@beyyzzademiir
|
"Ben Avukatınız Bigem Erel." dedikten sonra biraz daha rahatlamış tavırla sandalyesinde arkasına yaslanan Çağıl Kaya’nın bu gergin tavırları benim de gerilmeme sebep olmuştu. “Olayın dosyasını detaylı inceledim. Sizden de dinleyeceğim.” dedim. “Olayı her defasında dürüstçe anlatıyorum ama kimse beni dikkate almıyor sanırım. Mutfaktaydım, eve gitmek için hazırlanıyordum. Önlüğümü çıkarttım, tam mutfaktaki dolaba asıyordum ki içeriden iki el silah sesi duydum. O anın stresiyle yere eğildim. Birkaç dakika bekledim, ses kesilince de ayağa kalkıp masaların olduğu ve silah sesinin geldiği kısma ilerledim. Restoranımızda temizlikten sorumlu Can Bey yerde yatıyordu. Gittim nabzını kontrol ettim, yaşayıp yaşamadığından da emin olamadım. Ambulansı aradım, onları beklerken de etrafa bakındım ama ne silah ne de benden başka biri vardı.” Ezbere konuşuyor gibiydi. Kendinden emin ve hiç takılmadan. “Çevredeki evlerde veya dükkânlarda yaşan insanlar da kapının önüne gelmişti. Yanlarına gidecektim ama bir anda bağırmaya başladılar ‘Nasıl öldürdün o adamı?’ diye. Kargaşayı takip edemeden polis ve ambulans geldi zaten. Sonra da beni aldılar.” diyen Çağıl Kaya’nın yüz hatları biraz daha gerilmişti. Alnında duran saçlarını üfleyerek geriye atmaya çalıştı. Başarısız olduğunda işaret parmağımla saçını geriye ittirdim. Masadaki demire kelepçeli elleri hareket kabiliyetini de kısıtlıyordu. "Deliller içerisinde bir silah var. Siz ise silah yoktu diyorsunuz." dedim. "Evet, biliyorum fakat yemin ederim polisler gelene kadar orada silah yoktu.” Elimdeki kağıtlara yalandan bir şeyler karaladım. “Kandırmayalım birbirimizi, öldürdünüz mü adamı?” Öfke veya tahammülsüzlük… Ne olarak adlandırılması gerektiğini bilmediğim bir duygu vardı karşımdaki gözlerde. “Ben anlamıyorum galiba. Ya da siz beni anlamıyorsunuz.” Masaya biraz daha yaklaştı konuşurken. “Neden kimse şu kamera kayıtlarını getirmiyor dün geceden beri?” Afallamak zorunda kalmıştım. “Hangi kamera kayıtları?” diye sordum. “Şunun şurasında zaten iki gün kalmış yargılanmama. Bir Allah’ın kulu da neden getirmiyor diyorum kamera kayıtlarını?” Önümdeki dosyalara hızlıca göz attım. Hiçbir kamera kaydı yoktu gerçekten. “Restoranda kamera var mıydı?” “O kadar ilkel bir yer değiliz Avukat Hanım.” Dosyada kamera kaydı ararken başka bir şey çarptı gözüme. Bunu da soracaktım ama tamamen aklımdan çıkmıştı. "Silah olmadığını söylediniz ama dosyada var. Polisler olay yerinde bulmuş.” “Bir bilgim yok.” “Polisler olay yerini kapattıktan sonra oraya kim girmiş olabilir? Yani o silah kime ait Çağıl Bey?” diye sordum. Bu soruya cevap bulsak gerisi çözülürdü zaten. “Bana ait değil.” Bugüne kadar hiçbir katilin de silah bana aitti dediğini duymamıştım aslında. Çağıl Kaya yalan söylüyor olabilir miydi? Bu verdiği işe yarar bir yanıt değildi. "Peki, o saatte orada kim vardı veya olabilirdi?" "Bilmiyorum." Pes etmiş gibi bir hali vardı. Yorgundu veya öyle görünüyordu. Sınırlı hareket listesi onun için yetersizdi. Kafasını iki kolunun olduğu kısma gömdü ve artık sorularıma verdiği cevaplar daha boğuk geliyordu. "Can Bey'in neden geldiği hakkında bir bilginiz var mı?" "Hayır, yok." Kafasını kaldırmadan konuşmaya devam etti. “Düzelmeyecek hiçbir şey.” Umutsuzluk doğmuştu bir defa içine. Belki de özgürlüğüm kısıtlanmadığından onu anlamam mümkün değildi ama karşıma çok kez Çağıl gibisi oturmuştu. Bu defa ne yapabilirdim, muamma kalırdı. “Tamamdır o zaman, eklemek istediğiniz herhangi bir şey yoksa ben delil araştırması için birkaç gün izin isteyeceğim. Tahminimce davanın belirleyici unsuru Swap testi olacaktır." dedim. Bir de işimize yarayıp yaramayacağı tartışılır olan kamera kayıtları. "Hayır, Avukat Hanım başka eklemek istediğim bir şey yok. Sadece bilmenizi isterim ki o cinayeti gerçekten ben işlemedim." diyen Çağıl'a baktığımda kendinden oldukça emin bir şekilde gözlerimin içine bakıyordu fakat şu da bir gerçek ki hiçbir katil mecbur kalmadıkça çıkıp ben yaptım demezdi. Kafamdaki hiçbir soru işaretini gidermeyen bu görüşmeden ayrılmak üzere dosyalarımı toparladım. "Emin olmasaydım burada olmazdım Çağıl Bey.” Emin değildim, sadece olmak istiyordum. Kapının önüne geldiğimde başımla Çağıl'a son kez selam verip kapıya yöneldim. Dışarıda benim çıkmamı bekleyen polis memuruna “İyi günler,” dedikten sonra karakol binasından dışarı çıktım. Kadir Bey aklıma gelmeyecek şekilde kapının önündeydi. Etrafta beklediğim basın kalabalığından ise eser yoktu. Kadir Bey’in arkasındaki takım elbiseli üç adam ise korumadan çok avukata benziyorlardı. En azından ellerindeki dosya ve çantalar bana bunu andırmıştı. "Kabul edeceğinizden çok emindim Bigem Hanım, çok teşekkür ederim." dedi. Gözlerini gözlerime diken Kadir Kaya'ya aynı netlikte bakarak. "Benim dışımda üç avukatınız daha varken beni tercih ettiğinizi bilseydim gelmezdim Kadir Bey." dedim. "İşimi şansa bırakamam Bigem Hanım. Söz konusu Çağıl.” "Ben de davalarımı şansa bırakmam, bu yüzden bu dava ile tek başıma ilgilenme şartı ile davaya devam ederim." dedim. Kendimden emin ve ne istediğini bilen ses tonum etkili olmuş olacak ki hiç düşünmeden "Kabul," dedi Kadir Kaya. Bu ben merkezli bir bakış açısı değildi. Sadece birden fazla kişi karar almakta zorlanırdık. Zaten mahkemede tek kişi çıkacaktı. Arkasını dönüp avukatlarla bir şeyler konuştuktan sonra hızlı adımlarla yanımızdan uzaklaşan adamları izledim. Tekrardan bana dönüp "Ne düşünüyorsunuz olay hakkında?" diye sordu. "Çok az delil var, savunma oluşturamıyorum. Beni umutlandıran birkaç şey var." dedim. "Madem delil az, neden avukatları istemediniz? Birlikte daha hızlı bulurdunuz.” “Neden? Onlarla çalışırsam yeni deliller vahiy mi inecek bize?” Kamera kaydı beni sona ulaştırırdı zaten. Dosyada neden olmadığını da anlamamıştım. “Tamam, Bigem Hanım. Ne yapacaksınız o zaman?” diye sordu Kadir Bey. “Olay yerine uğrayacağım şimdi. Kamera kayıtlarını inceleyeceğim. Bir de tek umudumuz Swap testi var diyebilirim.” Elleri ile sakallarını karıştırdıktan sonra düşünceli bir ses tonu ile konuşmaya başlayan Kadir Bey "Yüzdelik kaç ihtimalle oğlumu aklamaya yeterli delil bulursunuz?" dedi. "Yarı yarıya," derken ben bile kendimden emin değildim. "Tamam, lütfen beni de haberdar edin." diyen Kadir Kaya'ya başım ile selam verip arabamın olduğu tarafa doğru yürümeye başladım. Arabaya bindikten sonra gideceğim adres tanıdık olduğundan direkt arabayı o yöne doğru sürdüm. Bugün olay yeri olduğu için gittiğim restoranda daha önce yemek yemeye giden biriydim. O zamanlar Çağıl’ın burada çalışmadığından da çok emindim. Arabayı polis araçlarının yanına park edip olay yeri şeridinin altından içeri girdim. Tabi ki bu kadar kısa ve kolay olmadı hemen şeridin arkasında bekleyen polis memuru "Hanımefendi ne yapıyorsunuz? Görmüyor musunuz olay yeri inceleme alanı burası." dedi. Hata bendeydi, girmeden önce avukat kimliğimi göstermem gerekirdi. "Çok özür dilerim benim hatam, kendimi tanıtmadım. Bigem Erel, Çağıl Kaya'nın avukatıyım ve izninizle olay yerinde gözlem yapmak istiyorum." dedim. Bu cümleyi kurarken bir yandan da avukat kimliğimi neredeyse memurun gözüne sokarcasına elimde tutuyordum. "Tamamdır Bigem Hanım buyurun, geçin." Onayı alır almaz hızlı hareketlerle cinayetin işlendiği alana geçtim. Çağıl'ın anlattığı gibi mutfağın arkasında masaların olduğu bölümde cinayet işlenmişti. Etraftaki fotoğraf çeken memurları rahatsız etmeyecek şekilde hareket ederek soruşturma sorumlusunun yanına geçtim. "Merhabalar ben Bigem Erel, Çağıl Kaya'nın avukatıyım. Delil araştırmalarını yakından takip etmek istiyorum." dedim. "Merhabalar Bigem Hanım. Bu kadar ağır bir davayı daha tecrübeli birine bırakırlar diye düşünmüştüm. Sonuçta bir katil savunuyorsunuz." diyen soruşturma sorumlusuna gülümseyerek net bir ses tonuyla "Adalet hüküm verene kadar herkes masumdur. Benim müvekkilimi katil yapacak yeterli deliliniz yok." dedim. "Eminim ki olacaktır, zaten tek şüphelimiz Çağıl Kaya onun yaptığından oldukça eminim." dedi soruşturma sorumlusu. "Siz karşı tarafın avukatı olarak mı atandınız soruşturmaya yoksa soruşturma sorumlusu olarak mı? Eminim ki beklediğiniz gibi bir delil çıkmayacaktır." deyip incelemelerin yapıldığı alana doğru yürümeye başladım. Polis değildim, uzun zaman sonra ise ilk defa olay yerine geliyordum. Bir süredir daha küçük çaplı davalarla ilgileniyordum. Restorana girer girmez gözlerim tavanlarda dolaşmaya başladı. Kamera olan her açıyı detaylı inceliyor ve hangisinin işimize yarayacağını çözmeye çalışıyordum. "Avukat Hanım kamera kayıtları silinmiş, sadece silahı ateşleyen kişinin arkadan görüntüsü var." dedi. "O görüntüyü görebilir miyim?" eğilip boynuna astığı karttan ismine baktım. “Ahmet Bey,” dedim. "Buyurun, şuradaki bilgisayardan göstereyim ama görüntüde elle tutulur bir şey yok." "Olsun, yine de görmek istiyorum." dedim. Bir umuttur ki belki fark edeceğim ufacık bir ayrıntı Çağıl'ın en azından bir sonraki mahkemeye kadar adli kontrol şartıyla da olsa serbest kalmasını sağlayabilirdi. Herkesin bu kadar emin olduğu davada, sebebini bilmediğim bir nedenle Çağıl'ın suçsuz olmasını temenni ediyordum. İçimden bir ses ona hüküm giydirmek istemiyordu. Hızlı adımlarla memuru takip ettim. Cinayet alanından uzaktaki masalardan birinin başına geçip üzerindeki bilgisayara bir USB bellek takıp dosyaları açtı. Masadan kenara çekilip "Buyurun izleyebilirsiniz." dediğinde hemen ekrana odaklanıp görüntüyü izlemeye başladım. Arkası dönük, şef önlüklü bir adam. Adamın elinde bir silah, namlunun ucunda öldürülen kişi, Can Bey. Silah Çağıl'ın anlattığı gibi iki kez ateşleniyor ve, ve karanlık. Kahretsin görüntünün kalanı yok. "Görüntü bu kadar mı?" diye sordum. "Evet, bu kadar. Dediğim gibi işe yarayacak bir kare çıkartamıyoruz." diyen memura umutsuzca bakmaya devam ettim. "Rica etsem bu görüntünün bir kopyasını bana mail atar mısınız?" "Tabi yollarız.” Soruşturma görevlilerine de teşekkür edip olay yerinden çıktım. Arabaya binmeden önce telefonumdan babamın numarasını çevirip telefonu kulağıma götürdüm. Karşı taraftan gelen "Alo," sesinden sonra konuşmaya başladım "Büroya gelmeden direkt eve geçebilir miyim?" "Geç kızım da neredeydin sen bütün gün?" "Öncelikle bana haber vermediğinden ötürü toplantınıza katılamadım, sonrada sabah zorla üzerime yıktığınız dava için araştırmaya gittim Gökhan Bey." dedim. "Çok gerginsiniz Bigem Hanım, mümkünse eve gidin zaten." dedi babam. Ağzımdan çıkan ufak bir kahkaha ile konuşmaya başlayıp "Görüşürüz babacığım." dedim. Arabaya bindikten sonra çantamı ve dosyaları yan koltuğa yerleştirdim. Daha fazla düşünürsem büyük ihtimalle gece rahat çalışamazdım bu yüzden yola çıkmadan önce telefonumu arabam ile eşleştirip sevdiğim şarkılardan birini açıp arabayı çalıştırdım. Yaklaşık yarım saat sonra evin önüne geldiğimde park yeri aramakla uğraşmamak için arabayı bahçeye park ettim. Eşyalarımı da alıp arabadan indim. Telefonumdan baktığımda saat neredeyse beş olmuştu bile. Hızlı adımlarla eve girip "Ben geldim!" diye seslendim. Merdivenleri hızlıca çıkıp kendimi odama attım. Önce çantamı ve ceketimi yatağın üzerine bırakıp tekrardan banyoya doğru yöneldim. Yüzümde aktığı için varla yok arası olan makyajı temizleyip, sabahtan beri başımı ağrıtan atkuyruğunu salarak ellerimi şakaklarıma bastırdım. Yüzümdeki makyaj temizleme suyundan yaşadığım rahatsızlık nedeniyle yüzümü soğuk suyla yıkayarak iyice arınmasını sağladım. Banyodan çıkıp tekrardan odama döndüm. Artık üzerimdekilerden de kurtulmak istiyordum. Dolabın karşısında fazla vakit kaybetmeden beyaz, uzun kollu, bol bir üstlük ve bilek kısmı lastikti beyaz eşofmanımı alıp yatağımın yanına geçtim. Üzerimdekileri çıkarttıktan sonra hızlı hareketlerle az önce yatağımın üzerine bıraktığım kıyafetlerimi giydim. Telefonumu da şarja takıp odamdan dışarı çıktım. Merdivenlerden inerken içime dolan muhteşem kekin kokusunu takip ederek mutfağa ulaştım. "Gülin sultan kokutmuşsun yine bütün evi, bu ne mükemmel bir kek böyle." diyerek tezgâhın üzerinde parçalara bölünen kekten bir dilim yemeye başladım. "Afiyet olsun güzel kızım, nasıl geçti günün?" "Çağıl Kaya davasını duydun değil mi? İşte o davayı babam bana verdi, bende Çağıl Bey ile görüşmeye gittim." derken hala kekimi yemeye devam ediyordum. "Baban sabah kahvaltı da söyledi ki söylemese bile bütün gün gerek sosyal medya da, gerek televizyonlarda çıktı. Çağıl, babanın anlattığına göre pek efendi bir çocuk ben onun yaptığını düşünmüyorum." diyen anneme şok içinde bakarken "Anne sonuçta tüm deliller onu gösteriyor, ayrıca sen sadece babamın anlattıklarından nasıl çok efendi biri olduğunu çıkarttın?" diye sordum. “Kızım abisini görüyoruz, her gün başka bir vukuat ama Çağıl öyle değil ki. Bak okudu adam oldu da iki işin ucundan tutuyor." "Aynen anne, o kadar çok okumuş ki fazla olan bilgileriyle de adam vuruyor." derken sesim kinayeli çıkmıştı. "Kızım, sen Çağıl'ın avukatı değil misin ya bu çocuğu savunman gerekmiyor mu? Tutturmuşsun bir suçluda suçlu." "Savunacağım anne zaten ama kanıtım yok. Birkaç kanıt bulsam hemen savunacağım." dedim. Birkaç saat dava hakkında konuşmak istemiyordum. "Hadi kalk, sofrayı hazırlayalım." dedi annem. Oturduğum yerden kalkıp masanın üzerine çatal ve kaşıkları dizmeye başladım bir yandan da konuşmaya devam ediyordum. Yarım saati bulmadan buradaki işimizi halletmiştik. Mutfaktan çıkıp odamda şarja taktığım telefonumun yanına gittim. Oğuz'un numarasını seçerek telefonumu kulağıma götürdüm. İki defa çalmadan açılan telefona resmen çemkirmeye başladım. "Oğuz ablan öldü mü, kaldı mı? Neler yapıyor insan bir merak eder." "Ablaların en güzeli, en özeli; tam telefonu elime aldım. Seni arayacaktım ki sen aradın." Yalan söylediğini aramızdaki kilometrelere rağmen anlayabiliyordum. "Tabi tabi yalancı seni." dedim. "Nasılsınız Bigem Hanım?" "Çok sağ olun Oğuz Bey, sizler nasılsınız?" dedim. Dalga geçer gibi konuşuyorduk. "Bilmukabele Bigem Hanım." "Bana bak, derslerinle düzenli ilgileniyorsun değil mi?" Klasik aile büyüğü enerjisi vardı artık bende. Galiba yaşlanma yolunda ilerliyordum. "Tabi ki abla ya babam, annem bitti şimdi de sen mi kontrollere başladın?" "Evet, başladım, beğenemedin mi?" "Beğenemedim. Ya boş ver beni, ev mevzusunu konuştun mu?" Yüzüm düşmüştü bu soruyla çünkü hala konuşamamıştım. "Hayır, daha konuşmadım. Akşam yemeğinde konuşacağım." "Tamamdır, zaten izin alamayacağın için hiç sıkıntı yok. Sen ara ben seni teselli edeceğim sonra." "Bana bak Oğuz, Amerika'dan buraya naklini aldırtmak istemiyorsan kapa çeneni." "Tamamdır kraliçe, kocaman öpüyorum." Telefonu kapattıktan sonra tekrardan şarja takıp odadan çıktım. Aşağıdan gelen seslerden babamın da eve gelmiş olduğunu anlamak çok zor olmadı. Hemen merdivenlerden aşağı inip mutfağa doğru yöneldim. "Ooo kaçağımız da buradaymış." diyen babama samimiyetsiz bir gülümseme ile konuşmaya başladım. "Kaçak yok, izinli diyoruz biz ona." Annem neyse ki araya girip "Gitme kızın üstüne zaten Kaya davasını vererek oldukça zor bir duruma sokmuşsun." dedi. Evdeki erkek nüfusunun azalması kadın dayanışmasını arttırmıştı. "Sanki ben yaptım Gülin Allah aşkına, Kadir özellikle Bigem ile çalışmak istedi." Babamın karşısındaki sandalyeye oturdum. “Sahi, neden beni istedi?” diye sordum. "Yeter ama iş iş iş bıktım valla, geçin oturun şu sofraya ağız tadıyla yemek." yiyelim diyen annemin haklı olduğunu bildiğimden daha fazla uzatmadan masadaki yerimi aldım. Yanımdaki çorba tenceresinden kâseleri çorbalara döküp, herkese uzattım. Yaklaşık beş dakika sessizce çorbalar içildikten sonra annem fırından çıkarttığı tavuğu tabaklara bölüştürmek için masadan kalktı. Arkadan bana gözleriyle onay verdiğinde yalvaran gözlerle babama bakıp konuşmaya başladım. "Baba, ben diyorum artık, hani ayrı bir eve çıksam. Kaç kere açtım sana bu konuyu cevapta vermiyorsun?" dedim. "Hayır, başka soru?" "Ama baba bende artık kendi evime çıkmak istiyorum. Bak Ayça'nın oturduğu sitenin bir bloğunda boş daire varmış. Sen de biliyorsun o siteyi, güvenlik hat safhada. Hem Ayça'ya da daha yakın olurum. Ayrıca işe daha yakın." dedim. “Siz iyi alıştınız aile evinden ayrılmaya. Sen de git. Oğuz’da gitti. "Duygusal bakıyorsun bence olaya baba, yarın öbür gün nasıl evlendireceksin sen bizi." derken ayağa kalkıp babamın sırtından sıkıca sarıldım. "Tamam, tamam bu defa ısrar etmiyorum. Yirmi yedi yaşında bir yetişkin olduğunu göz önünde bulundurarak izin veriyorum." Aldığım yanıt karşısında ellerimi çırpıp, yüzüme mükemmel bir gülümseme yerleştirdim ve yemeğimin başına geçtim. Yaklaşık yarım saat sonra yemek işini bitirip masayı toparlamıştık. Annem ve babam salonda televizyon izlerken mutfakta kendime mükemmel bir kahve hazırlayıp merdivenlere yöneldim. "Ben odama çıkıyorum." diye haber de verdikten sonra tek amacım odama geçmekti. Kapıdan içeri girdiğimde önce telefonumu şarjdan çıkartıp Ayça'yı aradım. Telefonun açılmasını beklerken kulaklıklarım ile telefonumu eşleştirip, telefonumu tekrardan masanın üzerine bıraktım. "Bigem, ben bu çocukları öldüreceğim çok az kaldı." diyerek açılan telefondan anladığım kadarıyla Ayça öğrencilerinin sınavlarını okuyordu. "Ne oldu, ne yapmışlar yine?" bir yandan telefonla konuşup diğer yandan masamda Çağıl'ın dosyalarını inceliyordum. "Ya bak demişim ki, aşağıda ki sözcükleri ekine, köküne ayırır mısınız? Sözcük olarak da ağarmak yazmışım çocuk ağar yazmış köküne" "Doğru değil mi zaten ne kızıyorsun çocuğa?" bilgisayarımın ekranını açtıktan sonra mail ekranını açtım. "Bigem ağarmak sözcüğü ak sözcüğünden gelir, eşit ağırlıkçı olacaksın birde." Tüm bilgileri almamın üzerinden yıllar geçmemiş gibi fırça yiyordum. "Üff ne bileyim ben, kimse bana davalarda sözcükleri ekine köküne ayırmamı istemiyor." "Benim bunlarla yarın konuşmam şart gerçekten, ne biçim kâğıtlar bunlar." İdeal öğretmen görüntüsüne sahipti Ayça. "Üstlerine gitme şimdi sende, üniversite sınavı geliyor gergindir hepsi." "Yok, yok, bir ayar şart olmuş bunlara." Davayı alıp almadığımı söylemekte kararsızdım ama Ayça’ya anlatırken bazen gözümden kaçan detayları fark edebiliyordum. “Çağıl Kaya davasını aldım ben.” dedim. Şaşkınlığı ses tonundan belliydi. “Şu restoranda cinayet işleyen Çağıl Kaya.” dedi. “Hayır,” dedim net bir şekilde. “Cinayet işlemekle suçlanan Çağıl.” Bir yandan da gözüm kamera kaydındaydı. Yanlış saymıyorsam üçüncü kez oynuyordu. Gözüme takılan farklı bir şey olmamıştı. Ayça bir şeyler söylüyordu ama gerisini duymam mümkün değildi. Çünkü ufacığı dahi kıymetli olan detaylardan biri çarpmıştı gözüme. "Ayakkabı," dedim kendi kendime. Ayça duyduklarına anlam verememiş bir biçimde "Ne ayakkabısın Bigem?" dedi. "Çağıl, Çağıl'ın ayakkabısı Ayça." dedim heyecanla. Önümdeki dosyayı büyük bir hışımla çevirip Çağıl'ın olay gecesi karakola getirildiğinde çekildiği fotoğrafları incelemeye başladım. O gece Çağıl'ın ayağında beyaz bileklerine kadar gelen bir spor ayakkabı vardı fakat kamera kaydında ki kişinin ayağında siyah bir ayakkabı vardı. Ayakkabısını değiştirme imkânı var olsa da, öyle bir durum olmamışta olabilirdi. Heyecanla bu ayrıntıyı not edip, ekran görüntülerini aldıktan sonra durumu Ayça'ya açıklayıp telefonu kapatmam gerektiğini söyledim. Telefonu kapattıktan sonra dosyaya eklemeleri yapıp çantama koydum. Laptopumu da çantasına yerleştirdikten sonra saate baktığımda neredeyse on olmak üzereydi. Normalde bu kadar erken yatan biri değildim fakat önceki gecede doğru dürüst uyumamıştım ve yarın, bugünden daha da yorucu olacaktı. Pijamalarımı üzerime geçirip raftan bir kitap aldım, gözlerimi güç bela açık tutarken birkaç satır okumaya çalışsam da başarısız olunca daha fazla kendimi zorlamadan yorganımın altına girip. Kendimi uykuya teslim etmek zorunda kaldım. |
0% |