Yeni Üyelik
10.
Bölüm

9. Bölüm - Havadaki Kokular

@beyyzzademiir

Yüzüne yayılan muzip tebessümün ardından önündeki dosyanın kapağını açtı. İçerisindeki sözleşme formu tam önüme koyan Çağıl, takım elbisesinin cebinden de bir kalem çıkartıp kâğıdın tam ortasına bıraktı.

Defalarca sözleşme okumuş olduğumdan artık hangi maddelere dikkatli bakmam gerektiğini biliyordum. Sözleşme bir yıllık olarak gözüküyordu fakat bir yıl kalıp kalmayacağımı bile bilmiyordum. Sözleşmeyi feshetmem durumunda ödemem gereken tazminat miktarı yazılmamıştı.

“Sözleşmeyi feshedersem ödemem gereken tazminat yazılmamış buraya.” dedim ve sözleşmeyi önüne doğru ittim. Aynı şekilde sözleşmeyi önüme geri iten Çağıl “Çünkü tazminat ödemeyeceksin.” dedi.

Attığım ufak kahkaha odanın içerisinde yankılanırken “Neden? İki haftadır tanıdığınız bir avukatı şirketinize alıyorsunuz ve ceketimi alıp çıktığım takdirde tazminat bile ödemeyeceğimi söylüyorsunuz.” dedim.

Yüzünde mimik oynamadan “Hayır,” dedi Çağıl. “Eğer olurda şirket bölümünden ayrılsan bile benim kişisel avukatlığıma devam edeceksin.”

Aynı ciddiyeti yüzüme takındım. “Sizin ailede kendinden gereksiz emin olmak genetik mi?” dedim.

Parmak uçlarını önümde ritmik bir biçimde hareket ettiren Çağıl “Sanmıyorum,” dedi.

Daha fazla uzatmaya niyetim yoktu, fazla madde olmaması işimi kolaylaştırmıştı. Kalemin ucunu ismimin olduğu yere doğru indirdim. Derin bir nefes alıp, imzamı attım. Farklı bir heyecana attığım bu imza kim bilir başıma neler getirecekti.

Toplantı odasında çıkmamızın ardından Çağıl bana şirketi gezdirdi. Dışarıdan göründüğünden daha küçük olan şirketin en üst katında mutfaklar vardı. Restoranların menülerine eklenecek yemekler önce burada pişiyor ve belli başlı jürilerin onayından geçiyormuş.

Mutfakların alt katında var olan masalarda şirkette çalışanların öğlen arasında yemek yemesi için hazırlanmıştı. Yönetim üyelerinin olduğu katta dikkatimi çeken tek şey Çağıl’a ait herhangi bir oda olmamasıydı. Abisi Osman Kaya, babası Kadir Kaya ve abisinin eşi Sevda Kaya’ya ait odalar vardı.

Şuanda da önümde Çağıl ve ardından onu takip eden ben yönetim kurulu toplantı odasına gidiyorduk.

“İçeride söylemem gereken bir şey var mı?” diye sordum.

“Her defasında söylediğim emin cümlelerden şikayetçi olan bir kadın mı soruyor bunu bana?” dedi Çağıl.

Tekrardan cevap verme ihtiyacı hissetmedim. Anladığım kadarıyla da kendi bildiğim gibi konuşacaktım.

Önünde durduğumuz iki kısımdan oluşan kapının ardından şirketin tüm yönetim üyelerinin oturduğu bir masa vardı. Çağıl gözlerini bana çevirerek onay bekledi. Duruşumu dikleştirerek, başımı hazırım anlamında salladım. Kapının birini açarak kenara çekilen Çağıl, kenara çekilerek eli ile içeriyi işaret etti. Odanın içerisinde U düzeninde yerleştirilmiş üç masa vardı. Masaların orta kısmı boş bırakılmıştı. Çağıl’da içeri geçerek masadaki yerini aldı. Tam karşımdaki masanın ortasında Kadir Kaya, onun sağ tarafında büyük oğlu Osman Kaya, masanın en sağında ise Osman Kaya’nın eşi Sevda Kaya oturuyordu. Kadir Bey’in sol tarafında ise Çağıl oturuyordu. Onun yanındaki sandalye ise boş bırakılmıştı.

Sağ ve solda yer alan masalarda şirketi dolaşırken gördüğüm fakat bölümlerini bilmediğim çeşitli çalışanlar oturuyordu.

Gözlerimi buluşturduğum Kadir Kaya konuşmaya başladı. “Bigem Erel, restoranların ve catering bölümünün yeni avukatı.” dedi.

Yüzüme yerleştirdiğim samimi gülümseme ile tekrardan kendimi oturan herkese taktim ettim.

“Bigem Erel, avukatım ve sanırım bundan sonra bir süre berber çalışacağız.” dedim.

Gözleri ile uzun bir süre beni süzen Osman Kaya konuşmaya başladı. “Ben Osman Kaya. Şirketin genel olarak yönetiminden sorumluyum. Sık sık görüşeceğiz Bigem Hanım.”

Başımı gülümseyerek eğdikten sonra gözlerimi Sevda Kaya’ya çevirdim. Aynı şekilde o da kendini tanıtmaya başladı. “Şirketin catering organizasyonlarıyla ilgileniyorum. Büyük ihtimalle benimle fazla işiniz olmayacak fakat merak ettiğiniz her şeyi sorabilirsiniz.”

Kendisine de aynı şekilde gülümsedim. Hala ayakta salonun ortasındaydım ve ne yapmam gerektiği konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Gözlerimi Çağıl’a çevirdim. Beni anlamış olacak ki oturduğu sandalyeden kalkarak, yanında duran boş sandalyeyi geri çekti. “Buyurun Bigem Hanım, başlayalım.”

Oyalanmadan boş sandalyedeki yerimi aldım. Çağıl’da hiç vakit kaybetmeden yerine oturduktan sonra Kadir Bey konuşmaya başladı.

“Geçtiğimiz haftalarda oğlum Çağıl’ın ismi berbat bir olayla anılmıştı. Sizlere bugün bundan bahsetmemin en büyük sebebi bölüm çalışanlarınızı uyarmanızdır. Gerek kamera kayıtlarından ulaşılan kanıtlar, gerek Swap testinden çıkmayan barut izleri, gerekse cinayet silahında olmayan parmak izleri oğlumun suçsuzluğunu kanıtlamıştır. Bu konuda kafasında en ufak bir şüphe bulunan kişi varsa, şu an kapıdan çıkıp gidebilir. Gideni de durdurmam.” dedi. Otoriter bir adam olduğu her yerden belli oluyordu.

Masada oturan kimseden çıt çıkmıyordu. Zaten kimse de masadan kalkıp, senin oğlun katil biz artık burada çalışmıyoruz, demezdi. Tekrardan Kadir Kaya konuşmaya başladı. “Ben de öyle tahmin etmiştim.”

Bu defa masaya oturduğumdan beri hiç konuşmayan Osman Kaya konuşuyordu. “Toplantı bitmiştir.” Önündeki dosyaları toparlamaya başladı. “Çıkabilirsiniz.”

Senkronize bir biçimde ayaklanan herkese ayak uydurarak oturduğum yerden kalktım fakat kulaklarıma dolan Sevda Kaya’nın sesi buna engel olmuştu.

“Bigem Hanım, siz durur musunuz?” Anlamsız gözlerle Sevda Kaya’ya baktım. Yüzüne yerleştirdiği gülümsemesi ile beni izliyordu.

“Elbette,” diyerek az önce kalktığım sandalyeme geri oturdum. Yaklaşık iki dakika içerisinde odadaki herkes çıkmıştı. Sadece Kaya ailesi ve ben kalmıştık.

Kapının kapanmasının ardından konuşan Sevda Kaya “Çağıl’ın davasını duymuşsunuzdur mutlaka.” dedi. Büyük ihtimalle dava avukatının ben olduğumu bilmeyen kesimdendi. Belki de salağa yatmayı tercih ediyordu.

Bir şeyler saçmalamak amacıyla dudaklarımı aralamıştım ki Çağıl benden önce konuşmaya başladı. “Davanın avukatı zaten Bigem Hanım.”

Kollarını göğsünde kavuşturan Osman Kaya alaycı bir tonlama ile konuşmaya başladı.

“Ben de diyorum ki böyle bir anda hukuk bölümünü değiştirme fikri nereden çıktı. Meğerse tanıdık vasıtası.”

Tanıdık vasıtası lafını duymaktan fazlasıyla sıkılmıştım ve bu bardağı taşıran noktalardan biri oldu.

Ellerimi masanın üzerine düz bir şekilde yerleştirip, bileğimden destek alarak sandalyeden kalktım. Gözlerim ile direkt Osman Kaya’yı buluşturdum.

“Tanıdık vasıtası ile ilgili olduğunu düşünmüyorum, şayet Çağıl Bey ile tanışmıyor olsaydım da bu şirkete kendi CV dosyam ile çok rahat girerdim. Benden önceki bölüm yöneticinizin deneyimi ve başarı oranı benden daha düşüktü. Emin olun ben buranın kapısından her türlü girerdim.” dedim. “Çağıl Bey bana ufak bir yol oldu diyelim ama emin olun ki ben o yolu kendimde açardım.”

İleri gidip gitmediğimden emin olamıyordum fakat Çağıl bu konudaki hassasiyetimi bildiğinden sorun çıkartmayacağına inanıyordum. Tekrardan sandalyeme oturduğumda sözü Kadir Kaya devraldı.

“Ortamı germeyin, Bigem Hanım’ın tanıdık vasıtasına ihtiyacı yok.” dedi. “Bir tanıdığa ihtiyacı olsaydı bu babası olurdu zaten, Çağıl değil.” Uzun sürmeyen sessizliği bozan yeniden Sevda Kaya oldu. “Sizi Çağıl’ın suçsuz olduğuna inandıran şey nedir?”

Elimdeki sayısız delili sunsam bile anlamayacak biri oturuyordu karşımda. Sebebini bilmediğim Çağıl nefreti de gözümden kaçmamıştı. “Swap testleri, kamera kayıtları ve silahta olmayan parmak izi.” dedim. Bilmişlik ile gözlerini deviren Sevda Kaya, önünde duran şişeden bir yudum su içip tekrardan bana döndü. “Bu şekilde yaklaşıp haksız çıkan sayısız avukat gördüm ben Bigem Hanım.” dedi.

Saçma sapan ithamına cevap vermek istiyordum fakat Çağıl buna izin vermeyerek oturduğu yerden kalktı. Takım elbisesinin ceketini düzelttikten sonra benimde sandalyemi geri çekerek zorla kalkmamı sağladı.

“Biz gidiyoruz, bu muhabbet tatsız noktalara gidecek gibi duruyor. İlk günden birbirimizin canını sıkmayalım.” dedi.

Masadan uzaklaşıp kapıya yöneldiğimde, Çağıl’da beni takip ediyordu. Kapıyı açıp kendimi dışarı attığımda, gerçekten de fazlasıyla gergin olduğumu fark ettim. Koridorun biraz ilerisinde bulunan sandalyelerden birine oturdum. Çağıl’da yanıma oturduğunda ikimizde karşımızdaki duvarı izliyorduk. Sessizliği bozmak adına ortaya bir soru attım.

“Sevda Hanım ile aranız iyi değil sanırım?”

Ufak bir kahkaha ile karşılık verdi soruma. “Çok iyi anlaşıyormuşuz gibi gözükmüyor sanırım.”

“Aşkınızdan ölüyor gibi gözüküyordunuz içeride.” Bu defa ben de kahkahasına eşlik ediyordum.

“Yengem ile aramız fazla iyi değil.” dedi. “Onlar evlendiğinde yurt dışında eğitimdeydim ve inanır mısın düğüne davet edilmedim.” dediğinde yaşadığım şoka engel olamamıştım.

“Şaka yapıyorsun,” dedim.

“Hayır, çok ciddiyim. Poyraz ve Rümeysa ile yabancı dil eğitimi için yurt dışındaydık. Döndüğümüzde ise evlendiklerini duydum. Açıkçası kendisiyle tanışma fırsatım olmamıştı.” dedi.

“Oğuz bana böyle bir şey yapsa elimde kalırdı herhalde.” diye fısıldadım fakat kısık sesim Çağıl’ın duymasına engel olmamıştı.

“Abin mi?” diye sordu.

Başımı hayır anlamında sağa sola salladım. “Erkek kardeşim.” dedim.

Sohbetimizi bölen, bize doğru gelen siyah kalem etek ve beyaz gömleğiyle oldukça şık gözüken kadın olmuştu.

Yanımıza ulaştığında hafifçe dizlerini kırarak Çağıl’ın kulağına yaklaştı. Fısıldayarak konuşmadı. Zaten amacı belli ki bir şeyi gizlemek değil, onu rahat duymamızı sağlamaktı.

“Bigem Hanım’ın odası hazır.” dedi.

Çağıl ile göbek bağı birlikte kesilmiş çocuklar gibi hareket ettiğim için onunla aynı şekilde oturduğum yerden kalktım.

“Üçüncü kat, sol taraftan dördüncü kapı. Benim çıkmam lazım, bir şey sormak istersen beni arayabilir veya Asena’ya sorabilirsin.” derken eliyle yanımızda duran kadını gösterdi.

Oldukça güler yüzlü ve samimi duran kadın elini bana uzatarak “Ben Asena, Çağıl Bey’in buradaki resmi işleri ile ilgileniyorum. Asistan gibi diyebiliriz.” dedi.

Aynı gülümsemeyi yüzüme takınarak “Memnun oldum, Bigem ben.” dedim.

Çağıl’a veda ettikten sonra bana yerini tarif ettiği odanın önünde buldum kendimi. Kapının sağ tarafına yazılan adımı inceledim. Avukat Bigem Erel…

Bugün açtığım sayısız yeni kapıya birini daha ekliyordum. Kapının kolunu indirerek içeri geçtim. Benim bürodaki odama oldukça benzeyen bu oda kesinlikle benim zevkime göre döşenmişti ve fazla ışık almıyordu. Tam olarak benim çalışma ortamıma uygundu. Toprak tonlarında misafir koltukları ile aynı renk masa odayı olduğundan daha estetik gösteriyordu. Siyah sandalye ise arkadaki siyah perdeler ile uydurulmuştu. Masanın başına geçip, sandalyeye oturdum. Sabah danışmaya bıraktığım ceketim ve çantamda buradaydı. İlk önce çantamdaki telefonumu çıkarttım. Gelen sayısız bildirime üstten bir göz attım. En ilgilendiğim bildirim olan Ayça’nın mesajlarına tıkladım.

Öğretmen Hanımcım: Nasıl gidiyor görüşme matmazel?

Öğretmen Hanımcım: Derse gireceğim, keşke şu mesajlarıma hemen cevap versen.

Öğretmen Hanımcım: Şaka gibi bir kızsın Bigem.

Mesajlarını görmeye fırsatım olmadığı için cevapta verememiştim. Şimdi bir cevap yazabilirdim.

Siz: Şirkete geldim sabahtan.

Siz: Pat diye toplantıya girdim ilk günden, burada ortam çok gergin.

Siz: Anlatacağım sana akşam bana gel.

Mesajları yazdıktan sonra telefonumu kapanmadan şarja takmayı başardım. Şirketin geçmiş davaları, hukuksal belgeleri vesaire masama önceden bırakılmıştı. Tam onları inceleyecektim ki kapının tıklanması ile zaten toplayamadığım dikkatim tümünden dağılmıştı.

“Gel,” dedim net bir ses tonuyla.

Kapı açılır açılmaz, tanıdık bir sima ile karşılaştım. Gelen kişi Rümeysa Alım’dı.

Büroda ilk karşılaşmamızın ardından saçlarının rengini açtırmış ve yine oldukça şık giyinmişti. Onu görür görmez oturduğum yerden kalktım.

“Hoş geldiniz Rümeysa Hanım.” dediğimde elini kaldırarak beni susturdu ve “Hayır, sadece Rümeysa.” dedi.

“Tamamdır Rümeysa, tekrardan hoş geldin.” diyerek elimle boş koltukları işaret ettim. Rümeysa yüzüne sıcacık bir gülümseme yerleştirerek konuşmaya başladı.

“Şirkette işe başladığını duyunca çok sevindim. Her ne kadar sen Çağıl’ın avukatı olsan da beyefendiyi genelde burada göremeyiz, daha çok benimle muhatap olacaksın.” dedi.

“Yanlış anlamaz iseniz bir şey sorabilir miyim? Siz hangi bölümdesiniz ve burada sistem nasıl işliyor?” dedim.

“Öncelikle şuradan başlayalım. Şirketin dört ortağı var. Paylar olarak bakarsan yüzde elli Kadir Kaya, yüzde yirmi Osman Kaya, yüzde yirmi ben ve yüzde on Sevda Kaya şeklinde. Kadir Bey ve Osman Bey daha çok resmi evrak, anlaşma falan sıkıcı işlerle ilgileniyorlar ve sanırım sen de onlara dâhil olmak zorunda kalacaksın. Ben ve Sevda Hanım ise daha eğlenceli kısmı ile ilgileniyoruz, catering organizasyonları falan ayarlıyoruz.” dedi.

Kurduğu cümlelerin kafamdaki soru işaretlerini gidermesi gerekirken daha çok soru işareti oluşturması hiç iyi olmamıştı. Şimdi tek tek soruları ona yöneltmem gerekti.

“Çağıl’ın neden payı yok?” diye başladım.

“Kendisi istemedi.” dediğinde bir soru işareti giderilmiş oldu.

“Neden sizin payınız var ve neden Sevda Hanımdan fazla?” Bu soru patavat sınırlarını biraz aşmış olabilirdi.

“İlk sorunun cevabını ben de net olarak bilmiyorum. Kadir Bey’in teklifini kabul etmiş olduğum için yaklaşık iki senedir buradayım. İkici sorunun cevabı ise onların evliliği çok garip olduğu için sanırım güven ortamı sağlanamadı.” dedi. Çağıl’ın anlattığı yere çıkmıştı mevzu, ani evlilik güven problemi oluşturmuştu.

Sessizlik ortamı sağlanmıştı ve yaklaşık üç-dört dakikadır ikimizden de çıt çıkmıyordu. Merak ettiğim çok fazla şey vardı fakat bunları sormak için şu an doğru zaman değildi.

Kapının açılması ile ortamın sessizliği bozulmuş oldu. Sinirli bir ses tonu ile konuşan Rümeysa “Dingo’nun ahırı mı burası? Kapı çalınmadan girilmeyecek bu odaya.” dedi.

Kapının aralık kısmından kafasını uzatan kadın “Çok özür dilerim Bigem Hanım fakat Bay Abdon geldi. Ne yapmamız gerektiğini bilemedik.” dedi.

Ben tanımasam da büyük ihtimalle şirket için önemli isimlerden biriydi. Rümeysa oturduğu yerden ayaklanarak “Geliyorum hemen, Sevda Hanım’a haber verin siz.” dedi.

Kapının yeniden kapanmasının ardından yeniden bana dönen Rümeysa “İlgi alanına girer mi bilmiyorum ama Bay Abdon, İtalyan bir şef. Hem yemeklere, hem de menülerde bize yardımcı olmak için burada. İstersen sen de bize katılabilirsin.” dedi. Yapmam gereken bir şey yoktu ve mutfak her zaman ilgi alanım olmuştu. Kabul etmek benim içinde değişiklik olurdu.

“Tabi ki, çok isterim katılmak.” dedim.

İkimizde odadan çıkıp aşağı kata yöneldik. Kapının yan tarafındaki kalabalıktan anladığım kadarıyla Bay Abdon orada bekliyordu. Rümeysa üzerindeki elbiseye çeki düzen verdikten sonra kalabalığın arasından Bay Abdon’un yanına yaklaştı.

“Benvenuto signor Abdon” (Hoş geldiniz Bay Abdon) dedi. Sözcükler ağzından birer şiir gibi dökülüyordu. Kesinlikle ama kesinlikle mükemmel bir İtalyancası vardı.

Karşısındaki adam Rümeysa’yı görür görmez yanındaki adam ile sohbeti keserek bize doğru yaklaştı.

“Salve, signora Rumeysa, come sta?” (Merhabalar, nasılsınız Rümeysa Hanım?)

“Sto molto bene, come stai?” (Çok iyiyim, siz nasılsınız?) diyen Rümeysa, Bay Abdon ile el sıkışırken Sevda Hanım’da bize katılmıştı.

“Sto bene anche io. Vedo la signora per la prima volta” (Ben de iyiyim. Hanımefendiyi ilk defa görüyorum.) diyen Bay Abdon benden bahsediyordu. Rümeysa bizi tanıştırmak için dudaklarını aralamıştı ki ondan önce davranarak konuşmaya başladım.

“Bigem Erel, sono un avvocato aziendale.” (Bigem Erel, şirketin avukatıyım.) dedim ve elimi uzattım.

Aynı şekilde elimi sıkan Bay Abdon’da kendini tanıttı. Rümeysa ve Sevda’nın ilginç bakışları üzerimde dolaşırken ben iyice gerilmiştim. Bu rahatsızlığımı fark eden Rümeysa dikkatleri dağıtmak amaçlı söze girerek “Il signor Kadir ti sta aspettando nella sala riunioni, andiamoci se vuoi.” (Kadir Bey toplantı salonunda sizi bekliyor, isterseniz oraya geçelim.) dedi.

Kalabalık dağılırken sadece Rümeysa, Sevda Hanım ve ben kalmıştık. Toplantıya katılma gibi bir niyetim yoktu. Odama çıkmak için merdivenlere yöneldiğim sırada Sevda Hanım’ın sesi kulaklarıma dolmuştu. “Yaptın şovunu Avukat Hanım, tebrik ederim.”

Güler yüzümle Sevda Hanım’a döndüm. Rümeysa onu koluyla dürtse de, o yüzündeki kinayeli ifadesini bozmadan beni izlemeye devam ediyordu. “Yabancı dil öğrenmek, şov yapmak değildir Sevda Hanım. Gerçekten bakın gittiğim kursların listesini size mail atabilirim.” dedim.

İkimizin de yüzünde samimi olmayan gülüşler vardı. Gözlerimi kısarak son kez Sevda Hanım’ı süzdüm, Rümeysa’ya dönerek “Toplantıya katılamasam sizin için bir problem olmaz umarım.” dedim.

Başını hayır anlamında sallayan Rümeysa’ya gülümseyerek az önce döndüğüm merdivenlere tekrardan yöneldim.

Asansör kabininden iner inmez, odama geçtim. Masada unuttuğum telefonumun çalmasını kapıdan girer girmez fark etmiştim. Hızlı adımlarla masaya yönelip telefonumu elime aldım. Ekranda yazan ‘Oğuz’ yazısını görür görmez telefonu kulağıma götürdüm.

“Quenn açmasaydın telefonu, elli kere aradım.” diyen Oğuz’dan açık açık fırça yiyordum.

“Oğuz Bey çok özrü dilerim, toplantım vardı ama günlük programımı size atmayı unutmuşum sanırım.” diyerek alaya aldım onu.

“Nesin sen, o şirketin komiği falan mı?”

“Sadede gel Oğuz Bey.”

“Seni merak ettim.” dediğinde aklıma gelmişti, Oğuz’u yurt dışından döndüğü ilk günlerde yalnız bırakıp işe gelmiştim.

“Affet ablacığım ama işler beklediğim gibi gelişmedi. Farklı bir yerde işe başladım falan derken ilgilenemedim seninle.” dedim.

“Duydum ben konuşmalarınızı.” dediğinde buz kesmiş kadar vardım.

“Neyi duydun?”

“Çağıl Kaya, Kadir Kaya’nın oğlu değil. Eşinin, gerçekten aşık olduğu adamın oğlu.” dedi. Bunları duymak midemi bulandırıyordu, daha fazla dinlemek istemiyordum.

“Sus artık, yanlış duymuşsun.” diyerek onu susturmaya çalıştım fakat tam tersine o daha da sinirli bir biçimde konuşmaya devam etti.

“Sen neyin içine düştün abla, neden oradasın sen, ne işin var orada?”

“Çağıl için,” cümlesi döküldü dudaklarımdan “Allah kahretmesin ki Çağıl için…”

“Neden abla, neden?” dedi Oğuz. Yalvarırcasına sorduğu bu soruya verecek bir cevabım yoktu.

Kendimi güçlükle sandalyeme bırakırken “Bilmiyorum Oğuz, bilmiyorum.” diye fısıldadım telefona.

Karşıdan gelecek bir cevap beklemeden telefonu kapattım. Bulanan mideme, sıkışan göğsüm eşlik ediyordu. Montumu ve çantamı aldım. Telefonumu da cebime yerleştirdikten sonra odadan çıktım.

Saat neredeyse dörde geliyordu. Mesai saatinin bitmesine neredeyse üç saat vardı fakat çalışabilecek halde değildim. Danışmada duran Asena’ya yaklaştım.

“Asena, işim var mı yok mu bilmiyorum. Çıkmam gerek, çok acil bir durum olursa lütfen bana mail at.” dedim.

Endişeli hareketlerle oturduğu yerden kalkan Asena “Yardımcı olabileceğim bir şey var mı? İyi gözükmüyorsunuz Bigem Hanım.” dedi.

Kafamı hayır anlamında sağa sola sallayarak konuştum. “İyiyim, sadece gitmem gereken bir durum var.” dedim.

Otopark katına indiğimde vakit kaybetmeden arabamı buldum. Nefes alış verişlerimi kontrol altında tutmaya başladığımda, mide bulantımda biraz hafiflemişti.

Arabanın şoför koltuğuna oturduktan sonra hiç vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdım. Yaptığım ani manevralar yüzünden az önce yan tarafa bıraktığım çantam yere düşmüştü fakat bunu umursamadım. Cebimdeki telefonu çıkartıp, tutacağa yerleştirdim.

Otoparkın sensörlü kapısından çıkar çıkmaz, arabanın tüm camlarını açtım. Dışarıdan vuran soğuk rüzgarı ciğerlerime kadar hissetmek kendime gelmemi sağlamıştı. Bu durumun Çağıl’ın kimin oğlu olduğuyla bir alakası yoktu, bu durumun Kaya ailesinin bağlarıyla da bir alakası yoktu. Bunun tek sebebi belirsizlikti. Mesela burada olmamın sebebi neden Çağıl’dı ve ben bunun sebebini neden bilmiyordum.

Ayça’nın çıkış saatinin geldiğini biliyordum. Onu almak için okulun önüne geldim. Tek temennim okuldan erken çıkmamış olmasıydı.

Telefondan onun ismini bulup, aradım. Yaklaşık iki defa çalan telefon hemen açıldı.

“Okulun arka kapısının önündeyim, buraya gel.” diyerek telefonu kapattım. Çok ani olduğunun farkındaydım fakat telefonda cevaplanacak sayısız soruya hazır değildim. Tüm bunları yüz yüze cevaplamam daha mantıklı olurdu.

Yaklaşık on dakika sonra açılan okulun kapısına baktım, gelen Ayça idi. Arabanın kapısını açtıktan sonra ön koltuktaki yerini aldı ve çantasını arka koltuğa bıraktı. Bakışlarını bana çevirerek konuşmaya başladı. “Neden tüm gün bana doğru dürüst yazmıyorsun?”

“Çok ilginç şeyler oluyor.” dediğimde büyük ihtimalle beni ciddiye almamıştı.

“Catering şirketinde mi ilginç bir şey oluyor?” dedi. “Ne oluyor aşkım, yemeklerde tuz yerine şeker falan mı kullanıyorlar?”

“İn arabamdan.” diye çıkıştım.

“Kaliteli espriydi, kabul et.” diyen Ayça’nın omzuna vurdum. Arabayı çalıştırdıktan sonra günü bütünüyle anlatmaya başladım.

“Bak şimdi, Kadir Bey’in öz gelininin yüzde on hissesi var. Kadir Bey ile uzaktan yakından kan bağı olmayan bir kadının yüzde yirmi hissesi var. Üstüne üstlük Çağıl’ın hissesi yok. Kadir Bey’in gelini yani Sevda Hanım, Çağıl’dan nefret ediyor resmen, hatta beni de sevemedi.” dediğimde araya giren Ayça “Neden senin Çağıl ile ne bağlantın var, ikiniz ayrı kişilersiniz sonuçta?” dedi.

“Bilmiyorum.” dedim ve anlatmaya devam ettim. “Osman Bey var birde, Çağıl’ın abisi. Bana açık açık, sen Çağıl sayesinde buradasın, ithamlarında bulundu. Valla elimde kalacaktı.”

“Adam öldürmeye gitmiyorsun Bigem oraya, çalışacaksın.” dedi Ayça.

“Bana fetva verme Ayça. Rümeysa Hanım var bir de, hareketleri garip geliyor insana. Fazla sıcakkanlı. Çağıl ile de bayadır tanışıyorlar, hatta Çağıl’ın en yakın arkadaşı ile evli. Mükemmel İtalyanca biliyor ve aşırı harika giyiniyor.” dedim.

“Tek derdimiz Rümeysa denen kadının ne giydiği mi gerçekten?” dediğinde buruşan yüzü, ağzımdan ufak bir kahkaha çıkmasına sebep olmuştu.

“Bir kıskançlık mı seziyorum ben? Sen de o kadar öğretmenle sohbet ediyorsun bütün gün ben bir şey diyor muyum?”

“Aynı şey değil.” dedi Ayça, kollarını göğsünde kavuşturarak kafasını cama çevirdi.

“Ay kıyamam kız buraya bak.” diyerek kendisini dürttüm. “Araba kullanıyorum, bak kaza yaparım Ayça.”

“Anlat sen, dinliyorum.” dedi. Gerçekten de dinliyordu, bunu biliyordum. Bu yüzden anlatmaya devam ettim.

Yaklaşık on dakika boyunca konuşmuştum ve Ayça bıkmadan beni dinlemişti. Ben sustuktan sonra o klasik soru geldi.

“Bigem sen bu işi neden kabul ettin?”

Kırmızı ışıkta durduktan sonra kafamı direksiyona dayadım. “Bilmiyorum.” dedim.

“Sen bir şey yaptın ve bilmiyorsun?” dedi Ayça “Hem de kariyerinle alakalı olan bir şeyi bilmiyorsun.”

“Çağıl için demek geliyor içimden.” dedim. Kafamı direksiyondan kaldırarak, yanan yeşil ışığın ardından yola devam ettim. Ben yolu takip ediyordum fakat Ayça’nın da bana baktığını hissediyordum.

“Ne demek Çağıl için?”

“Kafam karışık Ayça.” dedim umutsuz bir sesle.

“Kuzum sen ne yaptığını biliyorsun, bilmemezlikten geliyorsun ve ben seni üstelemeyeceğim. Sadece şunu söyleyeceğim burnuma aşırı tatlı bir koku geliyor,” dedi.

Arabayı sitenin bahçesine yerleştirdim. Arabadan inerek Ayça orada yokmuşçasına kapıları kilitledim. Cama vurma seslerini duyduğumda, yanına giderek kapısını açtım.

“Seni orada bırakırdım da, cazgır birisin şimdi arabama zarar falan verme.” dedim.

Arabadan inmeden önce çantasını alan Ayça, benim çantamı da uzatarak konuşmaya başladı.

“Neden bırakacakmışsın?”

“Bir de utanmadan soruyor musun sen? Beynine ve burnuna oksijen gitsin diye.” dedim.

“Gider canım gider, benim her yerime oksijen gider.” diyerek yanağıma sulu bir öpücük bıraktı. Kendi binasından içeri girdiğini gördüğümde “Gelmiyor musun?” diye seslendim.

“Çok yorgunum, beni affeder misin?” diyen Ayça’ya kızma hakkım yoktu. Hem düğün hazırlıkları ile uğraşıyor, hem öğrencilerini sınava hazırlıyor, hem de yeni evini toparlamaya çalışıyordu.

“Dinlenmene bak sen.” diyerek onu evine gönderdim. Ben de hiç vakit kaybetmeden eve çıktım.

Eve girdiğimde toparlanması gereken koliler yine gözüme çarpmıştı fakat toparlamaya niyetim yoktu. Çantamı ve montumu portmantoya asıp banyoya yöneldim. Üzerimdeki fazla resmi kıyafetlerden kurtularak kendimi sıcak suyun altına bıraktım.

Yaklaşık yarım saat su ile oyalandıktan sonra duştan çıktım. Tüm hayatımı geçirmeye razı olduğum sıcak sudan kopmak beni bir nebze üzmüştü.

Dolabın karşısında vakit geçirmeye niyetim yoktu. Hızlıca bir eşofman ve tişörtü üzerime geçirdim. Tek amacı evde kullanmak olan uzun hırkamı da üzerime geçirdikten sonra mutfağa yöneldim.

Oğuz’u eve götürdüğümde annemin gönderdiği kaplarca ev yemeği arasından çorbayı dolaptan çıkarttım. Kendime yetecek kadar küçük bir tencereye koyarak ısıttım ve kaseye koydum. Kaşık ile beraber salona geçip, televizyonu açtım. Kaseyi sehpaya koyduktan sonra televizyonun önünde duran telefonumu elime alarak koltuğa yerleştim.

Gelen mesajlardan biri Çağıl’dan, diğeri ise Oğuz’dandı. Oğuz’un ne yazdığını az çok tahmin ettiğimden onunkini es geçerek Çağıl’ın mesajını açtım.

Çağıl Kaya (müvekkilim): Erken çıkmışsın, Asena söyledi. Gergin görmüş seni. Bir sıkıntı mı çıktı ben gittikten sonra?

Parmaklarımı klavye ile buluşturduktan sonra cevap yazmaya başladım.

Siz: Hayır, bir arkadaşımın yardımıma ihtiyacı vardı, o yüzden erken çıktım.

Siz: Sana haber veremedim kusura bakma ama gerçekten acildi.

Uydurduğum yalanının berbatlığı ile telefonumu kenara bıraktım. Kafamın içinde dönen tek şey neden Çağıl için orada olmak istediğimdi. Bunun cevabını ben bile bilmiyorken başkasında aramak da mantıksız olacaktı.

Takip ettiğim dijital dizilerden birinin yeni bölümünü açarak çorbam eşliğinde onu izlemeye başladım. Asla odaklanamasam da sadece ses olması için boş boş takip ediyordum. Cevabını aradığım sorular beni esir almışken hiçbir şeye de odaklanamayacak gibi duruyordum.

 

Loading...
0%