitmesini bekledi fakat onlar tam da Gülilzar'ın kapısında durup üstüne bir de tıklatılınca eller tarafından, yeni yetme genç kızlar gibi heyecandan tutulup kaldı. El ısrarlıydı. Bir süre sonra ona Doktor Rıza'nın sesi de katıldı.

"Lütfen Gülilzar Hanım. Kapının ardında olduğunuzu biliyorum. Konuşmamız gerek." Gülilzar parmağını ağzına götürüp tırnaklarını kemirdiğini fark ettiğinde atların üzerini çiğnediği yüreğine lanetler yağdırdı. Sonra koridorda kendilerinkinden başka iki oda olduğu hatırına geldiğinde derhal açtı kapıyı doktoru kolundan çektiği gibi içeriye aldı.

"Ne yaptığınızın bilmem farkında mısınız?" diye sitem ettiğinde sesini alçak tutmaya çalıştı. Doktor Rıza daha önceki perişanlığına biraz daha karmaşıklık katmıştı. Henüz ayılmamış gibi elinin ayasıyla gözlerini ovdu. Sonra kahverengini koruyup kollayan örtüyü iyice açarak sırıttı.

"Çenende yine bir şey var." Gülilzar yediği paşa böreğini hatırlayınca hemen sildi kol yeni ile ağzını. Hiç adeti değildi fakat şimdi bavulunu açıp bir mendil için çamaşırlarını ortalığa saçamayacaktı. İşi bittiğinde Doktor, "Tamam geçti... Şey ben uyanınca hatırladım da özür dilerim," dedi. Gülilzar kendine hâkim olarak başını salladı.

"Ziyanı yok. Kendi rızam ile odanıza girdim ve bir daha katiyen olmayacak." Doktor Rıza, Gülilzar'ın bu tavrına karşılık sadece dudaklarını birbirine bastırdı. Ardından elini uzatarak,

"Fikrimce artık bir sulh halinde olmalıyız," dediğinde Gülilzar'ın bakışları Doktor Rıza'nın zarif ellerinde dolandı. Kendi eli Doktor Rıza'nın eliyle buluştuğunda pamuklara sarılmış gibi hissetti. Öylesine değerli, kıymet dolu... "Siz neden gelmiştiniz?" soru, Gülilzar'ı kendine getirdi. Yarını hatırladığında içinde binlerce minik kelebekler uçuştu. Kısa kesim bukleleri kulaklarının ardına sıkıştırdığında yüzünü pembe güllerle yıkamış gibiydi Doktor Rıza'nın gözünde.

"Okulun ihtiyaçlarını tamamladım. Taşımak için birinden yardım almam gerekti. Sizi de köyü tanır gördüğümden danışmak, yardım istemek düşüncesine kapıldım. Fakat lüzumu kalmadı. Kuşçu beyefendi yardım edeceğini belirtti." Bu yanıt Doktor Rıza'nın dudak bükmesine sebep oldu. Çocuksu bir ifade ile,

"Kuşçu beyefendi de her derde deva galiba o toprağın sardığı gözlerinizde... Her neyse bir dahakine benden başkasına gitmeyin." Gülilzar'ın üzerine eğilip alayla kaş çattı. "Henüz lekelenmiş itibarımı düzeltmiş değilim." Sonrasında başını yana yatırıp var olmayan fötr şapkasını çıkartarak selamladıktan sonra Gülilzar'ı, ayrıldı yanından. Ardında yüreği hızla atan bir kadın bıraktığını bilmeden, göremeden...

***

Ameleler, sıraları Gülilzar'ın yuvasına doldururken o yerinde duramıyor, kendisine ağır gelen malzemeleri taşıyordu içeriye. İlçeden kendisi için almış olduğu dört ayaklı karyola içeriye taşınırken elindeki şilteyi bir kenara bırakarak yol gösterdi Kuşçu'nun bulduğu adamlara. İşçiler dikkatli bir şekilde ilerliyor, yerleştiriyorlardı eşyaları. Adamlar işlerini bitirdiğinde Gülilzar onlara yol verip tertipledi sınıfı. Odasına perdeler için bir çıtayı duvara çivileyip perde niyetine aldığı kumaşı da sabitledi. Son zamanların en moda olan nakışları ile bezeliydi kumaş. Artık daha bir yuva görüntüsüne sahipti.

Kendi duvarlarının arasında uyuyabilecek olma fikri Gülilzar'ı mutlu ederken kapının çalma sesini işitti. Gelen Muhtardı. Gülilzar'a talebelerin listesini verip yüzü asık bir halde talebelere yarın okulun açılacağını söylediğini belirtip ayrılırken Gülilzar'da durum tam tersi idi. Her bir ismi aklına kazımaya çalıştı. Yarına bu isimler bir cisme kavuşacak, dile gelecekti. Çocukların şen sesi kulaklarında çınlayacaktı. Listeyi tekrar tekrar kontrol etti. Görünen o ki Kalaycı Hüseyin, oğlu Bekir'in sıralardan birine oturmasını istemiyordu. Gülilzar kâğıdı, eteğinin cebine atarak Kalaycı Hüseyin'in evine yollanmayı düşündü. Niyeti hem yeni doğanı görmek hem de Bekir'i mektebe getirmekti. Okulun kapısına ağır kilidi yerleştirip bakır anahtar ile mühürledi.

Arkasına dönüp gidecekken bir bey ile karşılaşınca istem dışı geriye doğru adımı atıverdi. Adam biçimli yüz hatlarıyla Gülilzar'a samimiyetle gülümserken Gülilzar onu incelemeye devam etti. Vücut hatları, tarlada çok sık vakit geçirdiğini bas bas bağırırken düzgün, fiyakalı giysileri, onun bu köyün ileri gelenlerinden olduğunu gösteriyordu. Nereden baksa yirmilerinin başında olan bu bey, en sonunda sessizliğini bozdu.

"Köyümüze hoş geldiniz muallime hanım. Babam, Kadir Bey, bizzat teşrif edemediği için özürlerini iletti." Gülilzar samimiyetsiz bir tebessüm ederken karşısındaki bey, bu ifadeyi dudak kasılması olarak adlandırabilirdi sadece. Gülilzar, 'Demek Kadir Bey'in oğlu,' diye düşünürken genç adam, "Akşam yemeği için validem, evimizi şereflendirmenizi bekliyor," diye şakıyarak üstü açık, oldukça şık bir aracı gösterdi. Gülilzar el mahkûm davete icabet ederken sormadan edemedi.

"Bu köyde araç vardı madem, neden Kalaycı Hüseyin size gelmedi? Hanımı güç bir vaziyetteydi." Genç adam bu soru ile gerilirken arabanın kapısını Gülilzar için açarak centilmenlik etti.

"Köyde bazı kesimlerce sevilmediğimizi kavramış oldunuz böylece. Hayat memat meselesi olsa dahi..." Gülilzar, anlayacağını anlamıştı. Köyde bir savaş hali mevcuttu. Çok yakında bu çatışmanın içerisinde kalacağını bilerek koltuğa kuruldu. Genç adam koşar adım şoför mahalline açılan kapıyı aralayıp kendi de oturduğunda sevecenlikle,

"Bu arada benim adım da Murat," dedi. Gülilzar neşe ile kırışan bu çehreye istemeden de olsa kendini gülümserken buldu.

"Benim adım da Gülilzar."

 

 

Loading...
0%