@beyyzzademiir
|
8 ay önce (Çağıl’ın anlatımıyla) Poyraz’ın masaya getirdiği sayısız avukat doyasını inceliyordum. Okuduğum onlarca CV arasında hala elle tutulur birini bulamamıştık. Bıkkınlıkla ittirdiğim dosyaların ardından sandalyede arkama yaslandım. “Poyraz olmuyor kardeşim. Bıktım ben. İnsan kaynakları günde bu kadar CV okumuyordur. Gel vazgeçelim bu işten. Hem biz neden avukat arıyoruz bu işe?” dedim. Poyraz hala büyük bir umutla dosyaları karıştırıyordu. “Elli kere anlattım Çağıl. Kıt mısın sen kardeşim? Herkes senin cinayet işlediğini düşünecek ve seni aklayacak bir avukata ihtiyacımız olacak.” dedi. “Ayrıca bu avukatın seni aklarken plandan bihaber olması gerektiğini akıl edebiliyorsundur herhalde. Bizi satmaması lazım.” Sandalyenin etrafında döndüğüm bir turun ardından yeniden masaya yaklaştım. “Yok, amına koyayım yok. Ne oldu da bir anda bütün avukatlar yeryüzünden silindi. Tanıdığımız başarılı onca avukat var hiçbiri görüşmek için randevu bile vermiyor.” dedim. Poyraz önünde bulduğu dosyayı bana doğru uzattı. “Bu nasıl? Adam gayet başarılı.” dedi. Kâğıdın başında sırasıyla yazan isim, soy isim, eğitim durumu ve en altta yazan çalıştığı şehir maddesine baktım. Kıstığım gözlerimle süzdüğüm Poyraz’a “Salak mısın sen kardeşim?” dedim. “Adam Hatay’da çalışıyor farkındaysan. Bizim için buraya mı gelecek, davanın ne kadar süreceği belli bile değil.” Artık umudunun yavaş yavaş tükendiğini fark ettiğim Poyraz kafasını kollarının üzerine gömdü. Boğuk boğuk çıkan sesiyle “Vaz mı geçsek?” diye sordu. “Başlamamız en başında hataydı.” dedim. Göz devirmenin ardından oturduğum sandalyeden kalktım. Daha farklı ve belki de daha basit bir çözüm bulmalıydık. Arkamdan gelen Poyraz ile beraber odadan çıktık. Şirketin yönetim katına çıkmak için asansöre yöneldik. “Sıkıcı sıkıcı toplantıya mı gireceğiz şimdi?” diye sordu. Hafifçe gülümseyerek cevapladım. “Aynen kardeşim, sıkıcı sıkıcı toplantıya gireceğiz.” Oflaya oflaya asansöre bindik. Yönetim katında çıktıktan sonra toplantı odasının önünde bekleyen Rümeysa’nın yanına geçtik. Bizi görür görmez ayaklanan Rümeysa’ya samimi bir biçimde tebessüm ettim. “Güzelim, sen girecek misin toplantıya?” dedi Poyraz. “Tabi ki gireceğim Poyraz. Ay sonu hesaplarıyla ilgileneceğiz toplantıda.” dedi. “Sen neden gireceksin?” Poyraz yine tüm sıkılmış tavrını ortaya koyarak duvara dayandı. “Gurmeniz olarak giriyorum. Diyeceğim beni mutfağa koysanız Çağıl’dan güzel yemek yaparım.” dedi. Dalga geçer tavırla “Egoyu kes.” dedim. Rümeysa’ya dönerek “Biz neyi bekliyoruz?” diye sordum. Rümeysa gözleriyle toplantı odasının kapısını işaret ederek “Şirket avukatları burada.” dedi. “Onların toplantısı bitince biz gireceğiz.” Poyraz’ın yanında kalan boşluğa bende sırtımı dayadım. Toplantı salonunun kapısı sağ tarafımızda kalmıştı ve kapının karşısında çaprazda olan sandalyelerde duran genç kadın dikkatimi çekmişti. Koyu mor renkli kalem eteği, beyaz bluzu ve açık renk ceketi ile fazlasıyla resmi gözüküyordu. Daha önce burada görmediğime ve şirkette çalışmadığına oldukça emindim. Açık kahverengi saçları ve aynı renk gözleriyle kusursuz görüntüsünü fark etmemek elde değildi. Elinde ilgilendiği cep telefonu sayesinde yüzüne yayılan gülümseme yüz hatlarına oldukça yakışıyor ve güzelliğinin üzerine katlarını ekliyordu. Bakışlarımı ayıramadığım yüzünün her zerresini ayrı ayrı inceledikten sonra açılan toplantı salonu kapısına dönmek zorunda kaldım. İçeriden çıkan şirket avukatlarımızda Gökhan Erel ve arkadan çıkan diğer avukatlara başımla verdiğim selamın ardından hareketlerini takip etmeye başladım. Gökhan Bey dikkatimi çeken genç kadının yanına geçip ona bir şeyler söylediğinde yine bakışlarım aynı yerdeydi. Duruşumu dikleştirip Rümeysa’nın omzuna dokundum. “Bu kadını tanıyor musun?” derken gözlerimle onu işaret ettim. Kafasını olumlu biçimde sallayan Rümeysa “Avukat.” dedi. “Aynı zamanda Gökhan Bey’in kızı. Bigem Erel.” Avukat olması gözlerimin parlamasına sebep olmuştu. Onu daha yakından tanıyabilme fırsatı ayağıma kadar gelmişti. Konuştuklarımıza anlamsızca bakan Poyraz’ı dürttüm. “Buldum ben.” dedim. “Neyi buldun abi?” Vücudumla beraber Poyraz’a döndüm. “Avukatı buldum.” dedim. Dostça sırtına iki defa vurduktan sonra “Bigem” dedim. “Bigem Erel…” … (Bigem’in anlatımıyla) “Ya Ayça nasıl düşünür bunu benim aklım almıyor.” dedim. Ağzımdan çıkan her sözcükten ayrı ayrı öfke akıyordu. Evimin salonunda attığım binlerce tura rağmen kendimi yatıştıramıyordum ve Ayça bunun birde tuzu biberi oluyordu. “Ben sana demiştim.” dedi. Keyif alıyordu bu cümleden. Her defasında haklı çıkmaktan da ayrı keyif alıyordu. “Ya kes, ne demiştin sen bana Ayça.” aklımın almadığı şeyleri canlı canlı yaşıyordum. “iki hafta ya iki hafta. Bir insan birine iki haftada âşık falan olamaz.” dedim. “Sakinleşmezsen astım krizi geçireceksin” dedi Ayça. “Ayrıca Feriha Feriha davranma. Gayet olur.” Haklıydı haksızdı umurumda değildi. Artık Ayça’ya haklısın demek içimden gelmiyordu fakat haklıydı. Derin derin nefesler alıp verirken Ayça’nın yanındaki boşluğa oturdum. Koltukta bana iyice yaklaşarak kafamı göğsüne bastırdı. “Bak kuzum. Biri birine ne kadar sürede âşık olur bilmem. Çağıl sana gerçekten âşık mı onu da bilmem ama haklısın. Tüm bunları konuşmak için fazla erken bir zaman dilimindeyiz fakat senin problemin Çağıl’ın sana şık olması veya olmaması değil. Senin problemin Barış.” dedi. Kafamı göğsünden kaldırıp gözlerine diktim. İstemsizce akan yaşları elleriyle silen Ayça “Sen aşktan değil, yeniden aldatılmaktan korkuyorsun ve haklısın.” dedi. “Senin hayatında geçirdiğin en berbat zamanı sorsalar Barış ile ayrıldıktan sonra hem tedavi görüp hem okumaya çalıştığın zamanı söylersin biliyorum. Barış hayatında sevgiye ve desteğe ihtiyacın olan bir zamanda ortaya çıktı. Tanıştığınız sene annen tedavi için kliniğe yatmıştı ve içinde bir boşluk vardı. O boşluğu dolduracak birine ihtiyaç duydun. Barış bunun için çok güzel bir adaydı farkındayım ama sonu istediğin gibi gitmedi. Hayal kırıklığına uğradın. Şunu unutmadan devam etmen lazım hayatına. Karşına çıkan her erkek Barış değil. Ve Çağıl senin için bambaşka bir başlangıç olabilir.” Ağlamam şiddetlendiğinde kendimi Ayça’nın kollarına bıraktım. Saatler önce hiç beklemediği birinden teklif almış. Kardeşi ile tehdit edilmiş ve karanlığın içine sürüklenmiştim. “Aldığın karar ne olursa olsun,” dedi Ayça. “Ben her daim seni tutacağım.” “Ben de.” dedim. “Ben de…” “Benimle kal istersen bu akşam? Sohbet falan ederiz hem.” bu mükemmel teklife evet demek için her şeyimi ortaya koymaya hazırdım fakat anneme verdiğim söz kafamda yankılanıyordu. “Annemlere sözüm var.” dedim. “Oraya gideceğim ama Cumartesi elbise bakmaya mı gitsek?” Şaşkınlıkla açılan gözleriyle “Daha altı ay olan düğün için mi?” dedi. Hafifçe kıkırdadım “Evet,” dedim. “Ama sen istemezsen normal alışverişe gidebiliriz. Düğün işin bahanesi.” Heyecanla ellerini çırpan Ayça “Olur,” dedi. “Düğün için abiye bakalım sana, çok mantıklı.” Gülümsedim ve gülümsedim. Çünkü Ayça bana hep gülümsemişti ve o bunu gerçekten hak etmişti. Günler sonra ailemin evinin bahçesindeydim. Dışarıdan bakan herkese göre bu evden ayrılmak fazlasıyla mantıksızdı ama benim için doğru olan buydu. Arabayı park ettikten sonra çantamı alıp kapıya yöneldim. İki defa çaldığım zilin ardından kapıyı açan Oğuz olmuştu. “Quenn böyle mi olacağız şimdi biz?” diyerek boynuma atlayan Oğuz’a aynı şekilde karşılık verdim. “İnsan bir arar sorar eşşek sıpası seni.” diye azarladığım Oğuz’un saçlarını dağıttım. İçeri girdiğimde gördüğüm anneme özlemle sarıldım. Aileme fazla bağlı değil gibi gözüksem de içimde bir yerlerde her yerim ailemdi. Annemin boynundan ayırdığım kollarımı daha sonra babamın boynuna sardım. Bu fasıl sona erdiğinde montumu çıkartıp portmantoya astım. Çantamı da aynı yere bıraktım. “Hemen mutfağa geliyorsun Bigem Hanım. Yemek yiyeceğiz.” dedi annem. Ellerimi yıkadıktan hemen sonra mutfağa yöneldim. Mükemmel kokudan anladığım kadarıyla annemin muhteşem karnıyarığı masadaki yerini benden önce almıştı. Boş sandalyelerden birine yerleştim. Oğuz heyecanla bir şeyler anlatırken bir yandan onu dinliyor diğer yandan önümdeki yemekleri yiyordum. Yaklaşık yarım saat süren ve uzun zaman sonra keyifle yediğim akşam yemeğinin ardından sofradan kalktık. Masadaki bulaşıkları makineye yerleştirirken anneme yardım edip diğer yandan da çay demledim. Oğuz heyecanla bilgisayarını getirmek için odasına çıktığında “Salona götür, oraya geleceğim şimdi.” diye seslendim. Ben son kez tezgâhı toparlarken annemin bakışlarını üzerimde hissettim. “Anne özlemini sözlerinle dile getirsen. Gözlerinle değil.” dedim. “Bigem neler dönüyor hayatında?” diye sordu. İşimi bitirdiğimde gururla süzdüğüm tezgâha son kez bakıp arkamda oturan anneme döndüm. “Ne dönüyormuş anne?” dedim. “Bak hiç sevmezdin sen cinayet davalarında çalışmamı. Senin istediğin gibi bir yerdeyim şimdi. Bütün gün şirket verileriyle ilgilenen bir avukat oldum.” “Oğuz o gün neden dışarı çıkmayacaktı?” diye sordu. “İçimde kötü bir his vardı anne. Yeterli bir açıklama mı?” “Hayır, değil.” Haklı olabilirdi. Yeterli mi bilinmez ama mantıksız bir açıklamaydı. Annemin yanına geçip sırtından ona sarıldım. Yanağına kondurduğum sulu öpücüğün ardından “Korkma bu kadar yaptığım işten.” dedim. Bozulduğunu fark edebiliyordum fakat bunu belli etmediğini düşünen annem “Çayları doldur.” dedi. “Senin tribini yesinler.” diyerek ocağa yöneldim. Hazırladığım bardaklara doldurduğum çayları salona götürdüm. Annem ve babam kendi aralarında sohbet ederken Oğuz’un yanına oturdum. Bilgisayardan yaptıklarını izlemeye başladım. “Bak,” dedi heyecanla. “Kendi uygulamamı tasarlıyorum.” “Anladığım işler değil ama mükemmel gözüküyor.” gururlu anne edasıyla saçlarının arasına bir öpücük kondurdum. “Serkan abin benden daha hâkim onunla konuşursun bak bir ara. Tabi iyileşebilirse.” “Hastalanmış mı?” diye sordu. “Felaket grip olmuş.” Buruşturduğu yüzünün ardından bilgisayarın ekranını kapattı. “Alıştın mı yeni işine?” diye sordu. Alışmakla yetinmiş olsaydım her şey çok daha farklı olabilirdi. “Alıştım,” dedim. “Gelsene haftaya bir gün ağırlayayım seni odamda.” Televizyonda açık olan yemek programına gözüm takıldı. Fazla izlemiyor olsam da sosyal medyada oldukça ses getirmiş bu programı görmemek mümkün değildi. Yemek yapmak kadar izlemesi de zevkliydi ve kesinlikle bu programı takip edecektim. Oğuz’un beni dürtmesiyle bakışlarımı işaret ettiği anneme çevirdim. Koltukta uyuya kalmıştı. Duvardaki saate baktığımda neredeyse on olmak üzereydi ve annemin bu erken yatma sevdasını hala anlayamıyordum. Babamın annemi kaldırmasını söyledikten sonra ikisi de odadan elenen ilk kişiler olmuştu. Oğuz’da biraz bilgisayarla oynayacağını söyleyerek yeni yerleştiği odama çıktığında salonda tek başıma kalmıştım. Artık arkada ses yapmasına da ihtiyaç duymadığım televizyonu kapatıp ışıkları söndürdüm. Camdan vuran sokak lambasının ışığı ile aydınlanan odada boş bakışlarımı gezdirdim. Kafamda dönen düşüncelere engel olamıyordum. “İki hafta ya.” diye mırıldandım. “Bir insan nasıl iki haftada böyle duygular hissedebilir birisine karşı.” Ayça’ya göre bu mümkündü. Ona göre benim bu duyguyu yaşayamıyor oluşumun tek sebebi Barış ile biten başarısız ilişkimdi. Oflayarak oturduğum yerden kalktım. Oğuz benim odama yerleştiğine göre benim eşyalarımda onun odasındaydı. Annem ve babamın odasıyla aynı katta olan odanın kapısını sessizce araladım. Dolaptan siyah eşofman ve siyah bir tişört çıkartıp üzerime geçirdim. Çıkarttığım kıyafetleri kapının arkasındaki askıya astıktan sonra dolaptan uzun, krem rengi hırkamı çıkartıp giydim. Darmadağını ördüğüm saçlarımın ardından makyajımı da çıkartıp odadan ayrıldım. Mutfağa geçip oradan açılan kapıdan verandaya çıktım. Kollarımı dayadığım korkuluktan gökyüzünü izlemeye başladım. Bulutlar yüzünden siyaha bürünmüş gökyüzü tüm kasvetiyle geceyi içine hapsetmişti. Bunca yaşanan şeyin arasında kendimi tamamen atlamıştım. Ciğerlerimi artık zorlamaya başlayan astım için spora yazılmayı planlamıştım ve buna ayıracak vaktim olmadığından yapamamıştım. Daha sonra okumak için kitaplığımda yer edinen kitapları elime alamamıştım. Yeni çıkan şarkılara göz atamamıştım ve gündemi dahi takip edemeyecek hale gelmiştim. Her sezonu heyecanla takip ettiğim dizinin yeni sezonuna bakamamıştım. Her hafta sonu bir sinema filmine giden ben en son Arda’nın moralim bozuk olduğunda Ayça ve beni götürdüğü filme gitmiştim. Serkan’ın yanına gidip çocukları bile görememiştim bu hafta. Hayatıma giren Çağıl Kaya her şeyi alt üst etmeyi başarmıştı. Sırtımda hissettiğim el ile irkilerek arkamı döndüm. Babamla göz göze gelmiş olsam da bu durum yerimden sıçramama engel olamamıştı. “Ses yaptım aslında gelirken.” dedi babam “Fazla dalmışsın sen.” “Uykum var ondan sanırım.” diyerek geçiştirmeye çalışsam da başarısız olmuştum. “Yalan söylenmez babaya geç otur konuşalım biraz. Geçen gün de büroya gelip kaçmışsın hemen.” İşaret ettiği ahşap masaya geçtim. Hemen karşıma oturan babamın bu bakışını biliyordum. Neler döndüğünü biliyorum ama senden duymam lazım bakışı… “Arif Yılmaz ile konuştum.” dedim. Bunu duymayı beklemeyen babamın gözleriyle orantılı bir biçimde ağzı da açılmıştı. “Cinayet planlı olarak işlenmiş.” dedim. “Yani kısmen öyle gibi. Eğer bir cinayet olsaydı.” Şaşkınlığı katlanarak artan babama son bombayı da patlatırsam işim bitmiş olacaktı. “Arif Yılmaz beni tehdit etti.” Babamın dudaklarından fırlayan küfrü duymamak elde değildi. “Hiç söyleme zahmetinde bulunmasaydın Bigem bunları.” dedi. “Valla bıktım bir haftadır ona anlat, buna anlat, savcı bilsin, Ayça akıl versin. Bir de sen eleştirme baba. Kaldıracak halde değilim.” dedim sitemkâr bir ses tonuyla. “Arif ve Çağıl nasıl tanışmışlar?” Biraz daha rahat tavırlarla arkama yaslandım. “Çağıl, Arif’in onun babası olduğunu bilmiyor.” dedim. “Sen bu kanıya nereden varıyorsun ben de onu bilmiyorum çünkü bana babasıymış gibi gelmiyor.” “Kadir çok soğuk. Ben de kendi kendime parça birleştirdim işte.” dedi. Bu cümlenin ardından alaycı bakışlarıma engel olamamıştım. “Tamam, Arif mükemmel baba olur demiyorum ama Kadir’de, Çağıl ile anlaşamıyor bence de.” “Sebep?” diye sordu babam. “Osman Kaya mesela, o da sevmiyor Çağıl’ı ve buna bahane olarak Kadir Bey’in onları eşit görmediğini söylüyor.” dedim. Sorgulayıcı bakışlarıyla beni süzen babam ithafen “Osman Kaya evlendiğinde Çağıl yurt dışında eğitimdeymiş. Haber bile vermemişler çocuğa.” dedim ve cümleme devam ettim. “Siz Oğuz ile bunu bana yapsanız konuşmam herhalde sizinle. Kınamıyorum sırf başıma gelmesin diye.” dedim. “Bize ne bundan?” dedi babam. Silktiğim omuzlarımın ardından bakışlarımı yeniden gökyüzüne çevirdim. “Bize ne bize ne de. Hoş mu yani yaptıkları? Ayıp bir kere.” Babamın bu defa olan şaşkınlığı anlattıklarıma değil tavrıma karşıydı. “Bigem, güzel kızım. Arif Yılmaz seni tehdit etmiş hala diyorsun ki yok abisi gizli gizli evlenmiş falan. Tek derdimiz bu mu sence?” “Yo değil. Dertse de bana dert baba. Sıkma sen canını ben çözeceğim bu defa.” diyerek oturduğum yerden kalktım. Aralık cam kapıdan mutfağa girdim. “Yatıyorum ben. İyi geceler.” diyerek merdivenlere yöneldim. Babamın arkamdan anlamsızca baktığını tahmin etmek çok zor değildi ama kimseye açıklama yapacak takatim kalmamıştı. Çıkarttığım hırkamı sandalyenin üzerine attıktan sonra yorganın altına girdim. Bütün kış soğuğuna karşı savaşan ruhumun soğukluğu ile kendimi uykuya teslim ettim. Aralanan gözlerim ve burnuma dolan kek kokusu ile sıcacık bir tebessüm yayıldı yüzüme. Uzun zamandır bu kadar keyifli uyanmamıştım resmen. Yataktan kalkar kalkmaz yorganın şeklini düzelttim. Banyoya geçip elimi yüzümü yıkadım ve yeniden odaya geri döndüm. Üzerimdeki pijamalarımdan kurtulduktan sonra dolapta zaten az olan kıyafetlerden kot pantolon olanını çekip aldım. Üzerine de kıştan tamamen uzak mavi, üzerinde beyaz papatya desenleri olan gömleği giydim. Ön kısmını hafifçe katlayarak sıradanlıktan kurtardığım gömleğim ile dışarı çıkmaya uygun gözüküyordum. Aynanın karşısına geçtikten sonra burada var olan üç beş parça makyaj malzemem ile yüzüme renk verdikten sonra dün geceden ördüğüm için dalgalı olan saçlarımı salarak hoş bir görünüm elde etmelerini sağladım. Çantamdan çıkarttığım parfümümü de üzerime sıktıktan sonra odadan ayrıldım. Merdivenleri ikişer üçer heyecanla inerek mutfağa girdim. Annem ve Oğuz masayı hazırlarken gözlerim dün akşam öğrendiklerinin şokuyla hayatına devam eden babamı aradı. “Günaydın,” dedim cıvıl cıvıl bir tonlamayla. Aynı şekilde karşılık veren annem ve Oğuz’a gülümseyerek masadaki sandalyelerden birine oturdum. Masadaki kurabiyelerden birini ağzıma attığım sırada elime vuran anneme kısık gözlerle baktım. “Babanı bekle babanı.” lafının üzerine yine de kurabiyeyi ağzıma attım. “Nerede babam?” diye sordum. Oğuz karşımdaki sandalyeye oturup masadaki meyve suyundan kendi bardağına dökerken “Sabah sabah çalışası tuttu.” dedi. Annem laflarımızın üzerine merdivene doğru yaklaşıp babama seslendi. Ardından masaya dönüp o da sandalyesindeki yerini aldı. Bizi daha fazla bekletmemek adına masaya gelen babamda oturduğunda artık aç karnımı doyurmam için önümde bir engel yoktu. Poğaçalardan birini ısırdığımda iştahım daha da açılmıştı. Hevesle yemeğimi yerken annemin ortaya attığı fikir ile bakışlarım oraya çevrildi. “Bugün temizlik yapacağız kimse bir yere gitmiyor.” Bakışlarım annemden sonra Oğuz’a çevrildi. Önce itiraz eden her daim daha şanslı olurdu. Hiç vakit kaybetmeden “Ben Ayça ile buluşacağım. Sözüm var kıza.” dedim. Oğuz öfkeli gözlerini üzerimden çektiğinde “Ben Amerika’ya geri döneceğim iki hafta sonra. Dışarı çıkıp halletmem gereken işlerim var.” dedi. Annemin son kozu olan babamın uyduracağı hiçbir bahanesi yoktu. Masum bakışlarını anneme çevirerek kısık sesle “Dosyalarım var desem. Bakmam gereken.” dedi. Annem oldukça net çıkan bir sesle “Hayır.” dedi. “Sen zaten temizlemeye dosyalarından başla önce. Her yerde başka bir dava dosyan var. Vallahi yırtıp atacağım hepsini.” Hafifçe kıkırdadığımız Oğuz’la göz göze geldiğimizde bu kıkırdama yerini kahkahaya bırakmıştı. Annemin kızgın bakışları altında kaybolmamak adına sessizce önümüzdekileri yemeğe devam ettik. Yaklaşık yarım saat sonra yemek işini bitirmiş Türk kahvesi saatine geçmiştik. Annem ve babama eşlik etmek amaçlı içtiğim kahve bittiğinde koltuktan kalktım. “Erel Ailesi ben kaçıyorum. Akşam geleceğim haberiniz olsun, kurtulamazsınız benden bu hafta sonu.” dedim. Beyaz montu üzerime geçirdikten sonra çantamı, telefonumu ve arabanın anahtarını alıp evden çıktım. Arabayı çalıştırıp yola çıktıktan sonra Ayça’yı aradım. İkinci çalışta açılan telefondan gelen ses yine fazlasıyla enerjikti. “Günaydın, tünaydın arkadaşların bir tanesi.” “Günaydın kuzum, hazır mısın? Geliyorum seni almaya.” dedim. “Hazırım, çabuk gel.” Ve yüzüme kapanan telefon. Alışık olduğum bir durumdu. Eğer konuşacak bir şey yoksa saatlerce kulağında telefonu tutmaktan hoşlanmayan Ayça, genelde telefonu suratıma şak diye kapatırdı. Hafta sonunun erken saatleri olması nedeniyle yok denecek kadar az trafiğin içinde Ayça’yı alacağım yere gelmiştim. Tüm güzelliğiyle salına salına arabaya binen Ayça’nın keyifli halleri beni de gülümsetmeye yeterli olmuştu. “Keyfin yerinde bakıyorum.” dedim. “Olmaması için bir sebebim yok güzelim.” diyen Ayça’ya kahkahayla yanıt verdikten sonra arabayı çalıştırdım. “Nişantaşı.” dedim. Kafasını sallayarak verdiği yanıtın ardından tüm dikkatimle yola odaklandım. Yaklaşık beş dakika durmadan gitmeyi başarmanın ardından kırmızı ışıkta yavaşladım. Bunu fırsat bilen Ayça yeniden konuşmaya başladı. “Çağıl hakkında düşündün mü hiç?” Sorunun bir yanıtı yoktu. Ne düşünmem gerektiği konusunda da hiçbir fikrim yoktu. “Ne düşüneyim Ayça? Düşündüm bak aslında, bir insanın iki haftada âşık olma potansiyeli olmadığına karar verdim. Bu yüzden şirketten ayrılıp babacımın yanına geri döneceğim.” dedim. “SAÇMALAMA!” diye çıkışan Ayça’yı umursamadan yanan yeşil ışık ile gaza bastım. “Bigem bir dursaydın kuzum. Bak belki sen şuan duygularını dizginlediğin için hissedemiyorsun. Senin kalbinin hiçbir şey hissetmediği ne malum.” “Ayça gideceğimiz yere kadar bu konu hakkında ağzını açacak olursan seni arabadan atarım.” Sessiz bir yolculuğun ardından kıyafet bakacağımız alışveriş merkezinin önündeydik. Arabayı otoparka park ettikten sonra Ayça ile beraber üst katlara çıktık. Binlerce modelin arasında kaybolacağımızı bilmemize rağmen üşenmeden hepsine tek tek gireceğimiz mağazaları belirledik. Ayça gelinliğe farklı bir yerden bakacağı için bugün büyük ihtimalle sadece bana kıyafet seçecektik. Vitrinindeki modeller dikkatimi çeken mağazayı elimle işaret ederek “Buradan başlayalım.” dedim. İçeri girdiğimizde bizi karşılayan güler yüzlü kadına tebessüm ettikten sonra içeriye göz gezdirmeye başladım. Ayça zevkimi bildiğinden siyah ve gri dışında hiçbir elbiseye bakarak vakit kaybetmiyor ve genelde hoşuma giden modelleri önüme getiriyordu. Yine de hoşuma gitmeyen veya içime sinmeyen modeller arasında kayboluyordum. Bizim aksimize görevli kadın sürekli açık renklerin bana daha çok yakışacağını söyleyerek önüme o modelleri getiriyordu. En sonunda burada hiçbir modelde karar kılamadığımızdan farklı bir mağazaya geçtik. Ayça heyecanla bana doğru gelirken elinde tuttuğu elbiseye hayran olmamak elde değildi. Siyah yere kadar uzanan, dizinin üzerindeki yırtmacı ile oldukça şık duran ve gümüş rengi zincirleriyle zarifliği ortaya döken bu elbiseyi elime aldım. Yumuşak kumaşı ile içime sinen bu elbiseye bakarken gözlerimin parladığına oldukça emindim. “Denesene.” dedi Ayça. Başımı olumlu anlamda salladıktan sonra giyinme kabinine yöneldim. Elbiseyi üzerime giyip aynadaki görüntümü baştan aşağı süzdüm. En son bu kadar güzel bir elbiseyi üniversite mezuniyetimde giydiğime çok emindim. Üzerime tam oturan hatları, istediğim boydaki yırtmacı ve en bayıldığım detayı olan zincir askıları ile elbiseyi özel diktirmiş olsam bu kadar hoşuma gidebilirdi. Heyecanla araladığım kabin perdesinin karşısında beni bekleyen Ayça’nın yüzündeki ifadeden anladığım kadarıyla o da elbiseyi aynı şekilde beğenmişti. “Çok çok çok güzel Bigem.” dedi. “Müthiş gözüküyorsun.” “Ben de çok beğendim.” derken sesimden bile akan tını elbiseyi ne kadar beğendiğimi belli ediyordu. Geldiğimizden beri bizimle ilgilenen kadın “Gerçekten çok yakıştı hanımefendi.” dedi. Kendisine dönerek “Çok teşekkür ederim.” dedikten sonra yeniden aynaya döndüm. Hayran hayran görüntümü izlemeyi bırakıp diğer işlerimizi halletmeye gitmemiz lazımdı. Hızlı sayılan hareketlerle kabine geri döndüm. Dikkatli şekilde elbiseyi üzerimden çıkartıp askısına astım. Kendi kıyafetlerimi giyerek beni bekleyen Ayça’nın yanına döndüm. Elimdeki askıyı görevli kadına uzatırken “Bunu alıyorum.” dedim. “Çok hızlı karar verdin.” dedi Ayça. “Senin de gelinlik seçiminde de aynı hızı bekliyorum.” dedim. Bu mağazadan da ayrıldığımızda geri kalan mağazalara sadece göz kalabalığı olması amacıyla uğramıştık. Daha fazla kıyafetler arasında dolaşmak yerine kahve içmek için bir mekâna girdik. Hoş atmosferi içerisinde koltuklarla döşenmiş kafenin boş masalarından birine geçtik. Yanımıza gelen garsona siparişimizi verdikten sonra sessizliğimize büründük. Bu sessizliğin fazla uzun sürmeyeceğini biliyordum çünkü karşımda kıvranan bir Ayça vardı. “Söyle söyle,” dedim. “İçinde kalmasın.” “Çağıl.” sözünü yarıda keserek elimi havaya kaldırdım. “Bugün Çağıl hakkında konuşmaya gelmedim ben buraya Ayça. Bir kez daha bu konuyu açıp birbirimizin kalbini kırmayalım.” Eliyle ağzını kapatan Ayça “Susuyorum.” dedi. “Ama ben bugün sussam da, sen duymamazlıktan gelsen de Pazartesi günü o şirkette aynı masaya oturacaksınız. Yüz yüze geleceksiniz. Ve işte o zaman gerçekten kaçamayacaksın bu konudan.” Tüm bu konuya rağmen keyifle içtiğimiz kahvelerimizin ardından yeniden arabaya binerek evlere dağıldık. Darmadağınık kafam ve düzensiz düşüncelerim eşliğinde bir günü daha ailemle yediğim akşam yemeğinin ardından noktalamayı başarmıştım. Pazar gününü de ailemle vakit geçirmeyi ve kafa dağıtmayı hedeflesem de sonucu asla istediğim gibi olmayacaktı. Bunun korkutucu kasveti altınca can çekişmeye hazır mıydım?
|
0% |