Yeni Üyelik
9.
Bölüm

8. Bölüm - Karanlığın Mahkumları

@beyyzzademiir

Pencereden vuran kış güneşi odanın sıcaklığını biraz olsun yükseltirken benimde gözlerimi istemsizce aralamama sebep olmuştu. Kendimi daha yataktan kaldıramamıştım ki çalan kapı sesi uykumun iyice dağılmasına sebep olmuştu. Nasıl göründüğüme bakmadan Ayça’nın geldiğini tahmin ederek kapıya yöneldim.

Kapıda elinde poşetlerle bekleyen Ayça cıvıl cıvıl sesiyle “Günaydın Bigem kuşum.” dedi.

“Sabah sabah bu ne enerji?”

Attığı ufak kahkahanın ardından mutfağa yönelen Ayça “Öyle bir içimden geldi.” dedi.

“Bigem, sakın bana kahvaltı ettim deme.”

“Daha yüzümü yıkamadım Ayça.” dedim ve onu mutfakta bırakarak banyoya geçtim. Gece yaptığım darmadağın olan topuzu bozarak tekrardan topladım. Yüz yıkama sabunlarımı daha kolilerden çıkartmadığım için yüzümü sadece su ile yıkayıp banyodan çıktım.

Üzerime krem rengi bir eşofman takımı giyip, birkaç takı ile kombini tamamladım. Komodinin üzerinde duran telefonumu alıp babamdan gelen mesajları okumaya başladım.

Babam: Kızım akşam yemeğe bekliyorum.

Mesaja verebilecek bir cevabım yoktu fakat küs kalmak benimde hoşuma gitmiyordu. Bu akşam gidip aradaki problemleri çözmek en mantıklıydı belki de.

Telefonumu cebime koyup mutfaktaki Ayça’nın yanına gittim. Aldığı poğaçaları tabaklara koymuş ve mükemmel kokusu mutfağı sarmış olan iki bardak kahveyi hazırlamıştı.

“Oturmuyorsan ben tek başıma yiyebilirim Bigem.”

Ayça’nın cümlesini ikiletmeden boş sandalyelerden birine geçtim. Hala dumanı tüten kahveden bir yudum alarak dilimi ıslattım. Gözlerimi çevirdiğim Ayça’nın ağzı kulaklarındaydı. Bunun benimle kahvaltı ediyor olmasına bağlı olmadığını gayet iyi biliyordum.

“Hayırdır Ayça Hanım, ağzınız kulaklarınızda.” dedim.

“Bugün gelinlik bakmaya gideceğiz.” heyecanı yüzünden okunuyordu. “Almaya giderken senin de yanımda olman lazım.”

“He şöyle, bugün Arda ile mi bakacaksınız?”

“Evet, almak için daha erken ama birkaç fikir oluşsun en azından aklımda.” Elindeki poğaçayı böldükten sonra ağzına attı.

“Bence de, son dakika kapı kapı gelinlik aramayalım sonra.”

Sohbeti bölen yeniden çalan kapı sesi oldu. Anlamsız gözlerle birbirimize baktığımızda “Arda mı gelecekti?” diye sordum.

Hayır, anlamında başını sallayan Ayça’nın ardından kapıya yöneldim.

Yüzümü kapıya yaslayarak “Kim o?” dedim.

Dışarıdan gelen ses oldukça tanıdıktı.

“Queen aç kapıyı lütfen.”

Heyecanla açtığım kapının ardındaki Oğuz elinde valiziyle bana bakıyordu.

Şaşkın bir ses tonu ile “Oğuz sen, sen nerden çıktın?” dedim.

“Özlenmediysem geri dönüyorum ilk uçakla.”

Kollarımı Oğuz’un boynuna sararak “Buraya gel eşek sıpası, özlemez olur muyum hiç.” dedim. Özlem duygusunu en zirvede yaşadığım anlardan birindeydim. Ayça da mutfaktan yanımıza geldiğinde en az benim kadar şaşkındı.

“Aa Oğuz, nerden çıktın sen?” dediğinde Oğuz benden ayrılarak “Anladım ben gidiyorum ya, ablamda aynısını söyledi.” dedi.

“Gel lan buraya, şaka yaptım.” diyen Ayça, Oğuz’a sarılarak yanağına sulu bir öpücük bıraktı.

Yanağını silen Oğuz “Ya yeter valla oturup ağlayacağım. Kaç yaşına geldim ben bu ne böyle, bebek sever gibi yalap şap.” Birkaç ay olmuştu görmeyeli ama sanki yıllar geçmişçesine büyümüş gelmişti yüzüme.

Oğuz’un saçlarını dağıtarak “Bu senin bir koca bebek olduğun gerçeğini değiştirmez.” dedim.

“Oğuzcuğum kaynanan seviyor mu desem, sevecek mi desem bilemiyorum ama tam kahvaltı anında teşrif ettin. Gel hadi mutfağa.” dedi Ayça.

Tekrardan masaya döndüğümüzde karşımda erkek kardeşim oturuyordu. Her yerimden özlem akarken güç bela kahvaltımızı bitirmeyi başarmıştık. Mutfağı toparladıktan sonra salona geçtik.

“Annemlere gittin mi diyeceğim ama gitmiş olamazsın.”

“Yok, sürpriz yaparım onlara da.” dedi Oğuz.

Derin bir nefes alan Oğuz “Tartışmışsınız babamla.” dedi.

“Atışma diyelim, tartışma değil. Gerginlik çıktı sadece büroda.” Her şeyin bu kadar hızlı yayılması artık beni şaşırtmıyordu.

“Hala bürodasın yani, sürekli babanın kayırması imalarına rağmen.”

“Sesindeki kinayeyi ayarlamayı öğren Oğuz. Ablanım ben senin.”

“Benim hayallerim için beni yurtdışında okutmak için elinden geleni yapıyorsun fakat kendin için kılını bile kıpırdatmıyorsun abla. Tıkıldın kaldın o büroda, daha iyi yerlere gelebilecek iken sıkışmış kalıyorsun.” Sözleri bir yetişkinden farksızdı. Hoş, o artık bir yetişkindi ama ben bu gerçekleri ondan duymaya alışmamıştım.

“Oğuz, bak eşek sıpası. Benim sinirlerimi bozma, ben olduğum yerden gayet memnunum.” dedim.

“Aynen canım o kadar memnunsun ki müvekkillerin açıklama yaparken ismini bile söylemiyor. Sana yeni iş kapısı açacak her yerden kaçıyorsun.” dedi.

O sırada söze giren Ayça “Yürü be Oğuz. Bu ablan akıllanmıyor bak. Birini savunup arkasını aramıyor bile. Onun için cv olabilecek hiçbir şeyi yapmıyor.” dedi.

Bahsettikleri şey Kadir Bey’in konuşmasıydı. Oğlunu savunmama rağmen konuşmada adımın geçmemesi Oğuz’u da rahatsız etmişti.

“Sen nerden duydun Oğuz?” dedim.

“Savunduğun adamın dünyanın kaç ülkesinde restoranı var senin haberin var mı acaba?” dedi Oğuz.

“Hayır, müvekkillerimin beni ilgilendirmeyen özel hayatları hakkında araştırmalara girmiyorum.” dedim. Özel hayat sayılmazdı bu bilgi ama yine de dikkat etmemiştim dosyaya.

Ayça sıkılmış bir biçimde “Muhabbeti değiştirsek mi acaba?” diye sorduğunda ben de ona takılmaya kararlıydım.

“Oğuz bak smokinini hazırla, masadan bir dost eksiliyor.” dedim.

Anlamsız biçimde bana bakan Oğuz’a gözlerimle Ayça’yı işaret ettim. “Bu hanım evleniyor.” dedim.

“Şaka yapıyorsun.” dedi Oğuz. “Arda Abi ile karar aldınız galiba?”

Yüzündeki gülümseme ile konuşan Ayça “Evet, 1 Haziran’da kısmetse.” dedi.

“Vaov bir tek ablam kaldı herhalde.” dediğinde Oğuz’un kafasına vurdum.

“Kes, boş yapma. Keyfim ve kahyası şu an evlilik düşünmüyor.” dedim.

Ayça sanki Oğuz ile işbirliği yapmışçasına “Zaten düşünse de bunu yapacak adayın yok aşkım.” dedi.

Sinirle oturduğum yerden kalkıp söylenerek odama geçtim. “Siz çok biliyorsunuz çünkü. Evlenmek mecburi sanırsın, sizi ne kadar ilgilendirir benim özel hayatım.”

Odadaki çantamı, cüzdanımı ve arabanın anahtarını alıp kapıya yöneldim. Montumu üzerime geçirip “Çıkın evimden, kovuyorum ikinizi de.” diyerek kapıyı açtım. Dolaptan aldığım ayakkabılarımı merdivene oturarak giydiğim sırada Ayça ve Oğuz da yanıma gelip ayakkabılarını giymeye başladı.

Kenara çekilip onları beklemeye başladığım sırada telefonuma gelen mesaj sesi yüzünden dikkatim oraya kaymıştı.

Çağıl Kaya (müvekkilim): Bigem Hanım merhabalar. Pazar günü rahatsız ediyorum fakat babam size ulaşmam konusunda çok ısrarcı davrandı. Kendisi size iş teklifinde bulunmak istiyor.

Okuduğum mesajın ardından gözlerimle orantılı bir biçimde açılan ağzımı fark eden Ayça “Sinek girecek ağzına.” dedi.

Gözlerimi ekrandan ayırıp ona çevirdiğimde, Oğuz da aynı şaşkınlık ile beni izliyordu. Beklemediğim anda, beklemediğim birinden bu şekilde mesaj almak vücudumda gereksiz bir şok etkisi yaratmıştı.

“Çağıl bana iş teklif ediyor.” dedim.

Elimdeki telefonu çekip mesajı okumaya başlayan Ayça “Uyduruyor musun, ciddi misin?” dedi.

Oğuz da göz ucuyla mesajı okuduktan sonra dalga geçer gibi “Abla hayırdır restoranlara şef mi alacakmış seni. Avukat bir şef çok otantik durur bak.” dedi fakat Çağıl’ın bahsettiği işin bu olmadığını, tahminen de ne olduğunu biliyordum.

“Kabul edecek misin?” diye sordu Ayça.

“Şu an kabul etmek çok istiyorum ama bu kabul etme isteği orasıyla çalışmak istememe bağlı değil. Babama olan inadım ve kızgınlığım, bir de Oğuz Bey’in imaları beni oraya itiyor ve bu şekilde sağlıklı bir ilişki olacağını sanmıyorum. Biraz bekleyebilir bu teklif.” dedim.

Arabaya bindiğimizde Ayça sürekli teklif ile alakalı bir şeyler soruyor, ben ise asla cevap vermiyordum. Arada bir söze girmeye çalışan Oğuz’u ise “Seni ilgilendirmez.” diyerek susturuyordum.

Ayça’yı, Arda ile buluşacakları yerde indirdiğim zaman Oğuz da ön koltuğa geçti. İmalı imalı bakışların altında arabayı kullanmaya çalışıyordum.

“Söyle söyle, içinde kalmasın.” dedim.

“Çağıl Bey neden sana iş teklif ediyor?” dediğinde aklıma gelen ilk şey Ayaz ile kavga ettikten sonra Çağıl ve benim aramda geçen konuşma gelmişti. Büyük ihtimalle babamın yanında çalışmaktan keyif almadığımı düşündüğü için bu tarz bir teklifte bulunmuştu. Asıl isteyen Kadir Bey değil, Çağıl’ın ta kendisiydi.

“Bilemiyorum canım, yarın öğreneceğim.” dedim. Amacım Oğuz’un kafasında yanlış senaryolar kurmasını önlemekti.

Evin bahçesine girdiğimde Oğuz’un etrafı incelediğini fark ettim. “Merak etme bak senden sonra değişiklik yapmadık.” dedim.

“Yapamazdınız zaten.” dudaklarını kenara kıvırarak konuşmaya devam etti. “Benim mekânım burası.”

Söylediği cümle ile kendisini havalı zanneden Oğuz, arabanın kapısını açarak sanki dizi karakteriymiş gibi aheste aheste arabadan indi. Saat neredeyse on bir olmak üzereydi ve annem ile babam büyük ihtimalle kahvaltı etmiş, kahvelerini içiyordu.

Bagajdan çıkardığım bavulu Oğuz’a uzatıp, koluna girdim.

“Bir dakika abla bekler misin?” diyen Oğuz bavulunun önündeki fermuarlı gözü açtı. Annemin ikimize de hastaneye yatacağını öğrendiği gün hediye ettiği fuları çıkarttı.

“Ne yapacaksın onunla?”

Sorduğum soruya cevap vermeden annemin ektiği gülfidanlarına yöneldi. Ben de yanına giderek onu izlemeye başladım. Başını kasvetli gökyüzüne çevirerek konuşmaya başladı.

“Ablamın mutlu olacağı, yepyeni bir hayatı olması için.”

Gözlerini tekrardan gülfidanına çevirdi. Gözümden akan bir damla yaşı silerek onu izlemeye devam ettim.

Fuları çiçek açan tek dala bağladı. Dizlerinden destek alarak oturduğu yerden kalktı.

“Şimdi gidebiliriz.” diyerek önümden ilerlediği sırada onu omzundan durdurarak kollarımı boynuna sardım.

“Beni ağlatmaya yeminli misin sen ya?” diyerek saçlarının arasına bir öpücük kondurdum.

“Abla artık sıra sende, ne olursun kendin için bir şeyler yapmayı dene.” dedi.

Kapıyı ikinci çalışımızda açan annemin ağzından çıkan çığlık babamın salondan buraya gelmesine sebep olmuştu.

“Oğlum gelmiş, hoş geldin Oğuz.” diyerek annem Oğuz’un boynuna atladı.

Babam kapının ardına kadar geldiğinde gözlerini Oğuz’un üzerinden çekip bana çevirdi.

“Hoş geldin Bigem.” diyen babama sıcacık bir gülümseme ile baktım. Aramızda bir problem olmadığını anlasın istedim.

“Hoş bulduk baba.”

Gözlerini üzerimden ayırıp Oğuz’a çevirdi. “Güliz çekil de biz de sarılalım ya.” dedi.

Annemden ayrılan Oğuz babama doğru yönelerek ona da sarıldı.

“Hoş geldin güzel kuzum.” diyen anneme de aynı şekilde gülümsedim.

“Hadi bakalım içeri hemen kahvaltı ettiniz mi?” diye sordu babam.

“Ablamda ettim.” diyen Oğuz bavulunu da alarak içeri geçti. Peşinden onları takip ederek salondaki yerimi aldım.

Yaklaşık iki saat kadar babamla beraber annemin ve Oğuz’un sohbetini dinledik. Annem oğlunu o kadar çok özlemişti ki bu sohbette babamın ve benim hiç konuşmamış oluşumuzu fark etmemişti bile. Daha fazla dayanamayarak oturduğum yerden kalkarak dikkatleri üzerime çekmeyi başardım.

“Kahve içen, içmeyen.” diyerek anneme ve babama döndüm.

Babam elini kaldırarak “Ben alırım, hatta geliyorum beraber yapalım. Burada zaten varlığım fark edilmiyor.” diyerek mutfağa gitti. Giderken anneme attığı alıngan bakışı ile Oğuz ve ben kahkahalara boğulduk.

Mutfağa girdiğimde babam dolaptan kahveyi almış, makinenin içine dolduruyordu. Yanından geçerek buzdolabındaki sütü çıkarttım. “Küs müyüz matmazel?” diye sordu.

“Hayır değiliz baba, alıştım artık.” diyerek bir nebze olsun onu rahatlatmaya çalıştım.

Sütü ısınması için cezveye yerleştirdikten sonra tezgâhın sandalyelerinden birine oturdum. Kafamda var olan soru işaretleri için akıl alabileceğim tek insan babam olduğu için cesaretimi toplayarak soru sormaya karar verdim.

“Çağıl bana iş teklif etti.” dedim.

“Ne işi?” elindeki bardağı tezgâha vururcasına bırakıp karşımdaki sandalyeye oturdu. “Konuşmamız gerek Bigem, lütfen sadece beni dinle.”

Meraklı gözlerle babamı süzmeye devam ederken, o ise buna aldırmadan konuşmaya devam ediyordu.

“Kadir, cinayetin işlendiği gece beni aradı. Çalışma odasında konuşuyordum ve sen o telefon konuşmasını duydun. Bunu biliyorum, çünkü sen benim kızımsın. Adım seslerini ezbere bildiğim birisi olarak seni fark etmediğimi düşünmene de şaşırdım açıkçası.” dedi.

Ellerimi tezgâhın üzerinde kavuşturup, parmaklarımı birbirinin içinden geçirerek dudaklarımı araladım. “Bilmiyormuş gibi yaptın.”

“Kadir bana gelip kızın bu davayı almalı dememiş olsaydı, ben yine bilmiyormuş gibi yapacaktım. Bak Çağıl’ın annesi ve Kadir birbirini severek evlenen insanlardı. Konu bu mu deme bana, konu tam olarak da bu. Reyhan, yani Çağıl’ın annesinin gençken âşık olduğu adamda şefti. Zaten Kadir ile de böyle tanıştılar. İlk açtıkları küçük dükkanda Arif şeflik yapıyordu, Kadir yönetimdeydi, Reyhan’da yardımcı oluyordu mutfakta. Sonra aralarında ne oldu, ne bitti bilmiyoruz. Reyhan ve Arif ayrıldı. Arif kayboldu ortalıklardan. Bir sene geçti, geçmedi Kadir ve Reyhan evlendi.” Arif… Yeni karakterler yüklenirken hepsi aklımın bir köşesindeki yerini alıyordu.

“Çağıl ile olan bağlantısına ne zaman geleceğiz?” diye sordum.

“Ben anlatıyorum, dinle” dedi babam. “Kadir işi büyüttü dükkanlar yerini restoranlara bırakmaya başlarken Kadir’in işlerinin altıncı yılında Arif yine geldi. Yine Kadir’in yanında işe girdi. Çağıl’da küçüktü o zaman. İki yaşında falandı. Arif’le fazla iyi anlaştılar belki de. Kadir bu durumdan memnun olmayınca gerginlik ilişkilerine yansıdı ve Çağıl üç yaşındayken boşandılar. Abisi de beş yaşındaydı.”

“Ne yani, şimdi iki gençlik aşkı yüzünden olay buralara mı geldi? Çok saçma.” dedim.

Babamın karşısındaki sandalyeden kalkıp, demlenen kahveleri bardaklara böldüm. Babam ise oturduğu yerden hiç kalkmadan konuşmaya devam etti.

“Nereden biliyorsun ki Kadir’in çocuğu olduğunu?” son cümleyle elimdeki cezveyi tezgaha bıraktım. Az önce babamı yalnız bıraktığım masaya döndüm ve sandalyeye oturdum. “Anlamadım?” dedim.

“Sadece bakış açısı,” dedi. “Bence de iki gençlik aşkı yüzünden buralara gelinmemiştir.”

“Kinaye yapma Gökhan Bey, mesele ne o zaman?”

“Bence de Çağıl, Kadir’in oğlu değil. Yani sadece gençlik heyecanı yüzünden bozulmaz herhalde kaç yıllık evlilik. Tabi, belki de başka sorunlar vardı. Onu da bilmiyoruz.”

Ben hepsini birer birer ezberlercesine yazarken “Bunları kimseye anlatmıyorsun Bigem, kesinlik içeren ifade elde edene kadar bu bilgi bizim aramızda bir sır…” uyarısı babamdan gelmişti.

Dün gece evime kaçta geldim, sabah kahvaltı ettim mi, şu an burada ne yapıyorum? Kafamda dönen tüm sorular ile şu an Kaya Holdingin önündeydim. Catering şirketi olmasından mütevellit önü yemek dağıtım araçları ile dolu olan heybetli binanın önünde koşuşturan insanlar gözüme oldukça keyif verici gözükmüştü.

Buraya Çağıl’ın iş teklifini kabul etmeye gelmiştim. Çağıl kötü düşünceli birisi değildi ve bu kadar karmaşık bir hayatı hak etmiyordu. Gerçekleri belgeleyip, ona verecek ve tekrardan geldiğim hayata geri dönecektim.

Emin adımlarla binadan içeri girdim. İçeride birçok kişiden gelen topuklu ayakkabı takırtısına, benim ayakkabımın sesi de karışıyordu. Danışma yazılı bölüme yönelip “Çağıl Bey ile görüşecektim haberi vardı” dedim.

“İsminizi alabilir miyim?”

“Bigem… Bigem Erel.”

Gerçekleştirilen kısa telefon görüşmesinden sonra tekrardan bana dönen kadın “Dokuzuncu kat, sağ taraftaki üçüncü oda.” dediğinde başımla kendisine teşekkür edip söylediği kata ilerledim.

Bahsettiği odanın kapısının önündeydim fakat burası bir toplantı odasıydı. Açıkçası beklediğim şey Çağıl’ın kendisine ait bir odası olmasıydı ama büyük ihtimalle yoktu. Derin bir nefes aldıktan sonra kapıyı tıkladım. İçeriden gelen “Buyurun.” komutu ile kapıyı araladım.

Uzun toplantı masasının en sonundaki sandalye de oturan Çağıl beni görür görmez ayaklandı. İçeri geçip kapıyı kapattıktan sonra ben de kendisine doğru ilerledim.

“Hoş geldiniz Bigem Hanım.” dedi.

“Hoş bulduk Çağıl Bey.” Bu defa sorgu odasında değildik. Dinleyecek olan ben değildim, Çağıl’dı.

“Eğer sizin için iş sınırları dışına çıkmayacak ise hanım-bey kavramlarını kaldırabilir miyiz?” aradaki negatif çekimi azaltacağı kesindi.

“Olur, Çağıl.” dedim ve eliyle işaret ettiği sandalyeye oturdum. Karşıma da o geçtiğinde ellerini göğsünde kavuşturarak konuşmaya başladı.

“Burada olduğunuza göre, kabul bekliyorum. Açıkçası ret için bu kadar yol gelmezdiniz bence.”

“Gelirdim.” dedim sadece, aynı babası kadar kendinden emin bir adamdı. Karşımda Kadir Kaya’nın bir kopyası otururken babamın fikrinden daha da uzaklaşmıştım.

“O zaman ret diyoruz Bigem.”

“Hayır, kabul diyoruz Çağıl.” dediğimde kafası iyice karışmıştı. Ona karşı içimde olan anlamsızlığı çizmek için onu deniyordum.

“Şirket avukatlığı, yönetim kurulu.” dedi. Bana beklediğimden daha fazlasını sunmuştu. Tek beklediğim şirket avukatlığıydı fakat o bana yönetimden söz hakkı da sunmuştu.

İçimde sebebini bilmediğim bir güven ve huzur vardı. Buraya ait gibiydim, sadece geç kalmıştım.

“Kabul ediyorum.” dedim…

Loading...
0%