Yeni Üyelik
10.
Bölüm

Amerikanvâri

@beytikzer

İyi geceler olsun sayın okur, mutlu bir gün geçirmeni diliyorum. Bu sefer hikayenin ayrıntılarına inmeyeceğim, kendin oku. Yazar heyecanına gem vurmaya çalışıyor, anla beni.

 

Elbette açıklama getirmem gereken bir nokta var. Medyada gördüğün Amigo, John Wayne. John Wayne, Aslanlar Diyarı adlı filmde Kirby Yorke rolünde oynamıştı. Trajik bir hikayeyi konu ediniyor. İlgilisine tavsiye ederim, iyi bir Western filmidir. Bu film vesilesiyle Mrs. Kathleen rolünü oynayan, güzeller güzeli Maureen O'Hara'yı da analım. Toprağı bol olsun.

 

Artık aradan çekiliyorum sayın okur. Keyifle okuman dileğiyle. Selametle!

 

6 Haziran 1950 Yeni hükümet orduda tasfiye yaptı.

 

9 Haziran 1950 Adnan Menderes Demokrat Parti genel başkanlığına seçildi.

 

***

 

Sıcak, yüzüne vuruyordu. Günün bu saatleri, toprak kaynıyor gibiydi. Gülilzar, okulun bahçesini dört çocuk ve Murat'la birlikte eşeliyordu. Bahçenin bir bölümüne gül fidanları, zeytin fidesi, incir fidanları dikilecek; diğer bölümüne domates, salatalık gibi sebzeleri ekeceklerdi. Aslında bu meşakkatli iş, Gülilzar'ın kafasını dağıtması için koyulduğu bir meşgaleydi. Çapayı her toprağa vuruşunda Doktor Rıza da zihninin derinliklerine gömülüyordu sanki. Yedi gece, altı gündür görmediği Doktor Rıza, şimdilik kafasını meşgul etmiyordu.

 

Yeterli derinliği sağladığını düşünerek zeytin fidesini alıp toprağın koynuna bıraktı yeşilliği. Toprağı tekrar yerine boca edip boylanacak fideyi sağlamlaştırdı. Saç derisinden bir ter damlacığı, şapka tarafından emildi. Başındaki, Kirby Yorke'nin kovboy şapkasının bir kopyasıydı. Onu, Gülilzar'a Murat vermişti. Üstündeki kahverengi, az kullanılmış pantolonunu da... Gülilzar pantolonun bağcıklarını sonuna dek düğümlemesine rağmen hâlâ düşecek gibi hissediyordu. Bu sebeple kalın bir çaput daha bulmuş çevresine dolamıştı, artık içi rahattı. Murat kolu ile alnındaki ıslaklığı alıp Gülilzar'a döndü.

 

"İncir fidanı kalmadı. Daha getirtmemi ister misin?" Gülilzar fidanlara kabaca göz attı. Başını iki yana sallarken kovboy şapkası Murat'ı görmesine engel oluyordu.

 

"Bence bu kadarı kâfi. Birkaç ardıç fidanını da eksek kusursuz bir bahçe olacak." Murat, Kalaycı Hüseyin'in oğlu Bekir'e eliyle işaret verdikten sonra ayaklandı. Dizleri uyuşmuş olacak ki bir süre sallamadan edemedi. Ardından Gülilzar'a dönüp,

 

"Biz gidelim madem. Fidanları getiririz. Siz bunları bitirene değin anca geliriz," dedi. Gülilzar onu onaylayınca kolunu Bekir'in omzuna atıp gözden kayboldu. Gülilzar ve beraberindekiler, gül fidelerini ekmeye devam etti. Gün boyu bahçe ile uğraşıp durdular ara vermeden. Nihayet işler bittiğinde derman kalmamıştı hâllerinde. Çocuklar bir bir dağıldığında Murat kalmıştı sadece. Gülilzar ona ne kadar teşekkür etse azdı. Köylüleri ikna edip evlatlarını mektebe yollamaları için araya girmiş, tohum ve fidanları getirmişti Gülilzar'a.

 

Dün öğle vakti okula uğradığında bahçe işini danışmıştı Gülilzar. Murat da bir süre düşünüp kendisine bırakmasını söylemişti. Tuhaftı lakin Gülilzar, Murat'a fazlaca ısınmıştı. Ona Nazım'a yaklaştığı gibi davranıyordu. Bir arkadaş, bir kuzin gibi. Arada da olsa Murat'ın kendisini yanlış anlayacağından endişe ediyordu ancak ondan taraf bir tavır sezmediğinden böyle devam etmekten de bir sakınca görmüyordu.

 

Murat, köylülerce seviliyor, ona her kapıyı açıyorlardı, babasının aksine. Gülilzar'ın anladığı kadarıyla Kadir Bey, topraklarını genişletiyor, bazı köylüleri de topraksız bırakıyordu. Kimi kendi rızasıyla kimi de zarurî bir durumda kalınca el mahkûm satıyordu. Murat da topraksız kalan köylüler için elinden geleni yaptığından babasının kabahatini, ona yüklemiyorlardı.

 

Gülilzar, başına sabitlediği şapkayı çıkarmak için çenesinde bağladığı ipleri çözerek saçlarını özgür bıraktı. Elektriklenen saçları eliyle düzeltirken Murat muziplik edip buklelerini karman çorman etti. Böyle bir şeyi beklemediğinden neye uğradığını şaşırmış Gülilzar, Murat'ın sırıtışına şahit olunca hemen yanı başında duran ibriği eline alıverdi. Saçları, onun için mühimdi. Geceleri sırf şeklini korusun diye sarmaç kullanıyor, rahatsızlığına katlanıyordu. Murat'ın bu hareketi, içindeki dişi canavarı harekete geçirmiş, peşinden koşmasına sebep olmuştu. En nihayetinde Murat köşeye sıkıştığında Gülilzar ibriği boca etti kafasından aşağıya.

 

"Bu haylaz mı öğretecekmiş harfleri. Peh!" Gülilzar'ı donduran ses, oldukça kinayeliydi. Ses, Gülilzar'ı küçük görmüştü. Belki bol pantolonuna sıkıştırdığı gömlekten belki de dağılmış saçlarındandı ama sesindeki küçümseyici tavır, Gülilzar'ın tüylerini diken diken etmeye yetti. Murat görüş alanından ayrıldığı vakit, yaşlıca bir hanım ve ona destek olan Doktor Rıza'yı gördü. Heyecandan vücudunu bir ateştir alırken hızla saçlarını düzeltmeye koyuldu. Vaziyeti bir kadına yakışmayan türdendi. Doktor Rıza'nın şaşkınlık dolu bakışları, sert bir ifadeye büründüğünde Gülilzar daha bir utandı kendinden. Ancak Doktor Rıza'nın hedefi Murat'tı. Bunu ikisinden başka kimse anlamadı. Murat gözlerini ondan öte çevirerek yaşlı hanıma,

 

"Aşk olsun Fatma Ana! Muallime bayağı uğraşıyor," dediğinde Gülilzar, Fatma Ana'nın o malum Fatma Hanım olduğunu kavrayıverdi. İçindeki küçük çocuk, ellerini ağzına dayayıp kıkırdarken o, öylece dikilmeye devam ediyordu. Nihayet Fatma Ana, Murat'a afili bir cevap verdiğinde kendine gelebildi.

 

"Peh! Hadi oradan, daha dünkü çocuk bana ne öğretecek? Bir de durmuş oyun eyliyorlar benimle." Doktor Rıza'nın onu sardığı koldan kurtulup gerisin geri geldiği yönden gidişini izlettirdi. Bu asabi kadın Gülilzar'ı utandırmakla kalmayıp kendisine olan güvenini de zedelemişti. Doktor Rıza'nın şahit olduklarına değinmiyordu bile düşünceleri. Murat, Fatma Ana'nın peşinden koşturmadan önce Gülilzar'a,

 

"Merak etme gelecek," dedikten sonra Doktor Rıza da iç sıkıntısı ile gitmeye yeltendi. Lakin Gülilzar,

 

"Rıza Bey, bir ayran içmez miydiniz?" diye şakıdı hemen. Doktor Rıza, böyle bir daveti kaçırmayı aklından dahi geçirmediğinden büyük bir hoşnutlukla kabullendi. Gülilzar seke seke ilerledi yuvasına. Cennet'in, ona göndermiş olduğu yayık ayranı bir tasa koyup dikkatlice Doktor'a götürdü. Doktor Rıza, okulun basamaklarında oturmuş, ayranı yudumlarken kendisi de bir miktar ara koyarak yanına oturuverdi. Dirseklerini bacaklarına dayayarak ellerini çenesinin altında birleştirdi. Bakışları her ne kadar ileriye dönük olsa da yanı başındaki adamın yaydığı ısı, Doktor Rıza'ya dönme isteğini perçinliyordu.

 

"Pantolon yakışmış." Doktor Rıza, tasın içindekini bir dikişle bitirmiş, Gülilzar'ın aksine gözlerini genç kadına dikmekten çekinmemişti. Daha kinayeli bir tavırla, "Epey Amerikanvari bir görüntü çizmişsiniz," diye mırıldandı. Gülilzar, gerilimi atmak adına,

 

"Siz beni bir de kovboy şapkam ile görmeliydiniz," dediğinde nihayet Doktor Rıza, tüm içtenliği ile o iç okşayıcı kahkahayı koyuverdi.

 

"Şüphem yok doğrusu!" Elindeki tasın içinde birkaç damla kadar kalmış olan ayranı çalkalamaya başladı. "Ancak Gülilzar Hanım, söyler misiniz Murat neden hep etrafınızda?" Gülilzar, bu sual karşısında takınmış olduğu rahatlığı bir çırpıda atıverdi.

 

"Murat köyde derin bir arkadaşlık kurduğum tek insandır. Köylü ile aramda mekik dokudu desem yeridir." Gülilzar her ne kadar bu cümleleri sakin bir şekilde dile getirse de içi içini yiyordu. Zira Doktor Rıza'ya beslediği hisleri kendisi dahi reddedemezken onun, kendisini yanlış anlayarak yargılamasını istemiyordu.

 

Gülilzar bu meşum duyguları ne vakit hissetmeye başlamıştı biliyordu. Zamanı geriye sarabilse hiç düşünmez o odaya adımını atmaz, yüreğini sağlam tutardı. Gülilzar, Doktor Rıza'nın kasılan çenesini gördüğünde sormadan edemedi.

 

"Aranızdaki münasebeti merak etmeden duramıyorum." Doktor Rıza ses çıkarmayınca her meraklı âşık gibi o düşünce geçti. Fikri de zikredip bir parça umursamazlık kattı diline. "Yoksa gönül işi mi?" Bu sorduğuna Gülilzar dahi inanamadı. Doktor Rıza ise kalkık kaşlarla baktı ona. Gülilzar'ın halini o an anlayıverdiğinde küçük dilini yutacak gibi oldu. Ancak onu küçük düşürmemek adına şakaya vurdu yine.

 

"Gülilzar Hanım, lütfen. Onun, benim yanımda şansı var mıymış? Hah! Gülerim." Doktor işi daha da batırdığını düşünerek kendi kendine, "Hay lanet!" diye mırıldandı. Şükür ki Gülilzar bunu duymayarak konuyu başka bir yere çekti.

 

"Hanımlarla aranız epey iyi gibi. Fatma Hanım'ı nereden tanıyorsunuz?" Doktor Rıza güvenli bölgeye adımını attığı için içi rahat,

 

"Halam olur kendisi," dediğinde Gülilzar ilgiyle gülümsedi.

 

"Kime çektiğiniz ortada o halde. Halanız aksi bir hanıma benziyor." Rıza, sahte bir alınganlık sergiledi.

 

"Beni keder içinde bıraktınız. Aşk olsun!" Bir süre sonra tası, Gülilzar'a uzatıp, "İkramınız için teşekkür ediyorum hanımefendi. Ben artık gideyim. İlçede hastalar bekler," dedi. Gülilzar bu sefer komutuna uyan ellerini uzatıp tası aldı. Sonrasında Doktor Rıza gözden kaybolana dek başı mektebin kapısına dayalı öylece baktı ardından. Kırdığı potları ve üstündekileri hatırlayarak kendine güzel bir ayar çekti. Rıza'nın anlamış olduğunu biliyordu. Değişen yüz ifadesi ele vermişti onu. Artık mümkünatı yok bakamazdı yüzüne.

 

***

 

Halime çabuk öğreniyordu ve bu durum Gülilzar'ı mutlu ediyordu. Kayınvalidesi mektebi bastığından beri her gün düzenli olarak bir saatliğine Gülilzar'a geliyor, bir şey öğrenmeye çalışıyordu. Gülilzar her ne kadar yavaş olmaları gerektiğini söylese de Halime kaş çatıp,

 

"Kaynanam da, 'Bu kız her gün nereye gidiyor, dur bir bakayım,' dediğinde de yavaş dersin sen Gülilzar abla!" diyerek diğer harfe geçmeye çalışıyordu. Bir süre sonra Gülilzar da ona ayak uydurarak seri davranmaya başladı. Artık köylü Gülilzar'a daha ılımlı yaklaşıyordu. Muhtar'ın her zamanki huysuzluğu gitmemişti elbette. Ya da Kadir Bey'in yaptıkları da son bulmamıştı. Ancak Gülilzar şimdilik kendini kabul ettirmeye çalışıyordu. Bu uğurda Murat epey bir yardımcı olmuştu ona. Nihayet köyün bütün çocukları sabahtan öğlene değin okulda kalıyor, öğretmenlerini sonuna kadar dinliyor, öğreniyorlardı. Bu vaziyete gelebilmek adına tam bir ayı heba etmişlerdi. Elbette şimdilik Gülilzar'ın keyfine denecek yoktu.

 

Yine akşamüstü hanımlar mektebe doluştuğunda aralarında birini eksik gördü. Fehime yedi yıllık evli, üç çocuklu bir kadındı. Okulu hiç aksatmadığından bu durum Gülilzar'ın şüphesini üzerine çekti. Dersten sonra Fehime'nin evine vararak kapıyı çaldı. Kapıyı açan küçük kızı oldu. Gülilzar küçük kızın sarı saçlarını okşayarak girdi içeriye. Eşiğe adım atacakken Fehime'nin takatsiz hâli Gülilzar'ın endişe içinde ona doğru atılmasına sebep oldu.

 

Genç kadının yüzü darmadağındı. Gülilzar ne olduğunu anlamak adına kadının yüzünü kaldırdı. Fehime utanç içinde gizlemeye çalıştı lakin Gülilzar izin vermedi kendisine.

 

"Kocan mı yaptı Fehime?" Kadın onu onaylarken bir diğer soruyu peşinden geldi. "Niye? Hangi hastalıklı nedene bağlı yaptı bunu sana?" Gülilzar'ın zihnine kendi annesi, ablası, halası uğrarken gözyaşlarını zor tutar oldu. Fehime de daha fazla dayanamayıp döküldü.

 

"Her gün ilçeye gidermiş, orada pavyondaki bir aşüfteye tutulmuş!" Gülilzar'ın ellerinden tutup yalvaran gözlerle baktı. "Ne olur muallime, ne olur yuvamı bozmalarına izin verme!" Kadının bu yakarışı, kulaklarını sağır etti. Yuvası halihazırda zaten yıkılmıştı, üstüne kadıncağız feci bir şekilde darp edilmişti. Lakin Hacı'nın dediği gibi bu insanları anlaması mümkün değildi. Bu sebeple Fehime'nin isteğinden emin olmak adına sordu.

 

"Gerçekten istiyor musun yuvanı?" Kadıncağız istekle başını salladığında tekrar, "Bak Fehime, bu adam seni hırpalıyor, istersen ben yardımcın olur kendi başına yürümende yardımcı olurum. Böyle geçmez," diye feryat etti ama Fehime kararlıydı.

 

"Ben yuvamı isterim muallime. Evlatlarım ne eder? Dağılırız, mahvoluruz!" İşte bu son cümlesi, Gülilzar'ı derinden sarstı. Kendilerinin başına gelen de bu değil miydi? O ve kardeşlerinin başına... Başını salladı. Gülilzar, Fehime'nin isteğini yerine getirecekti.

 

"Dilediğin gibi olsun Fehime. Elimden geleni yaparım." Fehime, sevinçle sarıldı Gülilzar'a, o da Fehime'ye. Gülilzar, Fehime'den nasıl koptuğunu, nasıl evden çıkıp yuvasına sığındığını bilmiyordu. Bölük pörçüktü o zaman dilimi. Birileri onu durdurmuş eline ekmek sıkıştırmıştı. Kahvehanenin önünden geçerken yine aynı bakışlara uğradığını görmedi hiç. Tek derdi kendini yuvasına atıp süngüyü çekmekti. Sabaha kadar kendini toplayıp öğretmeye hazır olmalıydı. Ardından Fehime'nin isteğini yerine getirebilir

di. Yutkundu, ona yine Kuşçu'nun mekânı gözükmüştü. O mekân ve Doktor Rıza...

 

Loading...
0%