@beyyzzademiir
|
Yorgunluğun hat safhasında araladım gözlerimi. Saat neredeyse gecenin dördü olmuştu. Bu saatte çalışma odasından gelen babamın sesi iç açıcı değildi. Ayaklarımı yataktan aşağı sarkıttığımda terden sırılsıklam olan yastığıma hafifçe dokunup nemli tarafını tersine çevirdim. Yan taraftaki komodinin üzerindeki lastiğim ile saçlarımı tepeden bir topuz yapıp yavaşça yatağımdan kalktım. Koridora çıkıp babamın çalışma odasına doğru yaklaştıkça yükselen seslere anlam vermeye çalışıyordum. Kapının eşiğinde daha da netleşen ışık gözlerimi açmamda bana engel olsa da aralıktan içerideki konuşmayı dinlemeye başladım. Babam gecenin bu saatinde kiminle konuşuyordu bilmiyorum ama ciddi bir problem olduğu belliydi. “Kadir, senin oğlun birini öldürmüş. Sen bunun ne demek olduğunun farkında mısın? Sen Erel hukuk bürosundaki hangi avukatın bir katili savunduğunu duydun bugüne kadar?” Karşı taraftaydı konuşma sırası ve onları duyamıyordum. Sıra babama geldiğinde dinlemeye devam ettim. “Bak, daha kendin çelişiyorsun. Az önce benim oğlum katil oldu diye açtın telefonu. Şimdi o yapmamıştır diyorsun. Bu kadar basite nasıl indirgersin bunu sen?” Cinayet ya da cinayete teşebbüs... Duyduklarım kulağımda sürekli çınlarken ellerimin titrediğini fark ettim. Elimi şok içinde ağzıma götürürken çalışma odasından gelen sesin kesildiğini ve telefon görüşmesinin bittiğini anladım. Ayaklarımın bağı çözülmüşçesine yalpalanarak odama gitmeye çalıştım. Kendimi yatağıma atarken tüm bunların bir kâbus olmasını dileyerek gözlerimi yumdum. … Yatağımda oturduktan sonra komodinin üzerinde duran cep telefonumu elime alıp haber sitelerine göz atmaya karar verdim. Eğer dün gece duyduklarım gerçek ise Kadir Bey'in restoranında, Kadir Bey'in oğlu tarafından bir cinayet işlendiyse, mutlaka haber sitelerine de düşmüştür. Karşıma çıkan ilk siteye girer girmez duyduklarım doğrulanmış oldu. "Kadir Kaya'nın restoran zincirlerinde akıl almaz olay!" "Katil, Çağıl Kaya…" "Kaya restoranlarında ölü beden." Başlıkları dehşet içinde okurken aralarından bir tanesini seçip içerisindeki detayları okumaya başladım. "Dün gece saatlerinde Kaya Restoranlarından yükselen silah sesleri etraftakilerin yüreklerini ağızlarına getirdi. Kadir Kaya'nın oğlunun içeride bulunduğu anda bir çatışma yaşandığı öğrenildi. Etraftan gelen bilgilere göre içeriden bir süre tartışma sesleri yükseldikten sonra arbede yaşandığı ve hemen ardından iki el silah sesi duyulduğu öne sürüldü. Tarafların avukatlarından herhangi bir açıklama yapılmadı. Arbedede vurulan şahısın hayatını kaybettiği bilgisi elimize ulaştı." İddia veya değil ortada işlenen bir cinayet ve katil vardı. Üstelik babamın çalıştığı en önemli müvekkillerden birinin oğlu tarafından işlenen bir cinayet vardı. Kadir Bey’in davalarını babam her daima gizli tutardı. İsmini sık sık duyduğum fakat davalarına asla hâkim olmadığım bir müvekkilimizdi. Tahminimce bu dava da aynı şekilde olacaktı. Gizli saklı, babam tarafından çözülecekti. Telefonu aldığım yere bırakırken yatakta doğruldum. Kahverengi tonlarındaki yorganı kenara doğru attırdım ve banyoya yöneldim. Kendimi sıcak suyun altına attıktan sonra birkaç dakikayı burada geçirmek güne başlamak için güzel bir fırsattı. Banyodaki işimi de hallettikten sonra tekrardan odama geçip perdemi ve camımı açtım. Kasım ayının son demlerini yaşadığımız şu sıralarda kış neredeyse tamamen bastırmıştı. Yüzüme çarpan rüzgâr iyice kendime gelmeme sebep olurken bir yandan da titrememe sebep olmuştu. Camı kapatmadan yatağıma yönelip o kısmı da toparladım. Oda yaşanılabilir bir vaziyet aldıktan sonra camı kapatıp dolap kapaklarının önündeki turlarımı tamamlamaya başladım. Siyah kumaş bir pantolonun üzerine düz beyaz bir tişört giydim. Bu şekilde fazla boş gözüken kombine siyah bir ceketin yakışacağını düşündüm. Oldukça uygun bulduğum kıyafetlerim ile daha fazla ilgilenmeden gözaltlarım da oluşan morlukları kapatmak tekrardan banyoya ilerledim. Çok hafif bir kapatıcı ve fondöten ile işimi hallettikten sonra maskara ve toprak tonlarında bir ruj ile makyaj işini de aradan çıkartmış olmuştum. Saçlarımı da tepeden sıkıca bir atkuyruğu yaptım. Çantamı kontrol ederken bir yandan da sesli bir şekilde sayıyordum. "Defterim... Tamam." "Kapatıcım... Tamam." "Kalemlerim... Tamam." "Şarj aletim ve kulaklığım... Tamam." Cep telefonumu alıp sessizce aşağı indim. Annem ve babam hala uyuyordu, onları uyandırmadan evin ve arabanın anahtarını alıp sessizce evden çıktım. Arabaya bindikten sonra çantamı yan koltuğa bırakıp kafamı arkaya yasladım ve gözlerimi kapattım. Bir insanın başka birini öldürme potansiyelini asla aklım almıyordu. Bu mesleği seçerken belki de bana defalarca düşündüren şey de bu olmuştu. Uygulamam gereken kanunlar ya vicdanımın önüne geçerse? Arabayı çalıştırıp yola odaklanmaya karar verdim. Yaklaşık yirmi dakika sonra ‘Erel Avukatlık Bürosu’ tabelasının önüne gelmiş olmam bir günün daha resmen başladığını kanıtlar nitelikteydi. Boş bulduğum yerlerden birine arabayı park ettim. Kafamın içi benden izinsiz bir savaş halindeydi. Onları susturmak için tek çare kendimi işime vermek olacaktı. Kapıdan girdikten sonra artık Gökhan Erel'in kızı değil sadece Avukat Bigem Erel olarak buradaydım. Sırayla etrafta çalışan herkese günaydın dedikten sonra kendi odamın da olduğu ikinci kata çıktım. Benim de bulunduğum kat diğerlerine göre sessiz ve daha boştu. Bu katta sadece stajını yeni tamamlayan avukatların kullandığı odalar vardı. Büroda çalışanlar dışında da sadece müvekkil ziyaretlerinde kullanılan bir kattı. Yaptığım makyaj geçirdiğim gergin ve sırlarla dolu gecenin gözaltımda bıraktığı izleri kapatmış olsa da, beynimdeki düşünceleri kapatmaya yeterli kalmamıştı. İşlenen cinayet, bu cinayetten dolayı eşi ve kızıyla tehdit edilen babam ve daha bilmediğimiz neler neler... Göz yormayan renkler ile dekore edilmiş olan odam kesinlikle en rahat çalışabildiğim ortamdı. Ceketimi çıkartıp masanın sağ tarafında duran askıya asarken cebinden de cep telefonumu alıp masanın üzerine bıraktım. "Öğretmen Hanımcım" kişisinden 3 mesaj Öğretmen Hanımcım: Günaydınlarrrr günaydınlar efendim, Öğretmen Hanımcım: Bigem uyanmadın mı yoksa? Öğretmen Hanımcım: Uyanınca bak lütfen şu mesajlarıma. Siz: Günaydınlar Ayça Hanım uyanmıştım aslında telefonum sessizde kalmış. Siz: Hayırdır sen niye sabahın altısında ayaktaydın dersin dokuzda değil mi? Öğretmen Hanım: Şu telefonunun sesini kapatma diye kaç kere dedim sana. Öğretmen Hanım: Çocukların sınavları yaklaştı, stres atsınlar diye okulda beraber kahvaltı ettik bugün. Siz: Böyle öğretmen oldu da biz mi okumadık ya. Öğretmen Hanım: Biz mi okumadık diyen senin avukat olman gerçeği… Gözün doysun artık. Öğretmen Hanım: Derse gitmem lazım, yazarım daha sonra. Siz: Tamamdır hocam, iyi dersler. Geçen hafta elimde olan son dosyada kapanmıştı. Normalde hedefim bu hafta Oğuz’un yanına gitmekti ancak düşündüğüm şey başıma gelirse uzun bir süre Türkiye sınırlarından dışarı çıkamayabilirdim. Ben yaklaşık olarak iki üç dakika boş boş otururken kapının tıklanması irkilmeme sebep oldu. Büronun sekreterlerinden Şevket Bey kapıdan girip "Günaydın Bigem Hanım, Gökhan Bey sizi çağırıyor." dedi. Bazı şeyleri çok düşünmek gerçekleşmesine sebep oluyordu belki de. Evren ve enerjilerimizin uyuştuğu bir gündeydik galiba. Kafamı tamam anlamında salladım. Asansöre doğru ilerleyip tuşa bastım ve beklemeye başladım. Çok geçmeden ikinci kata inen asansörün açılan kapısından içeride gördüğüm yüz yeniden soğuk terler dökmeme sebep olmuştu. Dün gecemizin başrolü Kadir Bey tam karşımda duruyordu. Sessizce yan tarafında kalan boşluğa geçtim ve çıkmak istediğim katın düğmesine bastım. Yan tarafımdan yaptığı ufak bir refleks ile asansörü ara katların birinde devre dışı bırakmayı başarmıştı. “Klostrofobin var mı?” diye sordu. Henüz bana dönmemişti ve birbirimize bakmadan konuşuyorduk. “Hayır, yok.” dedim. "Gökhan ile on yılı aşkın süredir çalışıyoruz ve seni ortalama olarak sekiz senedir tanıyorum." dedi. Vücut dili çok rahattı. Sanki oğlu birkaç saat önce cinayetten yargılanmamış gibi. Benimle göz teması kurmayan biri ile bende dönüp göz teması kurmadan konuşmaya devam ettim. "Bunu bana neden söylüyorsunuz Kadir Bey?" dedim. Sesim olması gerektiğinden kinayeli ve kontrolsüz çıkmıştı. Sesimi biraz saha toparlamak adına yutkundum. "Baban çok başarılı bir avukat, sen ise ondan daha başarılı bir avukatsın bundan hiç şüphem yok. Türkiye'nin en iyi üniversitelerinden birinde Hukuk Fakültesine dereceyle girdin, hatta tüm bunlar yetmezmişçesine birde yurt dışında eğitimler aldın. Benim çalıştığım tek avukat baban olmamasına rağmen çocuğunun başarıları en çok dikkatimi çeken avukat baban oldu." dedi. Kelime oyunu yapıyordu. Oğlunun davasını almamı isteyecekti. Bunlar ise sadece başlangıçtı. "Hayat hikâyemi bir kez de sizden dinledim ve buna ihtiyacım yoktu ama siz buraya bunları anlatmaya gelmediniz Kadir Bey." dedim. Bunun üzerine iki defa derin nefes alan Kadir Kaya "Oğlumun davasını üstlen." dedi. Sesi kabul edeceğimden emin ve net çıkmıştı. “Bulabileceğiniz milyon tane avukat varken ben mi gerçekten?” diye sordum. Davanın dışı çok karanlık duruyordu. Kaldı ki ben hiçbir cinayet dosyasında böyle bir tarafı savunmamıştım. “Bulabileceğim milyon tane avukat arasından seni seçtim ben.” “Kabul etmek istemiyorum Kadir Bey,” dedim. “Ben bir katili savunamam.” Son kurduğum cümlenin ardından bana döndüğünü fark edebiliyordum. Ses tonunu biraz daha yükselterek "Benim oğlum katil değil." dedi. Ben de Kadir Kaya'nın yüzüne doğru dönüp iri, kahverengi gözleri ile temas kurup konuşmaya başladım "Oğlunuz katil veya değil, ben bir avukatım ve deliller üzerinden konuşurum." dedim. “Pardon Bigem Hanım, sorması da çok ayıp olacak ama kaç tane delil gördünüz dava hakkında? Hayır, henüz yayın yasağı bitmedi. Davada gizlilik kararı alındı. Sorsam öldürülen kişinin adını bilmiyorsunuz. İnternetten okuduğunuz birkaç saçma haber ile benim oğluma katil ceketi nasıl giydiriyorsunuz, etik mi bu yaptığınız?” Bu cümlelere verecek herhangi bir cevabım da yoktu aslında. Bir bakımdan haklıydı çünkü Kadir Bey. Yine de şu an oklar Çağıl’ın üzerindeydi. Asansörün tekrar çalışması için gerekli tuşa bastım ve beklemeye başladım. En altta kata kabinden inen Kadir Bey’in ardından ise dik duran omuzlarımı düşürdüm. Karşı tarafa vermek istediğim güçlü duruşun ardındaki Bigem’i ortaya çıkardım. İnmem gereken kata çıkan asansörün kendime gelmem için yeterli süreyi bana tanımamıştı fakat artık yapacak bir şeyim yoktu. Derin bir nefes alıp kapıyı tıkladım, hiç gecikmeden içeriden gelen "Gel," sesi ile odaya girdim. Önündeki bilgisayar ile ilgilenen babam ekrandan gözünü ayırmadan "Günaydın kızım sabah yine erkenden çıkmışsın evden, insan bir haber verir." dedi. Duymak istediklerim için beklemeye vaktim yoktu hızlıca konuya girip "Kadir Kaya neden oğlunun davasını almamı istiyor?" diye sordum. Sorduğum bu soru ekrandan gözlerini ayırması için yeterli olmuştu. "Çünkü öyle olması gerekiyor." dedi. Bu cümle gözlerimin yuvalarından çıkarcasına büyümesine sebep olmuştu "Baba böyle bir davaya hazır olmadığımı sen benden daha iyi biliyorsun. Ayrıca adam katil." dedim. Sesim haddinden yüksek çıkmıştı. "Öncelikle sesinin miktarını ayarla, hem babanla hem de patronunla konuşuyorsun. Daha sonra da şunu biliyoruz ki meslekte üçüncü yılın. Bu tarz bir dava da görebilirsin artık. 27 yaşındasın Bigem. Sana ilerisi için harika bir tecrübe. Son olarak adalet karar verene kadar bir insana suçlu hükmü giydirmek bizim işimiz değildir." dedi. Aşırı sakin ve net çıkan sesi hiç hoşuma gitmemişti. “Sen biliyorsun cinayet davalarında neler yaşadığımı? Aynılarını nasıl tekrar yaşama ihtimalimi göze alırsın?” Bu davaya karşı içimde bir karanlık vardı ve bu beni çok rahatsız ediyordu. Olduğum yerde sesimi çıkartmadan beklerken önündeki dosyayı bana uzatan babamı ikiletmeden dosyayı elinden aldım ve üzerinde yazan isme göz gezdirdim. Davacı: Ayşe Akın Davalı: Çağıl Kaya, içimi huzursun eden karanlığın nedeni olan adam. Avukat: Bigem Erel, bu karanlığın için kaybolmaktan korkan ben... Babamla daha fazla konuşmadan hızlıca odadan çıktım. Biliyordum bunun olacağını, daralan nefesimi toparlamakta güçlük çektiğimde çekmeceden ilacımı çıkarttım. Bir tanesini güç bela ağzıma attıktan sonra kendimi masanın arkasında kaydırdım ve yere oturdum. Şimdi günün bir sonraki işini yapmak için hazırlanabilirdim. Çağıl Kaya ile görüşmek. En son kapanan son davalarımın karar kâğıtlarının kopyaları bugün elime ulaşmıştı. İlk önce onları dosyalarına yerleştirdim. Bu işlemi o kadar uzun zamandır yapmıyordum ki biriken dosyalarla birlikte neredeyse dört saat sadece bunlarla ilgilenmek zorunda kalmıştım. Duvardaki saate baktığımda saat 15.00'e gelmek üzereydi. Hükmünün ne olduğunu bilmediğim fakat savunmaya mecbur bırakıldığım müvekkilim ile görüşmem gerekiyordu bu yüzden daha fazla oyalanmadan çantamı ve ceketimi alıp odadan çıktım. Kendime çeki düzen vermek için lavaboya girdiğimde içeride diğer avukatlardan Eylül'ün olduğunu gördüm. Cıvıl cıvıl sesiyle konuşmaya başladı. "Bigem nerelerdesin sen toplantıda da yoktun?" dedi. "Toplantı mı vardı ki?" dedim. Şaka yapmıyordum, gerçekten toplantı olduğundan haberim bile yoktu. "Evet, Gökhan Bey davaları dağıttı ama sen gelmeyince izinlisin sanmıştım." diyen Eylül'e baktığımda iş şimdi su yüzüne çıkmıştı. "Benim davam vardı bu yüzden haber vermemişlerdir." dedim ve aynadan dağılmış atkuyruğumu toparlamaya başladım. "Çağıl Kaya olayını duydun mu?" dedi Eylül. Keşke sadece duymak ile yetinme şansım olsaydı. "Duydum hatta duymakla yetinmeyip birde davayı aldım." dedim. Sesimin bıkkın çıkması gerekirken sanki davayı istekli almış gibi çıktı. Aynada kendine bakmayı anında bırakan Eylül bir hışımla bana dönüp "Kızım sen kendinde misin acaba? Bu kadar cevapsız soruya sahip bir davayı nasıl kabul edebildin?" dedi. "Bilmiyorum," diyebildim sadece çünkü gerçekten de bilmiyordum. "O davayı kaybedersen Kadir Kaya senin kariyer hayatını bitirir farkındasın değil mi?" "Evet." derken işimi bitirdiğim lavabodan çıkmak için kapıya yöneldim. "Boyundan büyük sulardasın Bigem, dikkat et de boğulma" diyen Eylül'e cevap vermeden lavabodan çıktım. Arabaya bindikten sonra Çağıl Kaya dosyasını elime alıp gözaltına alındığı karakolun adresini telefonumdaki navigasyona yazdım. Yaklaşık 15 dakika sonra olmam gereken karakolun önünde durduğumda arabayı polis araçlarının karşısındaki yere park ettim. Bir yandan dosyaya son kez göz atıyor diğer yandan ise sesli bir şekilde kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. "Sakin Bigem... Derin nefes... Bir... İki... Üç..." Göz gezdirme işlemini tamamladıktan sonra sağ koltukta duran çantamı ve cep telefonumu alıp arabadan indim. Kendimden emin adımlarla karakolun merdivenlerini çıkarken bir yandan da etraftaki karmaşaları inceliyordum. Oldukça alışık olduğum polis-şüpheli ya da polis-şüpheli yakın tartışmalarıydı. İçeri girdiğimde hemen sağda duran masada çalışan polise doğru yaklaşıp konuşmaya başladım. "Erel hukuk bürosundan geliyorum, Avukat Bigem Erel. Çağıl Kaya ile görüşme yapmak istiyorum." dedim. Bu cümleyi kurarken bir yandan da avukat kimliğimi çıkartıp görevli memura uzattım. Bilgisayarda yaptığı birkaç dakikalık işlem sonucu "İleride sağda merdivenler var. Oradan çıktığınızda 3 numaralı sorgu odasına geçebilirsiniz." dedi. Bana geri uzatılan avukat kimliğimi aldım ve başımla teşekkür edip bahsedilen merdivenlere doğru ilerledim. Üst kata çıktığımda kapılarda yazan numaraları takip ederek üç numaralı sorgu odasının kapısının önüne geldim. Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı tıklayıp içeri girdim. Loş ışığın tam altında duran masadaki sandalyelerden birinde oturan Çağıl Kaya, benim içeri girişimden dolayı korkuyla yerinden sıçradı. Kaç saattir buradaydı bilmiyorum ama hiçbir şey yemediğine ve üzerini dahi değişmediğine emindim. Sadece 12 saatte çökmüştü. Karşısındaki sandalyeyi çektim ve çantamı kenara bırakıp oturdum. Babasınınki ile aynı olan kahverengi gözleri, alnına dökülen aynı renkteki saçları, eğer bir kadında görmüş olsam kullandığı maskara markasını soracağım kadar kusursuz kirpikleri ve beyaza yakın tonda olmasına rağmen yorgunluktan sarıya dönmüş cildi ile Çağıl Kaya karşımda oturuyordu. Bu görüntünün katil olduğunun söylendiği dosya ise tam önümde duruyordu “Ben Avukatınız Bigem Erel,” dedim. Her şeyin başladığı yerdeydik. Sorgu odasında. |
0% |