@beyyzzademiir
|
Bürodan dışarı çıkarken, çantamdan arabamın anahtarını çıkarttım. Hala yağan yağmur damlaları yüzüme çarparken ben asla hızlı yürümüyor, aksine adımlarımı küçültüyordum. Arabaya bindiğimde içime dolan rahatsızlığın sebebini çözmeye çalışıyordum. Aldığım derin nefeslerde artık beni sakinleştirmeye yeterli kalmıyordu. Kendimi sakinleştirmek adına arkaya açtığım bir Sezen Aksu parçası ile kendimi yağmur damlaları eşliğinde yolun gittiği yere bıraktım. “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler, şimdi bana seninle bir ömür vaat etseler, şimdi bana yeniden ister misin deseler, tek bir söz bile söylemeye hakkım yok…” Arabayı durdurduğumda yine çocuk esirgeme kurumunun önündeydim. Bana iyi gelen tek yerin önündeydim. Sadece Bigem olabildiğim tek yerin önündeydim. Beni unvanlarım olmadan seven, sadece Bigem abla olarak bilen çocukların yanındaydım. Arabadan indiğim gibi arka koltuktaki market poşetlerini elime aldım. Her seferinde olduğu gibi yine çocukların en sevdiği çikolataları almıştım onlara. Hızlı adımlarla binanın bahçesinden içeri girdim. Binanın kapısından girdiğimde bu katta bulunan birkaç çocuk bana doğru koşmaya başladığında içimdeki rahatsızlık bir nebze olsun azalmıştı. Hep bir ağızdan “Bigem abla.” diyen çocuklara sarılmak için elimdeki poşetleri yere bıraktım. Hepsine tek tek, sıkı sıkı sarıldım. Az önce yere bıraktığım poşetten aldığım çikolataları sırasıyla hepsine dağıttım. Çocuklarla biraz daha sohbet ettikten sonra onları derslerine uğurlayıp ben de kurumun müdürünü ziyaret etmek amacıyla üst kata yöneldim. Kapıyı tıklayarak açtım. Beni görür görmez ayaklanan Serkan yüzüne yerleştirdiği gülümseme ile “Prenses, sen uğrar mıydın buralara?” dedi. Aynı şekilde gülümseyerek “Düşüyor arada yolumuz.” dedim. “Yemek yemeğe geldin umarım.” Serkan sormasa aç olma ihtimalim aklıma bile gelmemişti fakat yemek yemeyi bünyem kaldırmıyordu. “Sadece çayını içerim zaten fazla kalamam.” dedim. “Otur lütfen, şimdi söylüyorum çayı fakat bir çocuk hastalanmıştı. Onu kontrol etmeye gideceğim, bana beş dakika müsaade et.” dedi. “İşlerini hallet, beklerim ben. Sıkıntı yok.” demem ile birlikte odadan çıkan Serkan’ı beklemeye başladım. Ailesini küçük yaşta kaybettikten sonra yetimhanede büyüyen Serkan, ailesinden kalan mirasa üniversiteden mezun olana kadar dokunmamıştı. Çocuk gelişimi fakültesinden mezun olur olmaz yut dışında hızlandırılmış eğitimler alıp, bunun yanında da miras ile devasa bir yetimhane açmış küçücük çocuklara yuva olmuştu. Hayran olunası bu adamla üniversitede tanışmış, yetimhane içinde elimden geleni yapmıştım. Yaklaşık on dakika sonra odaya dönen Serkan elindeki tepside duran çayı bana uzatırken “Buyurun matmazel.” demişti. “Çok mütevazı bir müdürsünüz Serkan Bey, tebrik ederim.” dedim ve çayı alarak önümdeki küçük sehpanın üzerine yerleştirdim. Karşımdaki koltuğa kurulan Serkan “Çocuklar yine mutluluktan havalara uçuyor, çok seviyorlar seni.” dedi. “Yok, ben onları daha çok seviyorum.” dedim. “Sen nasılsın gerçekten, bir şeyler duydum ama Kaya ailesinin davasını almışsın.” İş dedikoduya dönmeye başlamıştı. Duymasa da Serkan’a anlatırdım ama ilk temennim benden duyması olurdu. “Of sende mi ya? Nereden duydun, bak birkaç eleştiriyi daha kaldıramam bugün.” “Seni ne zaman eleştirdim ben, yanlış bir şey yapman dan korkuyorum. Mesleğini riske atmanı istemem sonuçta.” Anlayışlı ve temkinli yaklaşıyordu. “Alırsın artık beni burada işe.” “Hay hay matmazel, sektör değiştirmeyi düşünürseniz kapımız size hep açık.” Dudaklarına yayılan tebessüm ortamı yumuşatacak cinstendi. Yaklaşık yarım saat ettiğimiz sohbet bana oldukça iyi gelmişti. Buraya geldiğimde olan rahatsız hissimden eser kalmamıştı. Benimle birlikte ayaklanan Serkan “Daha sık uğramazsan seni bir daha kapıdan içeri almam.” dedi. Ağzımdan çıkan küçük kahkahanın ardından, tehditkâr bir ses ile “Eğer beni almazsan seni çocuklara şikâyet ederim.” dedim. Bu defa kahkahayı basan taraf Serkan olmuştu. Ellerini havaya kaldırarak “Teslim oluyorum Avukat Hanım. Çocukları karıştırma.” dedi. Kısa bir vedalaşmadan sonra odadan çıktım. Kurumun bahçesine çıktığımda yüzümde hissedebildiğim bir tebessüm vardı. Artık hastaneye gitmem lazımdı. Hastanenin önünde durduğumda randevumdan yirmi dakika önce gelmiştim. Doktorun hastası yok ise hemen içeri girmek istiyordum. Danışmadan kaydımı açtırarak, doktorun odasının yolunu tuttum. Beş dakika ya geçti ya geçmedi ekranda benim adım belirmişti. Hemen odaya girdim. Güler yüzüyle masasında oturan Yasemin Hanım “Hoş geldin Bigem, otur bakalım.” dedi. “Ömrümün altı ay falan kaldığını söylemezseniz otururum.” dedim. Kaşları çatılan Yasemin Hanım “Bu şakaların hiç hoşuma gitmiyor Bigem.” dedi. Ortamdaki havayı dağıtmayı amaçlamıştım oysaki. “Tamamdır, oturuyorum germeyelim ortamı.” diyerek, sandalyeye oturdum. “Sana iyi haberler vermek isterdim ama maalesef Bigem sonuçların istediğim gibi çıkmadı. Astım hastalarında akciğer grafikleri ataklar dışında normal olmalıdır ama sende sıradan bir anda da anormal ilerleme var. Bunun tek sebebi geç teşhis diyebilirim. Eğer hastalık teşhisini daha erken koymuş olsaydık bu şekilde olmazdı. Kontrol altına alabilirdik.” dedi. Nefes alış verişlerim yine hızlanmıştı. Ben ilaçları bırakmayı umarken durumun daha da beter olduğunu öğrenmiştim. Dolan gözlerime aldırmadan konuşmaya başladım. “Yani, ne olacak şimdi?” diye sordum. “Sigara, alkol, stres, ani hareketler, toz, polen vesaire bunların tamamı yasak. Spor tavsiye ediyorum ben genelde, özellikle yüzme diyebilirim. Ayrıca artık yılda üç defa tetkiklerini yaptırıyor, düzenli kontrollere geliyorsun. İlaçlarında oynama yapacağım artık sadece kriz anlarında değil düzenli olarak kullanıma geçeceğiz. Şu an amacımız hastalığının daha farklı bir hastalığa dönmesini engellemek olacak.” dedi. “Hayati bir risk?” dedim net bir ses tonuyla. Hayatta olabildiğince hızlı yaşamaya çalışan biri olarak kısıtlanmak istemiyordum. “Her hastalıkta risk vardır Bigem. Ölümcül veya değil hiç fark etmez. Astım krizi esnasında ilaçlarını alamazsan, bir süre sonra beynine oksijen gitmez. Bu da ölüm getirir ya da kalıcı hasar bırakır diyebilirim. Tabi tüm bunların olması için çok uzun süre nefesiz kalman lazım. İlaçların çok kritik, ister boynuna asarsın, ister alnına yapıştırırsın ama o ilaçlar sürekli yanında olacak. Bazen hastanede de hava alabilirsin, ciğerlerini rahatlatır bu durum.” dedi. Tüm cümleleri duyuyor fakat bir kısmını algılayabiliyordum. Daha sonrasında birkaç şey daha konuşmuştuk ama yarısını hatırlıyor yarısını hatırlamıyordum. Odadan ne zaman çıktım, şu an nereye gitmem lazım bunu da bilmiyordum. Durum çok mu kötü, ne yapmam lazım onu da bilmiyordum. Şu an tek bildiğim şey ihtiyacım olan deliksiz bir uykuydu. … Tatil olduğunu bilmenin verdiği bir mutlulukla uyandığım cumartesiydi. Akşam eve gelip ayaküstü bir şeyler atıştırıp direkt kendimi yatağa atmıştım. Babamla veya annemle konuşmamış, özellikle de onlara gözükmemeyi tercih etmiştim. Şimdi kaçamazdım, aşağıda mecburen konuşacaktım. Yukarıda ne kadar oyalanırsam benim için o kadar iyiydi. Neredeyse aralık ayındaydık ama ben geceleri hala terliyordum. Islanan yastığımın kılıfını çıkartarak yere attım. Aynı şekilde nevresim takımımı da değiştirmek amacıyla çıkartarak yere attım. Bunları şimdilik burada bırakırken, odanın da camını açtım. Aldığım kısa bir duş rahatlamamı sağlarken iyice uzayan saçlarımı kurutmakla uğraşamadım. Üzerime geçirdiğim rahat kıyafetlerimle odamdaki dağınıklığa geri döndüm. Kirli olan nevresim takımını ve dolabımdaki kirli kıyafetleri kirli sepetine attım. Aşağıdan gelen sohbet seslerinin keyfini kaçıracağımı bilmeme rağmen aşağı indim. Beni gören babam elindeki çayı masaya bırakarak ayaklandı. “Neredesin sen Bigem?” “Bilmem baba, üçüncü çocuğuna sorsaydın keşke.” dedim. Ayaz konusunda kırgındım. “Bigem, o ne demek öyle?” diyen babama gülümseyerek “Ayaz’la konuşsaydın işte, o sana söylerdi belki.” dedim. Biraz daha uyarıcı bir ses tonlaması ile konuşan babam “Bigem sözlerine dikkat et.” dedi. “Arkamdan geleceğini düşünürken, gelen kişi Çağıl oldu baba, Çağıl. Beni daha bir haftadır tanıyan adam beni teselli etmek için peşimden geldi.” Yorgun çıkan sesim daha fazla konuşmama izin vermezken, girdiğim mutfaktan geri çıktım. Merdivenlere yönelerek, odamdan telefonumu, cüzdanımı ve montumu aldım. Seri hareketlerle tekrardan aşağı inip, kendimi evden dışarı attım. Cebimden çıkarttığım telefonumdan Ayça’yı aradım. “Kuzucuk, günaydın.” dedi neşeli sesiyle. Ben ise onun tam tersi biçiminde tüm ruhsuzluğum ile “Günaydın.” dedim. “Ne oldu sana sesine bak, ruh gibisin.” “Gökhan Bey ile atıştık.” “Konum at, kahvaltıya gideceğiz. Konuşalım.” demesiyle telefonu yüzüme kapatması bir olmuştu. Buna ihtiyacım vardı. Konumu attıktan sonra kaldırımda Ayça’yı beklemeye başladım. Yaklaşık yirmi dakikalık bir bekleme sonunda Ayça’nın arabası sokağın başında belirdi. Hızlıca arabaya bindim. Tam bir şeyler söyleyecektim ki Ayça elini kaldırarak “Hayır Bigem, şimdi değil. Dinle sadece.” dedi ve arabanın tüm camlarını açtı. Kemerimi taktıktan sonra kafamı arkaya yaslayarak, camlardan çarpan rüzgârın beni sarmasına izin verdim. Arabanın hızı arttıkça şiddetini arttıran rüzgâr, içimin titremesine sebep olmuştu. Klasik olarak geldiğimiz kahvaltı mekânının önünde durduğumuzda kemerimi çıkartıp arabadan indim. Babama kızgın olmama annemi cezalandırabileceğim anlamına gelmezdi. Telefonumu cebimden çıkartıp anneme mesaj yazdım. İyiyim Gülin Sultan. Ayça yanımda ve merak etme kahvaltı edeceğim. İçeri girdiğimde boş masalardan birine oturduk. İki kahvaltı tabağı sipariş ettikten sonra ilk konuşan Ayça oldu. “Neler oluyor Bigem? Baştan anlat bakalım.” “Neler neler olmuyor ki.” diyerek girdim söze. Önce babamla olan ufak çaplı tartışmamızdan onun ardından Çağıl ile olan konuşmamızı ve en son sağlık durumumdan bahsettim. Ayça anlattıklarımı şok içinde dinlerken önüne gelen tabaktan tek bir lokma almamıştı. “Bigem sen ciddi misin?” dedi. Kenara kıvrılan dudaklarım ile “Benden çok sevilen avukat Ayaz, bana acıyan müvekkilim, artık görevlerini yerine getiremeyen ciğerlerim…” dedim. Kendi kendime kıkırdarken Ayça akli melekelerimden şüphe ediyordu galiba. “Gökhan Amca sağlık durumunu bilmiyor değil mi?” diye sordu Ayça. “Onlar zaten bilmiyordu. Bu kadar ilerledikten sonra neyi bilsinler Allah aşkına.” “Söylemen lazım Bigem. Sana yarın öbür gün bir şey olsa biz ne anlatalım o insanlara.” Haklı mıydı? Haksız mıydı? Artık hiç birine karar vermeye mecalim yoktu. Onu geçiştirmek manasında “İlaçlarımı kullanıyorum. Bir şey olmayacak Ayça.” dedim. Ayça benim aksine benden farklı düşünüyordu fakat üzerime gelmek yerine konuyu kapatmayı tercih etti. Yüzüne yayılan sinsi bir gülüş işe “Çağıl falan ne iş Avukat Hanım?” dedi. Cümlesini tamamlaması ile masadaki eline vurdum. O gülmeye başladığında benim kaşlarım çatılmıştı. “Kızım manyak mısın sen? Müvekkilim o benim.” dedim. Keyifle arkasına yaslandı. “Arda’da benim sadece kredi kartımı iptal etmeyen bankadaki iletişim kurduğum bir temsilciydi ama şu an iki yıllık nişanlım bebeğim.” “Ya bırak bu işleri Ayça, kurban olayım ye yemeğini.” dedim. “Turşunu kursun Gülin Teyze.” “Kursun tabi.” … Ayça ile ettiğimiz muhteşem kahvaltı ve ettiğimiz berbat sohbetin ardından benim evime geçmiştik. Gelen mobilyaların yerini beş yüzüncü kez değiştiriyor fakat asla eve uyan modeli yakalayamıyordum. Yatak odası tam istediğim gibi olmuştu fakat salon için aynısını söyleyemeyecektim. İçeri geri döndüğümde Ayça yere yatmış ondan istediğim şekle geçirmemişti eşyaları. “Ya Ayça berjeri çevirmemişsin.” dedim mızmızlanarak. Yattığı yerden kalkmayan Ayça “Cezalısın canım, böyle kullanacaksın yeter artık.” dedi. “Ama eşit durm-…” cümlemi yarıda kesen Ayça “Eğer bir kez daha eşitlik dersen seni eşit parçalara bölerim Bigem.” dedi. “Of Ayça of.” derken çalan kapı ile konu kapanmak zorunda kaldı. Kapıyı açtığımda karşımda duran Arda “Eğer nişanlımı bir kez daha esir alırsan senden şikâyetçi olacağım Bigem.” dedi. Ben daha içeri buyur etmeden dalan Arda salondaki müstakbel eşinin yanına ilerledi. Kapıyı kapatırken arkasından “Sen de hoş geldin Arda.” dedim. Salonda duran çiftin tam ortalarına oturma fikri her ne kadar kafama yatmış olsa da onlara bulaşmadan karşılarında ki koltuğa oturdum. “Nasılsın Bigem?” diyen Arda’ya gözlerimi kısarak “Şimdi mi geldim aklına, içeri girerken sorsaydın keşke.” dedim. “Gerginiz bakıyorum.” diyen Arda bu defa benden kast etmesine rağmen, Ayça ile konuşuyordu. “Çok gergin çok.” Ayça’ya öfkeyle baktım. Ben gergin değildim. Sadece etraftaki herkes çok sakindi. Arda bir anda ayaklanarak “Hadi gerginliğinizi alalım, sinemaya götüreyim sizi.” dedi. İtiraz etmeye yeltenmiştim ki Ayça bana engel olarak “Sakın Bigem kalk gidiyoruz.” dedi. Bugün kendim için sinema planım vardı ama dünden sonra ona da enerjim kalmadığı için gitmem diye düşünmüştüm. Kendimi Arda’nın arabasında bulmam yarım saatimi almamıştı. Ağzımı açıp fikrimi söylememe izin vermeyen bu çiftin yanında kendimi zorla götürülen evin kızı gibi hissediyordum. Normalde tercihim korku filmleri olsa da Arda’nın moral yükseltme kampı dâhilinde mecburen bir komedi filmine bilet aldık. Seansı saat 15.00’a alan Arda bunlar yetmezmiş gibi birde bize yemek ısmarlamak isteyince “Yok artık kuruttuk çocuğu Ayça.” diyerek karşı çıktım fakat nafile “Baldızıma bir yemek ısmarlamıyorsam bir anlamı yok.” diyen Arda sayesinde karnımızı da tıka basa doldurmuş olduk. Ardından ise birkaç mağazada dolaşmaya başladık. Kafam ne elbise de, ne yemekte, ne de filmdeydi. Annem, babam ve anlamlandıramadığım bir biçimde kafam Çağıl’daydı. Günden oldukça keyif alan Ayça’nın uğruna yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirerek onlara katılmayı denedim. Filmi izlerken bazı noktalarda salonda yükselen kahkahalar filme odaklanmamı zorlandırmıştı. Komedi filmlerinden bu yüzden haz etmiyordum. Kimine göre komik olan sahne, kimine göre komik değildi fakat ister istemez salondakilere eşlik ediyor ve tek başına gülemiyordum. Arabada yüksek ricalarımla kendi evime gitmek konusunda Arda’yı ikna etmiştim, Ayça ise hala eve gitmem konusunda beni ikna etmeye çalışıyordu. “Bak Bigemciğim, Gökhan Amca ile aranız açılmadan konuşmanız daha iyi olur. Eve git, konuşun barışın.” dedi. “Ayça işime karışmazsan çok sevinirim. Eve ne zaman gitmem gerektiğini gayet iyi biliyorum.” “Arda uyma şuna bak eve bırakalım. Barışsınlar babasıyla.” dedi. Arda’nın cevabına izin vermeden “Beni kendi evime bırakmayacaksan çek sağa, kendim gideceğim.” dedim. En sonunda kendimi evime bıraktırmayı başarmıştım. Sitenin kapısında Ayça’yı kendi evine uğurlarken, ben de kendi bloğuma yöneldim. Çantamdaki ilaçlarımı içtikten sonra üzerime rahat pijamalarımdan birini geçirip, odama geçtim. Parça parça taşıdığım ve daha hiç birini açmadığım kolilerden şarj aletimi alıp telefonumu şarja taktım. Kitaplarımın olduğu koliden de yeni kitabımı alıp yatağıma uzandım. Yorgun günümü, tüm yaşadıklarımı ve düşüncelerimi satırların ahengine emanet ederek kendimi uykunun kollarına teslim ettim. |
0% |