Yeni Üyelik
19.
Bölüm

18. Bölüm - Son 24 Saat

@beyyzzademiir

Yılbaşından iki gün önce…

Telefonumun ısrarlı çalışıyla araladım gözlerimi. Saat henüz altı bile olmamıştı. Bu saatte çalan telefonun ne kadar mantıklı olduğunu sorgulayacak kadar açılmamıştı henüz uykum.

Ekranda yazan Çağıl yazısı kısa çaplı bir şok geçirmeme sebep olmuştu. Neyse ki bu durumu kısa sürede toparlayıp kendime gelerek telefonu açtım.

“Günaydın Bigem,”

Sesi oldukça netti ve yeni uyanmadığı her halinden belli oluyordu. Ben de sesimi olabildiğinde toparlayarak “Günaydın,” dedim.

“Yeni uyanmadığını varsayıyorum,” dedi. “Kahvaltı edelim mi?”

Soru beklemediğim yerdendi. Yatağımdan cevapladığım soruya “Yarım saat sonra okey mi?” dedim.

Üstümdeki yeşil pijama takımımla adeta göz göze geldiğimizde yarım saatte harikalar yaratacak kadar hızlı hazırlanabileceğimi biliyordum.

“Sitenin önünden alırım seni” Telefonun kapanmasıyla hemen ayaklandım. Banyoya yönelip elimi yüzümü yıkadıktan sonra dolabın başına geçip kıyafetlerle bakışmaya başladım.

Toprak tonlarında, dizin hafif üzerinde ve arkasındaki yırtmacıyla her detayına bayıldığım eteği giymek için dışarı çıkarttım. Onun üstüne ise etekten biraz daha açık bir tonda olan bluzu kenara koydum.

On beş dakika kadar süren hazırlığın ardından odamdaki işim tamamen bitmişti. Banyoya geri dönerek yüzüme özenle yaptığım makyajın son kısımlarını da tamamladım. Yatmadan önce ördüğüm saçlarımı açtığımda oluşan hafif dalgaları dağıttıktan sonraki görüntüm mükemmele yakındı.

Uzun beyaz montumu da giydikten sonra anahtarlarımı ve çantamı alıp dışarı çıktım. Yağmurlu havaya, kara kışa rağmen vazgeçemediğim topuklu ayakkabılarımdan birini giydikten sonra asansöre bindim. Aynada kendime son kez baktığımda, yarım saat önce yatakta olduğumu hesap edersek şakasız güzel olmuştum.

Bahçeye çıkıp etrafa bakındıktan sonra sitenin dış tarafında Çağıl’ın arabasını gördüm. Vakit kaybetmeden yanına gidip soğukta oyalanmadan arabaya bindim. Üzerinde görmeye alıştığım takım elbisesi, özensizce dağıtılmış saçları ve yüz hatları ile o her zamanki gibiydi.

“Günaydın.” dedim.

“Hiç sorgusuz, sualsiz geldin farkındasın değil mi?” diye sordu şaşkın bir biçimde.

“Ben ineyim o zaman arabadan Çağıl.” Arabanın kapılarını yanında duran tuşa basarak kilitleyen Çağıl “Cık,” dedi. “Önemli bir gün bugün. Öyle kolay kaçamazsın. İki yetişkin gibi oturup konuşacağız.”

Beynimde kısa süreli bir fırtına gerçekleştirdikten sonra Çağıl’a döndüm. “Hayır, özel bir gün olsa ben bilirdim.” dedim. Tarihleri takip eden biriydim.

“Bilemezdin,” dedi. Kendinden emin tavrı sesine yansıyordu. “Anlatırsam bilebilirsin ancak.”

“Anlat o zaman,” Soruma yanıt alamadan arabayı kullanan Çağıl’ı izlemeye başladım. Bir yandan da sürekli bugünün özelliğini çözmeye çalışıyordum. Önünde durduğumuz büyük camekânla kaplı bu restorana daha önce gelmemiştim.

“Sizin restoranlara gitmeyecek miyiz?” diye sordum.

Cep telefonunu ceketinin cebine koyduktan sonra arka koltuktaki montuna uzanan Çağıl “İstersen gidelim ama buranın kahvaltısını denemen gerek.” dedi.

“Okey,” dedim. Telefonumun kamerasından kendimi düzelttikten sonra arabadan inip Çağıl’ı bekleyeme başladım. İçeride en köşedeki masalardan birine oturup siparişi verdikten sonra sessizliği birimizin bozmasını beklemeye başladık.

“E sen hiç konuşmayacaksan ben nasıl öğreneceğim bu özel günü?” diye sordum. O ise konuşmamaya yemin etmiş gibi tek kelime söylemedi. Beş dakikalık sessiz bekleyiş sonunda önümüze gelen sıcak kahveler ve oldukça mükemmel görünen tabaklar eşliğinde sonunda konuşan bir Çağıl vardı karşımda.

"Şimdi yarın 31 Aralık." dedi Çağıl. "Kaç gün oluyor yani?” Kafasından bir şeyler hesaplıyor gibiydi. “9. ayına girmiş oluyoruz tanışmamızın."

"Hayır" bu mümkün değildi. Ben davayı kasım ayının neredeyse sonlarında almıştım ve şuan aralık bitiyordu. Ortalama olarak bir-bir buçuk ay olmak zorundaydı. "Matematiğin bu kadar kötü olmamalı Çağıl." dedim.

"Sen beni bir dinlesen anlatacağım zaten. Bak şimdi Nisan ayının başında Poyraz ile tüm bu yaşadıklarımızın planını yapıyorduk."

Cümlesini yarıda keserek ayara girdim. "Yuh!" bunu da benden saklamasaydın keşke Çağıl "Hepsi planlı mıydı yani?"

"Lafımı kesmesen bütün hikâyeyi anlatmıştım şimdiye kadar." dedi Çağıl. Elimi dudaklarımın üstünde gezdirerek "Susuyorum." dedim.

"Bu davayı alacak bir avukata ihtiyacımız vardı ama bulamamıştık. Sonra toplantı katına indik. Bir baktım baban toplantı salonundan çıkıyor. Tam karşı koltuklarda da sen varsın. İlk ben seni orada gördüm ama sen telefonla ilgileniyordun ve bence beni görmedin."

"Zaten görmedim. Seni tanımıyordum bile ben. Kadir Bey'i tanıyordum." Önünde duran kahvaltı tabağından birkaç çatal alan Çağıl yeniden konuşmaya geri döndü. "Ben duyguların bu denli bir hal alacağını düşünmüyordum" dedi. "Senin bu kadar net çizgilerle duygularını kapatmış olacağını düşünmemiştim açıkçası."

Ben yüzünün her zerresini ayrı ayrı takip ederken o benden bir yanıt bekliyormuşçasına gözlerimin içine bakıyordu. "Hayır, duygularıma kesin sınırlar çizmedim ben." dedim. "Sadece biraz zamana ihtiyacım var."

Kokusu burnuma dolan kahveden büyük bir yudum aldım. “Neyi planladınız Poyraz ile o gün?” diye sordum.

“Aslında tam planlı gibi değildi. Yani bize oyun oynayan Arif’e biz de oyun oynayacaktık. Can Akın öldü gözükecekti. Biz daha sonra onu yurt dışına göndermiş olacaktık ve…”

Yine cümlesini yarıda kesen ben “Arif sizden korkacaktı. Vay be şuna bak adam bile öldürüyor diyecekti. Değil mi?” diye sordum.

“Çok mantıklıydı aslında.” dedi Çağıl. “Eğer plan bozulmamış olsaydı.”

“Can’ın planı bozması bize mahkemede bize pahalı patlayacak haberin olsun.” dedim. Gerçekten henüz net bir araştırma yapamamış olsam da başımıza geleceklerin az çok farkındaydım.

“Nasıl yani dava direkt düşmez mi?” meraklı tavrına engel olamıyordu Çağıl.

“Herhalde düşmez,” dedim. “TCK m.271, suç uydurma suçu.”

“Saçmalama Bigem.” Sesindeki tınıdan gerginlik akıyordu. Onunla uğraşmak şu an oldukça keyifliydi “Valla artık yedi yıl mı yatarsın, on yıl mı yatarsın?” ben anlattıkça onun büyüyen gözbebekleri fazlasıyla komik gözüküyordu. “Ben bile kurtaramam seni.”

“Nasıl ya?”

Hafifçe kıkırdadıktan sonra önümdeki tabaktan bir şeyler yemeye başladım. Çağıl ise donmuş bakışlarla benim rahatlığımı izliyordu.

“Şaka şaka,” dedim onu rahatlatmak istercesine. “Ama üç yıl hapis veya para cezası oluyor. Bence para cezası alırsın. Suç sonuçta bu yaptığın.” Alacağımız ceza hakim ve savcının kanaatine kalmıştı.

“Sabah sabah bunları konuşmayız diye düşünmüştüm Bigem.” Evet, konuşmamız gereken başka şeyler vardı.

“8 ay beni takip ettin sen şimdi?” diye sordum.

“Evet,”

“Sapık mısın sen Çağıl. Yanıma gelip direkt sohbet edebilirdin.” dedim. “Hayır, yani böyle adam öldürme numaraları falan kalitesiz kalitesiz şeyler… Ne gerek var?”

“Bence de gerek yoktu. Poyraz’ın hayata renk katma çabası tamamen.”

“Şimdi ne olacak Çağıl?” diye sordum. İyice düğüm olan bu olaydan nasıl sıyrılacaktık.

“Dava kapanınca düşünelim oraları.” dedi. “Bugün başka işlerimiz var seninle.”

Üfleyerek arkama yaslandım. “Belirsizlik sevmem.” dedim. “Sabahtan beri yapacağımız şeylerden hep en son haberim oluyor.”

“Çok tatlı bir şey yapacağız ama.” Diyerek kahvaltısını etmeye devam etti.

Saat henüz sekiz bile olmamışken kahvaltı ettiğimiz restorandan ayrıldık. Keyif dolu kahvaltıda ettiğimiz sohbetin her kelimesi aklıma kazınırken şuan nereye gittiğimiz konusunda da herhangi bir fikrim yoktu. Birkaç kez sormayı denesem de Çağıl’dan herhangi bir yanıt almayı başaramamıştım.

Dakikalar süren sessizliği bozan cümle “Rümeysa’yı arasana.” oldu.

“Bu saatte mi?” insanların izin gününü uyuyarak geçirmesi gayet doğal karşılanmalıydı bence.

“Uyanmıştır o, ara sen.”

“Ne diyeceğim Çağıl.”

“Halini hatrını sor Bigemciğim.” Boş bakışlarım onun kahkahaları arasında kaybolurken akıl sağlığının yerinde olmadığından şüphe ediyordum.

“Bigem ara hoparlöre al. Ben ararsam açmayacak. Poyraz ile ne yaptıklarını soracağım.”

Cebimden çıkarttığım telefonumdan Rümeysa Alım yazılı kişiyi seçtim ve telefonu arabanın ekranının üzerine yerleştirdim. Kayıt şekline göz gezdiren Çağıl yeniden yola baktıktan sonra “Resmiyetten öleceksin farkındasındır umarım.” dedi.

“Komik misin sen?”

“Senin kadar olmasa da,” Bakışlarını yoldan saniyeliğine ayırıp bana çevirdikten sonra göz kırpması ona geçen gün yaptığım hamlenin bana geri dönüşü niteliğindeydi.

Üçüncü çalışta açılan telefondan gelen sesin tınısında bile hala gerginlik seziyordum.

“Günaydın,” karşıdan soluk bir ses gelmişti. Çağıl önce bana daha sonra telefonun ekranına bakıp konuşmaya başladı. “Rümeysa,” dedi sessiz tonlama ile “Günaydın.”

“Birileri,” dedi Rümeysa. Aldığı derin nefesin ardından cümlesini tamamladı. “Kendi telefonundan arama cesaretini göstermemiş mi?”

“Ben seni aramasına arardım ama sen açmazdın Rümeysa, boş yapma.” Ortam gerçekten çok gergindi ve ben bu durumdan fazlasıyla rahatsız oluyordum. Üfleyerek arkama yaslandığımda bu rahatsızlığımı fark eden Çağıl konuşmasını hızlandırdı.

“Poyraz’ı hala öldürmediysen kapatıyorum ben telefonu.”

“Kapat.” Ve Çağıl gerçekten telefonu tek hamlede kapattıktan sonra ekranın üzerinden alıp bana uzattı.

“Kızın yüzüne kapattın Çağıl.” dedim.

“Alışık o boş ver sen.”

Araba yavaşladığında önünde durduğumuz bina gözlerimde bir parıltıya sebep olmuş olabilirdi. Yetiştirme yurdunun önündeydik. Geçen haftalarda Çağıl’ı almaya geldiğim Göktürk’te olan yurdun bahçesindeydik.

Aynı heyecan ile Çağıl’a döndüm. “Sen mükemmelsin, biliyorsun değil mi?” diye sordum.

Hiç vakit kaybetmeden arabadan indiğimizde “Normalde yılbaşında ben tek geliyordum.” dedi Çağıl. “Sebebini bilmiyorum ama Rümeysa’nın ve Poyraz’ın çocuklarla fazla arası yok. Onlar da gelmez benimle ama bu sene tek değilim.”

Büyük kapıya yaklaştığımızda “Sana bir şey söyleyeyim.” dedim samimi bir biçimde tebessüm ederek. “Ben de her yılbaşı haftasında uğruyorum yurtlara.”

“Serkan’ın müdürü olduğu yurda.” dedi Çağıl.

“Evet, sen bunu neden biliyorsun?”

“Nereden biliyorsun demek istedin herhalde.” dedi Çağıl fakat ben ne sorduğumu gayet iyi biliyordum.

“Neden demek istedim Çağıl.” içerisine girdiğimiz binanın boş koridorlarında dolaştırdım gözlerimi. Erken saatten dolayı büyük ihtimalle çocukların çoğu uyuyordu. “Soruma cevap bekliyorum Çağıl.”

Beni umursamadan danışmadaki kadına yöneldi Çağıl. “Günaydın, gönderdiğim paketler geldi mi?”

“Günaydın Çağıl Bey.” dedi kadın. Önünden bazı şeyleri kontrol ettikten sonra yeniden bize dönerek “Geldiler fakat biz çocuklara henüz vermedik. Sizin buraya geleceğinizi tahmin etmiştik. Kendiniz vermek istersiniz diye düşündük.”

“İyi yapmışsınız. Çocuklar kahvaltı ettikten sonra bizi çağırırsınız. Yemekhanede kalabalık yapmayalım.” diyen Çağıl yeniden bana döndü. “Eğer üşümezsen bahçede dolaşalım bizde.” dedi.

Başımla onay verdikten sonra az önce geldiğimiz bahçeye geri döndük. Ellerimizi ceplerimize soktuktan sonra soğuk havaya rağmen aradaki sıcak enerjiyle büyük bahçenin içinde ağır adımlarla dolaşmaya başladık. Sessizlikle anlaşmaya çalışmanın bizi bir yere götürmeyeceğini bildiğimden konuşmayı başlatan ben oldum.

“Çağıl, sen benim sorularımı görmezden geldiğin sürece biz seninle iletişim kuramayız.”

“Az önceki mesele mi?” dedi bıkkınlıkla. “O zaman söyleyeyim, hakkında her şeyi öğrenmek istediğim için neyi, nedeni düşünmeden araştırıyorum.”

Ben cevap vermek için dudaklarımı araladığımda çalan telefonum yüzünden geri bastırmak zorunda kaldım. Cebimden çıkartıp ekranda yazan yazıyı okuduğumda arayanın Oğuz olduğunu fark etmem uzun sürmemişti. Ona bu hafta şirkete gelebileceğini söylemiştim fakat izin günlerini hesaba katmamıştım.

“Alo,”

Karşıdan gelen ses heyecan doluydu. “Bu beyefendi ilk iş teklifini aldı mı desem?”

“Ciddi misin?” dedim aynı heyecanla “Bu müthiş bir haber.” İçimdeki kurt kendi kendimi yiyordu.

“Akşam sana gelebilir miyim?” dedi Oğuz “Anlatmak istiyorum sana da.”

“Tabi ki bebeğim. İstersen ben seni geçerken alabilirim, dışarıdayım zaten.” dedim.

“Olur, al beni akşamüzeri.” diyen Oğuz benden herhangi bir yanıt beklemeden “Öpüyorum quenn.” diyerek telefonu kapattı.

Bu duruma o kadar alışmıştım ki asla yadırgamadan telefonu kulağımdan indirdim. Aynı yerine, cebime geri koydum. Meraklı bakışını gizleyemeyen Çağıl’a ithafen “Kardeşim,” dedim.

Umursamaz gibi görünmeye çalışarak “Bana ne canım.” dedi ve başarısız oyunculuğunu konuşturdu.

“Aynen, sana ne canım.”

Karşıdaki banka yönelen Çağıl, oraya oturduktan sonra aynısını benim yapmamı beklemeye başladı. Ben de yanındaki yerimi aldıktan sonra yine sessizliğe gömülmeyi başardık. Bu defa ise konuşan ben değildim.

“Bigem böyle sürekli kaçacak mısın şimdi sen?” diye sordu Çağıl.

“Ben kaçmıyorum.” dedim kısık sayılabilecek bir ses tonuyla.

Tamamen bana dönen ve ellerini ellerimin üzerine yerleştiren Çağıl, ondan kaçırdığım bakışlarıma rağmen konuşmaktan vazgeçmiyordu.

“Gel diyorum, baştan tanı diyorum sevgi hissini ama asla umursamıyorsun beni Bigem.”

Sol gözümden akan bir damla yaş ben onu silemeden dizimin üstüne damlamıştı. Ben yine Çağıl’ın sorularını yanıtsız bırakmak zorunda kalmıştım çünkü öğrenmek istediği bu şeylerin bir cevabı yoktu. Bu zamana bağlı bir şeydir, bu kendi kendine var olabilecek bir şeydi. Ben duygularımdan emindim ama sadece…

“Sus Bigem, hep sus.” dedi Çağıl.

“Zaman ver bana.” dedim.

“Belirsizlik,” dedi beni taklit eder gibi “Sevmiyorum ben belirsizlik.”

“Yarın gece on ikiye kadar.” dedim. Yeni yılın ilk dakikalarında ben kararımı vermiş olacaktım. Buna çok emindim çünkü bu gece Serkan, Ayça ve Oğuz ile konuşup bana yardımcı olmalarını isteyecektim.

“Kabul,” dedi Çağıl hiç düşünmeden. “Yarın gece on ikide süren biter ve bana net bir cevap vermezsen ben davadan sonra hayatından bir daha girmemek üzere çıkarım.”

Tatlı yorgunluğumu betimlesem buna bile mükemmel derdim. Günün neredeyse tamamını çocuklarla ve Çağıl ile geçirmiş olmanın verdiği tatlı bir his vardı içimde. Şimdi arkamdan beni takip eden Oğuz, Serkan ve Ayça’yı evime getirmiştim. Bu gece alacağımız karar benim hayatımı tamamen etkileyecekti.

Anahtarla kapıyı açtıktan sonra “Girin çabuk.” diyerek arkamdaki üçlüyü içeri aldım.

“Umuyorum beni bu kadar erken yurttan alacak kadar önemli bir işimiz vardır Bigem.” dedi Serkan.

“Kes.” dedim tüm gerginliğimle “Boş yapma.”

Yaklaşık yarım saat süren kendimi hazırlama, yemek sipariş verme ve Ayça’ya özet geçme kısmından sonra hepimiz salonda toplanmıştık.

Ben nefesimi son kez döndürdükten sonra konuşmaya başladım.

“Şimdi biliyorsunuz ben Çağıl Kaya davasını almıştım…” sözümü kesen Oğuz önündeki pizza diliminden aldığı ısırığın ardından “Öncelikle kestane balının diyarı Zonguldak, Gökçebey Pazarlıoğlu köyünden tüm dünyaya selamlar.” diyerek beni tiye aldığını belli etmeye çalışıyordu.

Serkan ve Oğuz’un kahkahayla karşılık verdiği bu duruma Ayça ve ben öldürücü bakışlarla geri dönüş yapmıştık. Ben bu kahkahalı yanıtlar temelli kesmek amacıyla açıklama yapmadan dan diye aklımdan geçenleri cümlelere dökmüş oldum.

“Çağıl bir şeyler olduğunu söylüyor ve ben ne hissettiğimi tam kestiremiyorum.”

Odanın içerisinde ölüm sessizliği…

Nefes alış verişlerini bile hissettiğim Oğuz ve Serkan…

“Ama olmaz böyle gülseydiniz keşke.” dedi Ayça.

“Saçmalama Bigem.” dedi Serkan uyarıcı bir biçimde “Âşık olacak adam mı kalmadı koskoca dünyada?”

Oğuz ise hala şoka girmiş bir biçimde bakışlarını bana sabitlemişti.

“Emin misin sen âşık olduğuna ona?” diye sordu Serkan.

“Bilmiyorum,” dedim. “Ama bugün bana dedi ki, eğer net bir cevap vermezsem hayatımdan tamamen çıkarmış ve bu durum benim hiç hoşuma gitmedi.”

Derin bir nefes alan Serkan ağlamaklı ses tonuyla “Yazık oldu bizim avukata.” dedi. “Vallahi âşık olmuş bu.”

“Mümkün değil.” diyerek söze katıldı sonunda Oğuz. “Katil o adam bir kere.”

Bu defa öfkeyle çıkışmış oldum “Katil olmadığını kanıtladık diye hatırlıyorum.” dedim.

“Mahkeme hala karar vermedi.” dedi Oğuz.

“Can Akın yaşıyor.” dediğimde ise Oğuz sayısız şokunu yaşamak zorunda kalıyordu.

Onu sakinleştirmek adına “Bak ablacığım, ben normal bir insanım.” dedim. “Hata yaparım, âşık olurum, kazanırım, kaybederim, yaşarım ve ölürüm. Bunların hepsi bizim için ve ben bunları yaşayabilirim.”

“Sen tüm bunları yaşayabilirsin evet.” dedi Oğuz ve ardından kurduğu cümle yüreğime işlenmişti adeta “Ben yaşadığın bu şeylerde sana destek olmak zorunda değilim.”

Oğuz oturduğu koltuktan ayaklanıp mutfağa gittiğinde Serkan’da yanına gitmek zorunda kaldı. Hoş değildi, bu yaşananlar benim planladığım gibi değildi.

Ayça bana iyice yaklaştıktan sonra kollarını boynuma sararak “Duygularını bastırmak zorunda değilsin.” dedi. “Oğuz sana destek olacak sadece öncekilerini yaşamandan korkuyor.”

Oğuz ile aramız bozuk muydu bilmiyorum. Onun bana karşı alacağı tavrı da tahmin edemiyordum. Neredeyse iki saate yakın sohbet etmiş ve bu durumu tartışmıştık. Oğuz ise bu süre zarfında olabildiğince az konuşmuş, duygusuz bakışlarını üzerimden çekmemişti. Şimdi Ayça gitmiş, Oğuz sessizliğini uykuya bağlamış, Serkan ise gitmek için hazırlanıyordu.

Gökyüzünün karanlığı ve bulutları İstanbul’u esir almıştı. Hayran kaldığım bu görüntüyü dakikalardır izliyordum.

Omzuma dokunan Serkan ile irkildiğimde gözlerimi camdan ayırıp ona çevirdim.

“Takılma bebek sen.” dedi. “Oğuz anlayacak seni.”

“Benim kafam allak bullak Serkan.” dedim.

“Kafan allak bullak değil, kalbin âşık. Ona engel olma.” dedi Serkan.

Sıkı sıkı sarılıp onu geçirdikten sonra odama yöneldim. Yatağıma yatmasını söylediğim Oğuz uymuştu veya benimle konuşmak istemediği için uyuyormuş gibi davranıyordu. Onun üzerine gitmeden odadan ayrıldım. Şarj aletim çekmecelerin birinde kalmıştı ve tekrardan odaya dönüp Oğuz’u rahatsız edesim yoktu.

Onun çantasının portmantoda asılı olduğunu bildiğimden oraya yöneldim. Çantasının içinden şarj aletini çıkarttığım sırada yere bir kartvizit düşürmüştüm. Eğilip aldığımda buruşan yüzüme engel olamadım.

Kartın sol alt köşesinde Arif Yılmaz yazıyordu.

Yazmamalıydı…

İş teklifini Oğuz’a yapan Arif olmamalıydı…

Loading...
0%