Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Bölüm - Yeniliklerin Doğuşu

@beyyzzademiir

Sağanak yağışın sesi beni uykumun içerisine iterken, gözlerimi aralamakta zorlanıyordum. Saat neredeyse sekize gelmek üzereydi. İki saat sonra Çağıl Kaya ile görüşmem ve dün gece bulduğum detayları dava dosyasına eklemem gerekiyordu. Ayaklarımı yataktan sarkıtıp, gözlerimi ovaladım. Erken yatmış ve geç kalkmış olmama rağmen feci bir baş ağrısı ile mücadele etmeye çalışıyordum.

Banyoya girip kapıyı kilitledikten sonra yüzümü ılık suyla yıkayarak kendime geldim. Aynada baktığımda saçlarımın yağlı görüntüsünden kurtulmak için kendimi duşun içine attım. Sıcak suyun altında fazla mayışmamak adına hızlı hareketlerle işimi bitirip, on dakika içerisinde banyodan çıktım.

Üzerimde havlu olsa da duştan çıktığımda vücuduma çarpan soğukluğu iliklerime kadar hissettim.

Vakit kaybetmeden üzerime giyebilecek kıyafetler aramaya başladım. Beyaz v yaka bir bluzun altına, gri kumaştan dar kesim hazırlanan bir pantolon seçtim. Hemen havlumdan kurtulup belirlediğim kıyafetleri üzerime geçirdim. Boy aynasının karşısında kendime baktığımda oldukça beğendiğim kombini, ucunda kelebek olan siyah bir kolye ile tamamladım.

Tekrardan odama geçip, darmadağın olan yatağımı toparladım.

Saat dokuza gelmek üzereyken, hareketlerimi biraz daha hızlandırarak makyajımı yapıp, çantamı toparladım ve komodinin üzerinde duran telefonumu da alıp merdivenlere yöneldim.

Aşağı indiğimde sofraya oturmuş olan annem ve babama cıvıl cıvıl bir sesle “Günaydın” dedim.

“Günaydın Bigem,” diyen babama sıcacık bir gülümseme ile baktım.

Aynı şekilde annemde “Günaydın kuzucum,” dediğinde günüm gerçekten aymıştı.

Babam çayından bir yudum alarak konuşmaya başladı “Bigem Hanım, ne işleriniz var bugün?”

“Çok işlerim var Gökhan Bey, Çağıl Kaya davasıyla ilgili delillerimi dosyaya eklemek için Çağıl ile görüşmeye gideceğim. Sonra da büyük ihtimalle mahkemede neler konuşmalıyız onlara karar veririz.” dedim.

“Ne delilleri bakalım?” diyen babama, itici bir sırıtış ile bakıp konuşmaya başladım.

“Üzgünüm Gökhan Bey, davayı bana verdiniz. Müvekkilimin gizlilik hakları nedeniyle sizlere bu dava hakkında bilgi veremem.”

“Bak sen, benim müvekkilimin oğlunun davasını benden saklıyor.”

“Eğer çok merak edersen, senin müvekkilin olan Kadir Kaya ile konuşup dava hakkında bilgiyi ondan alabilirsin. Maalesef Çağıl benim müvekkilim. Sizlere afiyet olsun çıkıyorum ben.” diyerek masadan kalktım. Kendimi gülmekten de alıkoyamamıştım. Aynı gülücükler masada kalanlardan da saçılırken mutfaktan ayrıldım. Portmantodan az önce astığım çantamı ve koyu yeşil montumu alıp, evden çıktım.

Yağmur hala yağdığından, ne kadar hızlı hareket etmiş olsam da ıslanmıştım. Sabah banyo yaptıktan sonra kurutmadığım saçlarımda ıslaklık belli olmadığından, dikiz aynasından çok hafif düzeltip hemen arabayı çalıştırdım.

Arabayı kullanırken bir yandan da Ayça’yı arayıp, telefonu hoparlöre aldım. Telefon daha ilk çalışta açıldı.

“Günaydın avukat hanım, dünkü iz sürmenizden sonra davayı çözebildiniz mi?”

“Ya tabi Ayça Hanım şimdi gidiyorum Çağıl’ı çıkartmaya.” dedim dalga geçer bir sesle.

“Maşallah, maşallah işiniz pek ehlisiniz.” Bu sabah herkes fazla mı keyifliydi yoksa bana mı öyle geliyordu.

“Tabi canım, ne sandınız. İnsanların aylarca uğraştığı davaları yirmi dört saatte çözme özelliğim var ya zaten benim. Sen nasılsın?”

“Arda ile nikâh tarihi almaya gideceğiz, okuldan sonra.”

Ayça’nın düğünü iyice yaklaşmıştı. En yakın arkadaşımı evlendirirken bu kadar duygulanan ben, kim bilir ileride çocuklarımı nasıl evlendirecektim.

“Ayça, ağlarım bak. Sakın gelinlik almaya bensiz gitme.” dedim, titreyen sesimle.

“Ağlama Bigem, bende ağlarım sonra. Ayrıca gelinlik almaya sensiz gidecek kadar kafayı sıyırmadım. Tabi ki beraber gideceğiz. Bak dersim başlayacak şimdi, fazla duygusallaşmadan kapatıyorum telefonu. Sen de ağlama artık, güzel şeyler bunlar.” diyen Ayça’yı daha fazla tutmadan telefonu kapattım.

Yarım saat süren, sabah trafiği ve yolculuk ikilemesini tamamlayıp, karakolun önünde durdum.

Yan koltukta duran dosyaları, çantamı ve cep telefonumu alıp hemen arabadan indim. Yağmurdan ıslanmamak için hızlı adımlarla karakol binasından içeri girdim. Dünkü gibi avukat kimliğimi gösterdim ve bana numarası söylenen sorgu odasına çıktım.

Sorgu odasına girdiğimde Çağıl’ı daha getirmemişlerdi. Kapının yan tarafında duran tuştan lambayı açtım. Oldukça loş olan ışık direkt masaya vuruyordu ve gözü rahatsız etmiyordu.

Masaya oturup, dosyaları açmaya başladım. Dün gözüme çarpan ayrıntıları dosyaya eklemek için dava ile ilgilenen savcıyla görüşmem gerekiyordu. Kapının açılma sesiyle arkama döndüğümde Çağıl kollarında kelepçe ile bir polis tarafından içeri getirilmişti. Dün gördüğümden daha da bitap bir haldeydi ve büyük ihtimalle gelen yemekleri bile yemiyordu.

Kelepçesi çıkarılmadan onu karşımdaki sandalyeye oturtan memur “İzniniz yirmi dakika.” diyerek odadan çıktı.

Gözlerini masadan ayırmayan Çağıl’a ne sormam gerektiğini bilmiyordum.

Çekingen bir ses tonu ile “Nasılsınız Çağıl Bey?” diye sordum.

“İyiyim Bigem Hanım, siz nasılsınız?”

“Çok teşekkür ederim, sizlere güzel sayılabilecek haberlerle geldim.”

“Ortada resmiyeti olmayan bir iddia yüzünden yargılanıyor olmaktan çok sıkıldım Bigem Hanım, yardımınıza ihtiyacım var. Umarım gerçekten güzel haberleriniz vardır.” derken sesi yorgun ve umutlu çıkmıştı.

Dosyanın içerisinden Çağıl’ın buraya getirildiği gün çekildiği fotoğraflarını çıkartıp, önüne koydum.

“Bunlar ne?” diye sordu.

"Şimdilik elimdeki en geçerli delillerden biri.” dedim.

“Nasıl yani?”

Meraklı gözlerle beni takip eden Çağıl’a kamera kaydından aldığım ekran görüntüsünün çıktısını uzattım. Fotoğraftaki görüntü pek iç açıcı değildi fakat ayrıntılar her zaman bizi sonuca götürürdü.

“Biliyorum, bu fotoğrafa ilk bakışta suçlu olan hala senmişsin gibi gözüküyorsun, şef önlüklü biri elinde bir silah ile kurbanı hedef alıyor fakat ayakkabılar kısmen seni kurtarıyor” dedim.

Elindeki kelepçelerle zor hareket eden Çağıl, kendi fotoğrafı ile diğer resmi yan yana koyarak incelemeye başladı. Kafasını daha fazla karıştırmadan konuşmaya devam ettim.

“Bak kamera kaydındaki adamın ayağındaki ayakkabı siyah. O gece buraya geldiğinde senin ayağındaki ise beyaz bileklerine kadar gelen bir spor ayakkabı. Bu da demek oluyor ki, ya ayakkabını olay saatinden sonra değiştirdin ya da…-“ daha cümlemi bitirmeden heyecanla konuşmaya başlayan Çağıl,

“Ya da falan yok Avukat Hanım. Size yemin ederim ben o gece ayakkabımı değiştirmedim, olay ile vallahi hiçbir alakam yok.” dedi.

“Sakin olabilirsiniz Çağıl Bey, size inanmıyor olsaydım burada olmazdım zaten. Şimdi mahkeme için şunları söyleyebilirim. Çok dikkatli konuşmanız lazım. Ağzınızdan çıkacak tek bir sözcük bile aleyhinize kullanılabilir.”

“Konuşmamayı seçsem olur mu?”

“Olur, tabi ki, o zaman ben gün içerisinde kendim için bir konuşma hazırlarım. Siz de lütfen biraz daha toparlanmaya çalışın. Çok berbat, daha doğrusu yorgun gözüküyorsunuz. Tahmin edebiliyorum fakat bu kadar çökmüş gözükmemelisiniz. Büyük ihtimalle yemekleri bile yemiyorsunuzdur ama bunlara ihtiyacınız var.” dedim.

“Teşekkür ederim, Bigem Hanım. Daha dikkatli olacağım, yarın görüşürüz” dediğinde bende gülümseyerek masadaki evrakları ve fotoğrafları toparlamaya başladım.

Ben samimi bir gülümseme ile Çağıl’a bakıp “Görüşürüz,” dedikten sonra kapının açılmasıyla memurun içeri girmesi bir oldu.

“Süre doldu avukat hanım.”

“Biliyorum, işimiz bitti zaten. Çıkıyordum şimdi.” dedim.

Çağıl ve polis memurunu beklemeden odadan çıktım. Alt kattaki görevli memurun yanına gidip

“Çağıl Kaya davası ile ilgilenen savcı buradaysa görüşebilir miyim?” dedim.

“Biraz beklerseniz kendisi şu an bir görüşmede bitince sizi içeri alırız.” diyen memura başımla teşekkür edip az ilerideki sandalyelere oturup beklemeye başladım.

Yaklaşık on dakika sonra bana doğru gelen memur ile ayaklandım.

“Buyurun, Hakan Bey sizi bekliyor.” dedi.

Hızlı hızlı savcının odasının önüne ilerledim. Derin bir nefes alıp kapıyı tıkladım.

“Gel.” sesi ile kapıyı açarak içeri geçtim.

“Merhabalar Hakan Bey, ben Çağıl Kaya davası için geldim ve izninizle dava dosyasına eklenmesini talep ettiğim delilleri sizlerle paylaşmak istiyorum.” dedim.

Eliyle masasının önündeki boş sandalyeyi gösteren savcı “Merhabalar Bigem Hanım. Buyurun lütfen.” dedi.

“Bigem Erel, Çağıl Kaya’nın avukatıyım. Elime ulaşan bazı kamera kayıtları ve fotoğraflar sayesinde Çağıl Kaya’nın suçsuz olduğunu düşünüyorum.” dedim.

“Bigem Hanım, daha önce kendi müvekkilini suçlayan bir avukat görmedim. Siz de o şekilde yapıyorsunuz fakat yanlış tarafı savunuyorsunuz. Çağıl Kaya katil.”

“Tamam, izin verin delilleri size sunayım kalanına yarın mahkemede hâkim karar versin olur mu?”

“Sizi dinliyorum,” rütbesinin verdiği kasvet odaya yayılıyordu. Tüm ciddiyetimle bir şeyler anlatmaya başladım.

Dosyadan fotoğrafları çıkartıp, savcının önüne koydum. “Bakın bu fotoğraflardan biri olay anında olan kamera kaydından, diğeri ise Çağıl’ın karakola getirildiği zaman çekilmiş. Gördüğünüz gibi fotoğrafta elinde silah olan kişinin ayağında siyah bir ayakkabı var. Aynı gece çekilmiş Çağıl’ın fotoğrafında ise ayağında beyaz bileklerine kadar gelen bir ayakkabı var.” dedim.

Fotoğrafları eline alıp dikkatle inceleyen savcı bir yandan da konuşmaya başladı. “Bir faydası olur mu bilmiyorum ama delili de dava dosyasına ekliyorum.” diyen savcıya minnetle bakarak

“Teşekkür ederim.” dedim.

“Kolay gelsin.” Diyen Hakan Bey’e gülümseyerek odadan çıktım.

“İyi günler.”

Gerekli konuşmayı tamamladıktan sonra odadan çıktım. Hızlı adımlarla karakoldan dışarı geçip, arabama doğru yöneldim. Çantamın içinden anahtarı alıp hemen arabaya bindim. Sabahkine nazaran daha yavaş yağan yağmur, arabanın ön camında damla damla birleşiyordu. Seri hareketlerle aracı çalıştırıp, büronun yolunu tuttum.

Saat neredeyse on iki olmak üzereydi. Açıkçası büroya gitmem on iki buçuğu bulurdu ve öğlen yemeğine denk gelirdi. Bu yüzden önce bir şeyler yemeye karar verdim. Şaka bir yana gerçekten de kilo aldığımdan çok ağır şeyler yememeye çalışacaktım. Her ne kadar yiyebileceğim dürümler, hamburgerler ve pizzalar beni cezbediyor olsa da arabayı salata yiyebileceğim bir restoranın önüne park ettim.

Yeşil rengin tonlarıyla, oldukça şık dekore edilmiş restorana girdiğimde cam kenarında boş bulduğum masalardan birine oturdum. Hiç vakit kaybetmeden yanıma gelen garson siparişimi sordu.

“Ton balıklı salata ve su rica edeceğim.” diyerek sorusunu yanıtladığım garson hemen masadan uzaklaştı.

Siparişimi beklerken, bir yandan da sosyal medyada takip ettiğim insanların paylaşımlarına göz atıyordum. Hayatı hakkında fazla bilgi sahibi olmadığım müvekkilim Çağıl’ın sosyal medya hesabına da bakmak bana oldukça cazip gelmişti.

Kullanıcı adı genellikle tercih edildiği gibi kendi ismiydi.

Anladığım kadarıyla hesabını fazlasıyla aktif kullanan biriydi. En son paylaştığı fotoğraf bir hafta önce çalıştığı restoranın mutfağında yemek yaparken çekilmişti. Ondan bir önceki fotoğrafta, arkadaşıyla arkasında boğaz köprüsünün önünde çekilmişti. Etiketten anladığım kadarıyla arkadaşının adı Poyraz’dı. Annesi tahminimce ellili yaşlarda bir kadındı. Aile saadeti resmini incelemeye başladım. Annesi ve babasının önde bir koltukta oturduğu resimde Çağıl ve abisi arkada ayakta duruyordu. Abisinin yanında ise eşi, Kaya ailesinin ilk gelini duruyordu. Tahminimce evlerinin bahçesinde çekilmişti. Görsele etiketlenen resimlere baktığımda ise annesinin soy isminin farklı olduğunu fark ettim. Henüz araştırmamış olsam da anne ve babasının boşanmış olma ihtimali çok yüksekti.

Salata, mevsimin sebze ve meyveleri ile hazırlanmıştı. Her ne kadar bu yemek için ölüp bitmesem de oldukça leziz gözüken salatadan bir çatal aldım.

Yaklaşık yarım saatte hem salatamı yemiş, hem de Çağıl’ı baya bir stoklamıştım. Hakkında öğrenebildiğim bilgiler; Poyraz adında bir arkadaşı var, Poyraz evli onun da eşinin adı Rümeysa. Yengesi Sevda Kaya ve abisi Osman Kaya. Arkadaş gruplarının aranan neşeli yüzü gibi bir adam resmen. Sosyal medya hesabındaki fotoğraflardan anladığım kadarıyla, benim sadece televizyonda gördüğüm şeflerin birçoğundan eğitim almış. Hatta yazın babasının restoranında küçük çocuklara gönüllü olarak şeflik eğitimi veriyormuş. Ulaştığım bilgiler dava da hiçbir işime yaramasa da, en azından kendisini tanımıştım.

Öğlen saatlerinde olmamıza rağmen, trafik yok denecek kadar azdı. Büroya ulaşmam toplam yirmi dakikamı bile almamıştı.

Kendi odama girince sırtımı kapıya dayayıp derin bir nefes aldım. Öğlene kadar oldukça yoğun bir gün geçirmiştim. Üzerimdeki yağmurluğu çıkartıp, askıya astım. Sandalyeme oturup, çantamdaki dosyaları ve telefonu masanın üzerine koydum.

Bilgisayarım açılırken, telefonuma gelen mesaja göz atmak için uygulamaya girdim.

‘Öğretmen Hanımcım’ adlı kişiden bir fotoğraf.

Fotoğrafa baktığımda yüzümde oluşan muhteşem tebessümü hissetmemek elde değildi.

Küçük bir kâğıda Arda Çağıran & Ayça Dinç çiftinin nikâh tarihi 1 Haziran yazılmıştı.

Resmen kardeşim, ablam, sırdaşım, dostum, her şeyim, Ayça’mı evlendiriyordum. Göz pınarlarıma kadar gelen yaşın akmasına izin vermeden mesaj yazdım

Siz: Ayça’m, hep mutlu olun. Artık elbise seçimlerine başlamam gerekecek

Mesajı yazdıktan sonra sayfadan çıktım. Çağıl’ın dosyasını beş yüzüncü kez elime alarak incelemeye başladım. Dosyanın ilk sayfasında olan Çağıl’ın vesikalık resmine daha önce hiç bu kadar detaylı bakmamıştım.

Kahverenginin en koyu tonu olan gözleri ve aynı renkteki saçlarıyla birçok kişiyi etkileyebileceğinden emindim. Beyaz teni fotoğrafta mı bu kadar pürüzsüz çıkmıştı yoksa gerçekten böyle miydi, hiç dikkat etmemiştim. Gerçi yemek yemediğinden zaten sapsarıya dönmüştü. Yan tarafta yazan kişisel bilgilere göre 28 yaşında, benden bir yaş büyüktü. Dokuz Eylül Üniversitesi, Gastronomi ve Mutfak Sanatları fakültesinden dereceyle mezun olmuş, oldukça başarılı bir şefti. Tüm dikkatimi dosyaya verdiğimden kapıdan giren Şevket Bey’i fark etmemiştim.

Ben dosyayı incelerken içeri giren Şevket Bey olmuştu. “Gökhan Bey, toplantı için sizleri bekliyor.”

“Tamamdır, şimdi geliyorum.”

Hızlı adımlarla kendi odamdan çıkıp, koridorun sonundaki toplantı salonuna geçtim. Babam daha gelmemişti fakat birçok avukat çoktan buraya gelmişti. Hemen Eylül’ün yanındaki boş sandalyeye oturup elimdeki dosyayı masaya bıraktım. İçerideki fısıldamalardan rahatlıkla ayırt edebildiğim Ayaz’ın sesi kulaklarımı doldurdu.

“Nasıl bir torpilse artık, en büyük müvekkilimizin oğlunun davasını, patronumuzun kızı almış.”

“Aldım Ayaz Bey, eğer sizde benim gibi burada çalıştığınız süre zarfında ilgilendiğiniz davaların çoğunu kazanabilmiş olsaydınız, siz alırdınız.” dedim.

Eylül kolumu tutarak “Bırak şunu, baksana egoya. Uğraşmaya değmez.” diye fısıldadı.

Ayaz bu defa da Eylül’ü hedef alarak “Hayırdır sana ekmek çıkmıyor galiba o kapıdan Eylül Hanım. Yine bir boşanma davası almışsınız.” dedi.

Eylül oturduğu sandalyeye iyice yerleşip, kollarını göğsünde kavuşturarak konuşmaya başladı.

“Dikkat edin de bundan sonra alacağım dava Gökhan Bey’in size açacağı tazminat davası olmasın Ayaz Bey. Dua edin boşanma avukatıyım.” İçimde yankılanan zafer ve gurur çığlıkları dışarı vurmamak için zor duruyordu.

Ayaz tam ağzını açıp cevap verecek iken babamın içeri girmesiyle araladığı dudakları kapanmak zorunda kaldı.

“Merhabalar arkadaşlar, yarın birçoğunuz mahkemelere dağılacağınız için bugünden son durumları öğrenmek istedim. Hepinizin günleri birbirine çok yakın denk gelmiş.” diyen babam, masanın başındaki sandalyeye oturmuştu. Elindeki kahveden bir yudum aldıktan sonra elindeki ajandasından sırayla hepimizin davaları hakkında bilgi almaya başladı.

“Eylül Hanım, sizin davanızın son durumu nedir?”

Eylül, oturuşunu dikleştirerek konuşmaya başladı.

“Müvekkilim ile tüm delilleri birleştirip bir dosya hazırladık, kopyasını size mail attım. Nafaka artı mal varlıklarının birçoğu müvekkilime kalır diye düşünüyorum çünkü karşı tarafın aldatan taraf olduğunu kesin belirten deliller mevcut.” Eylül için klasik bir dava türüydü bunlar. Şimdiye kadar kaybettiğini de görmemiştim. Çok başarılıydı ve kim bilir ileride neler yapacaktı.

“O zaman kısmen başarılı diyebiliriz Eylül Hanım. Yarın mahkeme sonucunu öğrendikten sonra dosya kapanınca masama bırakırsınız.” diyen babam defterine bazı notlar aldıktan sonra konuşmaya devam etti.

“Ayaz Bey, sizin davanız ne durumda?”

“Gökhan Bey biliyorsunuz benim müvekkilim çalıştığı şirketten haksız yere çıkarıldığı gerekçesiyle dava açmıştı. Hala haksız olup olmadığı konusunda araştırmalarım devam ediyor.” diyen Ayaz. Elindeki dosyadan birkaç A4 kâğıdını babama doğru uzatarak, dava üzerinde çalıştığını kanıtlamış oldu. Karakteri tartışılırdı belki ama Ayaz’da muazzam avukat adaylarından biriydi.

“Bigem Hanım sizin ilerlemeleriniz ne durumda?” diye sordu babam.

Önümde duran Çağıl Kaya dosyasından birkaç fotoğraf ve savcı yazısı çıkartarak babama uzattım ve anlatmaya başladım.

“Yarın ilk mahkeme görülecek, savcıdan ve görevli memurlardan aldığım bilgiye göre var olan delillerde müvekkilimin suçlu olduğunu kanıtlayan resmi bir şey yok. Sadece tek şüpheli o olduğu için şuan odak noktası kendisi. Bende gözüme çarpan ufak tefek ayrıntıları bugün dava dosyasına eklettirdim. Benim verdiğim delillerde davanın seyrini değiştirecektir. Yarın mahkeme büyük ihtimalle adli kontrol şartıyla serbest bırakılıp, delil yetersizliğinden dolayı ertelenecek. Gerisine de mahkemeden sonra bakacağız.” dedim.

“Sizde aynı şekilde mahkemeden çıkan karardan sonra dosyanızı masama bırakırsınız.” diyen babam benimle ilgilide notlarını aldı.

İçeride yedi avukat vardı. Bizden sonraki avukatların davaları bizi ilgilendirmediğinden babam “Eylül Hanım, Bigem Hanım ve Ayaz Bey, siz çıkabilirsiniz.” dedi.

Üçümüzde önümüzdeki dosyaları toparlayıp hızlı bir şekilde toplantı odasından çıktık. Eylül neşeli bir ses tonuyla “İşin yoksa gelsene, odama kahve içeriz.” dedi.

Bu fikri reddetmek gibi bir niyetim yoktu. “Şu dosyalarımı odama bırakayım geliyorum.” dedim.

Dosyalarımı kendi odama bıraktıktan sonra Eylül’ün odasına yöneldim. İçeri girdiğimde dosyasını toparlayan Eylül “Gel canım, şimdi söyledim kahveler gelir birazdan.” dedi.

Ön cepheye bakan odalardan biri olduğu için masanın arkasının tamamı cam ile kaplıydı. Fazla havadar ve ışık alan oda bana göre gereksiz aydınlık olduğundan ben odamı arka cepheden seçmiştim. Beyaz duvarları, siyah mobilyaları ile oldukça şık olan bu oda kesinlikle Eylül’ü yansıtıyordu. Sohbet açmak amaçlı “Sen nasılsın Eylül konuşamıyoruz da uzun zamandır?” dedim.

“Davadan davaya koşuşturuyoruz, sen nasılsın?” diyen Eylül’e cevap vermek için dudaklarımı araladığımda, kapıdan gelen tıklanma sesi nedeniyle tekrardan kapatmak zorunda kaldım. Kahvelerimiz gelmişti. İkimizde sırayla teşekkür ettikten sonra bardaklarımızı önümüzdeki masaya koyduk.

“Nerede kalmıştık, sen nasılsın onu sormuştum.” dedi Eylül.

“Çağıl Bey’i aklama peşindeyim. Senin erkek arkadaşınla nasıl gidiyor?”

“Yürütemedik sanırım. Ayrıldık biz.” Eylül’ün söylediklerine baya şaşırmıştım çünkü en azından sosyal medyada gördüğüm kadarıyla baya mükemmel giden bir ilişkileri vardı. Bazı şeyler medyaya yansıdığı gibi olmuyordu. Herkes kendi içinde yaşıyordu karanlığını.

“Sıkma canını Eylül, hayırlısı böyleymiş demek ki. Birbirinizi kırmadan bitirmek daha iyi olmuştur hem.” dedim.

“Evet, evet en azından geçirdiğimiz onca güzel anı unutturacak şekilde ayrılmadık.” diyen Eylül’ün moralinin bozuk olduğu her yerden anlaşılıyordu. Moralini biraz daha düzeltebileceğine inandığımdan “Bak hafta sonu gösterime mükemmel bir film giriyor, istersen beraber izlemeye gidebiliriz.” dedim.

“Çok teşekkür ederim ama annemlerin yanına memlekete gideceğim, başka zaman artık.” dedi Eylül. Açıkçası romantik filmler benim hoşuma gitmiyordu, sadece Eylül’ün morali düzelsin diye sormuştum ve şansıma onunda işi vardı.

“O zaman yazıyorum bunu bir kenara, bana film borcun var.” dedim.

Kahkahalar eşliğinde “Yaz bakalım, o zaman gittiğimiz gün sende yemek ısmarlıyorsun.” dedi.

“Anlaştık bakalım.”

Kahvelerimizi bitirdikten sonra telefonumdan baktığım kadarıyla saat beşe gelmek üzereydi. Oturduğum yerden ayaklanıp “Eylül bu mükemmel kahve teklifi için teşekkür ederim. Bir sonrakini benim odamda yaparız. Çıkmam lazım benim.” dedim.

Aynı şekilde oturduğu sandalyeden kalkan Eylül “Ne demek Bigem, asıl ben teşekkür ederim. Görüşürüz.” dedi.

Eylül’ün odasından çıkıp, çantamı almak için kendi odama yöneldim. Önce bilgisayarımı kapattım. Daha sonra Çağıl’ın dosyasını çantama koyup, yağmurluğumu üzerime geçirdim. Bürodan çıkınca yeni evimi görmeye gidecektim. Bir yandan da cep telefonumdan banka hesabımı kontrol ediyordum. Eğer emlakçı ile anlaşabilirsem direkt hesabına aktarma yapmayı planlıyordum.

Çıkış yaptığımı sekreter bildirip arabama doğru yöneldim. Gerçekten İstanbul da yaşayan biri olarak bu soğuğa alışık değildim. Arabayı çalıştırırken telefondan Oğuz’u aradım. Bir yandan araba kullanıyor diğer yandan ise bu keratanın telefonu açmasını bekliyordum.

“Quenn, nasılsınız?”

Alaylı bir ses tonu ile “Harikayım bebeğim. Yeni evime gidiyorum.” dedim. Yeni kelimesinin beynine işlemesi için bastıra bastıra söylemiştim.

“Çüş, babam izin verdi mi?” diyen Oğuz’a gülerek karşılık verdim.

“Verdi tabi vermez mi, ikna kabiliyetim yüksektir ablacım sende biliyorsun.”

“Ablaların en güzeli, bana da bir oda yaparsın değil mi?”

“Yapamam, gelince salonda yatarsın.” Bunca mesafe onunla uğraşmama engel değildi.

“Ne kadar ayıp, neyse o zaman İstanbul’a döner dönmez senin katına ben yerleşiyorum.”

“Fırsatçı.” Aynı şekilde mesafeler ona da engel değildi.

“Üzgünüm abla, günümüz şartları herkesi bencil yapıyor.”

“Bence de Oğuz, kapat telefonu. Sinirlerimi bozma benim.”

“Elbette quenn, kendine çok iyi bak. Bana evinden fotoğraf at.”

Karşı taraftan gelen telefonun kapandığına dair ses ile birlikte yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. Yüzü gözümün önüne gelirken onu ne kadar özlediğimi fark ettim. Arka da çalması için sevdiğim şarkılardan birini açtım. Trafikte beni oldukça neşelendiren bu parçaya kısık sesle de olsa eşlik ettim.

“Gönül gözüm kapalı… Bilerek sana yazılıyorum… Penceresi aralı… Her yerine bayılıyorum” şarkının nakarat kısmını, sesine hayran olduğum Sezen Aksu’da dinlemek için eşlik etmeyi bıraktım.

25 dakika sonra mükemmel gözüken site bloklarının önündeydim. İçeri girebilmem için site kartım olmalıydı fakat ben zaten ev almaya gelmiştim.

Güvenliğe, emlakçı ile görüşeceğimi söyleyip içeri girdim. Arabamı otoparktaki boş yerlerden birine rastgele park edip, emlakçı dükkânından içeri girdim.

“Merhabalar ben Bigem Erel, telefonda görüşmüştük. C blok, on altıncı kattaki daire için gelmiştim.” dedim.

Oturduğu yerden kalkan adam “Evet, hatırladım Bigem Hanım, buyurun siz önden evi gezdireyim size.” dedi.

“Hayır, ben evi biliyorum zaten vakit kaybetmeden anlaşma kısmına geçsek olur mu?” diye sordum.

Meraklı gözlerle bana bakan adam, az önce kalktığı sandalyeye tekrardan oturup “Siz bilirsiniz ama sonra problem yaşamayalım.” dedi.

“Hayır, gerçekten biliyorum, zaten benim arkadaşımda burada oturuyor.” Heyecandan daha fazla vakit kaybetmek istemiyordum.

Çekmeceden çıkarttığı kontratı bana uzatan adamın elinden kâğıdı alıp üstünkörü incelemeye başladım, zaten daha önce gelip görüşmüştüm ve tüm detaylarıyla incelemiştim bu belgeleri.

“Fiyat telefonda görüştüğümüz gibiyse, anlaştık diyebilirim.” dedim.

Gülümseyerek masadan aldığı kalemi bana uzatan adamın elinden kalemi aldım. Üç farklı yere imzamı attıktan sonra hemen ayağa kalkıp, emlakçının bana uzattığı elini sıktım.

“Sizin kadar hızlı karar verip ev alanı da ilk defa görüyorum hanımefendi. Güle güle oturun.”

“Çok sağ olun, zaten uzun zamandır peşinde olduğum bir evdi.”

Arkasındaki dolaptan anahtarları alan adam, bana doğru uzattı.

İçimde var olan kıpır kıpır heyecanı paylaşmak için anahtarın resmini çekerek Ayça’ya gönderdim. Bambaşka bir hayata hazırlık yapıyordum. Bu evin bana uğur getireceğine inanarak gözlerimi gökyüzüne çevirip derin bir nefes aldım.

‘Her yeniliğin doğuracağı umut beni aydınlığa ulaştıracaktı.’

Loading...
0%