Yeni Üyelik
9.
Bölüm

Memnuiyet

@beytikzer

Merhaba sayın okur! İyi günler dilerim.

 

Bölüm zannımca merak ettiğiniz Nazım ile Rıza'nın geçmişini ele alıyor. Merak etmişsinizdir mutlaka, 'Mirabelle kimdir, Nazım'ın elleri neden kanlı?' diye sormuşsunuzdur. Bir nebze yanıt bulacağınızı düşünmekteyim.

 

Bölümün adı 'Memnuiyet' yasaklı demek. Hikayede fark ettiysen birçok sözcük var buna benzer. Niyetim kelime dağarcığının gelişmesi. Genelde bir sonraki cümle kelimeyi açıklıyor lakin anlamazsan belirtmekten kaçınma. O halde artık aradan çekileyim sayın okuyucu. Zevkle okuman dileğiyle. Selametle!

 

Not: Bu bölümde önemli gelişmeleri vermeyeceğim. Onun yerine sevdiğim bir şiirin dörtlüğüyle kapatacağım;

 

Güzeldim de galiba bunu nasıl söylesem:

Eline sağlık Tanrım Leyla çok güzel olmuş

Tanrım eline sağlık dünya da çok güzel olmuş

Keşke biraz ölmesem.

 

***

 

Kollarını pencereden sarkıtıp göğün gittikçe kızıllaşmasını seyir eyliyordu Nazım. Ona hep utanan güzel bir kadını hatırlatıyordu bu görüntü. Dudakları, keyifle seyirdi. Yüzüne vuran serinlik ile gözlerini kapayarak içine çekti havayı. Bedenine teneffüs eden ılık hava ile sarhoş oluverdi. Gözlerini açıp cebinden eksik etmediği kurşun kalemi ile kâğıdı çıkarıp yazmaya başladı. Yazdıkça içinden taşan duygular tarafından sarmalanıyor, heyecan ile gülümsüyordu. Yazdıklarını Gülilzar gelip de okuduğunda ne hisseder ne düşünürdü tek derdi bu oluvermişti birden. Gülilzar onun yegâne okuru idi. Bu sebeple kafasını şişirdiğini de düşünmeden edemiyordu.

 

Pencerenin önünden çekilmeden önce son kez baktı dar sokağa. Afet bu akşam geç gelecekti, belli olmuştu. Afet onun sevdiği kadındı. Yanlıştı, onu sevmek çok yanlıştı ancak yüreğine lafı geçmiyordu ki! Her defasında kendisine kızıyor, 'Bir daha asla bakmayacağım,' diyordu lakin saat her beşi kırk geçtiğinde pencerenin önünde beklemeden edemiyordu.

 

Afet'i yasak kılan hüviyetindeki evli ibaresiydi. İç çekerek perdeye uzandığı an Afet sokağın başında görünüverdi. Nazım perdenin ardına saklanarak izlemeye devam etti onu. Başını bir eşarp ile bağlamış, saçlarını iki yanına sarkıtmıştı. Gülilzar'ın aksine Afet'in saçları uzundu. Ona sevgi ile bakmaya devam ederken kocası düştü aklına. Adam elli yaşındaydı. Üstelik Afet'i sevmediği, hor gördüğü aşikardı. Elbette bu Nazım'ı haklı göstermezdi ama kendine engel olamıyordu ki.

 

Kendine lanet ederek çekildi geriye. Suçluluk hissi ile dişledi dudağını. Ardından ani bir karar ile ana babasının ilk evlendiği zaman aldıkları dolabın yanına sandalyeyi yerleştiriverdi. Amacı dolabın üstündeki bavulu alıp eşyalarını katarak buradan uzaklaşmaktı. Nihayet bavulu indirdiğinde dolabın kendisine ait olduğu bölmeyi açarak eşyalarını yerleştirmeye başladı. Anacığının özenle ütülediği pantolonları öylesine darmadağın bir halde sıkıştırdı. Bavul ağzına kadar dolduğunda bavulu kilitleyip tutacağından kaldırdı. Lakin içeriden gelen bağrışma ve annesinin iniltileri elindekileri bırakarak salona koşturmasına sebep oldu.

 

Gördüğü şey babasına olan kinini katbekat arttırırken zaten gerilmiş olan bedeni hareket edemez olmuştu. Babası, kemerini annesinin sırtına indiriyor, şüphesiz eliyle yırttığı gömleğin daha da parçalanmasını sağlıyordu. Bundan zevk alıyor gibi kahkahasını koyuverdiğinde Nazım'ın gözü döndü. Mutfağa gidip annesinin et doğradığı bıçağı kaparak babasının üzerine atıldı. Babası böyle bir şeyi beklemediğinden şaşkınca bakıverdi oğluna.

 

Nazım, bir eliyle babasının yakasını tutarken bıçak tutan eli defalarca hareket etti. Her hareket edişte ılık bir ıslaklık yayılıyordu ellerine. Her vuruşta babası irkiliyordu, eti yırtılıyordu. Babasının elleri omzunu kavradı ancak çok geçmeden kayıp gitti kapanan gözleri ile birlikte. Nazım'ın kulakları uğulduyordu. Nabzı fazlaca hızlı atıyordu, elleri ise... Elleri kanlıydı, kalem tutan elleri kanlıydı ve bu kan babasına aitti. Bıçağı tutan eli titremeye başladı. Annesi hıçkırıyordu, duyduğu tek ses buydu uğultularla birlikte.

 

Sonra kapı sesi duyuldu. Açmak istemiyordu, bu halde açmak istemiyordu ama ne yapacaktı ki? Gizleyemezdi olanları. Hoş, gizlese; vicdanı peşini rahat bırakır mıydı? Babasına zerrece üzülmüyordu. O bunu hak etmişti. Fakat ne olacaktı şimdi? Belki de tüm yanıtlar kapının ardına sığınmıştı. Bir ölü sakinliğinde ilerledi defalarca çalınan kapıyı açıverdi. Karşısında biricik kuzini Gülilzar idi. Gülilzar'ın neşe ile aydınlanan yüzü soldu birden. Artık deheşete düşmüş bir ifade vardı çehresinde. Hiçbir şey sormadan etmeden içeriye girdi. Peşi sıra kapanan kapı onları tuzla buz edecekti haberleri yoktu...

 

***

 

 

Sigarasının dumanı, rüzgâr ile birlikte uçuşup giderken Mirabelle aklının bir köşesinde ona pusu kurmuştu. Sarı saçlarının yürüdüğündeki salınışı, Rıza'ya pamuk şekerini anımsatıyordu. İki parmağı arasındaki sigarayı gözü görmez bir şekilde inceleyip dudaklarına yerleştirdi. Sanki her içine çekişinde dertleri görünmez bir el tarafından siliniyor, rahatlamasını sağlıyordu. Ancak ona rahat yoktu. Yaklaşan adımların sesi de bunun habercisiydi.

 

"Rıza, neden kayboldun yine?" Rıza, kendisine yöneltilen bu sual karşısında omuz silkip dudaklarını araladı. Duman, dudaklarının arasından bir bulut misali döküldü. Kazım, Rıza'nın yanına çöküp kolunu arkadaşının omzuna attı. "Yapma böyle Mirabelle'yi üzüyorsun." Rıza, gözlerini kapayıp elinin ayası ile ovmaya başladı.

 

"Müstakbel nişanlını üzmek istemezdim, kusura bakma." Her ne kadar bunu umursamaz bir şekilde ifade etse de içten içe onu çürüten aşkından nefret ediyordu. Mirabelle bunu yapmak zorunda mıydı? Rıza'nın onu sevdiğini bile bile Kazım ile olmak... Mirabelle, Rıza'yı cehennem ateşine atmıştı. Şimdi Kazım'ın yüzüne nasıl bakacağını dahi bilmiyordu. Onu her gördüğünde utancından ayaklarına kapanmak istiyordu.

 

Rıza, Mirabelle'nin bu konu hakkındaki düşüncesi geldi aklına. "Abartma lütfen Rıza, seninle yaşadıklarımız, Kazım'ı ilgilendirmez. Geçmiş geçmişte kaldı." Ancak Rıza için bu pek de doğru sayılmazdı. Mirabelle hâlâ kor ateşi gibi yakıyordu gönlünü. Nasıl rahat olurdu vicdanı? Ya Kazım ile Mirabelle'yi her gördüğünde hissettikleri? Tanrı affetsin, Kazım'ın ölümünü dahi istemişti.

 

Altındaki nemli çimler rahatsız etmeye başlamıştı. Kazım'ı saymıyordu bile. Öfkeyle kolu üzerinden atarak ayaklandı.

 

"Size mutluluklar dilerim ama beni rahat bırakın!" Kazım, Rıza'nın bu tepkisini şaşkınlıkla karşılarken o da ayaklanıverdi. Rıza'nın kolunu tutarak,

 

"Biraz abartmıyor musun? Söyler misin yoksa bu hırçınlığın müsebbibi bir hanım mı?" diye sordu. Ardından gülümsedi. "Mirabelle gönül meselesi olduğunu ima etti." Duyduklarına inanamadı Rıza. Mirabelle ne yapmak istiyordu? İki dostu birbirine mi düşürmekti asıl niyeti? Sıkılı çenesinin ardından tıslayarak sordu Rıza.

 

"Kim olduğunu da söyledi mi? Yüzü kızardı mı bu bahsi açarken?" Kazım'ın kaşları anında çatıldı.

 

"Ne demek istiyorsun?" Rıza, Kazım'ın tutuşundan kurtulup okuldan koşar adım çıktı. Elini kaldırıp ilk duran araca binerken Kazım'ın da peşinden geldiğine emindi. Daha fazla konuşamazdı. Zaten çoğu şeyi açık ettiğini düşünüyordu. Biraz daha kalarak dilinin ucundan kopmak isteyen kelimeleri zapt edemezdi. Yaşlı sürücü Rıza'ya dönüp nereye gitmek istediğini sorduğunda Rıza bir gazino ismini verip arkasına yaslandı.

 

Camdan izlemeye başladığı şehrin yaya kaldırımları kadınlar ile doluydu. Hepsi ya işine gidiyor ya da evine dönüyordu. Savaş sonrası azalan erkek iş gücü, kadınlar tarafından gideriliyordu. Avrupalı kadınların bu denli özgüvenli oluşları bundan ileri geliyordu. Elbette bir erkek kadar özgür değillerdi, hâlâ toplum baskısı mevcuttu lakin kendi ülkesinin hanımlarını düşününce...

 

Gazino önünde durduklarında hızını kaybetmeden ücreti ödeyip çıktı arabadan. İçmek istiyordu. Durmadan içmek, kendini kaybedene değin... Zaten bu mekânın devamlı müşterisi haline de geldiğinden kimse kendisine karışmıyor, isteğini yerine getiriyordu.

 

Kim bilir kaçıncı şişesinde biri durdu önünde. Zaman kavramını yitireli de epey olduğundan bu zata baktığında hülya gördüğünü düşündü. Onun biricik sevgilisi bir düş gibi belirivermişti. Lakin hüzünle bakıyordu kendisine. Çenesi titriyordu, ağlamış mıydı o? O güzel mavi gölden oluk oluk yaşlar mı boşanıyordu? Rıza kendini bilmezcesine yerinden kalkmaya çalıştığında sendeledi ama Mirabelle onu tuttuğundan sağlam durdu. Yanaklarını avucunun içine alarak yüzünü görmeye çalıştı.

 

"Neyin var mon souffle? Neden incilerini akıtıyorsun?" Mirabelle dudaklarını dişleyerek gözlerini yumdu ardından fısıldadı.

 

"Kazım..." Rıza eli yanmışçasına kurtuldu Mirabelle'den. Kazım'a ne olmuştu? Neredeydi? Şu an iyi miydi? Mirabelle'ye baktı tekrar, çökmüş narin omuzları, dağılmış güzelim sarı saçlarıyla örttüğü yüzü... Geriledi. Aklına düşen o lanet düşünce olamazdı değil mi? Gazinoyu aydınlatan ışıklar gözünü rahatsız etmeye, midesini bulandırmaya başladı. Böyle olmamalıydı. Bu şekilde olmaması gerekiyordu. Midesi isyan ederken fikirler zihnini kemirmeye, vicdanını dişlemeye başladı. Birden yere eğilip midesini rahatlattı. Lakin düşüncelerini rahatlatacak hiçbir şey yoktu. Bundan emindi...

 

Loading...
0%