@beyyzzademiir
|
Neredeyse uzun zaman sonra adam akıllı kahvaltı etmenin verdiği mutluluk ile mutfak tezgâhında bir o tarafa bir bu tarafa hareket ediyordum. Yaptığım yumurtanın kokusu bütün mutfağı esir almışken, birde mükemmel bir kahve hazırlamaya koyuldum. Makinenin içine yerleştirdiğim kapsül damla damla bardağın içine akarken dün geceden beri elime almadığım telefonumu alıp, sandalyeye oturdum. Çağıl’a dün attığım mesaja cevap vermişti, ben ise şimdi bakıyordum. Çağıl Kaya (müvekkilim): Haber vermen gereken bir durum yok, takıl kafana göre. Çağıl Kaya (müvekkilim): Sevda ile dün gerilmişsiniz biraz, onun söylediklerini umursama, söylenir o. Mesajlara cevap vermek ile vermemek arasında giderken en sonunda görüldü olarak bırakmaya karar verdim. Tekrardan ayağa kalkıp telefonumu şarja geri bıraktım. Hazırlanan kahveyi masaya bıraktıktan sonra yumurtayı tabağa koydum. Kahvaltılık peynir ve zeytin ile tabağı da tamamlayıp masadaki yerine yerleştirdim. Ben de sandalyeye yerleştikten sonra tabletimi önüme açarak haber sitelerinden birine göz gezdirmeye başladım. Yaklaşık yarım saat boyunca keyifle kahvaltımı yapıp, gündemi takip ettim. Üzerimi değiştirmek için odama geçtim. Dolabın önünde geçirdiğim beş dakikanın ardından, siyah dizlerimin biraz üzerinde yüksek bel bir etek ve siyah dar bir tişört aldım. Tişörtü eteğin içine sokarak, dışarıdan elbise biçiminde gözükmesini sağladım. Çeşitli takılarla kıyafeti tamamladıktan sonra dün geceden hazırladığım çantamı alıp portmantoya astım. Tek seferde başarılı bir biçimde çektiğim eyeliner’i, kırmızı renk bir ruj ile tamamladım. Saçlarımı salarak dalgalı halini bozmadan şekil verdim. Şarjdaki telefonumu da çantama koyduktan sonra beyaz ceketimi üzerime geçirdim ve ayakkabılıktan siyah çizmelerimi çıkarttım. Giymesi çıkartması her ne kadar zor olursa olsun, bu engeli de aşarak kendimi kapıdan dışarı attım. Soğuğu seven birisi olduğumdan esen rüzgâr bana oldukça keyif veriyordu. Arabanın önüne geldiğimde, gözlerimin fal taşı gibi açılması bir olmuştu. Ellerini göğsünde kavuşturan Serkan arabanın önünde beni bekliyordu. Beni görür görmez dayandığı arabadan ayrılıp bana doğru yaklaştı. “İşe gitmeyeceğini düşündüm bir an gerçekten.” dedi. Elimdeki telefonun ekranını açarak saate baktım. Mesai dokuzda başlıyordu ve saat daha sekiz buçuk bile değildi. “Şirketin sabah açılışını ben yapmıyorum Serkan.” dedim. “Konuşmak için geldim. Şirkete kadar sana eşlik edeceğim itiraz kabul etmiyorum.” diyerek arabaya binen Serkan’ın arkasından bakmakla yetindim. Şoför koltuğuna oturup, emniyet kemerini taktım. Arabayı çalıştırdıktan sonra otoparktan çıkıp yetimhanenin yoluna dönmüştüm ki Serkan konuşmaya başladı. “Yetimhaneye gitmeyeceğim, iş yerine sürebilirsin sen. Ben oradan sonrasını kendim hallederim.” Tamam, anlamında başımı salladıktan sonra şirketin yolunu tuttum. İçimdeki merak duygusunu daha fazla bastıramayarak konuşmaya başladım. “Ne konuşacağız Serkan, sabah sabah nereden estiler aklına?” Açık camını kapatan Serkan, dışarıdan vuran rüzgârı engelledikten sonra konuşmaya başladı. “Bürodan ayrılmışsın, Çağıl Kaya’nın yanında işe girmişsin. Bana da haber vermiş olsaydın sabah büroya gitmek zorunda kalmazdım.” dediğinde ağzımdan çıkan kahkahaya engel olamamıştım. “Ciddi misin sen?” dedim. “Büroya mı gittin?” “Sus, konuşma.” dirseğini cama dayayarak konuşmaya devam etti. “Gökhan Bey de oradaydı zaten.” “Ay ne konuştunuz, bana da söyle?” “Oğuz yanındaydı fazla konuşamadık. Ne o, baban bir avukat daha mı yetiştiriyor eve?” diye sordu. Yaptığı alaya göz devirerek karşılık verdim. “Komik misin sen Serkan Bey? Oğuz’un canı sıkılıyor burada ondan babamla işe gidiyor.” “Oğuz’u uzak tut Bigem bu meslekten. Bak mesleğin kötülüğü falan değil kastettiğim şey. Adalet çatısı altında çalışmak mükemmeldir ve kesinlikle çok kutsal mesleklerden biridir fakat bu işin içten gelmesi lazım, baba isteğiyle değil.” dediğinde içimde bir şeylerin sıkıştığını hissettim. Yaklaşık olarak 10’u aşkın senedir hukuk bürolarında ve adalet saraylarındaydım, gerek öğrenci gerek avukat olarak. İlk 15 yaşında girdiğim bu kapı beni içine çekmiş ve bir daha çıkmama fırsat vermemişti. Dürüst olmak gerekirse ben de çıkmak için çaba sarf etmeyi tercih etmemiştim. Burada ilgimi çeken şeyler hep olmuştu ve ben kadın haklarından, insan haklarına hep bir şeyleri savunmayı seçmiştim. “Babamın bu meslekte olması beni buraya çekmedi Serkan.” dedim. O bana ima etmezdi kolay kolay. Desteklemeyi tercih ederdi. “Sen de biliyorsun çocuklara olan ilgimi. Sesi olmak istediğim çocukları, kadınları belki de en iyi sen biliyorsun. Sesi olamayan herkese ses olmak için girdim bu dünyaya ben.” Kurduğum cümleden sonra zorlaşan nefes düzenimi toparlamak için camımı araladım. Rahatsızlığımı anlamış olan Serkan’da camını araladı. “İyi misin?” diye sordu. Başımı evet anlamında salladıktan sonra onu dinlemeye devam ettim. “Ben senin ne için bu meslekte olduğunu gayet iyi biliyorum. Yaptığım ima sana değildi. Oğuz buraya uygun bir çocuk değil sadece. Teknolojiye ilgi duyuyor ve bunun için aylardır yurtdışında eğitim görüyor. Hak ettiği ve istediği yere gelsin.” “Gelsin Serkan, ben de çok istiyorum bunu.” dedim. Elimden geleni de yapıyordum Oğuz için. Yaklaşık yarım saat sonra arabayı şirketin alt katındaki otoparka park etmeyi başarmıştım. Çantamı alıp arabadan indiğimde Serkan da aynısını yaptı. Arabayı kilitleyip asansörün olduğu kısma yöneldim. Serkan meraklı gözlerle etrafı inceliyordu. “Alalım seni de burada işe.” dedim alaylı bir ses tonuyla. “Ha ha ha ne kadar komiksin sen bugün canım, ben çocuklarımla çok mutluyum. Sarmıyor beni bu ortamlar.” dedi. İç çekerek konuşmaya başladım. “Sevilmez mi çocuklar ya?” Gelen asansör kabinine bindikten sonra sıfırıncı kata bastım. Biz eksi birdeydik ve Serkan’ın çıkacağı kapı sıfırdaydı. Önce onu geçirip sonra odama çıkacaktım. İnmemiz gereken katta açılan kapıdan dışarı çıktık. Tam kapıya yöneldiğimiz sırada Çağıl, Poyraz ve Rümeysa karşımızda duruyordu. Yüzüme bir gülümseme yerleştirerek yanlarına geçtim. Serkan da benim yüzümden aynı hareketi tekrarlamak zorunda kalmıştı. “Günaydın,” dedim. Erkeklerden önce davranan Rümeysa “Günaydın,” dedi. Gözleriyle Serkan’ı işaret etti. “Beyefendi, erkek arkadaşın sanırım.” Ufak bir kahkaha ile karşılık verdiğim sırada Serkan benden önce davranıp konuşmaya başladı. “Hayır. Serkan Demir. Bigem’in yakın arkadaşıyım sadece. Çocuk gelişim uzmanıyım.” Rümeysa elini uzatarak “Çok pardon, ben yanlış anlamışım. Rümeysa Alım.” dedi. Serkan da onun elini sıktıktan sonra Poyraz’a döndü. Poyraz vakit kaybetmeden kendini tanıtıp Serkan’ın elini sıktı. Sıra Çağıl’a gelmişti. Serkan davayı dışarıdan takip eden birisi olarak Çağıl’ı katil sanan kısımdaydı. Bunu düşünmemesi için onu defalarca uyarmama rağmen o dik bakışlarını Çağıl’a dikmiş ve elini uzatmıştı. Çağıl’da aynı şekilde ona bakıyordu. Serkan’ın elini sıkarak konuşmaya başladı. “Çağıl Kaya.” Kısa ve net bir tanışma olmuştu. Serkan bana dönerek “Gitmem lazım artık Bigem.” dediğinde ona başımı salladım. Sırasıyla Rümeysa, Poyraz ve Çağıl’a bakıp gülümsedikten sonra çıkış kapısına yöneldik. Serkan kapıdan çıkmadan önce son kez bana dönerek sıkıca sarıldı. Omuz boşluğuna denk gelen kafam yüzünden Çağıl’ın buraya baktığını görmem hiçte zor olmamıştı. Odama çıkmak için asansöre yönelmiştim ki önünde var olan kalabalık beni oradan itmişti. Merdivenlere yöneldim. Odama geldiğimde içerisi koridora göre daha sıcaktı. Bu sıcakta kesinlikle mayışacağımı bildiğimden ilk işim camları açmak oldu. Ardından üzerimdeki ceketi çıkartıp kapının yanındaki askıya astım. Çantamı masaya bırakarak sandalyeme oturdum. Çantamdaki bilgisayarımı ve telefonumu masaya çıkarttım. Masada duran sabit telefona uzanmıştım ki gözlerimi çalan kapıya çevirdim. “Gel,” Aralanan kapıdan giren Çağıl elinde iki bardak ile bana bakıyordu. Siyah pantolonu, beyaz tişörtü ve siyah ceketi ile oldukça mükemmel gözüküyordu. Gülümsemesi ile gözlerimi bulduğunda konuşmaya başladı. “Kahve seviyorsundur diye düşünüyorum.” Aynı gülümseme ile “Otursana.” dedim. Elimle boş sandalyeyi işaret ettim. Siyah bardaklardan birini bana uzattı Çağıl. “Nasıl, alışabildin mi şirkete? Beğendin mi odanı?” Kahveden bir yudum alırken başımı evet anlamında salladım. “Aşırı ben bir oda olmuş. Kesinlikle zevkime çok uygun.” dedim. “Büroda ki odandan anladığım kadarıyla hazırlattım ama mutlaka eksikler vardır. Asena’ya söylersin” dediğinde olayı şimdi anlamıştım. Alaycı bir gülümseme ile “Ben de diyorum nasıl bu kadar bana uyan bir oda olabilir. Resmen bürodaki odamı çalmışsın.” dedim. “Alakası yok, alışkın olduğun bir yer olsun istedim ben.” dedikten sonra kahvesinden bir yudum aldı. “Sevda Hanım ile anlaşamamışsınız galiba, Rümeysa öyle dedi.” “Benim kimseyle kişisel bir problemim yok Çağıl, o bana gereksiz kin dolu.” Kişisel bir nefretti Sevda’da olan. “Biliyorum ve sebebini öğreneceğim.” dedi. “Gereksiz tartışmayın, hallediyorum ben.” Çağıl’ın arkamı toplamasına ihtiyacım yoktu. Ben cevap vermeden önce kapı tekrardan çaldı. Gözlerimi oraya çevirerek “Gel.” dedim. Bu defa içeri giren Poyraz olmuştu. “Oğlum hani kahve getiriyordun.” dediğinde Çağıl’a öfkeyle bakıyordu. O Çağıl’a bakarken benim gözlerim elimdeki kahve bardağına kaydı. Poyraz’da gözlerini kahve bardağıma çevirdiğinde tekrardan Çağıl’a döndü. “Yazıklar olsun be sana.” Çağıl kahkahalarla Poyraz’a cevap verdi. “Abi, Rümeysa ile içersin diye düşündüm. Ne bileyim ben.” Kapıyı kapattıktan sonra Çağıl’ın karşısındaki boş sandalyeye oturmak için ilikli olan takım elbisesinin ceketinin düğmesini açtı. Üfleyerek konuşmaya başladı. “Rümeysa ile içecektim zaten ama yeni bir catering anlaşması yapmışlar. Oranın organizasyonu için toplantı yapacaklarmış. Eşim burada çalışmaya başladığından beri resmen adam akıllı görüşemiyoruz amına koyayım.” Çağıl gözleriyle beni işaret ederken Poyraz bana dönüp “Kusura bakma Bigem, sinirlendim sabah sabah. Bir de bu arkadaş beni satıp kahveyi sana getirince iyice gerildim.” dedi. Hafifçe gülerek cevap verdim. “Kahve söyleyebilirim sana.” “Yok, çıkacağım zaten birazdan.” dedi. “Sen alışabildin mi buralara?” “Alıştım, alışacağım.” dedim. Poyraz sandalyeye iyice yerleştikten sonra “Sevda reis ile yarışamıyorsun değil mi?” diye sordu. Çağıl o sırada ayağı ile Poyraz’ın ayağına bastı. “Yuh yavaş lan, yalan mı sanki. Bir Rümeysa şu kadından bıkıp bırakamıyor şurayı.” dedi Poyraz. “Bir problemim yok Sevda Hanım ile.” dedim. Poyraz dudaklarını aşağı doğru bükerek hadi oradan dercesine bana bakıyordu. Ben gözlerimi Poyraz’dan ayırarak Çağıl’a çevirdim. “Buyurun Bigem Hanım, siz seversiniz dobralığı.” dediğinde gözlerimi kısarak onu süzdüm. Tekrardan Poyraz’a döndüm “Kimse ile kişisel bir problemim yok, bana karşı sıkıntısı olana da benim yapabileceğim bir şey yok maalesef.” dedim üstüne basa basa. “Sakin Avukat Hanım, bir şey demedim.” dedi Poyraz. Bakışlarını Çağıl’a çevirerek konuşmaya devam etti. “Kaçıyorum ben, sen restorana mı geçeceksin?” Çağıl başını hayır anlamında salladı. “Toplantı var, buradayım birkaç saat daha.” “Öğlen yemek yiyelim mi?” diye sordu Poyraz. “Olur,” diyen Çağıl cümlesini bitirdikten sonra bakışlarını bana çevirdi. “Katılmak ister misin sen de?” dedi. Öğlen Oğuz’la görüşmeyi planlıyordum fakat bu fikir kulağa daha makul gelmişti. “Olur,” dedim gülümseyerek. “Gelebilirim.” Poyraz “Süper o zaman, Rümeysa’ya da haber veririm ben.” diyerek ayağa kalktı. Dağılan takım elbisesinin gömleğini ve ceketini düzelttikten sonra Çağıl’a ve bana veda ederek odadan dışarı çıktı. Çağıl da yaklaşık beş dakika sonra oturduğu yerden ayaklandı. Masada duran kahve bardağını eline alıp, kolundaki saate baktı. “Ben de gidiyorum, bakalım şu toplantıda konu neymiş?” “Tamamdır, kolay gelsin size. Ayrıca kahve için teşekkür ederim.” dedim. Yüzüne yerleştirdiği gülümseme tüm yüz hatlarını ele geçirirken “Rica ederim, tekrarlarız bazen.” dedi. Odadan çıkıp, kapıyı kapattığında feci halde kasıldığımı fark ettim. Sandalyede arkama yaslanarak biraz olsun rahatlamaya çalıştım. Önümde duran bilgisayar ekranını açarak işlerimi halletmeye başladım. Şirketin eski davalarından başladım incelemeye. Sicili oldukça temiz gözüken Kaya Holdingin sayılı davalarının hepsi klasik şeylerdi. Çalışan tazminatı, tarif çalınması, işçi-işveren problemleri dışında çeşitli davası yoktu. Bu işimi iyice kolaylaştırırken bölüm çalışanlarını incelemeye başladım. Daha önce bu kadar kalabalık bir ekibin içinde yer almamıştım ve alışık olduğum bir durum değildi. Neyse ki ortama hızlı adapte olmayı başarmıştım. Yaklaşık iki saati aşkın süredir dosyaları inceliyor, eski davalara göz atıyordum. Bürodaki işime göre daha sıkıcı ve motamot ilerliyordu. Gözümü duvardaki saate çevirdim. Neredeyse 11 olmak üzereydi. Yapacak iş bulamadığımdan canım iyice sıkılmaya başlamıştı. Masada duran telefonumu elime alıp oturduğum yerden kalktım. Eteği uçlarından biraz aşağı çekerek düzelttikten sonra odadan dışarı çıktım. Siyah botumun topuk sesi kısmen boş olan katta yankılanırken ben de binanın içerisinde dolaşmaya başladım. Sıfırıncı katta var olan hareketliliği izlemekten zevk alıyordum, bu yüzden ilk önce o kata indim. Beni görür görmez oturduğu masadan ayaklanan Nisa yanıma geldi. “Merhaba Bigem Hanım, yardımcı olabileceğim bir şey var mı?” “Yok, öyle bir dolaşmak için çıktım odadan.” dedim. Gözlerim etrafta tanıdık bir sima arıyordu. Çağıl ya da Rümeysa burada olsa benim için yeterli olurdu. Meraklı bakışlarımı anlamış olan Asena “Çağıl Bey az önce çıktı.” dedi. Özellikle Çağıl’a baktığımı düşünmemesi adına “Aslında ben, Rümeysa’ya bakmıştım ama.” diyerek bir yalan attım ortaya. Masasına dönüp, telsiz telefonu eline alan Asena bir numarayı tuşladı. Yaklaşık dört-beş saniye sonra konuşmaya başladı. “Rümeysa Hanım orada mı?” Karşıdan gelen cevaba istinaden kafasını sallayan Asena durumu uzatmadan telefonu kapattı. Gözlerini bana çevirerek “Odasındaymış Bigem Hanım, yönetim katında koridorun sağından altıncı oda.” dedi. “Çok teşekkür ederim.” diyerek Asena’nın yanından ayrıldım. Aslında Rümeysa ile görüşmek gibi bir amacım yoktu ama zaten yapacak işim olmadığından gidip en azından sohbet etmek çok mantıklıydı. Asansörü kullanmak yerine merdivenlerle yönetim katına ulaştım. Sağ taraftan altıncı kapının önüne geldiğimde duraksadım. Kapının hemen sol tarafında yazan Rümeysa Alım yazısına göz gezdirdim. Hala buradaki sebebini kavrayamadığım bu kadına karşı içimde gideremediğim soru işaretleri mevcuttu. Kapıyı iki kez tıklayarak içeriden gelecek komutu bekledim. “Gel,” sesinin ardından kapıyı aralayarak başımı boşluktan uzattım. “Müsait misin?” diye sordum. Beni görür görmez gülümseyen Rümeysa “Gel lütfen.” dedi. İçeriye girip kapıyı kapattım. Beyaz renklerin söz sahibi olduğu odayı siyah mobilyalar tamamlıyordu. Adeta bürodaki Eylül’ün odasına benzeyen bu oda benim için fazla aydınlıktı. Masanın hemen arkasında var olan devasa cam perde ile kapatılmamış, onun yerine önüne siyah ahşap deseniyle hazırlanmış bir dolap yapılmıştı. Dolabın üstüne sırasıyla renk renk orkideler saksılarıyla beraber dizilmişti. Çalışma masası ve sandalyeleri de aynı şekilde siyah ve parlak yapılmıştı. Benim odama nazaran daha büyük olan odanın sağ tarafında bir yemek masası vardı. Üzerinde ise büyük ihtimalle davetlerde kullanılan tabakların seçilmesi için dizilen takımlar oldukça düzenli ve simetrik bir biçimde hazırlanmıştı. Masanın karşısındaki duvarda, kapının hemen yanında ise bir televizyon yer alıyordu. Ekrana göz ucuyla baktığımda Kaya Restoranlarının tanıtım filminin döndüğünü fark ettim. Odayı incelemekten kendimi alamazken Rümeysa’nın sesi ile bakışlarımı ona çevirdim. “Otursana, çay veya kahve içeriz.” dedi. Boş sandalyelerden birine yerleştim. “Çay içmiyorum fakat kahveye hayır diyemem.” Önündeki sabit telefondan çevirdiği numaraya iki kahve söyleyip telefonu kapatan Rümeysa yeniden bakışlarını bana çevirdi. “Tarzına bayıldığını itiraf etmem lazım.” dedi. Ufak bir kahkaha atarak konuşmaya devam başladım. “Sen mi benim tarzıma bayılıyorsun, ben mi senin tarzına? Yani Rümeysa Alım karşımda dururken kendi tarzımın konuşulması saçma olur.” Ellerini masada kavuşturan Rümeysa “Burada işe başlayana kadar beni tanımıyordun bile doğru söyle.” dedi. Ellerimi göğsümde kavuşturup, sandalyede arkama yasladım. “Tanımam gerekmiyordu diyelim.” dedim. Rümeysa dudaklarını kenara kıvırdığında, yanağında beliren gamzesi ilk defa dikkatimi çekmişti ya da ilk defa bu kadar içten gülümsemişti. “Ama ben seni tanıyordum,” dediğinde benim kenara kıvrılan dudaklarım düz bir hal aldı. “Nereden tanıyordun?” dedim. “Yok, söyleyemem. Orası bana kalsın.” dedi. “İlk büroya geldiğimizde seni aramızda en çok tanıyan kimdi sence?” Vereceğim cevap belliydi fakat cevap benim vereceğim şey değildi. Bunu anlayacak kadar zeki bir kadındım. “Çağıl,” dedim. Başını hayır anlamında yana salladı Rümeysa. “Ben tanıyordum en iyi seni, sonra Poyraz ve belki de en az Çağıl tanıyordu. O seni seçti, biz seni bulduk.” dediğinde içim bir garip olmuştu. “Babanla hep biz çalıştık. Poyraz’da öğrendi ister istemez.” Müvekkilim değil, yanında gelen kim olduğu belirsiz insanlar beni tanıyordu. Tanıması gereken müvekkilim tanımıyordu. Yüzüme samimiyetsiz bir gülümseme yerleştirdim. “Kim bilir belki de bende sizi Çağıl’dan iyi tanıyorumdur.” dedim. Tek amacım manipülasyon yapmaktı. Yoksa ne Rümeysa’yı, ne de Poyraz’ı Çağıl’dan iyi tanımıyordum. Rümeysa cevap veremeden çalan kapı sesi sohbetin dağılmasına sebep oldu. Elinde iki bardak kahve ile gelen orta yaşlardaki adam bardakları masanın üzerine bıraktıktan sonra odadan çıktı. Rümeysa ciddiyetsiz bir tavırla “Demek bizi daha iyi tanıyorsun.” dedi. Kahveden bir yudum alıp, gülümsedim. “Bilmem, sence tanıyor muyum?” dedim. Kaşlarını yukarı kaldıran Rümeysa “Tanımıyorsun güzelim.” dedi. “Tanısan burada olamazdın. Hoş tanıyınca burada olursun belki kim bilir?” Gözlerim şaşkınlıkla istemsizce büyürken Rümeysa çalan telefonuna bakıyordu. Konuşmayı duysam da idrak etmeyi başaramamıştım. Soru işaretleri giderek artarken ben ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Rümeysa konuşmaya başladı. “Poyraz ve Çağıl aşağıdaymış. Hadi inelim.” Hızlıca kendime gelip bakışlarımı Rümeysa’ya çevirdim. “Gidelim ama önce odama gitmem lazım, ceketim ve çantam orda.” dedim. “Okey.” diyen Rümeysa oturduğu sandalyeden kalktı. Üzerindeki beyaz mini sayılabilecek elbisesini tamamlayan parçası deri ceketi giydikten sonra çantasını aldı ve kapıya doğru yöneldi. Hemen ardından onu takip ederek bende odadan çıktım. Asansörle benim odamın olduğu kata indiğimizde hiç vakit kaybetmeden odama geçtim. Ceketimi üzerime geçirdikten sonra çantamı aldım. Zaten elimde olan telefonum ile birlikte kapının önünde beni bekleyen Rümeysa’nın yanına geri döndüm. Tekrardan asansörün olduğu yere dönüp asansöre bindik. Bizimle beraber asansörde var olan genç adam ve genç kadın aralarında fısıldaşırken Rümeysa ise gergin bakışlarla onları izliyordu. Kapının aynasındaki yansımadan Rümeysa’nın onları izlediğini fark eden ikili çok kısa bir sürede sessizliğe büründü. Asansör eksi birinci kata geldiğinde biz indik. Hemen sağa döndüğümüzde beyaz ve oldukça lüks bir cip’in önüne dayanmış Poyraz ve Çağıl’ı gördüm. İkisi de resmiyetin sunduğu mecburiyet olan ceketlerinden kurtulmuştu. Çağıl beyaz tişörtüyle, Poyraz ise sabah var olan takım elbisesinin ceketini çıkartarak beyaz gömleğiyle kalmıştı. Bizi görür görmez dayandıkları yerden ayrılan ikili duruşunu dikleştirdi. Rümeysa adımlarını hızlandırarak Poyraz’ın yanına gittiğinde kollarını boynuna sararak ona sıkıca sarıldı. Aynı şekilde Poyraz’da kollarından birini Rümeysa’nın beline sardıktan sonra saçlarının arasına bir buse kondurdu. Çağıl başıyla bana selam verdiğinde aynı şekilde ona karşılık verdim. İlk konuşanımız ise Poyraz oldu. “Hazırsanız binebilirsiniz arabaya.” Rümeysa ön koltuğa yerleşirken Poyraz’da şoför koltuğundaki yerini aldı. Arka sağ kapıdan ben bindim. Hemen ardımdan kapımı kapatan Çağıl ise sol taraftaki kapıdan arka koltuğa bindikten sonra Poyraz arabayı çalıştırdı. Sağ camın dibinde ben, sol camın dibinde ise Çağıl oturuyordu. Aramızda kolumuzu koyabileceğimiz bir bölüm vardı. Ben dışarıyı izlerken Çağıl’ın sesi ile bakışlarımı o tarafa çevirmek zorunda kaldım. “Hafif bir şeyler yiyebileceğimiz bir yere gidelim.” Poyraz gözlerini arabanın aynasına çevirdi. Var olan yansıma sayesinde Çağıl ile göz teması kurabiliyordu. “Ben belki kebap yemek istiyorum kardeşim, ne demek hafif şeyler” dedi. Rümeysa dirseği ile Poyraz’ı dürttükten sonra “Saçmalama Poyraz ne kebabı, cidden hafif bir şeyler yiyelim.” dedi. Dikiz aynasından bana göz kırptı. “Yaza hazırlık.” Sanırım bu çıkan göbeğime çarpıtılmış bir laftı. Poyraz ellerini direksiyondan ayırarak ellerini havaya kaldırarak “Emriniz olur beyler, bayanlar” dedi. Dönen sohbet dudağımın kıvrılmasına sebep olmuştu. Gözleri üzerimde duran Çağıl’da benim gülümsememin ardından yüz hatlarına aynı gülümsemeyi yerleştirmişti. Yaklaşık yarım saat sonra önünde durduğumuz mekân gözüme tanıdık gelmişti. Burası Çağıl’ın sorgusuna gittikten sonra salata yediğim yerdi. Bu ekibin burada yemek yemesi içten içe beni şaşırtmış olsa da, alışık olduğum bir mekân olması rahat hareket etmeme sebep olacaktı. Yaklaşık bir saat sonra beyler hesabı ödemek için masadan kalkmıştı. Biz ise Rümeysa ile sohbet etmeye devam ediyorduk. Poyraz ile tanışmaları, Çağıl ile ilk karşılaşmaları ve buna benzer ilk tanışmalarını dinlemiştim. Sabah yaptığım blöfün üstüne bu defa gerçekten de bilgi sahibi olmayı başarmıştım. Kendi hayatımdan fazla bahsetmemiştim ve masada merak edilmemişti. Sorulmadığı müddetçe açıklama yapmayı da düşünmüyordum. Rümeysa ile kahkahalara boğulmuştuk fakat sohbetimizi bölen Poyraz ve Çağıl olmuştu. “Hanımlar sohbetinize doyum olmuyor fakat hadi gidelim.” dedi Poyraz. Başımızla onay verdikten sonra sandalyelerimizden kalktık. Sandalyenin arkasına astığım ceketimi almak amacıyla arkamı dönmüştüm ki gördüğüm manzara aklımdan şüphe etmeme sebep olmuştu. |
0% |