Yeni Üyelik
15.
Bölüm

14. Bölüm - Ötesi Olabilmek

@beyyzzademiir

*Yedi Sene Önce…

Önümdeki kitaptan ayırdığım gözümü Barış’a çevirdim. Kendini dersine o kadar kaptırmıştı ki ona baktığımı fark etmedi bile. Birkaç dakika onu izledikten sonra tam kitabıma geri dönecektim ki ona baktığımı fark edip gözlerini bana çevirdi.

“Ders çalışacaktık güzelim. Beni izleyeceksen hukuk fakültesini bitiremeyeceksin.” dedi.

Kızardığını hissettiğim yanaklarım ile bakışlarımı önüme eğdim. Bir parça saçımı kulağımın arkasına attım. “Çalışıyorum Barış. Yoruldum sadece.” dedim.

Hukuk fakültesi 2. sınıf öğrencisi birine göre yeterli düzeyde çalışıp çalışmadığımı bilmiyordum. Ben belki çalışmıyordum ama Barış öyle değildi. Tıp fakültesi 4. sınıf öğrencisi birine göre deli gibi çalışıyor ve geleceğe başarılı bir doktor olmaya hazırlanıyordu.

“Kahve almaya inelim mi? Nefes almış oluruz hem biraz.”

Bu fikrin ardından yüzüme yayılan gülümseme ile sandalyeden kalktım. Aynı şekilde ayaklanan Barış elini belime yerleştirdiğinde huzurlu hissettiğim nadir anlardan birindeydim. Alt kattaki kafeye indiğimizde sıradaki yerimizi aldık.

“Sezen Aksu konserine gitmek ister misin?” diye sordu Barış.

Heyecanla ona döndüğümde küçücük çocuk misali sevinçliydim ve bunu kesinlikle dışa vurabiliyordum.

“Barış ciddi misin? Sence istemez miyim?”

Dudaklarını kenara kıvırdıktan sonra eli cebine gitti. Çıkarttığı iki bileti hava da sallayarak “O zaman cumartesi hazırlan.” dedi. “Seni Sezen Aksu konserine kaçırıyorum.”

Ellerimi heyecanla çırptığımda beni kollarına saran Barış saçlarımın arasına bir öpücük kondurdu.

Sıramız geldiğinde aldığımız kahvelerimiz ile boş masalardan birine geçtik. Tam bir şey söylemek için araladığım dudaklarımı kapatmama sebep olan şey Barış’ın çalan telefonu olmuştu. Ekranda yazan Gaye yazısında gezinen gözlerimi yeniden Barış’a çevirdim. Oturduğu yerden kalkarak “Geliyorum şimdi.” deyip masadan uzaklaştı.

Düşen yüzüm ile gidişini izlediğim adamın arkasından hiçbir şey yapamamıştım.

Hala masaya dönmeyen Barış’ı beklerken kendi kahvemi bitirmiştim. Daha fazla sabredemeyerek oturduğum yerden kalktım. Görüş açıma girdiği an ona doğru ilerledim. Arkası dönük bir biçimde telefonla konuşan Barış’ı duyabilecek kadar yaklaşmıştım. Sırtına dokunmak adına elimi kaldırdığımda kulaklarıma dolan cümleler ile kilitlenip kalmıştım.

“Sevgilim söyledim ben sana. Bigem daha yeni zor bir dönemden çıktı. Konuşup bitireceğim ama şuan değil. Bana birkaç gün daha ver.”

Uğuldayan kulaklarım yüzünden konuşmanın kalanını dinleme fırsatım olmamıştı. Elimi geriye indirdim. Sıkıca kapattığım gözlerimden akmaması gereken yaşlarımı uyardım.

Dünyamı başıma yıkan adam o Dünya’nın merkeziydi belki de…

Barış arkasını döndüğünde beklemediği görüntü ile karşı karşıya kalmıştı.

“Bigem,” dedi.

Onun sesi kulaklarıma dolduğunda araladığım gözlerim ile kendisini süzdüm.

“Bigem, beni dinle ne olursun.”

Herhangi bir cevap vermeden ve kendisini dinlemeden arkamı döndüm. Hızlı adımlarla masada duran telefonumu alıp kütüphaneye yöneldim. Arkamdan gelen Barış’ın bana seslenmesini umursamadan kitaplarımı toparlamaya başladım.

O da kütüphaneye gelip ders çalıştığımız masada beni takip etmeye başladı. “Sana söyleyecektim Bigem. Ayrılmamız gerek diyecektim.” dedi.

Elimdeki kitapları hışımla masaya bırakıp acı dolu bakışlarımı Barış’a çevirdim.

“Sen bunu bana nasıl yaptın Barış?” dedim. “Ayrılmak istediğini söylesen peşinden koşacak kadar vizyonsuz mu geldim ben sana?”

“Annenin durumundan sonra…” yarım kalan cümlesinin sebebi sağ yanağın attığım tokat olmuştu.

“Bir daha annemin adını ağzına alırsan seni gebertirim Barış.” dedim. “Ben ne sana ne sevgine muhtaç değilim. Senin gibisinin sevgisine muhtaç olacağıma sevgisizlikten ölmeyi tercih etmeliymiş. Bunu bana öğrettin. Teşekkür ederim.” kitaplarımı masadan alıp merdivenlere doğru yöneldim. Kendimi kampüsten dışarı attığımda Barış’ın hala arkamdan geldiğini fark edebiliyordum.

“Bigem”

İçimde tutamadığım öfkem, kinim, acım… Hepsi aynı anda dışarı vurduğunda hışımla Barış’a döndüm.

“Ya ne var Bigem, Bigem, Bigem. Ne istiyorsun Barış daha ne istiyorsun benden. Güven, sevgi, saygı, aşk elimde hangi duygum varsa verdim. Hepsini yerle bir ettin hala ne istiyorsun?” dedim.

“Özür dilerim.” dedi.

“Tabi ya hemen kabul ettim. Neydi kızın adı Gaye mi? Çağır onu da üçümüz beraber devam edelim bu ilişkiye olur mu?” dedim alayla.

Gözünden akan yaşa inanmak gelmedi içimden. “Bunu bana yapma,” dedim fısıltıyla. “Beni aldatıp karşımda ağlama.”

Arkamı döndüğümde gözümden boşalan yaşlara engel olamamıştım. Hayatımda tanıdığım ilk mükemmel adamı ise hayatımdan bu şekilde uğurlamak zorunda kalmıştım…

*Aralık ayının soğuklara teslim olduğu günler

Yataktan fırladığımda tüm gece gördüğüm kâbuslara bir yenisini daha eklemiştim. Sürekli aynı şeyleri görüyor ve dejavu üstüne dejavu yaşıyordum. Barış, Barış ile ayrılışımız, benim dağılışım…

Dün akşam Çağıl’ın söylediklerini anlattığım Ayça bu durumun arkadaşlık veya avukat-müvekkil ilişkisinden daha öte olduğunu söylemişti. Korktuğum şeylerden biri başıma gelirken ben bu duruma sadece seyirci kalıyordum.

Terden ıslanmış yastığımdan ayrılıp banyoya yöneldim. İlk aşkımın sonunu yaşadığım günden beri hayatıma giren erkeklere ayrı bir gözle bakmamaya ne kadar özen gösterdiğimin farkındaydım. Tercihime kalsa da Çağıl’ın bana âşık olmasını istemezdim ve umarım durum Ayça’nın dediği gibi değildi.

Yıkadığım yüzümü kurulayıp banyodan çıktım. Dolabın karşısına geçip giyecek bir şeyler bakmaya başladım. Uzun zamandır giymediğim siyah kalem eteğimi dolaptan çıkarttım. Üzerine de siyah bir bluz seçtikten sonra daha fazla burada oyalanmaya niyetim yoktu. Kıyafetleri giyer giymez az önce çıktığım banyoya geri yöneldim. Hafif makyaj ile yüzümü toparlayıp saçlarımı sıkı bir kuyruk yaptım.

Bulanan midemi yatıştırmak amaçlı içtiğim ilaçtan sonra ceketimi ve çantamı elime alıp kapıya yöneldim. Telefonumu da alarak dışarı çıktım.

Arabaya bindikten sonra günlerdir dinlemediğim şarkılar zihnimden radyoya döküldü adeta.

“Hiçe bağırıyorum sesimi duyun.”

“Sizi seveni üzün, düzene uyun.”

“Sen kazamazsın, kazılı kuyum.”

Bugün Barış olsaydı ne hissettirirdi bana?

“Kalan olmadın.”

“Giden olmadın.”

“Bana bir kere.”

“Gülen olmadın.”

Öfkeyle gözlerimi çevirdiğim radyoda çalan ve her sözüyle bana Barış’ı çağrıştıran şarkıyı kapattım. 7 sene sonra yeniden kendini hatırlatmasaydı bu duygular aynılarını yaşamayacaktım. Toparlanması aylarımı alan bu duyguya yeniden esir olmayacaktım.

Şirketin otoparkına arabayı yerleştirdikten sonra günün Cuma ve yarının hafta sonu olmasının verdiği mutlulukla asansöre yöneldim. İki gündür görmediğim Rümeysa ve Poyraz ikilisinin sesi neredeyse asansörden bile duyuluyordu. Giriş katının düğmesine basıp yanlarına gittim.

Etraflarında birikmiş kalabalığa aldırış etmeyerek aralardan geçip Rümeysa’nın görüş açısına girdim. Beni gördüğünde gülümseyerek konuşan Rümeysa “Hoş geldin Bigem.” dedi.

Samimi gülümsemem ile aynı şekilde karşılık verdim. “Hoş bulduk Rümeysa.”

Poyraz, Rümeysa’nın kulağına yaklaşık bir şeyler fısıldadı. Ardından bakışlarını bana çevirerek yanıma yaklaşıp “Odana geçelim. Konuşmamız lazım.” dedi.

Meraklı bakışlarımı aldırmayan Poyraz yanımdan geçip merdivenlere yöneldi. Hızına yetişmek için seri adımlarla onu takip etmeye başladım. “Neler oluyor Poyraz?” dedim.

Odanın kapısının önüne gelene kadar ağzını açmayan Poyraz “İçeri geç.” dedi. Sabah sabah yatağın sol tarafından kalkmıştı.

Odama girip montumu askıya astım. Bu sırada odanın içerisindeki ellinci turunu atan Poyraz’ın stresli halini çözemiyordum. Onun aksine sakin tavırlarla masamın başına geçtim.

“Konuşalım mı artık?”

Sesini yükselterek konuşmaya başlayan Poyraz “Çağıl yok.” dedi.

“Pardon, ne demek yok?” dedim. “Kaç yaşında adam bu, size hesap vermek zorunda mı?”

Ellerini masanın üzerine sert bir biçimde yerleştiren Poyraz’ın gözlerinden çıkan ateşi fark etmemek elde değildi. “Bana bak, benim arkadaşımla en son sen konuşmuşsun ve sonra bu adam ortadan kaybolmuş. Ne konuştunuz ve Çağıl nerede?”

Aynı öfkeyle oturduğum sandalyeden kalkıp ellerimi Poyraz’ın elleriyle simetrik bir biçimde masaya yerleştirdim.

“Sen, beni ne ile itham ediyorsun?” gözlerimi gözlerine sabitledim. “Çağıl ile aramda geçen sohbet seni alakadar etmez. Beni boş laflarınla suçlamayı kes. Çok merak ediyorsan Çağıl’a bugün savcı ile konuşması gerektiğini söyledim. Yüksek ihtimalle korkak arkadaşın bunu bile yapamadı.”

“Benim arkadaşım korkak değil,” diyerek bana bağıran Poyraz’ın kalbini kırmak istemiyordum fakat haddini fazlasıyla aşıyordu.

“Bana bak senin o arkadaşın korkak olmadığı için mi tüm bunları yaşıyoruz? Birini öldü göstermek, onlar, bunlar. Hepsi korkaklığını kanıtlar nitelikte.” dedim. “Şimdi ne yaparsın ne edersin bilmiyorum ama o çok sevdiğin arkadaşın sorguya geldi geldi, gelmedi ben bu saatten sonra yokum.”

Odadan çıktığında çarptığı kapının sesi kulaklarıma doldu. İstemsizce kapanan gözlerim ile sakinleşmeyi bekledim.

Derin bir nefes alarak sandalyeye geri oturdum. Çantamdan çıkarttığım telefonumdan Çağıl’ı aradım.

Çaldı.

Çaldı.

Çaldı.

Açan olmadı.

Sakince nefesimi tazeleyip numarayı yeniden çevirdim.

Çaldı.

Çaldı.

Çaldı.

Açan olmadı.

Poyraz’ın cümleleri birer birer aklımda dönerken istemsizce düne gittim. “Çünkü bana müvekkilinden öte bakmıyorsun Bigem.” Müvekkilimden öte bakamadığım Çağıl. “Davada kal sana ve desteğine muhtaç kalayım istiyorum.” Bana muhtaç kalma Çağıl.

Kendi kendime odada konuşurken hiçbir cevap alamayacağımın farkındaydım. Bana öfke kusmaya hazır olan Poyraz’ın yanına gitmenin mantıksız olacağını bildiğimden Kadir Bey ile konuşma kadarı aldım.

Telefonumu elime alıp odadan çıktım. Asansör ile yönetim katına çıktıktan sonra Kadir Kaya yazılı kapının önünde durdum. Aldığım nefesin ardından boğazımı temizleyip kapıyı tıkladım.

“Gel,” diyen Kadir Bey’in arından kapıyı araladım. “Müsait misiniz?” diye sordum.

“Buyurun Bigem Hanım.”

İçeri girip kapıyı kapattım. “Biraz konuşmak istiyordum.” dedim. “Çağıl hakkında.”

Eliyle işaret ettiği boş sandalyelerden birine oturdum. Çağıl’a benzeyen yüz hatları ve aynı tondaki gözlerine sabitledim kendimi.

“Çağıl’a ulaşamıyorum.” dedim. “En son dün konuştuk onunla ama şimdi adliyeye gidecektik. Arıyorum açmıyor telefonlarımı.”

“Dün uzun zaman sonra mutfağa girdi. Çıkamamıştır oradan.” dedi.

“Orada olmadığına çok eminim Kadir Bey. Gidebileceği bir yer olup olmadığını biliyor musunuz?”

Önündeki bilgisayarın ekranını kapatıp ellerini masada kavuşturan Kadir Bey “Çağıl ile aramız fazla iyi değildir. Nerelerde takılır, ne yapar bilmiyorum.” dedi.

Umutla oturduğum masadan umutsuzluk ile kalktım. Dışarıdan bakıldığından daha içli dışlı gözüken baba-oğul ilişkisi tahmin ettiğim gibi değildi ve Çağıl’a ulaşmam konusunda bana yardımcı olmamıştı. “Peki,” diyerek oturduğum yerden kalktım. Kaçan tüm hevesimi bir pekinin içine sığdırarak kapıya doğru yönelmiştim ki kulaklarıma dolan ses yüzümde bir tebessüme sebep olmuştu.

“Çocukları çok sever ama Bigem Hanım.” Mesaj niteliğinde cevabımı aldıktan sonra odadan ayrıldım. Hışımla aşağı iner inmez montumu ve çantamı alıp dışarı fırladım. Arabaya bindiğimde çocukları benden çok seven ve tanıdığım tek kişi Serkan olduğundan onu aradım.

“Günaydın arkadaşların bir tanesi. Gurur kaynağı.” dedim.

Karşıdan gelen oflama seslerinin ardından gelen öksürük ile yüzümü buruşturdum. “Hasta mısın sen?” diye sordum.

“Ben ömrü hayatımda böyle grip olduğumu hatırlamıyorum.”

Hafifçe kıkırdadıktan sonra boğazımı temizleyip sesimi ciddileştirdim. “O kadar ülke ülke gezdin. İklim değiştirdin ben de hatırlamıyorum grip olduğunu. Sana yaramıyor bizim buraların havası sanırım.”

Öksürüklerinin arasında gülmeye çalışıyordu. “Ben sana çorba getiririm. Toparlanamazsın şimdi.”

“Sen hatırlıyorsun ya arada bizi, aferin kız.”

O beni görmese de gözlerimi devirdim. “Neyse ben sana çok ufak bir şey soracağım.” dedim. “Çocukları çok seviyorsun. Garip duygular yaşadığın bir gün geçirdin ve ertesi gün çok önemli bir konuşman var. Kafa dağıtmak için ne yaparsın?”

“Çocukları çok sevdiğim önemli bir ayrıntı mı? Konuyla ne alakası var?” dedi.

“Kesinlikle konunun merkezi bu. Çocuklar odak noktası.”

“Düşünmem lazım.” dedi Serkan. “Ama büyük ihtimalle yetiştirme yurduna giderdim. Tabi dediğin gibi zaafım olan şey çocuklarsa. Sen de öyle yapıyorsun.” dedi. Son cümleyi üstüne basa basa söylediğinden anlamamak elde değildi.

“Bir tanesin sen Serkan kuşum, bir tanesin.” dedim keyifli sesimle. “Dikkat et kendine. Geçmiş olsun. Bak çocukların sana ihtiyacı var.”

Saatlerdir dolaştığım altıncı yetiştirme yurdunda da Çağıl’ı bulamamanın verdiği hayal kırıklığı ile arabaya geri döndüm. Sayılı umudumdan biri olarak telefonumdan yeniden Çağıl’ı aradım.

Bu defa açması için içimden ettiğim sayısız duaya âmin diyordum. Ve bu defa karşıdan gelen ses içimde bir yerlerde bazı şeylerin kıpırdamasına sebep oldu.

“Bigem,”

“Çağıl.” dedim öfkeyle. İçimde kıpırdayan şeyleri sabitleyerek konuşmaya devam ettim. “Neredesin sen sabahtan beri deli divane seni arıyor herkes. Hani adliyeye gidecektik.”

“Göktürk,” dedi. Bu adamın Göktürk aşkı nereden geliyordu bilmiyorum ama ne zaman sorsam buradaydı. “Yetiştirme yurdu var burada. Hastanenin arkasında.”

Serkan’a bu konuda güvenebileceğimi biliyordum fakat nokta atışı yapabileceğini de düşünmemiştim.

“Bulurum,” dedim. “Geliyorum.”

Yirmi dakika sonra Göktürk sokaklarında dolaşırken sonunda yurdun önüne gelmiştim. Dikiz aynasından saçımı düzeltim makyajımı toparladıktan sonra çantamı alıp arabadan indim. Renkli binanın kapısından içeri girdim. Beni karşılayan güler yüzlü kadının arkasındaki masada oturan çocuklar ve masanın bir köşesine sinmiş Çağıl dünyanın en naif görüntüsüne ev sahipliği yapıyordu. Çocukların simaları bana tanıdık geliyordu çünkü Çağıl’ın yazın eğitim verdiği çocuklardı onlar.

Beni gören Çağıl yanında oturduğu küçük kızın yanağından bir makas aldıktan sonra ayağa kalktı. Masadaki tüm çocuklarla vedalaştıktan sonra yanıma geldi. Dün ki yorgun veya şüpheli bakışları yerini mutluluğa bırakmıştı ve bunu fark etmemek elde değildi. “Gidelim.” diye fısıldadıktan sonra son kez arkasını dönüp çocuklara el salladı. Bu görüntüye daha fazla dayanamayarak yüzüme yayılan gülümseme eşliğinde ben de çocuklara el salladım.

Yeniden bahçeye çıktığımızda esen rüzgâra karşı dağılan saçlarımdaki tutamları kulağımın arkasına sıkıştırdım. Arabama doğru yöneldim. Çağıl’da peşimden geldiğinde anladığım kadarıyla buraya arabası ile gelmemişti.

Şoför koltuğuna yerleştiğimde o da yanımdaki koltuğa oturduğu. Emniyet kemerini takmasının ardından bakışlarını cama çevirdi. Anlamsızca çatılan kaşlarımı Çağıl’a diksemde buna aldırış etmedi. Bende kemerimi taktıktan sonra arabayı çalıştırdım.

“Adliyeye gidiyoruz.” dedim. Çağıl buna da cevap vermemişti. Gözlerimi yola çevirdim.

Yaklaşık yarım saattir yolda olmamıza rağmen ağzını açmayan Çağıl tüm bu yaptığı yetmezmiş gibi bir de sürekli dizini sallayıp dikkatimi dağıtıyordu.

“Yola odaklanamıyorum Çağıl. Şu ayağını sallamayı keser misin?”

Cevap veya herhangi bir tepki yok.

“Ne bu tripler?” dedim. “Küsecek miyiz küçücük çocuklar gibi?”

Cevap veya herhangi bir tepki yok.

Arabayı kenarda durdurduktan sonra ellerimi direksiyondan çekip öfkeyle önümde kavuşturdum. Arabaya bindiğimiz ilk andan beri benimle konuşmayan ve bana bakmayan Çağıl ilk defa gözlerini gözlerime çevirdi.

“Adliyeye gitmiyor muyuz?” diye sordu.

Hafifçe attığım kahkaha araba içinde yankılanırken yeniden Çağıl’a döndüm.

“Dalga mı geçiyorsun sen benimle. Sabahtan beri yıllardır arkadaş olduğun insanlardan tut ailen bile nerede olduğunu bulamamışken geldim, ben seni buldum. Bu mu tavrın?” diye sordum.

“Nerede olduğumu ben sana söyledim. Sen beni bulmadın Bigem.” dedi. Delirtici seviyedeki sakinliğinin aksine ben çıldırtıcı derecede sinirliydim.

“Peki, Çağıl Bey. Öyle olsun” dedim. Gerginliğim ile tekrardan arabayı çalıştırıp yola geri döndüm. Ciddiyetimi takınarak en az Çağıl kadar soğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladım.

“Savcı seni şüpheli olarak son kez alacak. Daha sonra davanın erkene çekilmesini talep eder. Sonra senin suçsuzluğun kanıtlanır ve dava senin için biter. Sen sağ ben selamet. Görmezsin bir daha beni Çağıl Bey.”

Son kelimeyi bastıra bastıra söylerken aynadan gördüğüm kadarıyla Çağıl gözlerini sıkı sıkı kapatmıştı.

Neredeyse bir saat süren ve sessizliğin hükmünün kazandığı yolculuğun sonunda adliyenin önündeydik. Beni beklemeden hışımla arabadan inen Çağıl kollarını göğsünde kavuşturduktan sonra sabit bir biçimde durmaya başladı. Oflamama rağmen arabadan indim. Çantamı arabada bırakıp telefonumu cebime yerleştirdim. Kapıyı kapattıktan sonra aynadaki görüntüm gayet düzgün bir avukatı andırıyordu.

Arabanın etrafında döndükten sonra Çağıl’ın yanına geçtim. Hala beni umursamayan bakışlarını gözlerimi kısarak süzdüm. “Bana muhtaç kalmak isteyip duruyordun Çağıl Bey. Buyur sahne senin. Son kez girelim bu kapıdan. Sonra görüşmeyiz bir daha.”

Takım elbisesinin ceketini ve gömleğinin yakasını düzelttikten sonra herhangi bir cevap vermeden içeri giren Çağıl’ı arkasından takip ettim.

Görevli memura gösterdiğim avukat kimliğimin ardından zaten bizi bekleyen Hakan Beye yönlendirildik. Aralık kapıdan içeri girdiğimizde içtiği kahve bardağını kenara bırakan Hakan Bey “Bigem Hanım, Çağıl hoş geldiniz.” diyerek eliyle boş sandalyeleri işaret etti. İkimizde sandalyelerdeki yerimizi aldıktan sonra Savcı Kalemi hazırlıklarını tamamladı.

“Başlayalım.” dedi Hakan Bey.

“Olayı baştan anlat demeyeceğim Çağıl. Kısa kısa soru-cevap şeklinde gideceğiz. Olay gecesi neredeydin?”

“Restoranda.” dedi Çağıl. Net tavrını korumayı başarmıştı ve umarım sürdürebilirdi.

“Peki, olay anında neredeydin?”

“Mutfakta.”

Araya girerek “Kamera kaydı vardı zaten.” dedim.

Bakışlarını bana çeviren Hakan Bey “Sizden duymak istesem size sorardım Bigem Hanım. Lütfen araya girmeyin.” dedi.

“Can Akın zaten ölmemiş. Bunu neden bizden sakladın?”

Derin nefesini cümlesiyle tamamlayan Çağıl “Arif Yılmaz. Babam ile anlaşamayan bir şef. Şef olduğunu özellikle belirtiyorum, tahmin edersiniz ki mesleki rekabet. Restoranların adına leke sürülmeyi amaçlayan saçma bir plandı. İstediği gibi olmadı.” dedi.

“Bu adam sizi tehdit ediyor mu?”

“Hayır, kendisiyle görüşmüşlüğüm yok.” dedi Çağıl.

“Neden Can Akın’ın ölmediğini bizden sakladınız?”

“Öğrendikten sonra Bigem Hanıma söyledim. O da size söylemiş zaten.” dedi Çağıl. Bunu yaparken burnunu üç defa kaşımıştı. Yalan söylüyordu ve bu hiç hoş değildi.

On dakikanın sonunda sayısız soru ve cevap eşliğinde sorgu bitmişti. Hakan Bey bana dönerek “Erken dava talebinde bulunacağım. Dava düşecektir bence ama sonra sizinle yeniden görüşeceğiz Bigem Hanım.” dedi.

Başımla onay verdikten sonra Çağıl ile beraber odadan ayrıldık. İkimizde hiç konuşmadan bahçeye çıktığımızda Çağıl ilk defa dudaklarını araladı.

“Teşekkür ederim Bigem.”

Sitemkâr tavrı sona ermişti fakat sıra bendeydi.

“Rica ederim Çağıl Bey.” dedim.

Devirdiği gözlerinin ardından arabaya binerek beni beklemeye başladı. “Gözlerini oymadığıma şükür falan et bence.” diye fısıldarken bende şoför koltuğundaki yerimi aldım.

“Eve.” dedi. “Eve bırakır mısın beni? Tarif edeceğim ben sana ama zaten biliyorsundur o siteleri.”

Telefonundan açtığı konumu önüme bıraktığında bu defa cevap vermeyen taraf bendim.

Sitenin bahçesine kadar girdiğimde saat neredeyse üç olmuştu. Bu saatte eve gelecek kadar yorulmasına sebebiyet veren şey neydi bilmiyorum.

“Küs müyüz Bigem?” dedi.

“Küs.” dedim umursamaz bir sesle. “Müvekkilim ile aramda bu tarz ilişkilere girmiyorum Çağıl Bey. Neden küs olalım?” dedim.

Söylenerek arabadan inen Çağıl “Zaten bu korkaklıkla onu bile beceremezsin sen.” dedi.

Kurduğu cümlenin verdiği öfkeyle bende arabadan indim. Adımlarını takip ettiğimde bulunduğumuz sitenin arka bahçesindeydik.

“Ne alakası var şimdi?” dedi. “Burada var olan asıl korkak sen iken bir de bana mı söyleniyorsun?”

Arkasını döndüğünde kollarını yana doğru açan Çağıl “Dün sana neden muhtaç olmak istediğimi soramayacak kadar korkaksın Bigem.” diye haykırdı.

Bana doğru attığı birkaç adımın ardından refleks olarak geriye gitmek zorunda kaldım.

Az öncekine oranla kıstığı sesi ile konuşmaya devam etti.

“Sen daha yaşadığın duyguyu beyan edemeyecek kadar korkak birisin.”

Bahsettiği duygunun ne olduğunu tahmin edebiliyordum ve haksızdı. Ben ona karşı içimde bir aşk beslememiştim. Aşk duygusunun ne olduğunu biliyordum ve benim için böyle bir şey değildi.

“Hayır, Çağıl asıl korkak olan sensin. Yaşadığı duyguyu açıkça beyan edemeyen de sensin. Ayrıca karşındakinin bu duyguyu yaşayıp yaşamadığını düşünemeyecek kadar da…”

Cümlenin kalanı dudaklarımdan dökülmemişti. Dökülsün istememiştim.

“Tamam Çağıl… Bey” kurduğum cümleyi yarıda kesen Çağıl sözü devralarak “Çağıl,” dedi. “Sadece Çağıl.”

Derin bir nefes alarak kavuşturduğum ellerimin ardından cümleme devam ederek “Çağıl, davanın senin için olan kısmı kapandı. Seninle olan anlaşmam bitti. Kadir Beye verdiğim sözü tuttum. Suçsuzluğunu kanıtladım. Ne istiyorsun benden hala? Kardeşimi açık açık tehdit eden bunca insan çevremde cirit atarken sen neden hala buradasın?”

Cümlemi bitirmemle Çağıl’ın aramızdaki mesafeyi kapatması bir oldu. Nefesini hissedebileceğim yakınlıkta, oldukça kısık bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

“Gidemiyorum Bigem. Olmuyor. Sensiz geçirdiğim her dakikada içimden hiçbir şey yapmak gelmiyor.”

“Çağıl ben avukatım. Senin avukatınım ve ötesi...”

Cümlemi tamamlamama izin vermeden dudaklarıma bir buse konduran Çağıl, tüm sakinliği ile geri çekilip bana bakmaya başladı.

Ayça’nın tahmin ettiği her şeyin bir bir ortaya çıkışı beni fazlasıyla rahatsız etmişti.

“Avukatımdın ama ben ötesi olabil istiyorum.” dedi.

Yere çivilenmiş gibi hareket edemeyen bedenimi güç bela Çağıl’dan uzaklaştırdım. Onun kapattığı mesafeyi yeniden açmayı başarmıştım.

“27 yaşındayım ben Çağıl. Kime, nasıl duygular beslediğimi biliyorum ve sana karşı beslediğim şey aşk değil. Bunca gerginliğin arasında sen nasıl başardın bunu?” dedim.

Rahatsızlığımı fark etmiş olacak ki aramızdaki mesafeyi iyice açan Çağıl “Gerginlik?” dedi soru sorarcasına.

Şaşkınlıktan açılan gözlerimin eşliğinde “İşlenmiş gibi gözüken cinayet, tehdit.” dedim. “Bunlar senin için hiçbir anlam ifade etmiyor mu? Hak mı bunlar bana?”

Temkinli tavırlarıyla aramızdaki mesafeyi yeniden kapatan Çağıl ellerime uzandı.

“Bana da hak değil Bigem. Gel beraber toparlayalım her şeyi. İzin ver çıkarayım seni bu gerginlikten.” dedi ve 7 sene önce bana aynılarını söyleyip ilişkinin sonunda beni aldatan Barış’ın silüeti yeniden gözlerimin önüne geldi.

Loading...
0%