@beyyzzademiir
|
Korkunçtu. Oğuz'un bu adamla çalışabilme ihtimali korkunçtu. Elimde tuttuğum bıçağın ekmek yerine parmağımı kesmesi üzerine acıyla inlediğimde kapıdan giren Oğuz hızlı adımlarla yanıma geldi. "Abla, iyi misin?" diyerek kesilen parmağımın üzerine tezgahta duran peçeteyi bastırdı. "İyiyim," dedim kendimi sıkarken. Fazla derin kesmediğimi düşünsem de akan kan miktarı bana bu düşüncemden şüphe ettiriyordu. Banyoya yönelirken Oğuz'un arkamdan geldiğinin farkındaydım. Benden hızlı davranıp banyoya girdikten sonra dolaptan tentürdiyot ve pamuğu çıkarttı. Beni omuzlarımdan tutarak yere oturttuktan sonra o da elindeki eşyalarla karşıma oturdu. Hafifçe peçeteyi kaldırdıktan sonra pamuğa döktüğü tentürdiyotu kesiğin üzerine bastırdı. Ardından pamuğu geri çekerek hafifçe üflediği yaranın üzerini kutuda duran bantla kapattı. "Çok acıyor mu?" diye sordu endişeyle. "Acımıyor." dedim. Dünden sonra aramızda hala bir anlaşmazlık vardı. "Özür dilerim." dedi kafasını öne eğen Oğuz. Normalde yapmasına alışık olduğum bir şey değildi bu. Yaptığı şeyler yanlış bile olsa her daim arkasında dururdu o, özür dilemeyi sevmezdi. "Ne için?" diye sordum. "Dün gece için." gözlerini gözlerime çevirdi "Abla bak yemin ederim yine üzülmenden korkuyorum ben. Neler yaşadın Bar-..." Cümlesini tamamlamasına izin vermedim. "O defter kapandı. Orası başkaydı. O başka biriydi. Bu Çağıl." "Çağıl seni üzerse." O an tek bir sözcük döküldü dudaklarımdan. "Üzmez." Kendimden emin tavrımı en son ortaya koyduğumda aldatılmış olduğumu varsaymazsak bence gayet ikna ediciydi. "Kahvaltı edelim." dedim oturduğum yerden kalkarken. O da benimle birlikte kalktığında mutfağa geri döndük. Benim kesmeye devam etmeme izin vermeyen Oğuz bıçağı eline alıp ekmeğin geri kalanını dilimleyip masaya getirdi. Ben de çayları doldurduktan sonra uzun zamanın ardından abla kardeş kahvaltı ediyorduk. "Akşam klasiğimizi yapıyoruz herhalde." dedi. Bilmiş bir biçimde gülümseyerek "tabi ki yapıyoruz" dedim. "Siz Ayça ile seversiniz yenilmeyi. Özlemişsinizdir geçen yılbaşından beri." "Ablacığım biz bu sene yeneriz sizi." dedi Oğuz. “Ayça ablama öğrettim ben.” Yaptığı güç gösterisinin ardından masaya yerleşti. "Tabi canım tabi." dedim. Yarım saat sonra kahvaltıyı bitirip masayı toparlandıktan sonra aldığımız kahve bardaklarıyla salona geçtik. Konuyu açıp açmamakta kararsız kalsam da bu durumu kapatmak istemiyordum. "İş teklifini konuşamadık." dedim. "Çok önemli bir şey değil ya. Ben öyle olayın heyecanıyla dün seni aradım." dedi. Yalan söylüyordu. "Kimden peki bu teklif?" diye sordum. "Araştıracaksın şimdi adamı." araştırmadan da hakkında pek çok bilgiye sahiptim Arif Yılmaz'ın. “Araştırmam doğru olmaz mı sence de?” “Hayır,” dedi tekdüze bir sesle. “Doğru olmaz. Ben senin ilişkilerini araştırıyor muyum?” “İkisi aynı şey değil.” “Aynı şey.” Oturduğum koltuktan sakinliğimi korumaya çalışarak kalktım. Oğuz’a kızmak istemiyordum fakat sürekli üzerime geliyor olması dayanılabilecek durumda değildi. Şuan aynı odada durmamamız ikimiz içinde en sağlıklısıydı. … “Ayça biz ne yapacağız daha sonra?” diye sordum. Ocakta karıştırdığı yemeğin kaşığını kenara bıraktıktan sonra dik bakışlarını üzerime çevirdi. “Hep olumsuz, hep olumuz,” dedi. “Azıcık olumlu düşünerek başlayabilirsin sen mesela. Bak ne güzel aşık olmuşsun ve şükür Allah’a bunu kabullenmişsin. Daha ne olsun?” “Arif Yılmaz,” diye fısıldadım. Yıkadığım sebzeleri dilimlemek için tahtanın başına geri döndüm. İkinci bir kesim vukuatı yaşamamak adına ekstra dikkat ediyordum. “Arif Yılmaz’dan bu kadar korkabileceğini düşünmemiştim.” dedi. İçimdeki duyguyu tarif edemiyordum. “Korkmuyorum.” dedim. Çağıl’ın babası olma durumunu da göz önünde bulundurarak “Nasıl bir tavır edinmem gerektiğini bilmiyorum.” dedim. “Çağıl’a söylesen?” dedi soru sorarcasına. “Mümkün değil.” Doğradığım sebzeleri boş kaba alıp ocaktaki Ayça’nın yanına geçtim. İçi yağ dolu olan tavanın altını yakıp ısınmasını bekledim. “Bigem, bak kuzum bu nasıl mümkün değil bilmiyorum ama Çağıl’dan bunu saklamanda doğru değil.” dedi Ayça. Var olan huzurumun içinde bile bir huzursuzluk vardı. Her ne kadar babası olduğuna inanmasam bile ufacık bir ihtimal bile bana garip geliyordu. Tıpkı her iyiliğin içinde biraz kötülük olduğu gibi… “Şu an doğru zaman değil Ayça, çok istiyorum onu ve bu duruma karşın verebileceği tepkiyi bilmiyorum. Onu kazanamadan kaybetmeyi de göze alamam." Isınan yağın içine sırasıyla attığım sebze dilimlerini kızarmasını beklemeye başladım. O sırada çalan kapının Ayça tarafından açılmasıyla Serkan’ın ve Oğuz’un sesini duydum. Ellerindeki alışveriş poşetleriyle birlikte Ayça’nın ardından mutfağa geldiler. “Felaket kokuyorlar, bayılabilirim ben.” dedi Oğuz. Aramız hala bozuk sayılırdı. Buna rağmen ona soğuk davranmak içimden gelmiyordu. Serkan market poşetlerinden çerezleri ve cipsleri çıkartırken Oğuz’da yaslandığı kapı eşiğinden Ayça’ya sataşıyordu. Yeni bir yıl, yeni bir umut, yeni bir ışık… Hepsi ama hepsi bu sene beni bulacaktı. Biliyorum bu sene her şey yoluna girecekti. Karanlıklar vardır hayatta. Ayrıca o karanlıkların içinde biraz aydınlıklar. Aydınlığımızın içinde ise oraya en çok yakışan sevdiklerimiz ve onlarla geçirdiğimiz güzel anlar… Serkan ile karşılıklı oturduktan sonra kelimeleri anlatmaya hazırdım. Ayça elindeki kartlarla yanıma oturduktan sonra Oğuz sesli bir biçimde saymaya başladı "Üç... İki... Bir." elindeki kum saatini ters çevirdi. "Başla." Kartın üzerinde ‘zaaf’ yazıyordu. Alttaki yasaklı kelimelere de göz gezdirdikten sonra Serkan'a döndüm. Basit düşünürsem onunda basit düşünebileceğini biliyordum. "Almina senin neyin?" Gözleri açıldığında beni yanlış anladığını biliyordum. İki yıldır sevdiğini itiraf edemediği kızı zaafı olarak görmüyor olabilirdi. "Neyim olacak Bigem. Hiçbir şeyim olmuyor." Üfleyerek farklı bir anlatma yöntemi seçtim. "Benim için çok ince bir kişi varsa. O benim neyim olur. Onun için dünyayı karşıma alırım deriz hani." "Zaaf." Sesi bir tık kırgın gibiydi. Almina’nın zaafı olduğu konusunda yanılmıştım belki de. Bir sonraki kartta yazan çok daha basitti. En azından çocuklarla haşır neşir olduğu için ben daha basit anlatabilirdim. "Siz çocukları yazmayı öğrenmeden önce ne çalışması yapıyorsunuz?" "Çizgi." Doğruydu ve hızlıydı. Ayça bir sonraki kartı açtığında bu kelimeyi nasıl anlatacağımı gayet iyi biliyordum. "İlk tanıştığımız sene bir kelimenin yazılışını tartıştığımız için iki hafta konuşmamıştık. Hangi kelimeydi o?" "Tıraş," doğruydu. Tıraş kelimesinde t ve r harfleri arasında ı olup olmadığını tartışırken kavga etmiştik. Gözümü kum saatine çevirdim. Son bir kartı daha anlatabilecek kadar zamanım kalmıştı. Son kart açıldı. Kafamdaki cümleyi toparlayıp bakışlarımı Serkan'a çevirdim. "Bu bir doğal afet ve yer kabuğunun hareket etmesi gibi bir şey." "Deprem." kelime bu değildi fakat yasaklı sözcüğün açılması anlatmamı kolaylaştırırdı. "Deprem yer kabuğunda oluşan ne hareketi?" "Sarsıntı." Süre bitmişti ve biz yine öndeydik. Uzattığım ellerimizi birbirine vurduğumuzda kahkahalarımızın Ayça ve Oğuz'u rahatsız ettiğini fark edebiliyordum. "Şov yapmayın," dedi Oğuz. Serkan elini Oğuz'un omzuna atarak "Ağlayacaksanız, oynamayalım yakışıklı." dedi. Oğuz elindeki kum saatini Serkan’a uzatırken “Görelim Serkan Bey.” dedi. Ben de yerdeki kart destesini alıp karıştırmaya başladım. Ayça’nın yanına geçip karşısındaki Oğuz ile birbirlerini motive edişlerini kıkırdamalar eşliğinde izlemeye başladım. “Hazır mısın ortak?” diye sordu Ayça. “Her daim reis, gönder gelsin.” dedi Oğuz. Ben bu ikilinin bitmeyen umuduna ithafen kolay kelimelerden birini seçtim. Serkan kum saatini çevirdikten sonra kelimenin yazılı olduğu kartı Ayça’ya gösterdim. “Ben bir yere gittim. Bir şeyi çok güzel olduğu için telefonumu çıkarttım ve orada poz verip bir şey çekildim.” dedi Ayça Oğuz çok vakit geçmeden “Fotoğraf.” dedi fakat kelime bu değildi. “Tamam, fotoğraf çekildim ama nesi güzel olduğu için çekildim?” “Manzarası,” doğru cevabı bulmuşlardı. Bildikleri kartı alta koyarken sıradaki kartı açıp yeniden Ayça’ya çevirdim. “Bunu anlatsan da benim salak kardeşim anlamaz.” diyerek Oğuz’a göz kırptım. “Oğuzcuğum bakma sen ablana. Bak şimdi benim içime bir şey girdi ama ne olduğunu söyleyemiyorum çünkü yasaklı kelime.” Oğuz’un kısılan gözlerinin ardındaki bakışı tahmin edebiliyordum. “Tövbe estağfurullah,” dedi Oğuz. Ayça kızgın bir tonlama ile “Oğuz,” dedi. “Bak şimdi ben bir günah işledim diyelim. Benim içime bir şey girdi hatta bunların biz adını söylemiyoruz falan.” “Ayça Abla, yani hiç hoşuma gitmedi bak bu kelime” dedi Oğuz. Biz Serkan’la kahkahalara boğulurken bu ikilinin cebelleşmesini izlemek çok keyifliydi. Ayça iyice sinirlendi. Öfkeli bir ses tonuyla “Bana bak Oğuz. Gebertirim seni. Kelime çok basit.” dedi. “Abla vallahi anlamıyorum.” dedi Oğuz. Serkan keyifle arkasındaki koltuğa yaslandığında “Süre bitti.” dedi. Ayça gözlerini kapatıp kendi kendine fısıldarken “Cin diyecektin Oğuz, cin.” dedi. “Kelime cin miydi gerçekten?” diye sordu Oğuz. “Muska.” Oğuz sinirle ayağa kalktığında “Gerçekten bu kelimeyi nasıl anlatacaktın Ayça Abla?” diye sordu. “Sen eğer cin kelimesini anlayabilmiş olsaydın ben oradan bağlayacaktım.” dedi Ayça. Onların tartışmasını keyifle izlerken Serkan’ın yanına geçtim. Cips kâsesinden birkaç parça cipsi ağzıma attıktan sonra oturduğum yerden kalkıp banyoya yöneldim. Yıkadığım ellerimi havluyla kuruladıktan sonra yatak odasında şarja taktığım telefonumu elime aldım. Sosyal medyaya kısaca göz atarken Rümeysa’nın yeni paylaştığı fotoğraf ana sayfama düştü. Poyraz ile yeni çekildiklerini tahmin ettiğim fotoğrafta Rümeysa kırmızı, kadife bir kumaştan yapılmış, dizlerinin üzerinde biten elbisesiyle ellerini Poyraz’ın boynuna sarmıştı. Poyraz ise üzerinde görmeye alışık olmadığım klasik tarzın dışındaki takım elbisesiyle ellerinin birini Rümeysa’nın beline, diğerini ise saçlarının arasına nazikçe yerleştirmişti. Açıklamada yazan ‘Ogni parte di me’ sözü ise ‘Benim her zerrem’ anlamına geliyordu. Barıştıkları anlamını çıkarttığım bu resim, birkaç dakika önce paylaşılmış olmasına rağmen binlerce kişi tarafından beğenilmişti ve sayısız yorum almıştı. Bende fotoğrafı beğendikten sonra telefonumu kapatıp şarja geri taktım. Saat neredeyse on bir buçuk olacaktı. Yarım saat sonra gelmesini beklediğim Çağıl ile gün içerisinde hiç iletişime geçmemiştik. Bana hiç mesaj atmamış, aramamış veya sormamıştı. Kararımı bu kadar umursamayacağını düşünmediğimden bu durum bana garip gelmişti belki de. Salona geri döndüğümde Ayça ve Oğuz hala muska kelimesini tartışıyor ve Serkan ise elindeki telefonda bir şeylere bakıyordu. Yanına oturduğumda Almina’nın sosyal medya hesaplarına baktığını gördüm. Omzuna hafifçe dokunup “Yazık lan sana,” dedim. “Şu kıza iki senedir nasıl açılamazsın sen?” “Dalga geçme benimle. Ben senin kadar şanslı değilim maalesef. Bizim duygularımız karşılıklı değil.” Ona üzüldüğümü belli eden bir bakış attıktan sonra “Deme öyle üzülürüm ama Serkan. O zaman yeni yıl sana Almina’yı getirsin diyelim mi?” diye sordum. “Demeyelim canım,” dedi Serkan. Saat on ikiye gelmek üzereydi. Son birkaç dakika kala ayağa kalktım. Odaya geçip fotoğraf çekiliriz düşüncesiyle telefonumu alıp salona geri döndüm. 11.58 11.59 00.00 Kaldırdığım telefon kamerasına verdiğimiz pozları bir bir kaydettikten sonra tek tek sarıldım herkese. Ömrüme kattığım bir yıl daha sona ererken bir yenisi daha ömrüme eklenmişti. Çağıl Kaya (müvekkilim): Süren doldu Ekranda beliren mesajın ardından yüzüme ufak bir tebessüm yayıldı. Oturduğum yerden hızlıca kalkarak kapıya yöneldim. Üzerimdeki beyaz pijamalarımı ve dağılmış topuzumu umursamadan montumu üzerime geçirdim. "Geliyorum beş dakikaya." dedim. Ayça'nın beni idare edeceğini bildiğimden beremi de başıma takıp evden çıktım. Çağıl bana aşağıdayım dememişti fakat ben burada olduğuna çok emindim. Duyacağı şeyi merak ettiğini tahmin edebiliyordum. Sitenin bahçesinde gözlerimi gezdirdiğimde ilk başta kapıldığım umutsuzluk tarif edilemezdi. Daha sonra arka kısımda gördüğüm siluetin sahibi gözüme yabancı gelmemişti. Çağıl Kaya oradaydı. Gelmişti. Duyabileceği olumsuz cevaba rağmen buradaydı. Sakin adımlarla yanına gittiğimde gözlerini bana çevirdi. Saat on ikiyi bir geçiyordu. Yılın ilk dakikasını kalbimin yıllar sonra ilk atışıyla birleştirecektim. Aramızdaki mesafeyi kapattıktan sonra "Varım," diye fısıldadım, ikimizin duyabileceği bir biçimde. "Ben, bu defa sevgiyi yeniden tatmaya varım Çağıl." "Ben hep vardım." diyerek elini belime yerleştirdi. İlk defa huzuru hissettiğim kokusu burnuma dolarken alnımı göğsüne dayadım. Ve yılın düşen ilk kar taneleri vücudumuzla buluştu. Alışık değildi İstanbul kar yağışına ev sahipliği yapmaya. Uzun zamandır hasret kaldığımız bu hava olayı, uzun zamandır hasret kaldığım huzur hissini yeniden bulduğumda gelip kendini hatırlatmıştı bana. Kaptırmam sandığım yüreğimin her zerresini ona emanet etmeye hazırdım artık. Alnımı göğsünden ayırdım. Gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Yavaş yavaş yüzüme değen kar taneleri eşliğinde fısıldadım. "Yeni yıl, bana Çağıl'ı getirdin fakat ne olursun daha önce aldıkların gibi alma onu benden.” |
0% |