Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Muhatara

@beytikzer

İyi günler dilerim sayın okur! Yeni bir bölümle merhabalar. Bu yazar çok iyi, senin de iyi olmanı diler. Öncelikle şu uyarıyı yapmalıyım sanırım. Yazılanlarda hiçbir hata yok. Paragrafa baştan dönüp, 'Nasıl ya?' diye sorma. Sadece sonuna dek oku ve lütfen tepkini dile getir. Söz bir daha bu istekte bulunmayacağım. Ya da söz vermeyeyim. Yazara belli olmuyor, biliyorsun.

 

Dram sevmeyen, 'Hüzünlenmek istemiyorum!' diyen biriysen bence medyayı açma. Ancak dinlemeni de tavsiye ederim. Müzeyyen Senar'ın dilinden, 'Akşam Oldu Hüzünlendim Ben' şarkısını dinlemeden ayrılma. Bu arada bölüm isminin anlamı korkutucu durum, tehlike demek.

 

Sözümü burada noktalarken keyifle okumanı diliyorum sayın okuyucu. Selametle!

 

27 Haziran 1950 Amerika Birleşik Devletleri, Kore Savaşı'na asker yollama kararı aldı.

 

28 Haziran 1950 Seul, Kore birliklerince ele geçirildi.

 

***

 

Gülilzar'ın halası, her zamanki gibi tarhana çorbasını pişiriyordu. Lakin bu sefer farklı bir gerginlik vardı omuzlarında. Sadece onun sırtında değildi o huzursuzluk. Gülilzar ve Nazım'da da vardı. Fakat Nazım'ın hisleri huzursuzluk ile sınırlı kalmıyordu. Gülilzar halasını mutfakta bırakıp Nazım'ın odasına doğru yol aldı. Akşamdan beridir odadan çıkmamış, ses etmemişti. Bu kadarının fazla olduğunu düşünmüştü Gülilzar. Nazım derhal bir karakola gidip teslim olmalıydı. Yoksa bu vicdan ile daha fazla yaşayamazdı. Bunu her dile getirişinde halası tarafından susturuluyordu ama odanın bir köşesinde çürümeye bırakılmış eniştesi içini okuyordu sanki. Bu da Gülilzar'ı ürpertmekle kalmayıp midesinin kasılmasına sebep oluyordu. Nazım'ın odasına yanaşıp kapısını tıklattığında, bir ses işitmediğinden kapıya uzandı eli.

 

"Nazım içeriye giriyorum!" Tekrar bir yanıt alamadığından bu sefer çekinmeden açıverdi kapıyı. Karşısında gördüğü manzara çığlık atmasına sebebiyet verdi. Doktor Rıza kendisini bir halat ile tavana asmıştı. O güzelim yüz nefessizlik ile morarmış, kararmıştı...

 

Gülilzar, uykusundan sıçrayıp örtüyü üzerinden atıverdi. Gördüğü rüya, onu bir buhranın eşiğine götürmek üzereydi. Çıplak ayaklarını yere bırakıp kapının arkasına sığındı. Yine o anı yaşamıştı. Yine aynı hatıra kendisine zulmetmekle kalmayıp aklını kaçırmasına neden oluyordu. Tek bir farkı vardı, bu sefer Doktor Rıza'yı Nazım'ın yerinde salınırken görmüştü. Yerde çömelip ellerini başına dayayarak ileri geri sallanmaya başladı. Gözyaşları yüzünde hasıl olduğunda dudaklarının arasından çıkan hıçkırıkları bastıramadı.

 

Nazım gitmişti. Nazım kendisi ile birlikte babasını ve tüm güzel anıları da götürmüştü. Gülilzar'a kalanlar ise kederden başka bir şey değildi. Nazım, onu terk etmişti. Rüyayı düşündükçe hıçkırıkları büyüyordu gecenin karanlığında. Kimsecikler yoktu etrafında, böylece rahatça ağladı. Ancak rahatını bozan şey, pencerenin tıklanışıydı. Gülilzar çömeldiği yerden kalkarak gözyaşlarını silip derince nefes aldı. Sarmaçla donatılmış başına aldırmadan, perdeyi araladığında karşısında gördüğü Murat'tı. Yüzünde mihnet ile kararmıştı sanki. Lakin Gülilzar'ı gördüğü an kahkahalarına engel olamadı. Saçına güldüğünü çok iyi anlayan Gülilzar, kaş çattı. Pencereyi aralayıp,

 

"Gecenin bu köründe hayrola Murat?" diye fısıldadı. Murat onun bu telaşesine anlam veremedi. Okulun etrafında tek bir hane dahi yoktu.

 

"Neden fısıldıyorsun?" Sesini Gülilzar'ınkine uydurmuştu. Gülilzar cevap vermeden kaş çattığında Murat kurumuş yaşları fark etti. "Sen ağladın mı?" Gülilzar sonunda dilini çözerek,

 

"Bekle orada. Geleceğim," diyerek üzerine bir hırka alıverdi. Peşi sıra Murat'ın yanına vardığında kollarını önünde bağladı. Murat, taşı işaret ettiğindeyse inat edip daha fazla mesele çıkarmadı. Oturduğu taş, rahatsız olsa da bakışlarını Murat'a dikerek,

 

"Bir sorun mu var?" dediğinde Murat karşısında çöktü.

 

"Vaziyetin hiç de iyi görünmüyor. Bir şey mi oldu? Biri seni kıracak, üzecek laf mı etti?" Gülilzar yanıtını alamadığı sorusundan ötürü sessizliğini koruyunca Murat, pes edip toprağa oturuverdi. "Pederle atıştık. Canımı sıktı, çektim; gittim ben de. Sonra bir bakmışım köydeki tek dostum sen varmışsın." Bu cevap Gülilzar'ın hoşuna giderken gülümsemeden edemedi. "Peki ya sen, sen neden böylesin?" Gülilzar iç buhranını belli edercesine nefes aldı.

 

"Bir kâbus, bir abacı. Kurtulamadığım bir anı tekrar rahatsız etti işte. Bu seferki daha korkunçtu." Murat, başını salladı.

 

"Peder de benim abacım." Başını köyden öteye çevirip mırıldandı. "Baban tarafından kabul edilememek zor Gülilzar. Ne yapsan yaranamıyorsun." Gülilzar, babası tarafından kabullenememenin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Bu yüzdendir kendini Murat'a daha çok yakın hissedip açıverdi hislerini.

 

"Dokuz kız çocuklu bir ailenin en küçük kızıydım. Babam ben doğduğumda neden erkek olmadığım için boşadı annemi." Bir süre duraksadı. "Yani seni anlıyorum." Murat başını öne eğip alayla homurdandı. Omuzları kalkıp inerken,

 

"Öyle değil Gülilzar. Sanırım bunu bir sen öğreneceksin. Sırrım sana emanet bilirim." Anlatacaklarının ağırlığı altında ezildiği o kadar ayandı ki Gülilzar tüm teamülleri yıkıp sarılmak istedi ona. "Ben Kadir Beyin öz oğlu değilim." Bunu öyle bir söylemişti ki Gülilzar, Murat'ın biraz sonra gözyaşlarına boğulacağını sandı. Doğrusu bu Gülilzar için bir anlam ifade etmiyordu. Hatta sevindiğini dahi söyleyebilirdi. Öylesi bir baba, Murat'ın pederi olamazdı. Lakin Murat'ın bu konuda elem içinde olduğu da aşikardı.

 

"Ne olursa olsun seni yadırgamayacağımı bilmen gerek." Murat, Gülilzar'ın bu anlayışlı haline bayılıyordu. Kollarını dizlerinin etrafına sardı. Dudaklarını birbirine bastırıp,

 

"Evlenmek niyetinde olduğumu söyledim. Büyük fırtına koptu pek tabii," dedi burun bükerek. Gülilzar merakına yenik düşerek,

 

"Kim bu hanım?" diye sorduğunda Murat'ın yüzü aşk ile parıldadı.

 

"İlçeden, Hülya..." Yüzünü buruşturdu. "Tabii sen pavyoncu Hülya diye biliyorsun." Gülilzar'ın zihnine bir şavk vurdu.

 

"Şarkı mı söylüyor? Hani saçları kısa, sarışın..." Murat kaş çattı.

 

"Sen nereden tanıyorsun Hülya'yı?" Gülilzar aptallığını hatırlarken eliyle yüzünü kapattı.

 

"Çünkü dün pavyona gittim ve bildiğin üç bardak alkol kullandım." Kıkırdadı. "İçtiğimin ne meret olduğunu bile bilmiyorum. Senin Hülya da masama oturdu. 'Birini çağırayım mı?' diye sordu. O da aynı hisleri mi besliyor?" derken sesi şefkatle yumuşadı. Murat mutlulukla başını salladı. Sonra başını yana yatırıp,

 

"Yalnız orada ne işin vardı bir, ikincisi kimi çağırdın?" diye sordu. Gülilzar ikinci soruyu duymazdan geldi.

 

"Fehime'yi biliyor musun? Kocası pavyondan bir hanım ile gönül ilişkisine girmiş. Boşanacağım demiş kadıncağıza. Benden rica et..." Sesi Murat'ın öfkesi ile kesildi.

 

"Sen de gittin mi? Biri gördüyse ne olur senin haberin var mı?" Gülilzar'a biraz yaklaşıp, "Seni bu köyden sürerler. İffetine laf ü güzaf ederler de mesleğinden olursun!" diyerek çıkıştı. Ardından sinirlerine hâkim olmak istercesine geri çekildi. "Kimi çağırdın?" sorusunu öyle bir otoriter ses ile söylemişti ki Gülilzar,

 

"Doktor Rıza," dedi hemencecik. Tehlikenin farkındaydı ama sonuçta ilçe neredeydi, köy nerede... Üstelik Fehime'nin ricasını geri çeviremezdi. Murat'ın, Rıza'yı duyduktan sonra sinirle gerilen bedeni Gülilzar'ın merakını celp etti. "Sizin Doktor Rıza ile derdiniz ne Allah aşkına?"

 

"Uzun mesele. Ancak bir daha o tür ortamlara girerken iki defa düşün." Gülilzar homurdandı.

 

"Hülya da o mekânda türkü söylüyor!" Murat daha fazla dayanamayıp ayaklandı. Parmakları kafa derisini kaşırken,

 

"O farklı. O ortamın içine doğdu. Üstelik buradan gideceğiz," derken ağzından kaçırmış olduğu sır yüzünden suratı buruştu. Ardından başını göğe kaldırıp, "Böyle istekler geldiğinde bana gel, elimden ne gelirse yaparım. Fehime'nin kocasını da bana bırak. Hallederim," diyerek karanlıkta gözden kayboldu. Kendi ile baş başa kalan Gülilzar rahatsız taştan kalkarak karabasanın sarmalamış olduğu odasına döndü. Uyku haramdı bu saatten sonra fakat kendini zorladı. Nihayet uyku onun benliğini teslim aldığında, aklında takılı kalan bir Rıza vardı. Hep olacaktı biliyordu. Adını, simasını unutması mümkün görünmüyordu.

 

***

 

"Bak Halime!" Gülilzar, tebeşiri eline alıp büyük 'm' harfini çizdi. "Benimle birlikte tekrar et. M!" Halime, Gülilzar ile birlikte harfi tekrar ederken Gülilzar tekrar dönüp 'e' harfini çiziverdi. "Şimdi ikisini birlikte söyle bakalım." Halime dudaklarını yalayıp,

 

"Me!" diye yüksek sesle haykırdı. Gülilzar tatmin olmuş bir vaziyette, tahtaya bir harf daha çizerken Halime, Gülilzar'ın buyruğunu beklemeden atıldı. "Mehh!" Gülilzar, öğretebilmenin hazzıyla coşku yaşarken iki harf daha karaladı günah kadar siyah olan tahtaya. Bu çizdirikler anlamlı bir hale gelene değin Halime okudu, Gülilzar yazdı. Sonunda Halime anlamlı bir şeyi söylemenin heyecanı ile bağırarak okudu. "Mehmet!" Gülilzar, bu hırslı kadına gülümsedi.

 

"Aferin Halime!" Masasına doğru yürüyüp bir kâğıdı aldı eline. Kağıdı Halime'ye uzatırken, "Bu da senin ödevin olsun. İyi oku, çalış. Yarın bu metni, düzgün bir halde okumanı istiyorum," dediğinde Halime heyecan ile baş salladı. Ödevi Gülilzar'dan alıp masasından kalkarak mektebi terk eyledi. Okul Gülilzar'a kalınca ortalığı toplamaya başladı. Tahtayı temizledi, sıraları nizama soktu, pencereleri açarak sınıfı havalandırdı. İçeriye doluşan hafif esinti ile ürperirken bahçeye indi. Sabah okul açılmadan çeşmeden doldurduğu ibriğiyle fidanları suladı. İşi bittiğinde içini de bir boşluk sardı. Merdivenlere oturup elini çenesine dayayarak öylece izledi boş bahçeyi. Sabahki neşe ve seslerden eser yoktu.

 

Bir süre sonra bastonundan destek alan Fatma Hanım görüş alanına girdi. Fistanının kenarından sarkan bir kese ile Gülilzar'a doğru geliyordu. Fatma Hanım'ın bu hararetli gelişi, Gülilzar'ın gerilerek ayağa kalkmasına neden oldu. Yaşlı kadın belinde sallanıp duran keseyi ilmekten kurtararak Gülilzar'a uzattı.

 

"İğne vurman gerek!" Kadının sert ve emir veren sesi, Gülilzar'ı korkutmuştu doğrusu. Vücudu anında tepki verdi. Kesenin içindeki flakon ve ampule uzanıp şırıngayı kontrol etti. Fatma Hanım ise çoktan içeriye geçmiş, Gülilzar'ın odasına dalmıştı. Gece yatak, gündüzün sedir olarak kullanılan yere serildi boylu boyunca. Gülilzar'dan çekincesi hiç yoktu. Bu esnada Gülilzar sesini çıkarmadan, işini düzgün bir şekilde yapmaya çalışıyordu. Ampulü tek bir fiske ile kırarken şırınga ile sıvıyı flakona enjekte etti. İyice çalkaladıktan sonra,

 

"Hangi tarafa vurmamı isterdiniz?" diye sormadan edemedi. Fatma Hanım kaba bir şekilde,

 

"Kıç içte! Bir yere vuruver," diye parladı. Gülilzar utanç içinde boyun eğdi. Fatma Hanım belli ki kendisini sevememişti. Eh, yeğeni de öyleydi ancak Gülilzar'ın içindeki minik umut kıvılcımları hâlâ duruyordu. Gülilzar, işi bitirip iğneyi vücuda zerk edecekken Fatma Hanım, uyarmadan edemedi. "Elin ağır değildir inşallah!" Gülilzar sabır dilerken sakinliğini korumaya çalıştı. İğneyi sokarken Fatma Hanım çok az gerilip gevşedi. Nihayet iş bitince bu sefer Gülilzar takıldı Fatma Hanım'a. Belki de niyeti, o an için merakının sesini dindirmekti.

 

"Elim ağır değildir görüldüğü üzere. Lakin memnun kalmadıysanız yeğeninize gidebilirsiniz artık. Hiç gocunmam." Fatma Hanım uzandığı yerden başını Gülilzar'a doğru çevirdi.

 

"O kör olasıca gelmedi ki! Beni, senin gibi bir çocuğa bıraktı." Gülilzar, Rıza'nın neden gelmediğini düşüne dururken Fatma Hanım kalçasını ova ova doğruldu. "Abdullah'ın işiyle uğraşıyor, yoksa sana kalmazdık!" Gülilzar bir kez daha Abdullah ismi ile karşılaşınca sormadan edemedi.

 

"Abdullah'ın başına ne geldi?" Daha önce Hacı Niyazi'nin söylediklerini hatırladı. Kadir Bey'in evinde gerçekleşen vukuatı da... Fatma Hanım, sinirle anlatmaya başlamadan önce Gülilzar yanına oturdu.

 

"Geçen yıl da bu yıl da kıtlık vardı. Abdullah da tarladan mahsulleri alamadı. E ne yapsın? Borç dilendi milletten. Muhtar da Abdullah'a, Kadir Bey'e git demez mi!" Fatma Hanım anlatacaklarını aktarırken arada sırada dizlerine vuruyor, ah vah ediyordu. "Kadir Bey de bir yılda borcunu ödemezse diye tarlasına el koydu. Ama aldığı para, tarlanın çeyreği etmez." Gülilzar dehşet içinde elini ağzına götürdü.

 

"Kadir Bey tefecilik mi yapıyor?" Fatma Hanım başını sallarken kızgınlığı barizdi.

 

"Köylü ne yapsın mecbur olunca? Sadece Abdullah mı kimler kimler göçtü köyden." Ardından burnundan soluyarak Gülilzar'a baktı. "Sen de beni lafa tut. İneklerimi kim sağacak benim? Gitmiştir kızlar şimdi tarlaya." Gülilzar, Kadir Bey'i sonraya bıraktı. Fatma Hanım ile arasındaki gerginliğin son bulması adına,

 

"Ben yaparım efendim," dediğinde Fatma Hanım, memnuniyet ve sinsilikle harmanlamış gülümsemeyi yerleştirdi yüzüne.

 

"E hadi düş peşime!"

 

***

 

Fatma Hanım, Gülilzar'ın bu işten anlamayacağını düşünüyordu. Lakin Gülilzar bu iş için doğmuşçasına sağıyordu ineği. Kova ağzına kadar dolunca Gülilzar nazikçe hayvanı okşayıp tabureden kalktı. Kovayı da alıp Fatma Hanım'ın mutfağına götürdüğünde ellerini taşıma suyuyla yıkadı. Fatma Hanım istemeden de olsa bu kadını sevmeye başlamıştı. Genç kadın şehirde büyümüş olmasına rağmen inek nasıl sağılır, ağaç nasıl dikilir biliyordu ve bu, Fatma Hanım için büyük meziyetlerdi. Üstelik okuma yazma da öğretiyordu. Daha ne olsundu onun için.

 

Gülilzar, ellerini mutfağın duvarına asılmış olan bez ile kurulayıp Allahaısmarladık diledi Fatma Hanım'a. Fatma hanım da taze sağılmış sütün bir kısmını; geniş ağızlı, küçük sürahiye koyup Gülilzar'a uzattı. Gülilzar, bunun bir ateşkes olduğunu biliyordu. Bu sebeple coşkuyla karşıladı ikramı. Bir yürek daha kazanmıştı ve bu kendisi için mutluluk verici bir gelişmeydi. Sürahiyi yuvasına bırakıp tarlaya gitmeyi koydu o anda kafasına. Belki bu sayede daha çok hanım gelirdi okula. Tarlaların nasıl biçilmesi gerektiğini söyleyebilirdi. Fakat mektebin ıssız yolunda etrafı çevrildi. Köyün üç delikanlısı, Gülilzar'a rahatsız edici bir şekilde göz süzüyordu. Gülilzar soğukkanlılığını korumaya çalıştı. Neticede herkesin niyeti kötü olmazdı ya!

 

"Buyurun bir şey mi isteyecektiniz?" Delikanlılardan kumral olanı, Gülilzar'ın üstüne yürüyerek,

 

"Geçen gün millete ne ettiysen onu isteriz," dedi pis bir sırıtışla. Gülilzar bir müddet düşündükten sonra kan beynine sıçradı. 'Beni gördüler mi?' düşüncelerinin peşini, 'Ya Rıza ile çıktığımı?' fikri takip etti. Genç oğlanlar, Gülilzar'ın ne düşündüğünü, neyi hatırladığını kavramış gibi daha fazla üstüne doğru yürümeye başladı. Biri, Gülilzar'ın elindeki süt dolu sürahiyi kapıp yere yuvarlarken Gülilzar buz kesti, öylece dondu kaldı. Kumral olanı, Gülilzar'ın kolundan tuttuğunda nihayet aklı başına geldi ve direnmeye çalıştı. Lakin gençler daha kuvvetliydi ve karşı koymak çok da mümkün görünmüyordu.

 

"Ne ediyorsunuz kızcağıza?" sesini işittiğinde kurtuluş yakın geldi. Hacı, aşırı kilosuna aldırış etmeden yolu kat ederken mektepten taraf gelen adımlar, içine su serpiverdi. Ona bugün bir şey olmayacaktı, kurtulmuştu. Adımların sahibini gördüğündeyse sevinç içinde ona koşmak istedi lakin Doktor Rıza, kaçışan oğlanların peşinden koşturdu. Hacı ise Gülilzar'ı o merhametli k

ollarının arasına alıp teskin etmeye çalıştı. "Korkma," diyordu. "Korkma bir daha kimse sana elleşmeyecek!"

 

Loading...
0%