Yeni Üyelik
18.
Bölüm

17. Bölüm - Yeni Yıldan Ricalar

@beyyzzademiir

05** *** ** **: Bigem selam, Barış ben. Zihninde çok iyi hatırlanmadığımı biliyorum. Görüşme ihtimalimiz var mı?

“Bıraksan mı şu mesajı okumayı.” diyen Ayça’nın sesiyle ekrandan ayırdım gözlerimi.

Oturduğum koltuktan hiddetle kalktım. “Sen olayları kavrıyorsun değil mi Ayça? Barış yazdı bana. Beni aldatan Barış.”

“Sana seni aldatan Barış ve onun mesajıyla başarılar aşkım. Ben okula geçiyorum. Bugün bütün derslerim dolu. Akşam değerlendirmeye devam edelim bu meseleyi.”

Kapıya yönelen Ayça çıkmadan arkasını dönüp bana attığı öpücük ile sabah sabah gönlümü kazanmayı başarmıştı. Kapı kapanıp Ayça gittikten sonra tek başıma kaldığım evin duvarlarını inceledim. Hangi ara bu haddeye geldiğimi sorguluyordum resmen.

Telefonumu koltuğa fırlattıktan sonra banyoya yöneldim. Dün gece gelmiş bu mesajın etkisiyle nasıl uyuduğumu hatırlamasam da uykumu almış ve dinç bir biçimde kalkmıştım.

Aynanın karşısında önce saçımı topladım. Ardından yüzümü ılık suyla yıkayıp düzgün bir biçimde makyajımı yaptım. Dolabın önüne geçip siyah, düz elbisemi elime aldım. Evin işlerini aksattığım için çoğu kıyafetim kirli sepetinde yıkanmayı bekliyordu.

Uzun kollu, boğazlı ve dizlerimin hafif üzerinde biten elbiseyi üzerime geçirdim. Beyaz, bol gömleği de onun üzerine giyip uçlarını bel hizamda bağladım. Normalde giyinmeyi tercih etmediğim bu tarzı beyaz spor ayakkabıyla tamamladım. Aralığın son demlerine rağmen elbise giyip zatürre olma cesaretini gösterdiğime göre bana ekstra bir ödül falan vermeleri lazımdı.

Çantamı toparladıktan sonra arabam aşağıda olmadığından çeşitli yollarla şirkete gideceğim için erkenden evden çıktım. Dün yaşadıklarımın üstüne bence gayet sakin bir tavır takındım. Bu yüzden bugünün ikinci ödülünü de hak ettim.

Ben metroda kulaklığımla beraber trafiksiz yolculuğumu çekerken gelen bildirim sesiyle gözlerimi camdan ayırdım. Yine yazan kişi Barış’tı.

05** *** ** **:Mesajları okuduğunu görebiliyorum Bigem.

Yanımda beni sakinleştirecek veya dizginleyecek herhangi bir Ayça yoktu. Parmaklarımı klavyeyle buluşturup cevap yazmaya başladım.

Siz: Sen benimle dalga falan geçiyor olmalısın Barış. Bunun başka açıklaması olamaz.

05** *** ** **:Büroya geleceğim. Konuşmamız şart.

Siz: Yo şart falan değil. Nereden geliyor senin bu özgüven?

Mesajımı okumasına rağmen yanıt vermeyen Barış’ın büroya gitse de beni bulamayacak olması içimdeki huzurun açıklamasından başka bir şey olamazdı.

Birkaç dakikalık yürüme merasiminin ardından şirketin önündeydim. Normalde otopark katından direkt içeri girdiğim için şirketin bu kısmına yabancı kalmıştım. Fazla vakit kaybetmeden ve daha fazla soğuk havaya maruz kalmadan içeri girdim. Cam kapının ardından oldukça hızlı ilerleyen plaza hayatına beklediğimden daha kısa sürede adapte olmayı başarmıştım.

Koşuşturan insanların arasından önce Asena’nın masasına yöneldim. Dün getirdiği dosyaları tamamlayamamış olmanın verdiği mahcubiyetle “Günaydın,” dedim.

Samimi tavırlarıyla her daim günümün aymasını sağlayan Asena’da “Günaydın Bigem Hanım.” diyerek karşılık verdi.

“Şimdi Asena şöyle bir şey söylemem lazım. Dün hiç tahmin edemeyeceğim olayların gerçekleşmesi üzerine ben dosyaları tamamlayamadım fakat bugün en geç öğlen paydosuna kadar bitirmiş olurum.”

Bilgisayar ekranından bir şeyler yaparak gözlerini bana çevirerek “Ben, size bugünün dosyalarını da mail olarak attım.” dedi.

Ben daha dün yapmam gereken işleri bitirmediğimden bugün yapmam gerekenler iki katına çıkmış oldu. Vakit kaybetmeden asansöre yöneldim. Odamın katına çıktığımda burası mesainin başlamasına yarım saatten daha az bir zaman kalmış olmasına rağmen dolu değildi. Dün Asena’dan öğrendiğim kadarıyla bugün toplantı vardı ve herkes şuan oradaydı. Odamın kapısını araladığımda karşımdaki görüntü tarif edilemez bir hal almıştı. Boş sandalyelerden birine yerleşmiş Barış oda içerisinde gözlerini gezdiriyordu. “Hayır,” diye fısıldadım. “Şaka falan bu.”

Beni gördüğünde ayaklanan Barış “Adresi yanlış aldım zannettim. Günaydın Bigem.” dedi.

Buruşturduğum yüzüm ile beraber gözlerimi kapatıp açtım. Daha önce önüme gelen siluetlerdeki gibi olmamıştı ve Barış bu defa önümden kaybolmamıştı.

“Yuh. Ne işin var senin burada?” dedim sitemkâr bir ses tonuyla.

“Bigem bak, beni bir dinle. Konuşalım sonra yine tüm tepkilerine cevap vermeden haklısın diyeceğim.” dedi.

Sandalyemin olduğu tarafa hızlı hareketlerle geçip çantamı masanın üzerine bıraktım. Öfkeyle Barış’ın olduğu tarafa geri dönüp onu omzundan kapıya doğru ittirdim. “Hadi canım, başka kapıya.”

“Ya sen beni nasıl çıkaracaksın odadan Bigem. Yapma Allah aşkına, oturup konuşalım” diyen Barış iyice beni sinirlendirmişti.

“Dalga mı geçiyorsun sen benimle? Sabah mesajda da sormuştum bunu. Salak salak konuşma, defol.” diyerek cümlemi yeniledim.

“Affet beni demiyorum. Şu an demiyorum fakat ileride diyeceğim. Lütfen konuşalım Bigem.” diyen Barış’ı kapıya kadar sürüklemeyi başarmıştım.

“Ne münasebet, utanmadan gelmiş karşımda affet beni diyeceksin sen.”

Yükselen sesimin ardına “Bağırma bak, milleti başımıza toplayacaksın.” dedi Barış.

Elimle kapıyı aralayıp “Çık dışarı.” dedim.

“Bigem.” diyen Barış’ı susturmak için dudaklarımı kıpırdatmıştım ki arkadan tonuna şükredeceğim bir ses geldi.

“Bigem.” dedi Çağıl. Karşımda iki adam duruyordu. İkisinin de hayatımdaki yerinin neresi olduğunu bilmediğim iki adam. “Beyefendi sorun mu çıkartıyor?” diye sordu Çağıl. Sabah sabah bir gerginlik çekecek halim daha kalmamıştı.

“Hayır, çıkartmıyor.” dedim. “Zaten şimdi gidiyor.”

Barış odadan çıkıp Çağıl’ın yanına ilerledi. Aralarında var olan birkaç adımlık boşlukta böylece kapanmış oldu.

“Sizi biliyorum ben,” dedi Barış. “Şu meşhur şef. Hani mutfaklarında cinayetler işlenen esrarengiz restoranın genç yıldız şefisin.”

“Barış,” dedim uyarı dolu bir tonlama ile “Artık git.”

Çağıl beni es geçerek Barış’a iyice yaklaştı. “Gitmesin Bigem. Ne bu afralar tafralar, açık konuşalım bence.” dedi. “Hayır yani. Esrarengiz restoranın genç yıldız şefi merak ediyor.”

Barış oldukça kendinden emin bir tonlama ile “Afram tafram seni rahatsız etti galiba.” dedi. “Ne yaparsın, beni de mi öldürürsün?”

“Bilmem.” Barış tekrardan odaya girmişti ve arkasından giren de Çağıl olmuştu. “Belki de vampir de olabilirim. Şurada seni ısırsam kimsenin ruhu duymaz bence.”

“Ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde tedavi görmenizi tavsiye ederim. Benim alanıma girmiyor maalesef sağlık problemleriniz.” dedi Barış bilmiş bir tavırla.

“Öyle mi?” Çağıl kollarını göğsünde kavuşturdu. “Ayarla bir randevu bana da gideyim.”

İkili aralarına girmemle ayrıldığında Barış tek kelime daha etmeden arkasını dönüp uzaklaştı. Çağıl ise hışımla arkasını dönüp merdivenlere yöneldi. Arkasından gittiğimde hala sesli bir biçimde söylendiğini duyabiliyordum.

“Manyağa bak ya. Sabah sabah nereden çatıyor bunlar bize?” diyerek odasına girdi. Çarptığı kapısıyla yerimde irkilip adımlarımı durdurdum. Her ne kadar öfkeli olduğunu bilsem de çekingen tavırlarla kapıyı araladım.

“Çağıl,” diyerek fısıldadım. Sessiz odada sesim Çağıl’a saniyesinde ulaşmayı başarmıştı.

“Bigem, sen nereden buluyorsun bu tipleri.” dediğinde öfkesinin bana olmadığından emin olmuştum. Bu yüzden daha rahat bir tavırla içeri girdim ve boş sandalyelerden birine oturdum.

“Ya bak ben nereden bileyim buralara geleceğini.” yaramazlık yapmış çocuklar gibi Çağıl’a açıklama yapıyordum. “Bana büroya gideceğim dedi.” dedim. Son sözcükler artık ağzımdan fısıltı gibi dökülmüştü.

“Kim bu?” diye sordu.

“Eski sevgilim,” dedim bakışlarımı zemine doğru çevirirken. Çağıl’ın tepkisi beklediğimden hafifti.

“Hatırlat güleyim ben bu espriye bir ara.” dedi.

“Şaka yapmıyorum.” dedim. “Gerçekten eski sevgilim.” Ellerimi kucağımda birleştirip parmaklarımla oynamaya başladım.

“Bu iti çok aramadığını varsayıyorum.” dedi.

“Yuh!” kelimesi bir anda ağzımdan çıkmıştı. “Ne ara it diyecek kadar tanıdın sen onu?”

“Pardon,” gözlerini kısarak beni incelemeye başladı. “Ne bu, oldu olacak ağla o herife it dedim diye.”

“Ne anladın sen de bana kızıyor-…” cümlemi yarıda kesen karşıdaki odadan gelen gürültü sesleri olmuştu.

Çağıl'ın odasından bir hışımla çıktığımızda sesin geldiği Rümeysa'nın odasına yöneldik. Benden önce kapıyı açıp içeri giren Çağıl aynı hızla geri çekilerek beni de arkasına almıştı.

Mental olarak şuan sağlıklı düşünemediğine emin olduğum Rümeysa, eline aldığı kalemleri sırayla Poyraz'a fırlatıyor ve sürekli bir şeyler için bağırıyordu. Koşarak odaya doğru gelen güvenlikleri eliyle durduran Çağıl "Ben hallederim, yok bir şey." diyerek geri gönderdi. İçerisinin sakinleştiğini anladığımızda temkinli adımlarla ikilinin arasına geçtik. Poyraz'a bu kadar sinirlenen Rümeysa'nın hala sakinleşmediğine oldukça emindim.

"N'oluyor size?" diye sordu Çağıl.

Öfkeyle parmağını Poyraz'a doğru sallayan Rümeysa "Onu çok sevdiğin arkadaşına sor Çağıl." dedi. Hepimiz bakışlarımızı Poyraz'a çevirdiğimizde mantıklı bir açıklama bekliyorduk.

"Abi bakmayın siz ona. Rümeysa'nın abartması. Bu kadar büyük bir olay yok."

Poyraz'ın cümlesinin ardından yine ortamdaki tansiyon yükselmişti ve Rümeysa önünde kalan üç beş kalemi de Poyraz'a doğru fırlatmıştı. Kalemlerden biri tam olarak Poyraz'ın kafasına denk geldiğinde o da sinirle çıkışmıştı.

"Yok, Rümeysa böyle öldüremezsin beni. Gel direkt kafamı falan kır."

Oldukça net bir tavırla "Zaten bir süre evde falan yalnız kalmayalım. Büyük ihtimalle müsait bulduğum ilk anda öldürürüm seni." dedi Rümeysa.

Çağıl yeniden araya girerek "Ne olduğunu söylemezseniz ben ikinizin de kafasını kıracağım şimdi." Çok seviyeli bir arkadaşlıktı bunlarınki.

Rümeysa ellerini göğsünde kavuşturarak konuşmaya başladı. "Poyraz Bey’in çok kıymetli güvenlik şirketi yeni bir iş almış. Ezgi Hanım'ın abisinin yeni işyeri açılışında görev alacakmış. Üstelik bunu yaptığı yetmiyormuş gibi bir de lansmana davet edilmiş ve Ezgi Hanım'ı kıramadığı için kabul etmiş katılmayı." Ben Ezgi denen kadını tanımadığımdan olayı dinlemekten başka bir şey yapmıyordum. Çağıl ise şaşkınlıkla aralanan dudaklarını eliyle gizlemiş hafifçe kıkırdıyordu. "Bizim Ezgi. Hani üniversitede Poyraz'dan hoşlanan." dedi.

"Çağıl," bu defa Rümeysa'nın öfkesinden nasiplenecek kişi belliydi. "Benim ashabımı bozma. Ne demek Poyraz'dan hoşlanan ya."

Duyduklarının ardından rahat tavırlar takınan Çağıl boş sandalyelerden birine oturdu. Rümeysa ise asla sakinleşemiyordu. Çağıl'ın onu umursamadığını fark ettiğinde yeniden Poyraz'a dönen Rümeysa "Defol odamdan." dedi.

"Bak ya hareketlere bak. Oturup çocuklar gibi tartışalım istersen Rümeysa." dedi Poyraz.

"On saniyen var odadan çıkmak için." dedi ve sesli bir biçimde ondan geriye doğru saymaya başladı. Poyraz birkaç adım masaya yaklaşıp ellerini Rümeysa'yı sakinleştirmek istercesine havaya kaldırdı. "Ezgi için mi tartışacağız. Gel sakinleşelim artık." dedi. Rümeysa bunu umursamadan saymaya devam ediyordu. "Son beş saniye." diyerek Poyraz'ı uyardı.

"Tamam, gideceğim ama arabamın anahtarı çantanda. Onu bana vermen lazım." dedi.

Rümeysa öfkeyle sandalyesini ittirip Poyraz'ın önüne geçtiğinde "Ne anahtarı Poyraz, ne anlatıyorsun sen." diye bağırdı. "Yok, araba falan sana. Yürü git metroya bin, hadi."

Poyraz odadan çıktığında yüzüme çarpılan ikinci kapıydı. Şaka bir yana bugün bir kavga daha çekecek mecalim kalmamıştı. Derin bir nefesi sesli bir biçimde dışarı vererek Çağıl’ın karşısındaki sandalyeye oturdum.

“Sınanıyoruz bugün,” dedi gözlerime bakarak. “El birliği ile sınıyorsunuz beni.”

Bu kadar ben merkezli düşünmesi onu agresif yapıyordu. Hepimiz sınanıyorduk bence. Bu ona özel bir durum değildi.

“Ne oluyor size?” dedi Rümeysa. Bugün çevreye sürekli sorduğumuz soru ilk kez bize sorulmuştu.

“Yok bir şey.” dedi Çağıl kinaye dolu bir tonlamayla. “Odamdayım Bigem.” son cümlesinde yine hedef bendim.

Oturduğu yerden kalkıp odadan çıkışını öylece izledim. Ardından masanın başında sinirle kalemi elinde döndüren Rümeysa ile konuşmaya başladım. “Sakinleştin mi?”

Derin nefeslerle sandalyeye kendini bıraktığında “Gayet sakinim.” dedi.

“Çağıl beni bekliyor,” diyerek ben de ayağa kalktım. “Daha sonra yine uğrarım yanına.” Hızlı hareketlerle az önce yarım kalan konuşmamızı tamamlamak amacıyla Çağıl’ın odasına girip kapıyı kapattım.

“Nerede kalmıştık?” diyerek boş sandalyelerden birine oturdum.

“Sen en son eski sevgiline it dediğim için ağlıyordun.” Komik şakalarına bir yenisini daha ekleyen Çağıl’a dalga geçercesine baktım. “Nasıl tanıştınız?” diye sordu. Umursamaz tavrıyla önündeki dosyayı okurken bana bunu sorması mantıklı değildi.

“Üniversiteye başladığım ilk sene,” ben de en az onun kadar umursamaz davranmaya çalışarak anlatıyordum. “2011 yılı falandı sanırım. O tıp fakültesinde 2. sınıf öğrencisiydi. Annemin bir senedir klinikte yatmasından dolayı içimde bir sevgi eksikliği vardı. Babamda anneme benim kadar düşkün olduğu için benimle ilgilenmiyor, annemle ilgileniyordu. Barış’ın sevgisi bana çok özel gelmişti.”

“Sevgi ihtiyacını giderdiğin bir duraktı yani?” hala gözleri önündeki belgedeydi.

“Hayır,” dedim öfkeyle. “O benim aşk duygusunu ilk tattığım insandı ve emin ol hikâyenin sonu benim planladığım gibi bitmiş olsaydı şuan evli olma ihtimalimiz bile vardı.”

“Aldattı o zaman seni.” Nefret duygumu pekiştiren kelimelerden biri de aldatmaktı sanırım.

“Keyif mi aldın bu durumdan?” Dakikalardır bir şeyler anlatıyor olsam da ilk kez gözlerini bana çevirdi.

“Almadım. Ayrıca hiç hoşuma gitmedi. Aldatılacak bir kadın değilsin.”

“Hiçbir kadın hak etmez bunu, ağzını topla.” dedim öfkeyle.

Koltuğunda arkasına yaslanırken yüzüne yayılan muzip ifade ile konuşmadan keyif alıyormuş gibiydi. Konuyu değiştirmek ve gerçekten konuşmamız gereken bir konuya değinmeye karar verdim.

“Dava var unutmadın umarım.”

“Unutulacak ne kaldı ki o kısımda. Can Akın gidecek ben yaşıyorum diyecek” dedi.

Bu defa dalga geçebilme fırsatı bana gelmişti. “Tabi,” dedim. “Daha sonra da buyur Çağılcığım biz seni kaç haftadır uğraştırıyoruz. Affet bizi diyecek savcı.”

“Komik misin sen?”

“Senin kadar olmasa da,” göz kırparak oturduğum yerden kalktım ve kapıya yöneldim.

“Öğlen yemeğinde burada olacağım. Rümeysa da sakinleştiyse benimle olacak. Katıl sen de bize.”

Odamda üçüncü bardak kahvemi yudumlarken Asena’ya sözünü verdiğim dosyaları yarılamıştım bile. Bitirdiğim kadarını elime alıp odamdan dışarı yöneldim. Asansörle önce giriş katına indim. Asena’ya biten dosyaları teslim ettikten sonra öğlen yemeğine Çağıl’ın teklifiyle geçireceğimden yemekhane katına geçtim. Her daim oturduğu arka masalarda olduğundan oldukça emindim. Vakit kaybetmeden o kısımlara yöneldiğimde yanılmamıştım. En köşede, camın yanındaki masada oturuyordu fakat Rümeysa yanında değildi. Masaya iyice yaklaşıp karşısındaki sandalyeye oturdum.

“Gelmezsin diye düşünmüştüm aslında.” dedi.

“Tek başıma yiyecektim zaten, en azından canım sıkılmaz” Tabağın yanındaki çatalı aldıktan sonra Çağıl’ın tabağındaki sebzelerden birini ağzıma attım.

"Yılbaşı planın ne?" diye sordu Çağıl. Aralık ayı son günlerini bize bahşettiğinden yılbaşına bir plan yapmam gerekirdi sanırım.

"Yok bir planım." dedim. "Evde mandalinamı yiyip, programları izlerim büyük ihtimalle."

"Mantıklı, ben de aynısını yaparım" dedi.

"Yalan," Çağıl'ın yılbaşını evde geçireceğine inanmamı beklemiyordu umarım.

"Hayır, ciddiyim." dedi bir kez daha, "Ne yapmamı bekliyordun sen?"

Hafifçe kıkırdayarak keyifle onu süzdüm. "Ne bekleyeceğim canım," dedim. "Ayrıca istediğini yapabilirsin zaten."

"Gerçekten canın mıyım?" dedi kinaye dolu bir tonlamayla. Yüzünde muzip bir gülümseme vardı.

"Yuh, dalga mı geçiyorsun sen benimle. O anlamda mı dedim ben Çağıl?” Ben herhangi bir şey söyleyemeden bakışlarını arkamdaki Rümeysa’ya çevirdi Çağıl. “Sohbetinizi bölmüyorum umarım.”

“Otursana,” dedi Çağıl. “Biz de yılbaşı planları hakkında konuşuyorduk.”

“En sevdiğim,” dedi Rümeysa, boş sandalyeye oturduğunda ikimizde önümüzdeki tabakların paketlerini açıyorduk. Çağıl ise keyifle yemeğine devam ediyordu.

“Siz ne yapacaksınız Poyraz ile?” diye sordum.

“Poyraz’ı affettiğimi kim söyledi. Kendisi yılbaşına istediği yerde girebilir.” Rümeysa’nın öfkesi soğumamıştı ve Poyraz her an bu öfkenin altında can verebilirdi.

“Artık sakinleşsen mi biraz?” dedi Çağıl. “Fazla abartıyorsun Rümeysa.”

“Boş boğazlığını çekemem seni Çağıl, çok istiyorsan Poyraz ile beraber sen de katıl davete.” dedi Rümeysa.

“Davetiyem olsa giderdim. Sonuçta üniversitede sohbetimiz var.”

“Hepinizden vefa akıyor maşallah.” Rümeysa sanırım Ezgi’den hoşlanmıyordu.

Bu kaliteli sohbet o ikisi arasında dönerken benim kafamda başka şeyler dönüyordu. Barış’ın bugün yıllar sonra karşıma çıkmış olmasından ötürü belki de Çağıl’a olan güvenimi arttırmıştı. Sanki cevabını bulmadığım sorular, yerine oturmayan taşlar, tüm hepsi birer birer aydınlanıyor ve bana ne istediğimi belli ediyordu.

Yemeğin ardından odamda geçirdiğim üçüncü saatin sonuna gelmeyi başarmıştım ve dosyaların tamamını bitirmiştim. Neredeyse altı olan saati gördüğümde dosyaları toparlayıp Asena’ya teslim etmek üzere odamdan çıktım.

“Asena son kez rahatsız ediyorum seni, dosyaları bitirdim.”

Samimi gülümsemesi ile dosyaları elimden alan Asena çekmecede diğerlerin yanına koydu. “Ne rahatsızlığı Bigem Hanım, ben size gelip alırım demiştim. Zahmet etmeseydiniz keşke.”

“Kolay gelsin sana, iyi tatiller.” İyi tatiller çünkü şirketin bilmediğim kurallarından birini birkaç saat önce öğrenmiştim. Yılbaşı tatili normalde alışık olduğumun aksine bir gün değil, dört gün oluyormuş. Çarşamba, Perşembe ve cuma günlerini evde geçirecek olmanın verdiği mutlulukla içimde fazlasıyla bir rahatlık vardı. Perşembe gecesi gireceğimiz yeni yıldan ise pek çok ricam olacaktı.

Akşam eve döndüğümde kendime uzun zamandır ayırmadığım vaktimi ayırmıştım. Yaptığım cilt bakımının ardından sıcak bir duş almıştım ve en sevdiğim yemekleri hazırlayarak mükemmel sayılabilecek bir akşam yemeği yemiştim. Şimdi kahvem ile birlikte televizyonun karşısında geçmiş en sevdiğim dizinin yarım kalan sezonunu tamamlıyordum.

Öğlen yemeğinden beri görmediğim Çağıl’a karşı içimde oluşmuş bir merak duygusu vardı. Hoşuma gider gitmez bunu umursamayan merak duygum giderek büyüyordu.

Barış’ı görmüş olmam bile bugün moralimi bozmama izin vermeyecekti. Onu görmem bir nebze de olsa içime su serpmişti. Sanki ona karşı içimde kapanmayan defterler bugün sonsuza dek açılmamak üzere kapanmıştı.

Bugün itibariyle Çağıl’ı tanıyalı neredeyse bir ay, belki de bir buçuk ay olmuştu. Sürekli duygularını benden uzaklaştırdığım bu adam bir aydır hayatımdaydı. Ve ben ona karşı olan duygularımı adlandırmayı yavaş yavaş başarıyordum.

Şayet aklımın bir köşesinde sürekli dönüyor olmasının veya şuan yüzüme yayılan tebessümün başka bir açıklaması olamazdı.

 

Loading...
0%