Yeni Üyelik
14.
Bölüm

13. Bölüm - Bir Tabak Makarna

@beyyzzademiir

Gözlerimi aralamamla başımda dönen Ayça’yı görmem bir oldu. Elimi başıma götürdüğümde ağrıdan çatlamak üzere olduğunu fark ettim.

“Kalkar mısın artık Bigem hadi çıkmam lazım benim.”

Ayça’nın mükemmel sesi ile güç bela salonda yattığım koltuktan kalktım. Doğrulurken başım dışında her yerimin de ağrıdığını fark ettim.

Kendimi sürükleye sürükleye kapıya yöneldim. Portmantoda duran çantamı ve montumu aldım. Telefonumu da elime alıp Ayça’ya yöneldim.

“Ben kaçıyorum.” dedim.

Ayça arkamdan seslenmiş olsa da herhangi bir yanıt vermeden evden çıktım.

Dün giydiğim kıyafetler onlarla uyuduğum için kırış kırış olmuştu. Kesinlikle felaket halde görünüyordum. Yaklaşık beş dakika sonra kendi dairemin önündeydim. Yarı uyur yarı uyanık halde kapıyı açıp içeri girdim.

Elimdekileri salondaki koltuğun üzerine bırakıp banyoya yöneldim. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulduktan sonra kendimi sıcak suyun altına attım.

Dün olanlar, ortaya çıkanlar, tehditler… Tam anlamıyla kafayı yemek üzereydim. Yarım saate yakın banyoda oyalandıktan sonra odama geçtim. Dün ki görüntüme oranla daha özenerek kıyafet seçmeye başladım.

Uçuk pembe bir eteğin üzerine giymekten asla sıkılmayacağım beyaz gömleği seçtim. Eteği giydikten sonra her zaman yaptığım gibi gömleğin uç kısımlarını eteğin içine sıkıştırdım. Eteğimle aynı renk olan uzun kabanı da üzerime giymek için portmantoya astım. Çantamı boşaltıp içerisinden çıkanları düzenleyip lazım olanları yeniden geri yerleştirdim. Buradaki işim de bitince banyoya yönelip aynanın karşısına geçtim. Toprak tonlarında renklerle yaptığım makyajı, arkadan topladığım salaş topuzumla tamamladım.

Odama geçip boy aynasında kendime baktığımda oldukça güzel gözüktüğüm kanaatindeydim. Çalışma odasına geçip raftan Çağıl ile ilgili olan tüm dosyaları alıp çantama yerleştirdim. Bugün kimseye belli etmeden detaylı araştırmalar yapmayı planlıyordum. Son kez evden çıkmadan önce mutfağa yöneldim. Geçen gün annemin gönderdiği sandviçlerden birini dolaptan aldım. Küçük bir poşete yerleştirdikten sonra onu da çantama koydum. Portmantodaki kabanı üzerime geçirip telefonumu ve arabanın anahtarını alıp evden çıktım. Kapının üzerindeki anahtar ile de kapıyı kilitleyip anahtarı çantama attım.

Otoparkta arabaya bindikten sonra telefonumdan annemi aradım. Günlerdir duymadığım sesini o kadar özlemiştim ki… Hafta sonunu onlarla geçirmek için saatleri sayacak haldeydim.

“Sen nerelerdesin kızım?” diye açtı annem telefonu.

Bir yandan arabayı çalıştırıp diğer yandan ona cevap verdim. “Çok özledim anne.”

“Oğuz’a diyordun birde eşek sıpası, sen de aramıyorsun artık bizi.”

“Anne çok çok yoğunum ve yorgunum ne olur mazur gör beni. Geleceğim hafta sonu yanınıza.” dedim.

“Hadi bir gelme bak neler yapacağım sana.” dedi. Cevap vermeden sadece annemin sesini dinlemeyi tercih ettim.

“Oğuz’u aramışsın dün.” dediğinde bakışlarım yoldan kısa süreliğine telefonun ekranına kaydı.

“Evden çıkmamasını söylemişsin. Niye Bigem?”

Derin bir nefes aldıktan sonra cümleleri kafamda toparlayarak konuşmaya çalıştım. “Hafta sonu anlatacağım anne,” diyerek geçiştirmekten başka bir şey yapamadım.

Annemden de herhangi bir cevap gelmediğinde “Ben yine ararım seni annecim, olur mu? Çok dikkat et kendine.” dedim.

Annemin iç çekişini telefondan çok rahat fark edebiliyordum. “Tamam kızım, Tamam.” diyerek telefonu kapattı.

Yaklaşık bir saat sonunda şirketin otoparkındaydım. Telefonumu çantama koyup eşyalarımı aldım. Arabadan inip kapıları kilitledikten sonra anahtarı da çantama koydum. Asansörle ilk başta giriş katına çıktım. Asena’nın masasında olduğunu görür görmez onun yanına geçtim.

Benim yanıma geldiğini fark ettiğinde ayaklanan Asena’ya gülümseyerek “Gerek yok bu kadar resmiyete Asena. Günaydın demek için uğradım yanına.” dedim.

“Alışkanlık Bigem Hanım. Size de günaydın.” diyen sesi çok samimiydi.

“Çağıl burada değil mi?” diye sordum.

Başını sağa sola salladı “Hayır.” dedi. “Gelmez bugün büyük ihtimalle. Tekrardan mutfaklara geçti Çağıl Bey.”

Belli belirsiz gülümseme ile teşekkür edip odama çıktım. Araştırma yapmam için fazlasıyla güzel bir gündü, Çağıl yoktu. Etrafımda risk teşkil edecek bir tek Rümeysa vardı o da yanıma uğramadığı sürece herhangi bir sıkıntı olmayacaktı.

Kabanımı kapının yanındaki askıya asıp masama yöneldim. Öncelikle odama söylediğim kahve eşliğinde sandviçimi yedim. Hemen ardından hiç vakit kaybetmeden bilgisayarımı ve dosyalarımı çantamdan çıkartıp masanın üzerine dizdim.

Sırasıyla isimleri araştırmayı düşünüyordum. İlk olarak Reyhan Sezer ismiyle başlayacaktım çünkü bence en kapalı kutu olan ve açılması gereken kişi Reyhan Sezer’di.

Hakkında bildiklerim Çağıl’ın annesi olması dışında başka bir şey değildi. Önümdeki dosyayı açıp incelemeye başladım. Davayı ilk aldığımda babamın hazırladığı bu dosyalarda da benim bildiğimin dışında olan şeyler kişisel bilgilerdi. Doğum tarihi, ailesi, meslek hayatı… Başka hiçbir şey yazılı değildi.

Bu sır küpünü araştırmak için belki de doğru zaman değildi. Reyhan Sezer dosyasını kenara koyduğum sırada tıklanan kapıya çevirdim gözlerimi. Ben herhangi bir şey demeden aralanan kapıdan içeri giren Sevda Kaya olmuştu. Hemen ardından ise Osman Kaya odama girdi.

Sıcak bir gülümseme ile onları karşıladım. Sabah sabah gerginlik yaşamak istemiyordum fakat onlardan aynı sıcaklıktaki tebessümü alamamıştım.

İkisi de masanın önündeki boş sandalyelere oturdu. Sessizliği bozan taraf ise Osman Kaya oldu. “Nasılsın Bigem?”

Herhangi bir samimiyet olmadan resmilikten kopmayı tercih etmeyecektim. “İyiyim Osman Bey, siz nasılsınız?” dedim.

Çağıl’a benzemeyen yüz hatları rahat tavırlarını belli etmeye yeterli oluyordu. “Çok iyiyim. Alışabildin mi şirkete ve yeni işine?”

Sakin ol Bigem, sorulara saçma sapan cevap verme. Çağıl’ı küçük düşürecek bir cümle kurma. Derin nefesimin ardından konuşmaya başladım. “Alıştım. Alışıyorum. Zaten Çağıl ile daha öncesinde tanışmıştım. Yabancılık çekmemem konusunda bana yardımcı oldu kendisi, sağ olsun.”

Bilmiş tavırlarla kafasını sallayan Sevda Kaya’nın imalı bakışları üzerimde dolaşıyordu. Hayır, hayır cevap verme Bigem, sabah sabah gerginlik yaratmaya gerek yok gerçekten. Aynı rahatsız edici bakışlarımı Sevda Hanım’ın üzerinde dolaştırmak yerine meraklı bakışlarımı Osman Bey’in üzerine çevirdim. “Bir karın ağrınız varmış gibi hissediyorum.” dedim.

Odaya girdiğinden beri sesini çıkartmayan Sevda Kaya ilk defa konuşmaya başladı. “Buradan ayrılıp davayı bırakman için takriben ne vermemiz lazım sana?”

Gözlerim gülümsemem ile orantılı bir biçimde büyürken hafifçe kıkırdamaya başladım. Elim ile ağzımı kapatıp “Ciddi misiniz?” dedim. Sevda Kaya benim aksime gülmüyor, ciddiyetinden ise asla ödün vermiyordu.

Bu tavra ithafen ağzımdan çıkan kocaman kahkahaya engel olamadım. Anlamsız bakışları üzerimde olan Osman Kaya’ya ve Sevda Kaya’ya sırasıyla baktıktan sonra kahkaham daha da büyük bir hal almıştı.

“Komik mi?” diye sordu Osman Kaya.

Gülüşümü toparlayıp masada duran sudan bir yudum alıp kendime geldim. Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım. “Sizce değil mi?” diye sordum. “Yani böyle Türk filmi havası verdiniz. Yok mu bir çek çıkartıp bol sıfırlı sayı yazıp şöyle masama doğru fırlatmanız?”

“Dalga mı geçiyorsun sen bizimle Bigem?” dedi Osman Kaya.

“Ben dalga geçmiyorum ama siz geçiyorsunuz bence.” ellerimi çenemin altına yerleştirdim. “Niye bu kadar batıyor size Çağıl?” diye sordum.

“Onun da yapacağı işi sikeyim gerçekten.” diye mırıldanarak sandalyeden kalktı ve öfkeyle odadan ayrıldı. Sevda Hanım ise “Çağıl herkesin göz bebeğiydi. En başından beri Kadir babam da sadece onu tercih etti. Şimdi sen bize istediğin miktarı söyleyeceksin ve ardından hop, kaybolacaksın. Çağıl ise maalesef hayatının geri kalanını dört duvar ardında geçirecek.” dedi. Açıklama yapar gibi değildi. Sadece anlatıyordu.

Artık şakayı geçip daha ciddi bir tavır takındım. “Sevda Hanım güldük, eğlendik. Odamdan çıkar mısınız?” dedim. Beklediği cevabı alamayan Kaya ailesinin gelini yüzüyle yerinden kalkmama konusunda inatçıydı. Kendimden emin bir ses tonu ile “Ciddiyim.” dedim.

Herhangi bir tepki vermeden odadan çıkan Sevda Kaya’nın ardından bakmakla yetindim. Önümdeki dosyalarla ilgilenmeye çalışsam da Sevda Kaya’nın teklifi aklıma geldikçe istemsizce sırıtmaktan veya hafifçe kahkaha atmaktan kendimi alıkoyamıyordum.

Arif Yılmaz.

Sıradaki isim bu adamdı. Saatlerdir kendi yöntemlerimle mesaj attığım birkaç kişiden bilgileri toplayıp tek bir dosya haline getirdim.

Kırk sekiz yaşındaki bu adam Reyhan Sezer ile aynı lisede okumuş ve yüksek ihtimalle burada tanışmıştı. Kendi mesleği şeflik olsa da bu mesleğini yerine getirmiyor aksine adını kirli işlere karıştırmayı tercih ediyordu. Daha önce birkaç uyuşturucu sevkiyatına adı geçmiş olsa da hiçbir ceza almamış ve davalar hızlı bir biçimde kapatılmıştı. İçeride tanıdıkları olması bir ihtimaldi ya da işlerini başkalarına yaptırıyordu.

Reyhan Sezer ile olan ilişkisini tam nikah masasında resmileşecek iken hayatlarına dahil olan Kadir Kaya yüzünden bu durum gerçekleşememiş ve ikili ayrılmak zorunda kalmış. Tahminimce Arif Yılmaz’ın düşmanlığı ise tam olarak bu haddede başlamıştı. Asıl kafamı kurcalayan mesele babamın söyledikleriydi. Nasıl oluyor da Çağıl’ın Arif Yılmaz’ın oğlu olduğu düşüncesine ulaşıyordu?

Gözlerimi duvardaki saate çevirdiğimde neredeyse 13.00 olduğunu fark ettim.

Yaklaşık üç saattir hakkında araştırma yaptığım adam hakkında daha fazla bilgiye ulaşmam gerekse de şu an buna vakit ayırmak istemiyordum.

Sabahtan gelen şirketin hukuki evrakları ile olan işlerimi halledip atmam gereken imzaları attım. Eğer burada yapmam gereken başka bir iş kalmadıysa günün kalanını babamın yanında büroda geçirmeyi planlıyordum. Üstelik birkaç gündür yokmuş gibi davrandığım dava ile ilgilenmem gerektiğini hatırladığım için modum sabahkine oranla daha düşüktü. Bilgisayarımı kapatıp oturduğum yerden kalktım. Telefonumu çantamın içine attıktan sonra kabanımı alıp odadan çıktım. Kimseyle karşılaşmamak için hızlı adımlarla otoparka yönelip arabama bindim. Yola çıktığımda hafif hafif cama çarpan yağmur damlaları içime bir rahatlık hissi verirken kasvetli gökyüzü onun aksine içimi huzursun ediyordu.

Kırk ya da kırk beş dakika sonra büronun önüne arabayı park ettim. Günlerdir girip çıktığım devasa şirketten sonra bana yıllarca büyük gelen bu bina artık gözüme daha küçük gelmeye başladı. Ağır adımlarla binaya girdiğimde beni gören Şevket Bey oturduğu masadan ayaklandı. “Bigem Hanım, hoş geldiniz. Uzun zamandır göremedik sizi buralarda. Gökhan Bey odasında.”

Şevket Bey’in cümlesine ithafen samimi bir gülümseme yayıldı yüzüme. “Hoş bulduk,” dedim. “Daha da çok uzun bir süre yokum büyük ihtimalle.”

Asansöre yöneldim. Küçüklüğümden beri boş anımın tamamına yakın olan bir kısmını geçirdiğim bu binada ben artık bir yabancıydım. Sadece ziyaret için geldiğim bu yerde artık kullanabileceğim bir odam dahi yoktu. Asansör kabini babamın olduğu katta açılır açılmaz dışarı çıktım. Babamın odasının önünde durduğumda ileri gitmeyen bacaklarımla tıkandım. Kendimi sakinleştirdikten sonra kapıyı aralayıp oluşan boşluktan kafamı içeri soktum.

“Babacığım,”

Beni görür görmez gözlerini ekrandan ayıran babam “Hoş geldin güzel kızım.” dedi.

Günlerdir görmediğim yüzü ve duymadığım sesi içime özlemle dolarken içeri girip kapıyı kapattım. Çantamı sandalyelerden birine bıraktıktan sonra tek kelime dahi etmeden babama sıkıca sarıldım. Saatlerdir belki de günlerdir içimde biriken gözyaşlarım bunun eşliğinde akmış oldu. Hıçkırıklarımla babama sarılırken babamda konuşmadan sadece bana sarılıp saçlarımı okşuyordu.

“Özür dilerim,” dedi. Başımı göğsünden ayırıp benimkinin aynısı olan gözlerine sabitlendim.

“Hadi ama baba,” dedim. Kinayeli ses tonum ile konuşmaya devam ettim. “Şimdi davaya sen devam edeceksin.”

Tepkisiz yüzünün her zerresinde gezdirdim gözlerimi. Beklemediği bu teklif sarsmış olmalıydı onu.

“En azından bana yardımcı olmak zorundasın.” diyerek değiştirdim cümlemi.

“Otur Bigem. Daha detaylı konuşuruz zaten. Şimdi benim toplantım var” diyen babama yapmacık bir biçimde gülümsedim. Az önce ağlayan şuan gülen birisi olarak gerçekten kafayı sıyırıyordum.

“Sen burada olmayacağına göre odanda çalışacağım. Ayrıca Çağıl’ın davasıyla ilgilenen Savcı Hakan gelecek. Onunla konuşacağım.”

Babamın odadan çıkışını kollarımı göğsümde kavuşturarak izledim. Kapanan kapının ardından bir gün sahibi olarak oturmayı hayal ettiğim koltuğa yayıldım. Döner sandalyede bir tur atıp arkamdaki dolabın çekmecelerinden birini açtım. Üzerinde Çağıl Kaya yazan dosyaları tek tek masanın üzerine çıkarttım. Yasal olarak var olan tek kopyaları babama bırakarak ne kadar doğru bir şey yaptığım tartışılır olsa da şuan bunu düşünecek vaktim yoktu.

Tekrar masaya döndüğümde önümde dört tane dosya vardı. Her dosyada yazan şeyler farklıydı ve ben birçoğunu ezbere bildiğimden tek tek okumayacaktım. Dosyalara üstünkörü göz atarken tıklanan kapıya çevirdim başımı. Aralanan kapıdan giren Hakan Bey “Bigem Hanım, siz buradan ayrıldınız diye duymuştum.” dedi.

Oturuşumu dikleştirip elimle boş sandalyeyi işaret ettim. “Ayrıldım zaten.” dedim. “Siz buraya gelmek isteyince tekrar yeni adresi verme ihtiyacı hissetmedim. Yabancısı değilim sonuçta buranın.”

Elindeki evrak çantasını sandalyelerden birine koyduktan sonra karşısındaki sandalyeye ise kendisi oturan Hakan Bey “Aklıma takılan birkaç şey var.” dedi.

“Aynı şekilde. Benimde sormam gereken sorular vardı.” dedim.

“Başlayalım. Zaten oyalanacak vaktimiz olduğunu sanmıyorum.” Buraya kadar gelmesi beni yeteri kadar şaşırtmamış gibi bir de her şeye hazır gelmesine şaşırmıştım.

“Lütfen. Önce sizin sorularınızı duymak istiyorum.”

“Aksine,” dedi. “Ben önce sizi dinlemek istiyorum.” Bir şey biliyormuşçasına konuştu. Etik davranmayı tercih ettim.

“Bakın mesleğime ve size olan saygımdan ötürü şunu belirtmek istiyorum ki bugüne kadar hiçbir davamda delil veya kanıt saklamadım. Şimdi de aynısını yapacağım ve yeni öğrendiğim bir gerçeği size anlatacağım.” tekrar nefesimi tazeledim. “Can Akın, yani cinayete kurban giden isim. Yaşıyor…” dedim. Son sözcük ağzımdan birer fısıltı gibi dökülmüştü. Karşımdaki adam şaşkın bakışlarını üzerimde gezdirmekten kendini alıkoyamamıştı ve hakkımda düşündüklerini tahmin dahi edemez haldeydim. “Hakan Bey,” diyerek kendisini dürtme eylemi gerçekleştirdim.

“Bigem Hanım siz ne dediğinizin farkında mısınız?” İlk öğrendiğimde ben de inanmamıştım.

Gözlerimi masaya çevirdim. Yaşadığım duyguyu tarif edemiyordum ve bunun adını dahi bilmiyordum. Sanırsam yaşadığım şey mahcubiyet duygusuydu. “Hakan Bey,” dedim. Gözlerimi yeniden kendisine çevirdim. “Bakın ben size bunu söylemeliydim fakat haberim yoktu. Durum tahmin ettiğiniz gibi bir şey değil. Müvekkilime kurulmuş bir oyundan ibaret tüm bunlar. Ben mahkeme salonunda da söylemiştim. Bunların hepsi restoran zincirlerine verilmek istenen bir zarardan ibaret.”

“Can Akın ile görüşmek istiyorum. Ne demek yaşıyor ya ne demek yaşıyor.”

Telefonumdan geçtiğimiz gün evime gelen Can Akın’ın kameralarda gözüken kayıtlarından aldığım kesitleri başlatıp telefonu Hakan Beye uzattım. Duygusuzca izlediği kayıtların ardından telefonumu bana geri uzattı.

“Davaya çok var daha. Bu duruma hâkim ne gibi bir tepki verecek bilmiyorum ama dava düşer. Şunu da söylemeliyim ki mesleki olarak kınama veya uyarı almanız muhtemel. Sonuçta bizden delil sakladınız Bigem Hanım.”

Duruşumu dikleştirdim. “Bakın Hakan Bey tam olarak bunu size nasıl kanıtlarım bilmiyorum ama ben gerçekten bunları yeni öğrendim ve gelip ilk önce size anlattım. Mesleğime duyduğum saygıyı sınamak sizin üzerinize vazife midir bilmem ama bunu yapmanızı tavsiye etmem. Genç ve birçok avukata göre tecrübesiz olmam benim başarılı olacağım gerçeğini değiştirmez. Sizden ricamdır davada alacağınız her kararda bunları göz önünde bulundurun.”

Az biraz dağıttığı dosyalarını hızlıca toparlayan Hakan Bey “Bigem Hanım meslekte olduğunuz süre zarfındaki başarılarınıza hâkimim. Merak etmeyin bunları göz önünde bulundurarak elimden geldiğince sizin etkilenmemenizi sağlamaya çalışacağım.”

Oturduğu yerden kalkan Hakan Bey’i takip ederek bende kalktım. Kapıdan çıkarken bana uzattığı eli sıktım. Ardından bakakaldığım adam hiç vakit kaybetmeden odadan çıktı ve ben sadece gidişini izledim. Onun ardından sırtımı kapıya yaslayarak gözlerimi kapattım. Kaybedeceğim şey tüm hayatımı alt üst edecekti ve ben bunun farkındaydım.

Normalde biraz daha burada oyalanmalıyım. En azından planım o yönlüydü fakat aklıma düşen başka bir fikir vardı. Çağıl ile görüşmek istiyordum ve büyük ihtimalle başına gelecekleri anlatmak istiyordum.

Kabanımı ve çantamı sandalyeden aldım. Telefonumu da elime aldıktan sonra odadan çıktım. Hala yanıma dönmemiş olan babama görünecek vaktim veya Ayaz ile tartışacak halimde yoktu. Arabayı çalıştırır çalıştırmaz telefonumdan Çağıl’ı aradım. İkinci çalışta açılan telefondan gelen sese artık alışmıştım.

“Bigem nasılsın? Şirkete gelmedim ve beni aradın buradan özlediğin kanısına varıyorum.” Yüzüme yayılan itici gülümsemenin sebebi yılışık ses tonundan başka bir şey değildi.

“Sululuğun peşindesin tavsiye etmem. Ayrıca hiç sevmem. Görüşmemiz lazım çünkü davanın savcısı Can Akın’ın yaşadığını öğrendi.” Karşıda derin bir nefes alışı duyuldu.

“Ne?” Tepkisi üzerine bu defa keyifle gülümsedim. Ciddileşmesi hep hoşuma gidiyordu.

“Nereden duymuş Bigem?” dedi.

“Ya gözünü seveyim zekâna yakışır sorular sor Çağıl. Sence nereden duymuş olabilir. Tabi ki ben söyledim. Az önce beraberdik ve dava için konuşuyorduk. Söylemem gerekti, söyledim.” Arka tarafta bir şeylerin düştüğünü duyduğumda tahminimce bir şeyleri kırmıştı.

“Bigem aramızda kalacaktı. Neden yaptın bunu?”

Kurduğu cümlenin gereksiz anlamı yüzünden iyice sinirlerim gerildi. “Kes,” dedim tekdüze bir sesle. “Ben de biliyorum aramızda kalacak dediğimi ama olmuyor öyle senin bildiğin gibi. Savcıdan bu gerçeği saklayamam ki söylemiş olamama rağmen ben hala ceza alabilirim. İkimizin de ceza almaması için atmamız gereken adımlar vardı ve attım.”

“Bigem…” cümlesini yarıda kestim. “Hangi restorandasın?”

“Göktürk’teki.” Verdiği cevabın ardından vakit kaybetmeye niyetim yoktu. “Kapat telefonu, geliyorum ben oraya.” dedim.

Yaklaşık bir saat sonra gösterişli binanın önündeydim. Dışının tamamı siyah camlarla kaplı, iki katlı ve yeşilliklere sahip bahçesiyle oldukça şık gözüken restoranın cam kapısının üzerinde metalik harflerle yazılmış ‘Kaya Restoran’ yazısında gözlerimi dolaştırdım. Bahçenin otopark kısmındaki kalabalığı beklemiyordum. Birkaç hafta önce cinayetle çalkanan bu restoranların nasıl oluyor da adı kirlenmiyordu?

Arabamı valeye teslim ettikten sonra cam kapıdan içeri geçtim. Açık renge sahip zemin, fazla ışık ve beyaz renk ile düzenlenmiş masalara baktığımda kendi zevkimle bağdaştıramadığım bu restoran tam olarak da Çağıl’ı yansıtıyordu. Odasında kullandığı açık renkler, dikkatimi çeken kıyafetindeki açık renkler ve her daim ağzından dökülen olumlu sözcükler… Burası gerçekten Çağıl’dı.

Etrafa bakındım fakat boş olan hiçbir masa yoktu. Bu kadar kalabalıkta zaten Çağıl ile de konuşamazdım. Telefonumu elime aldığım sırada yanıma yaklaşan görevlilerden birisi “Merhabalar, hoş geldiniz.” dedi.

“Hoş bulduk.” diye karşılık verdim.

“Rezervasyonunuz var mıydı?”

Yemek yeme gibi bir niyetim yoktu. Cevaplamak için dudaklarımı araladığım sırada oldukça tanıdık olan o ses kulaklarıma doldu.

“Hanımefendi benim özel misafirim.”

Sesin geldiği yöne çevirdiğim gözlerim Çağıl’ın gözleriyle buluştu. Samimi gülümsemesi ile görevliye başıyla selam verdikten sonra beni hitap alarak konuşmaya başladı. “Nasılsın?”

“İyiyim, sen?” dedim soru sorarcasına.

“İyi. Gelsene yemek yiyelim.” dediğinde az önce aklımdan geçen düşünceye ters düşen bir cümle kurdum.

“Olur, yani şef müvekkilim var bir kere yemeğini yemedim demem ben de.” Keyifle gülümsedim.

Eliyle işaret ettiği tarafa doğru ilerledim. Arka tarafta rezerve yazan masalardan birini işaret ettiğinde gözlerimi önce masaya sonra Çağıl’a çevirdim.

“Rezerve yazıyor.”

“Görebiliyorum,” dedi. “Bana rezerve zaten.”

Kısık gözlerimi gözlerine diktim. “Egonu yesinler senin. Sana rezerveymiş.”

Masadaki boş sandalyelerden birine oturdum. Hemen karşıma oturan Çağıl garsonlardan birini yanına çağırdı. “Yemek seçmiyorsan tercihi bana bırak.” dedi.

Tamam, anlamında başımı salladıktan sonra sessizce Çağıl’ın tercihini bekledim. Kahverengi saçlarına bugün biraz daha şekil vermişti. Önüne dökülen tutamları yok denecek kadar azdı. Onu gördüğüm ilk günde olan görüntüsü gözümün önüne geldiğinde çok farklı olduğunu hissettim. Bana da çok farklı hissettirdiğini.

“Pesto soslu penne makarna, ikimize de.” dedi. Başını sallamasının ardından yanımızdan uzaklaşan garsonun ardından sessizliği bozan ben oldum.

“Sen yapmadığın için saymıyorum bilesin.”

“Tarifte ve sosta payım var sonuçta.” Gururlu bir yüzle arkasına yaslandı.

“Sus, konuşma.”

Kollarını bağlayıp arkasına yaslanan Çağıl’da çektiğim bakışlarımı önümdeki boş tabağa çevirdim.

“Seni yine sorguya alacaklar büyük ihtimalle. Delil gizledin.” dedim.

“Alsınlar Bigem. Ne anlattın savcıya?”

“Benim ne anlattığımı sen ne yapacaksın? Zaten bir işine yaramaz. Sen adam akıllı konuşmana bak. Cinayet anında mutfakta olduğunu gösteren kamera kayıtları var olduğu için şükür falan edebilirsin mesela.” dedim.

Cevap vermek istedi fakat masaya yaklaşan garson buna engel olmuştu. Elinde tuttuğu iki tabağı önümüze koyarken “Afiyet olsun,” dedi. Kendisine ettiğimiz teşekkürün ardından yüzündeki tebessüm ile masadan uzaklaştı.

Önümdeki tabakta duran mükemmel makarna ve burnuma gelen kokusu ile mest olmuş kadardım.

“Mükemmel görünüyor.” dedim.

“Tadına baksana.”

Elime aldığım çatalla bir parça makarnayı ağzıma attım. En az görüntüsü kadar tadının da güzel olduğu konusunda emin oldum. Tek kelime ile şahaneydi.

“Aşırı aşırı güzel.” dedim.

“Bence de” derken o da önündeki makarnadan yemeğe başladı.

Sık sık adını duyduğum bu restoranda ilk defa yemek yiyordum ve yediğim ilk yemekte karşımda oturan kişi sahiplerinden biriydi. Bu durumun verdiği garip his ile yemeğime odaklandım.

Yaklaşık yirmi dakika sonra ikimizde yemeğimizi bitirmiştik. Kenardan aldığım peçete ile dudaklarımı silip gözlerimi arkamızdaki duvarda asılı olan devasa saate çevirdim. Neredeyse altı olmak üzereydi. Kışın soğukluğunu unutturacak derecede sıcak olan bu restoran aynı zamanda vakit geçirmek için de muhteşem bir alan olmalıydı.

“Kalkmam lazım artık.” diyerek çantamı elime aldım. Oturduğum sandalyeden ayaklandığımda benimle beraber kalkan Çağıl “Bırakabilirim seni.” dedi.

“Arabam dışarıda.” dedim. “Ayrıca senin farklı bir işin var. Mesela cinayet saatinde orada olmadığını kanıtlayacak konuşma hazırlama veya Can Akın’ın ölmediğini saklamak için geçerli bir sebep bulma gibi.”

Hafifçe kıkırdayan Çağıl fazla keyifli geldi gözüme. “Hallederim Bigem. Takma bu kadar kafana.” dedi.

Bundan zevk aldığına göre aynı tavrı yüzüme takındım. “Bana bak Çağıl Kaya. Bu dava için küçüklüğümden beri içinde büyüdüğüm bürodan tut, babamdan vazgeçtim. Eğer ki bana bir kez daha yalan söyler veya sorguda benim bilmediğim herhangi bir şeyi söylersen. Davayı o an bırakırım ve gram umurumda olmaz. Kariyermiş, gelecekmiş zaten bunları kaybetmeyi göze aldığım için buradayım ben.” dedim.

“Vay, hastayım bu özgüvenine ama senin karşında da çocuk yok emin olabilirsin. Nerede nasıl davranmam gerektiğini biliyorum ben Bigem.”

Başımı tabi anlamında alaylı bir şekilde salladım. “Bu davayı bırakacağımı söylediğim her anda neden bu kadar karşı çıkıyorsun bilmiyorum ama senin karşında da çocuk yok Çağıl.” dedim.

“Çünkü bana müvekkilinden öte bakmıyorsun Bigem. Davada kal sana ve desteğine muhtaç kalayım istiyorum.” dedi.

Anlamsız bakışlarımı yüzünün her zerresine değdirdim.

“Anlamadım?” dedim tepkisiz bir biçimde.

Önüne eğdiği başıyla saçlarını karıştırmasını izledim. Kafamda dönen cümlenin ardından en azından bir açıklama yapmasını bekliyordum. Alamadığım cevabın üstüne bir de arkadan ona seslenen görevliye döndü.

“Çağıl Bey buraya bakmanız lazım,” diyen adama doğru yönelirken “Yarın konuşalım olur mu?” diyerek benden uzaklaştı.

Arkasından bakmakla yetindiğim adam onu yanına çağıran kişiyle beraber ilerideki kapıdan içer girdiğinde afallayışımı fark ederek kendime geldim.

Kabanımı da elime alır almaz kendimi dışarı attım. Arabaya bindikten hemen sonra telefonuma gelen bildirim sesiyle gözlerimi oraya çevirdim.

05** *** ** **:Bigem selam, Barış ben. Görüşebilir miyiz?

Loading...
0%