@beyzanue5e2
|
Gök tekrar gürledi tüm hiddetiyle. Bulutlar acılarını boşaltmaya başladığında nehirler doldu ve taştı. Gök karanlığa büründü , insanlar evlerine sanki bir daha çıkmamak üzerine kendilerini kilitlediler. Hayvanlar korkuyla kaçmaya başlamışlardı ama kaçabilecek bir yerleri yoktu. Yer tam da bir yıldırımın çarpmasıyla birlikte sallandı , ortadan ikiye ayrıldı. Bu yarık okyanusun hüzünlenmesine ve kızmasına sebep olmuştu. Kızdı , dalgalandı , hiddetlendi ve yükseldi. Sanki gökyüzüne ulaşmaya , göğe dokunmaya çalışır gibi yükseldi. Sonra tekrar bir patlama sesi ve ışık ; yıldırım. Sonraysa herkesi ebedi uykuya mahkum edecek okyanus alçaldı hızlıca. Önüne gelen her şeyi yuttu acımasızca. Ve son bir kez daha gök gürleyince sakinleşti. Geri çekildi. Yeryüzündeki yarık birleşti. Ama artık yeryüzünde ne bir insan ne de bir canlı kalmıştı yaşayan. Ve gök tam sakinleşmişken tekrar gürledi.
Kalbim sanki kilometrelerce koşmuşum gibi hızlı atıyordu. Nefes nefese kalmıştım. Demin gördüğüm o rüya da neyin nesiydi ? Sanki gerçek gibiydi. Bana verdiği duygudan çok sesler , kokular , görüntüler ve hisler... O tsunami beni yuttuğunda sanki gerçekti. Sanki tam üstüme gök gürlemişti. Yıldırım bana çarpmıştı. O acıyı hissetmiştim. Suyun beni boğuşunu sanki yaşamış gibi tatmıştım. Gerçekten boğuluyordum. Hatta rüya olmadığına emindim. Sonuçta rüyalarda insanın canının acımaması gerekmez miydi ?
Sakinleşmeye çalıştığım sırada gözlerim tuhaf bir şeyler sezmişti. Ben yurttaki odamda değildim ve etraf kapkaranlıktı. Bir saniyeden kısa bir sürede her şey aklıma geldiğinde kendime sövmemek için derince bir nefes aldım. Bugün dersim olmadığından kütüphaneye ders çalışmak için gelmiştim ve uyuyakalmış olmalıydım. Ama gene de bir tuhaflık vardı , gecenin bir yarısı olmuştu. Kütüphanenin duvarındaki kocaman saate baktığımda kütüphanenin kapanmasının üzerinden üç saat geçmiş olduğunu fark ettim ve hiçbir çalışanın beni fark etmeyip gitmiş olması... Çok saçmaydı. Hem de fazlasıyla saçma. Sonuçta bu kütüphane tüm okulun ortak kütüphanesiydi. En kapsamlı ve geniş ; bir sürü ülkeden , diyardan gelmiş kitaplarla doluydu. En az yüz çalışanı vardı ve çoğu çalışan kadrosu öğrencilerden oluşuyordu. İşte tam olarak da bu yüzden benim fark edilmemem tamamiyle saçmaydı.
Tam düşüncelerim arasında kaybolduğum sırada ensemde hissettiğim sıcak bir nefesle olduğum yerde donakaldım. Sanki demin ensemde o sıcak nefesi hissetmemişim , hiç yaşanmamış gibi ilerledim. Ben ilerledikçe arkamdan bir kişinin beni takip ettiğini hissedebiliyordum ama görmezden geldim. Gelmeliydim. Eğer o ,onu gördüğümü fark ederse sonum gelebilirdi. Ben hızlandıkça o da hızlanıyordu. Sanki... Sanki beni taklit ediyor gibiydi ama bir yandan şu anki atmosfer ve hissettiklerim gerçeklerden çok farklıydı. Her zamanki gibi hissetmiyordum.
Kütüphanenin kapısına yaklaştığım sırada girişteki aynaya gözüm ilişmişti. Haklıydım. Arkamda , tam ensemin dibinde bir yaratık , canavar vardı. İnsana benzemesine rağmen saçları bir çalı süpürgesinden farksız , cildi yüz yıllar önce çürümüş gibi duruyordu. Yüzümde saliselik bir korku ifadesi oluşmasına karşın hemen yüz ifademi düzeltip aynadaki yansımama gülümsedim. Onu gördüğümü anlamamalıydı.
Birkaç adım sonrasında kütüphanenin o kocaman giriş kapısının önündeydim. Kilitli olduğuna emindim ama yine de elimi kapının kulpuna uzattım ve kavradım. Kapıyı açmaya çalıştığımda tahminimi doğrulamıştım. Kapı cidden kilitliydi. Gerçekten bir sürü çalışanın beni fark etmeden kütüphaneyi kilitleyip gitmesi çok saçmaydı ! Hele ki bu kapı kulpu o kadar... Tozlu ki. Bir dakika... Tozlu ? Nasıl tozlu olabilirdi ki ? Sonunda aklımı mı yitirmiştim ? En sonunda o canavarları görmekten kafayı mı yemiştim ben ?!
Tam benim paniklediğim anda arkamdaki yaratık üstüme çullandı ve o iğrenç , hançer kadar keskin tırnaklarını omzuma batırarak beni yere fırlattığında ne yapacağımı bilememiştim. Omuzlarım onun hançer gibi tırnakları yüzünden kanıyor , acıyordu. Yere düşmemle omurgalarımda şiddetli bir ağrı başlamıştı. Şu an bağırmam veya yardım dilenmem faydasızdı ve artık onu görmezden gelerek de başımdan savamayacaktım. " Sonunda ! Sonunda , benim de senin gibi bir suratım olacak ! " Tüm o iğrenç görüntüsünün arkasından yaratığın sesi oldukça güzeldi. Yirmilerindeki bir genç kızı anımsatıyordu sesi.
" Bırak beni ! " zar zor bağırmıştım. O derimi bıçak gibi kesen tırnaklarıyla boğazımı kavramış beni boğuyordu. Ellerimi onun bileklerine götürmek gibi bir hata yapmak yerine baş parmaklarımı yaratığın gözlerinin içine tereddüt dahi etmeden soktuğumda yaratık ellerini boğazımdan çekip bir çığlık atarak ellerini gözlerine götürdüğü bu kısa anı değerlendirerek üzerimdeki vücudu tekmeleyerek kenara savrulmasını sağlamıştım. " Ne yapıyorsun pis insan müsveddesi ! Kaçma ! "
Ayağa kalkıp rastgele kaçmaya başladığımda aptallık yaptığımın farkındaydım. Koskocaman bir labirentin içinde kapana sıkışmıştım beni kovalayan yaratıkla birlikte. Hem de her şey inanılmaz derecede tuhaf hissettirirken. Sanki şu an burası olması gereken kadar gerçek değildi.
" Seni görüyorum beyaz saçlı kız ama eminim sen beni fark dahi etmiyorsun ! " Sesindeki sevinç içimdeki endişe ve korkuyu iki katına çıkarmıştı. Haklıydı. Etrafı tek aydınlatan şey camlardan içeri giren Ay ışığıydı ve ilginçtir ki etraf oldukça tozlu ve eskiydi. Normalde tertemiz olması gerekirdi. Bir yandan her yerde gezen örümcekler ve ağları , ha bire önümde beliren böcekler... Burası kesinlikle sabah geldiğim kütüphane olamazdı. Ama orasıydı... Ben nasıl lanet bir durumun içine düşmüştüm ?!
" Tuttum seni ! " Tam beni omzumdan yakalayacağını hissettiğimde biri beni kolumdan tutup çekmişti.
" Ne ? " Yaratık da benim gibi şaşkın biçimde aniden ortaya çıkmış olan kişiye bakıyordu. " Sen de kimsin ve benim zihin hapishanemde ne arıyorsun ?! Nasıl girebildin ?! " Yaratığın sesi bana seslendiği gibi nazik , güzel ve hoş çıkmak yerine sanki boğazına bir şey saplanmış , takılmış gibi hırıltılı ve sinirli çıkıyordu.
" Silahın var mı ? " Oğlan yaratığı tınamayarak bana konuşmuştu. Sorusunu sorarken de kolumu çekerek kaçmaya başlamıştı. Yani başlamıştık. Bu oğlan kimdi ? Veya neden bana yardım ediyordu ? Aslında şu an aklımda bir sürü şey vardı ama düşünmeye dahi zamanım yoktu. Sonuçta arkamızda beni öldürmeye çalışan bir yaratık vardı. " Hayır. Kalemim bile yok. "
" Bende hançer var. Yaratığın boynundaki kocaman izi görüyor musun ? " Arkamda bizi kovalayan yaratığın boynuna baktığımda kocaman siyah bir iz gördüm. Kırık bir cam gibiydi iz. Onun boynunun bir kısımdaki siyah noktadan çıkmış boynunun küçük bir kısmını kırıkmış gibi kaplamıştı. " Evet. Gördüm. "
" Eğer o siyah noktaya hançeri saplamayı başarırsak bu illüzyondan kurtuluruz. Sen onun dikkatini çek. Senin peşinde. Beni takip etmeyecektir. " Elindeki hançere baktım. Dediklerini anlamıştım ama ona anında güvenmek... Bu durumda yapabileceğim ve seçebileceğim başka seçenek de yoktu.
" Hızlı olmalıyız. " Kolumdaki tutmayı bıraktı ve beni nazikçe yere itti. Yere kapaklandığımda neler olduğunu anlamamıştım. O beni yere , ona av olabileyim diye itmişti ! Resmen yaratık gelip beni öldürüp istediğini yapabilsin diye beni onun önüne itmişti ! Ama bir yandan... Bu yaratıkları tanıyıp ne yapmasını bilmesini geçin onları gören biriyle sadece bir kez karşılaşmıştım. Ya şu an iki taraftan da kandırılıyordum ya da gerçekten biri bana yardım ediyordu.
Yere düşmemle yaratığın tekrar elleri boğazımı kavramıştı. Bana yardım eden oğlanı takmıyordu bile. Yaratık boğazımı daha sert kavrayıp tırnaklarını boğazıma geçirince ilk seferkinden farklı olarak sanki içimden bir şeyler uçup gidiyormuş gibi hissettim. Sanki ruhumu bedenimden çıkarıp atmaya çalışıyordu. Bu his korkunçtu. Her şeyimi benden alıp çekiyordu sanki. Korku tüm bedenimi sarmıştı. Böyle mi ölecektim ? Bu an asla bitmiyordu. Belki sadece birkaç saniye geçmişti ama bana saatler gibi geliyordu ve o oğlan hala beni kurtarmak için bir hamle yapmamıştı !
" Sonunda ! " diye hayırdı zafer nidasıyla yaratık. Tam öleceğimi sanırken sonunda oğlan gelip hançerini yaratığın siyah noktasına saplayınca başta yaratığın kırık gibi durun kısımları büyümeye , daha çok artmaya başlamıştı. Acı çığlıklar attı , gözlerinden siyah katran gibi şeyler aktı ve suratıma düştü. Iğrenç bir şeydi. Yaratığın tüm vücudu o kırıklarla kaplanması sadece saniyeler sürmüştü ve yaratık sağır edici derece yüksek bağırdığında altımdaki zemin aniden kırılıp beni karanlığın içine çekmişti. Sanki tekrar derin , kasvetli ve buz gibi soğuk bir suyun içine düşmüştüm.
İrkilerek uyandığımda yerde , yanımda kitaplarla birlikte olduğumu gördüm. Deminki her şey bir rüya mıydı yani ? O kadar gerçekti rüya... ama canım acımıştı. Kanlar , acılar ve o çığlıklar... rüya mıydı ? Rüya olabilir miydi ?
" Ne ? " Aniden fark ettiğim şeyle donakaldım. Sol elimi demin hançeri olan oğlanın tuttuğunu görünce birkaç saniye boş boş ona baktım. Uyuyor gibi gözüküyordu ve yanımızdan geçip gidenler bize bakınca kıkırdıyorlardı. Elimi çekmeye çalıştığımdaysa çekememiştim. Çok sıkı tutmuştu. İnanmıyorum , bugün neler oluyordu ? あ
Burası Güney'de bulunan bir element okuluydu. Güney'in dört bir yanından binlerce öğrencinin gelip element güçlerini kullanmayı öğrendiği kocaman bir okuldu. Büyüklüğünü sayılar yerine bir örnekle vermek gerekseydi birçok ülkenin yüzölçümünden büyük diyebilirdim ama bir yandan da her yer tuhaf bir şekilde yakındı. Yürüyerek okulun bir ucundan diğer tarafına bir haftada gidilir gibi gözükürken en fazla üç saatlik yürüyüş , yarım saatlik fayton , on dakikalık su yoluydu. Burasını tek kelimeyle ifade edebilirdim : Sihirli. Her şey sihirliydi resmen. Dokuz yıllık bir eğitimi vardı ve ilk beş yılı ortak sınıf ve yurtlarda geçirirken geri kalan dört yılınızı kendi elementinize ait kaledeki odanızda ve sınıflarda , bölgelerde geçiriyordunuz. Çoğu kişinin hayalini süsleyen bu okul benim hayatımı mahvetmeyi başarmıştı.
Okula olması gerekenden bir yıl geç geldiğimden yaşıtlarım yerine bir yaş küçüklerle birlikteydim ama bu kesinlikle benim için bir sorun değildi ama asıl sorun her gece yatağıma yattığımda duyduğum o korkunç seslerdi. Sanki çevredeki tüm kurtlar toplanıp kulağımın dibinde ulumaya ve hırlamaya başlamıştı. Bazen kulağımın dibinde patlamış olan çığlıklar...
İşte geldiğim yıl fark etmiştim ki her güzel şeyin arkasında karanlık sırlar vardı. Bu okulda herkesin göremediği bir tür canlı vardı. Anlamlandıramıyordum yani bunlar neydi ? Canavar ? Yaratık ? Öcü ? Genelde saldırgan ve öldürme odaklılardı. Bazılarının olağandışı güçleri vardı ve ben bu yaratıkları gördüğümü kimseye söyleyemiyordum. Söyleyemezdim. Eğer söylersem ve bu gözetmen öğretmenlerden birinin kulağına giderse sonum aynı onun gibi olurdu... Onun... Okuldaki benle yaratıkları gören tek arkadaşımın...
" Yeter. " Sağ elimle oğlanı dürttüğümde tepki vermemişti. İç çektim. Acaba kimdi bu turuncu saçlı oğlan ? Saçları dağınıktı. Yani kabarık ve dağınık bir saç tipi vardı. Sol tarafında kulağına gelecek kadar kısa ince bir örgü vardı. Hoş bir hava katmıştı saçına. Uzun sayılır mıydı bilmem ama öndeki saçları kulağına gelirken arkadaki saçları omzuna kadar hacmini kaybederek geliyordu. Doğrusu hoş bir saç tipine sahipti. Yüzündeki çillerse turuncu saçıyla oldukça uyumlu duruyordu. Gözleri kapalı olduğundan rengini göremiyordum ama yeşil olduklarını tahmin ediyordum.
Ben tam onu sapık gibi incelerken irkilerek gözlerini açtığında nedense ürktüm. Gri gözleri benim Alice mavisi gözlerimle göz göze geldiğinde oğlanın gözleri ellerimize gitti ve yüzü kıpkırmızı oldu. Hızlıca elini elimden çektiğinde utanmışa benziyordu. " Özür dilerim sadece... Nasıl diyeceğimi bilmiyorum ama... Özür dilerim. İzinsiz elini tuttum. Ama biliyorsun... "
" Burada anlatmak yerine başka bir yerde anlatmaya ne dersin ? " Onun sözünü kütüphanede olduğumuzu belirterek kestiğimde yüzü daha da kızardı. Ne diyeceğini az çok tahmin etmiştim. Sen de mi görüyorsun ? Ben görüyorum. Başka gören var mı ? Yani en azından benim soracaklarım bunlardı. Birde şunlar vardı: Mesela beni nasıl kurtardın ? Tehlikede olduğumu nasıl anladın ? Ve sen kimsin ? Gerçekten ilk sormam gereken şeyin en son aklıma gelmesi trajikomikti.
" Şey... Ben izin alacağım. Çünkü burada çalışanlardan biriyim. İki dakika ver bana hemen döneceğim. Sen dışarda bekle olur mu ? Ben çok bekletmem. "
" Anlıyorum tamam. Ben dışarıda seni bekleyeceğim. " İkimiz de ayağa kalktık. Oğlanın yüzü hala kıpkırmızıydı. Gülümsedim. Ben tam gidecekken ona döndüm. " Teşekkür ederim. " dediğimde oğlanın da suratında çok içten gülümseme belirdi. Gülümsemesi içimi ısıtmıştı. " Teşekküre bile gerek yok. Eğer yardım etmeseydim belki de aynı bedene ama başka bir ruha bakıyor olacaktım. "
🌜Devam Edecek🌛 |
0% |