@beyzaodabas
|
1.Bölüm 2002 İzmir'in Çeşme İlçesinde mavi renkli bir apartmanın 2.katında bir bebek doğdu. Zengin bir ailenin bebeği olan kız şimdiden altınlarla donatıldı. Zengin aile her zaman haberlere çıkmıştı. Şimdiden çok iyi yetişmişti. Zerrin Hanım ve Berk Bey kızlarının adını Mevsim koymuştu. Yeşil gözlü olması güzelliğini kat kat arttırıyordu. Geleceğin yüzü Mevsim Boztaş olacaktı. Rüzgar havanın 30 derece olan sıcaklığını bastırıyordu. Zengin, Boztaş ailesi bir çok kişi tarafından takdir edildiği gibi bir de bebek için ziyarete gelinmişti. Bebeğin doğumundan 2 gün geçmiştiki ev bir anda dolmuştu. Zerrin Hanım ve Berk Bey hiçte mutsuz görünmüyordu. Onların bu zamana kadar tek amaçları paralarıydı. Zengin olmaları en büyük şansları gibiydi. Aslında gerçekten de bir şansdı. 4 yıl önceydi ki iki liseli arkadaştılar onlar. Beyaz bir ışık yüzlerine çarpıyordu. Bu ışık ormanın derinliklerinden bir yerinden geliyordu. Biraz daha ilerlemek isteselerde Zerrin Hanım ilerlemelerini doğru bulmuyordu. Her ne kadar böyle bir anlaşmazlık olsada en sonunda Zerrin Hanım'da ikna olmuş ve ormanın biraz daha ilerisine gitmiştiler. Ormana yaklaştıkça turuncu bacası olan bir eve gittiklerini anlamıştılar. Havanın kararmasıyla bu eve gitmekte karar verdiler. Ev hurda bir eve benziyordu. Dışarısındaki boyalar dökülmüş ve camlar kırılmıştı. Bu evin perili bir ev olduğunu düşündükleride olmuştu. Aslına bakarsanız oldukça öyle düşünebilecekleri bir takım korkutucu sesler vardı. Etrafta kimsenin olmamasını fırsat kollayıp eve girmeye karar vermiştiler. Eve girdiklerinde oldukça külüstür vardı. Örümcek ağları her tarafı sarmıştıki bu da baya korkutucuydu. Etrafta ısıtıcı vardı. Işıklarda koca bir ormanı aydınlatabilecek güçteydi. Ev 2 katlı bir malikane gibiydi. O evin ihtişamını sadece pisliği ve dökülmüş duvar boyaları bozuyordu. Onun dışında zengin bir aile oldukları belliydi. Evin merdivenleri kırmızı bir halıyla döşenmişti. Evin her tarafının sıcak olupta evde kimsenin olmaması gariplerine gitmedi değil. Sesler gitgide artsa da onlar bu evden çıkmamaya niyetli gibiydi. Sanki buraya başka bir amaçla gelmiş gibiydiler. Ayrıca bu korkutucu seslerden korkmamaları için gelmeden önce bir kazan yürek yemiş olmaları lazımdı. Amaçları dakikalar ilerleyince anlaşılmıştı. Etrafı aramaya başlamaları bir yerden altın bulmaları içindi. Bu evin bu kadar lüks olması onların zihninde bir yerde kilolarca altın vardır düşüncesinide getirmişti. Bu düşünceyle etraftaki uğultu seslerini duymamış gibi yaptılar. 1 saat kadar aramaya devam ettiler. 2.katta bitmişti ki Zerrin Hanım'dan bir ses duyuldu. "Berk Berk buraya bak kilolarca altın" diyerek bağıran Zerrin Hanım heyecanını gizleyemiyordu. Berk Bey hemen bu sesin ardına 2.katta olan yatak odasına daldı. Gizli bir kasa olan tablo ağzına kadar altın ve elmaslarla doluydu. Nereden geldiğini sorgulamayacak kadar para meraklılarıydı. Bu da onların bir gün çökeceğini haykırıyordu. O paraları oradaki bir çuvala dolduruyordular. O çuvalın neden siyah renkli olduğunu öğrenmek istemediler. Zaten nasıl öğrenecektiler o bile belli değildi ki. Siyah renkli çuval oldukça genişti ve sağlamdı. İçine 2 ton konulsa bile kopmayacak gibiydi. Paranın verdiği mutlulukla her şeyi unutmuştular. Gittikleri yerde bıraktıkları cüzdanları elbet bir gün başka birinin eline geçecekti. Kim bilir yine buraya amacı para olan biri gelirdi ve kimliklerini kullanarak yerlerine geçebilirdi. Bu tabi en basit olanak olurdu. İşini bilmiş bir seri katilin avları da olabilirdi öyle değil mi? Bu evin sahibi geldiğinde şuanda kullanmış oldukları serveti kaybedip bir de hapis yatabilirlerdi. Onlar ise şuanlık hiç bir şeyi düşünmek istemedi. Gözleri para için görüyordu. Bu servetlerini kaybetmek onların maddi çöküşünden yana ruhsal çöküşe uğramalarına da neden olurdu. Bir aptal gibi davranmışlardı. Para ellerine geçince okulu da bırakmışlardı ve Zerrin Hanım 16 yaşındayken evlenmişlerdi. Para için her şeyi bu akışla devam ettirmişlerdi. O yıllarda Zerrin Hanım'ın 16 yaşında olduğunu söylersek Berk Bey 17 yaşında olmuş oluyordu. Onlar her zaman ailelerinin gururu diye övülüyordu. Bu sebepten ötürü okuyacak olduklarına da çok inanılıyordu. Bundan aksi bir şeyi düşünmek olanaksız gibiydi ancak Zerrin Hanım ve Berk Bey çoktan evden kaçmışlardı. Başka bir İlçe'ye kaçarak evlenmişlerdi. Bir para uğruna okullarından, ailelerinden, çocukluklarından ve güzel kalan tüm anılarından vazgeçip öylece bir köşeye atmışlardı. Aileleri her ne kadar arasada bulunamamışlardı. Bir kez polisler şüphelenmişti ancak sonrasında başka bir haber polise iletildiği için polis başından savmıştı. Bu da onların hayatındaki 2.şansları olmuştu. Tüm bu servetin buralara dayandığını öğrenmek acı. Hırsızlık yaparak kazanılmış bir servetten ne kadar yararlanabilirdiler? 4 yıl yararlanmaları bu hayattaki harcadıkları tüm şanslardan kaynaklansada uzun sürmez yakalanmaları. Şuan her ne kadar sevenleri olsada onlara düşman olanlar da oldukça fazlaydı. Ufak bir yerden açık yakalarsalar bu açığı polise vermekten hiç çekinmezlerdi. Sevinçten uça uça verirlerdi. Bazı yerlerde dedikoduları duyulmadı değil. Bazılarının konuşmalarında geçenler gerçeği baş baş bağırsada polisler uyanmıyor. "Ben bunları eskiden beri tanırım. Bunlar en son küçücük bir evde yaşıyordu. Bu kadar zengin olmaları garip değil mi? "diyordu haberlerde çıkan bir kadın. Bazıları ise böyle konuşanların dalga geçtiğini düşünüyor çünkü bu derecede bir ailenin halktan biriyle tanışıyor olması akıla,mantığa yetmiyordu. Polisler nerede de hâlâ araştırılmıyorlar? Neden neden? Halk feryat çığlıkları atıyordu. Onlarda bu durama isyan ediyordu. "Bizde mi bir yerden kasa kasa altın çalmalıyız? "diyen başka bir kadındı. "Bizde mi halka gülüp içerde yakalanırmıyız diye düşünelim? "bu fakirlikten ve fakirliğin getirdiği açlıktan kocasını kaybeden bir kadından gelmişti. Bu söylentiler Boztaş ailesini tetiklemiyordu. Endişe duyuları 4 yıl önce yok olmuştu. Artık o duyguyla karşılaşacaklarını sanmıyorlardı. Bu böyle devam etmişti. Edeceğe de benziyordu. Halk Mevsim'in doğmasıyla Boztaş ailesine daha da çok ilgi gösterince Boztaş ailesi Mevsim'e çok fazla ilgi gösterdiklerini göstermeye çalışıyordu. Bu paraya tapan ailenin içinde doğan Mevsim ise daha şimdiden para için yapamayacakları şey kalmayan insanlarla yüzleşiyordu. En acısı ise bu insanların içinde babası ve annesinin de olmasıydı. Büyük bir kaosun ortasında doğan Mevsim'i nice acılar nice gözyaşları bekliyordu. Bu Zerrin Hanım ve Berk Bey'in umrundamıydı? Her zamanki gibi değildi. Küçücük elleri ve yemyeşil gözleri olan bir kıza böyle bir hayat yaşatmaları inanılmazdı. Şimdi şanslı bir çocuk olduğunu söylüyorlar ancak Mevsim daha iyi anlayacaktı şanslı olup olmadığını. Halk bu çocuğu istemiyoruz dese çöpe mi atacaklardı Mevsim'i. Başka bir aileye mi verecektiler bu küçük bedeni korkmuş bebeği? Gözlerindeki acımasız bakışlar bir bebek için bile merhamete dönüşemiyordu. Oysaki onlar lisede birbirinden hoşlanmayan birileriydi. Merhametleri ile tanılıyordu. Onlar şuan merhametle tanınmaktansa paralarıyla tanınmayı seçiyorlardı. Her şey bir okul gezisiyle başlamıştı ve böyle devam ediyordu. Tv Yayın Son Dakika Diğer haberlerden de aldığımız bilgilere göre İzmir'in zenginlerinden olan Boztaş ailesi bir çocuk mutluluğu ile karşı karşıya. Geçtiğimiz aylarda yeni mağaza haberleriyle karşımıza çıkan Zerrin Boztaş 9 ay önce bizlere hamile olduğunu duyurmuştu. Hamile haberleri sitelerimizden düşmezken cinsiyeti de açıklanmıştı. Kız olduğu öğrenilen bebek halkta büyük ilgi toplamıştı. 2 gün öncesinde ise herkesin büyük bir ilgiyle beklediği bebek dünyaya gözlerini açtı. Annesi gibi yeşil gözlere sahip olan kızımızın adının Mevsim olduğunu bugün halktan duyduk.Bu mutlu çiftle röportaj yaptığımızı duyurmak isteriz. Tv Yayın habercilik olarak ekibimiz Zerrin Boztaş'ı iş çıkışında yakaladık ve bir kaç soru sorduk. Gelin o sorulara bakalım. Basından bir kişi:"Zerrin Hanım Zerrin Hanım size bir kaç soru sormak istiyoDakika diye seslendi. Kırklı yaşlardaki adam bu çifti yakından takip ediyordu. Zerrin Hanım iş çıkışında bir gazeteciye yakalanmıştı. Kameraya cilve yapmasındaki amacı her ne kadar çözülemiyordu. Çözmeyi bırakalı ne kadar oldu bilinmiyor. Bir kaç cilve yaptıktan sonra o son model arabasına binmek için arabanın kapısını açmıştıkı içinden bir ses "Cevap ver lan" deyince o da cevap vermesi gerektiğini anlamıştı. "Buyurun. Sorun bakalım sorunuzu. Ancak işlerim var biraz acale ederseniz. "dedi ve eliyle saçlarını karıştırdı. Gazeteci: " Tabi hemen soruyorum. Son zamanlarda bebeğiniz ile haberleriniz çıktı. Bebeğin şimdiden talipleri var. Siz ne düşünüyorsunuz? "diyerek genç kadına tebessüm etti. Zerrin Boztaş: " Şimdiden talipleri mi var kızımın? O biraz zor. Benim kızımı alamazsınız. Zor veririm. " derken ağzından çıkanları tartmıyordu. Her kelimesinin sonunda gülüyordu. Kendini bilmiş tavrı hiç bozulmuyordu. Bir yandan gülüyor bir yandanda soru bekliyordu. Soruların gecikmesinin nedenini gazetecinin yüzüne baktığında anlamıştı. Gazetecinin yüzü donup kalmıştı. Yakından takip ettiği ünlünün bu tavrını hiç hoş bulmamıştı. Yeni bir soruya geçemeyecek gibi olsada nihayet geçti. Gazeteci: " Zerrin Hanım bu servetinizi nasıl ayakta tuttunuz? Bu kadar büyük bir servete nasıl sahip oldunuz? Halk bunları çok merak ediyor. "diyerek Zerrin Hanım'ın kasılmasına neden olmuştu. Zerrin Hanım önce bir duraksadı. Sonra yine kendini bilmiş tavrını konuşturdu. Zerrin Boztaş: " Halk her şeyi merak etmesin. Fazla merak iyi değildir. "diyerek sözü hem kestirip attı hem de gazeteciye çıkıştı. Halbuki fazla meraktan dolayı o hurda eve girmişlerdi ve zengin olmuşlardı. Bu da demek oluyor ki o da biliyor gelen felaketi. Gazetecinin yüzü düştükçe soru sorma isteği de düşüyordu. Zerrin Hanım'da bunu anlamış olacakki giydiği siyah topuklu ayakkabısını poz kestikten sonra arabanın içine çekti. Eve geçtiğinde oldukça havalı bir şekilde arabadan inmişti. Havasını bir yerde unutma isteği duysa herkes rahatlardı. Boztaş ailesini sevenler onları değil paralarını seviyordu. Aynı Zerrin Hanım ve Berk Bey'in Mevsim'i gerçekten sevmemeleri sadece kazandırdığı ün sayesinde seviyormuş gibi yapmaları gibi. Zerrin Hanım evinden içeri girdiğinde Berk'in telefona bakan sinirli yüzüyle karşılaştı. Telefonda bir şey görmüş olacakki bu siniri içinden küfür etmesine mani oluyordu. Zerrin Hanım'ın eve geldiğini duyan Berk Bey sinirli bir hâlde Zerrin Hanım'a doğru ilerledi. Karşısında dikildiğinde Zerrin Hanım'ın bir yutkunma sesi duyulmuştu. Kendisinden 20 cm uzun olan adama bakmak istemiyordu. Bu onun boynuna zarardı. "Bu ne Zerrin? "dedi Berk ve küfür yağdırdı. Berk Bey elinde tuttuğu telefonu Zerrin Hanım'a çevirmişti. Bu bir haber metniydi. Tv Yayın Habercilik Sizlerle de paylaştığımız bu röportaj sırasında halkın dikkatini çeken bir çok olay olduğu öne sürüldü. Bu olaylardan birinin Zerrin Hanım'ın içki içmiş olduğudur. Akşam saatlerinde işten çıktığını idda ettiği Zerrin Hanım önceki röportajlarımızda iş yerini göstermişti. Önceki röportajlarımızla bu röportajı karşılaştırdığımızda akşam Zerrin Hanım'ın gittiği yerin iş yeri olmadığı anlaşılıyor. Bu saatlerde dışarıda koruması olmadan gezen Zerrin Hanım yine gündemde. Röportaj sırasında konuştukları sözler ise halkın lincine uğradı. Baştan beri Zerrin Hanım'ın ünlü olmasının doğru olmadığını düşünen halk, Boztaş ailesinin fanı olan halkı kendi yönüne çekmeye başladı. Polisler ise devreye girmeye başladı. Bu işin arkası aranıyor. Boztaş ailesinin sakladığı olay ne? Hepsi ve daha fazlası Tv Yayıncılıkta.
Zerrin Hanım olanları ağzı açık okurken, Berk Bey bu işten nasıl sıyrılacaklarını düşünüyordu. Tek çare buradan kaçmaktı. Peki bebek ne olacaktı. Onu yanlarında götürmeleri zordu. Bebek ilk önce bir yetimhaneye bırakılacaktı. Dediğim gibi en başından beri para için bebeğe ilgi gösteriyorlardı. Bir kaç saat içinde buradan ayrılmazlar ise polis buraya baskın yapıp her şeye el koyabilirdi. Bebek bir battaniyeye sarılmıştı. O yeşil gözleri ve büzülmüş dudakları neler olduğunu anladığını söylüyormuş gibiydi. 1 saat sonra evden çıkmıştılar. Hiç acımadan bir görevli kadınlarına bebeği verdiler ve yetimhaneye bırakmalarını istediler. Onlar ise bu ülkeden gitti. Geriye hayatını yıkmış oldukları bir bebek vardı. 7 yıl sonra Mevsim yetimhanede büyümüştü. Oradakilere ayak uydurmuştu. Oradaki diğer çocuklar ise Mevsim'e kin besliyordu ve onu zorbalıyorlardı. İçlerindeki kızlar onu kıskanmıyor değildi. Bununla birlikte keyfini kaçırmak için kırıcı sözler söylüyordu. "Ailen seni bıraktı kaçtı."demişti ela gözlü bir kız. Saçları sarı renkti ve oldukça bakımlıydı. Mevsim'den 3 yaş büyüktü ve ona sözünü rahatça geçirebiliyordu. "Hırsızın tekisiniz."demişti kısa boylu bir erkek. İkide bir arkadaşlarını toplayıp Mevsim'e sataşan çocuktu bu. Sarı saçları ve yeşil gözleri vardı. "Annende senin gibi yeşil gözlüydü. Sen kesin ona çektin. Eşyalarımızı koruyalım. Sende çalarsın. "diyordu Mevsim'den 2 yaş küçük olan siyah saçlı ve mavi gözlü olan kız. Onu kıskandıkları doğruydu. gibi cümleler kuruyordular. Bu Mevsim'in hep ezilmesine neden olmuştu. O ise kendine bir söz vermişti. Ne olursa olsun annesi gibi olmayacaktı. Annesinden o kadar çok utanıyorduki o artık o yeşil gözlerini güneş gözlüğü ile saklama fikri almıştı. Yeşilimsi gözleri bir güneş tutulması yaşıyordu sanki. Hem de olup olmadık bir anne yüzünden. 2.Bölüm 2002 İzmir'in Çeşme İlçesinde küçük bir aile vardı. Bu aile sarı bir evde yaşıyorlardı. Kendi evleri değildi. Kirayı ödemek için bile zorlanıyorlardı. Bu yoksul ailede sadece 2 kişi kalmıştı. Ev zoraki bir rampanın ardında kuruluydu. Mahalle arası olduğu için fazla araba geçmemesini fırsat kollayan çocuklar oyuncaklarını aldıkları gibi rampanın kenarlarında oynuyordu. Bu civarlarda genellikle eskimiş, kötü evler olurdu. Aralarında en iyi ev ise Mert Amcanın eviydi. Bu kötü ve belalı bir mahallede Mert Amcanın evi villa gibiydi. Evi 2 katlı, havuzlu ve Bahçeli idi. Bahçesi bir at sürüsünün rahatça koşturabileceği rahatlıktaydı. Bahçesindeki kiraz ağaçları ve elma ağaçları bir sürü yaramaz çocuğun vazgeçilmez bir yeri olarak devam ediyordu. Mert Amca tek yaşadığı için evine bir köpek almıştı. Küçük yavru köpek bu yaşlı adama biraz olsun neşe katıyordu. Açık kahverengi ve kahverengi benekli köpek patilerini mama istercesine atıyorduki patileri iki haftadır yağmur yağması dolayısıyla gölete dönmüş olan toprak suyla birleşince çamur olmuştu, bu da yavru köpeğin patilerinin pislenmiş olmasına neden oldu. Yavru köpek bir yandan havlıyordu. Bir yandan ise ıslanmış patilerini kurutmaya çalışıyordu. Islanmış patileriyle sağdan sola koşturan minik köpek, sabahın erkeninden dün ev temizliği yaptığı için yorulan Mert Amcayı uyandırmıştı. Köpeğe bir şey oldu korkusuyla terliksiz bir şekilde evden çıkan Mert Amca köpeğini havuzun başındaki kulübesinde görünce rahatlamıştı. İçine soğuk bir su serpilmiş olan Mert Amca havuzunun yanı başındaki şezlonga uzandı. Giymiş olduğu çizgili pijama takımı güneşlenmesine engel değildi. Bir yandan günün bütün oksijenini içine çekerken bir yandan ise villasının karşısındaki futbol sahasını izliyordu. Küçükken tek bir hayali vardı ve bu hayali gerçekleştirememenin verdiği üzüntü zihninde bir fırtına estiriyordu. Bu düşünceyi aklından silmek için içinden "Bugün hava güneşli olacak gibi. " demişti. O gerçekleşmeyeceğini düşündüğü fikirleri hep aklından savmıştı. Bu yüzden futbolcu olamamıştı. Hep başkalarının ne der sorusuna aldanarak hayali olan futbolculuğa kapıları kapatmıştı. O zamanlar okuyan bir çok çocuk vardı. Mert Amcanın babası Selim Bey ise oğlunun okuyacak olmasına emindi. Başka hiç bir mazeret kabul etmeyen Selim Bey oğlunun futbolcu olmak istediğini duyarsa büyük bir yıkıma uğrardı. O zamanlar zengin bir aile değillerdi. Bu yüzden okumak şarttı. Ailesi ile iyi anlaşıyordu. Annesi için her şeyi yapabilirdi. Hayatında değer verdiği iki kişiden biriydi o. Melek gibi davranan annesi ise futbolcu olmak istediğini öğrenince içinden bir yaratık çıkmıştı. Sadece kendisi yetmiyormuş gibi Selim Bey'i de katmıştı ve ikisi bir kan kusmuştu oğullarına. Tabi okuyacaktı ancak istemediği bir mesleği yapmak doğru muydu? Futbolculuktan vaz mı geçecekti? İkisi bir oğullarına kan kustuktan sonra yaka paça evden atmışlardı. Mert ailesinin bu duruma kızacağını biliyordu fakat bu kadarını beklemiyordu. Yaka paça sokağa atılırken tek bir cümle kurabildi. "Anne beni bu şekilde bırakmayın" O günden sonra bir daha ailesiyle görüşmedi. Açıkçası aileside onu hiç merak etmiyordu. Ne hâlde olduğunu sorgulamıyordu. Mert Amca şezlongdan doğruldu. Yanı başındaki kulübeyi kontrol etti ve su kabının boş olduğunu gördü. Eline alıp bahçedeki çeşmeden su dolduran Mert Amca doldurduğu su kabını dökmeden kulübeye doğru götürmeye çalıştı. Son zamanlarda ellerinin titremesi yüzünden her şeyi mahvediyordu. Kulübeye doğru giderken su kabındaki suyun yarısını döktüğünü fark etmişti. Muhakkak yakın bir zamanda doktora gitmesi gerekiyordu. Bu böyle devam ederse önemli bir hastalık ölümcül olabilirdi. Nihayet ki kabı komple devirmeden kulübeye getirmişti. Köpeğine suyunu da verdikten sonra bir anlık bir kararla içeri girme kararı aldı. Uykusu geldiğinden etrafta ruh gibi geziniyordu. En sonunda yatağına uzandı ve o yünlü battaniyesine sarıldı. Kafasını yastığa koyduğu gibi uyumuştu. Tv Yayıncılık 02/04/2001 Evet seyirciler az önce aldığımız bilgilere göre İzmir'in Çeşme ilçesinde küçük bir evde yangın çıkmış. Yangını gören halk sakinleri kovalarla yangını söndürmeye kalkışsalarda yangın sönmek bilmiyordu. Bunun ardına olay yerine 2 ambulans ve bir de itfaiye aracı geldi. İçeride bir kadın, bir yaşında kız bebeğe ve bir de babaya rastlandı. Kimliklerine bakıldığında Anne Giray Toptancı, Efnan Baysal ve Şafak Baysal'ın olduğu görüldü. Yangın yeri söndürüldüğünde ilk Giray Toptancı çıktı. Hemen peşine Şafak Baysal çıktı. Yangın sönmesine rağmen bulunamayan bebek Efnan Baysal'ın bir yere sıkışarak öldüğü düşünülüyor. Efnan için aramalar sürse de maalesef Anne Giray Toptancı olay yerinde ağır duman soluma nedeninden dolayı hayata gözlerini yumdu. Genç kadının Şafak Baysal'dan yeni boşandığı ancak bebeğinin ilk doğum gününü kutlamak için bu eve geldiği öne sürülüyor. Şuanlık bu yangının Şafak Baysal tarafından gerçekleştiği düşünülüyor. Durumu iyi olan Şafak Baysal sonradan gelen polis aracıyla ifade vermesi için götürüldü. İyi günler dileriz. Şimdi başka bir habere geçiyoruz.
Bu 1 sene önceki haber bülteniydi. Efnan'ın annesinin bu zulümden kurtulduğu gün. Annesi doğum gününde ölmüştü. Bu büyüdüğünde Efnan'ın doğum günlerinden nefret etmesi için bir sebepti. Annesi o gün yaşadığı ızdıraptam kurtulmuştu. Bir yandan ise boşandığı eşi tarafından şiddete maruz kalmayacaktı. Bu yandan düşününce kurtulduğu açıktı. Peki Efnan. Efnan'da kurtulması için ölmeli mi? Başka çare yok mu? Kimse onların evinden gelen çığlık seslerine neden bakmıyor? Kimse çığlıklarını neden duymazdan geliyor? Neden? Neden? Nedennn... Hiç bir zaman öğrenilmeyecek bir boşluk. Bir zaman olsun çıkıpta "sen ne yaptığını sanıyorsun?"demediler. Onun annesi çığlıkları ile boğuldu. Efnan'da çığlıkları ile boğulmalımıydıki komşuları uyansın. Her gece yatarken yaralarına neden sadece kendisi melhem sürdü? Neden hep kalın giysiler giyiyorduki? O daha fazla acımasın diye yapıyordu bunları. Canı daha fazla acımasın diye. Sonu annesi gibi olmasın diye. Annesi gibi vücudu kızının pasta mumu ile yakılmaması için. Acı bir gerçek insanlar acımasız. insanlar seni görmezden gelebilir görünür olurken. insanlar seni duymazdan gelebilir duyuyor olurken Şimdi ise sıra Efnan'ın savaşıydı. Onun bir sınavı vardı. Yaralarını sarmak gibi... Arkadaşlarına çaktırmamak için güldüğü gözler gibi... Morarmış göz altlarını saklamak gibi... Ama o bunları yine tek başına yapacak. Yardım istesede yardım etmeyeceklerini bildiği için boşuna yalvarmış gibi olacaktı. Tv Yayıncılık 02/04/2001 Değerli izleyicilerimiz, Biliyosunuz ki az önce İzmir'in Çeşme ilçesinde küçük bir evde yangın çıkmıştı. 1 ölü bulunan yangında Efnan Baysal bulunamamıştı. Küçük bebeğin yaşama ümidi azalsada küçük bebek yaklaşık 3 saat sonra iki koltuğun arasında sıkışmış bir şekilde bulundu. Yangında panik hali olan ailenin bebeği koltuğun üstüne koyarken dikkat etmemesi sonucunda bebek o yangında koltuktan düşerek yandaki koştukla düştüğü koltuğun arasında kalmış. Yangını çıkardığını düşündüğümüz Şafak Baysal polislerinde açıklamasıyla serbest bırakıldı. Şafak Baysal olayların şöyle gerçekleştiğini söyledi: "Eşim kızımızın doğum günü için gelmişti ki mumları yakarken elinide yakmıştı. Elini yakınca o telaşla çakmağı düşürmüştüki bir anda ev alev almaya başladı. Kızımızı koltuğa oturtmuştuk. Bu kadar" Evet izleyicilerimiz bugünlük bu kadar. Yarın görüşürüz. Resmen saçmalık üstüne saçmalık yaratıyordu. Yanlış bilgi vererek kurtulmuştu o işten. Efnan'ın tek kurtuluş yolu da tükenince olanlar olmuştu. O artık kurtulamazdı. Buna boyun eğecekti. 8 sene sonra Efnan her zamanki gibi aldığı melhemleri yarasına çalıyordu. Elini her yaralarına deydirdiğinde "Ahh"diye bir ses çıkıyordu. Bu ses her çıktığında elide bir karış geri gidiyordu. Yanında tek dostu yastığı vardı. Her canı acıdığında onu sıkıyordu. Yaralarına derman olan tek buydu. İnsanlar değildi. Can dostu biricik yastığı dermandı. O gece babası gelmemişti Efnan'ın. Babası genelde dışarıda dilendiği için geç geliyordu eve. Bazen 10 lira bazen hiç getirmiyordu eve. Kası bile vardı. O böylelikle zenginliği bulacak zannederdi. Kasadakileri satsa bir villa alabilirdi. Yinede başka birilerinin parasını alarak zengin olmaktansa fakir olmak yeğdir. Saat 23.32 idi. Babası hâlâ gelmediyse eve sinirli geleceğini şimdiden kestirmişti. Bugün onun için kötü geçmişti çünkü babası şimdi eve gelecekti ve bugün para kazanamadığı için sinirini Efnan'dan alacaktı. Tam 10 dakika sonra evin kapısı açılmıştı. İçeriye haldur huldur girmesinden belliydi ki Efnan'ın babası gelmişti. Efnan kanepede duran yastığını bir çırpıyla aldı. Yastık yırtılmış ve içinden bir kaç yün çıkmıştı çünkü Efnan her çığlıklarında yastığını tırnakları ile parçalıyordu. Bu her seferinde yaşanıyordu. Babası kafasını kapıdan uzatmıştı. Karanlıkların içerisinde korkunç gözüken yüzü sinirden daha da korkunç gözüküyordu. Ortamın karanlık olması zaten korkutucuydu. Efnan'da babasını karanlık içerisinde babasının gelmemesini diliyordu. Babası eğer ışığın açıldığını görürse bu sefer Efnan'ı dövmekten ziyade kemiklerini kırardı. Bunu yapardı. Kafasını uzattığı kapıyı biraz daha araladı. Araladıkça etraf korkunç olmaya devam ediyordu. Kapının gıcırdaması ile karışan babasının nefret sesleri Efnan'ı bunaltıyordu. Her taraftan bir ses geliyordu. Babası kapıyı aralamak ile yetinmemişti. İçeri adımını attı ve arkası dönük olan Efnan'a yaklaştı. Sırtına dokundu. Efnan ise sırtındaki yaraların dokunulmasından duyduğu acıyı yastığı sıkarak çıkarmaya çalışıyordu. Babasının eli kollarına doğru ilerleyince Efnan büyük bir çığlık attı ve durdurdu. Babası yine ve yine kolunu iğnelerle çizecekti. Efnan kolunu çizeceğini kolunu tutuşundan anlıyordu. Yine o tutuşu yapmıştı. Efnan çığlığının ardından bir kaç cümle kurmaya çalışmıştı. Ağlayan gözleri değildi kalbi gibiydi. Kalbine bir ağrı saplanıyordu. Bu ağrı her seferinde konuşmasını engelliyordu. Yalnız bu sefer bu mümkün olmayacaktı. Şimdi konuşacaktı. "Yapma. Bu sefer yapma bare. Bak nolur yapma. Acıyor anlamıyor musun? Acıyorrr" Efnan ilk defa kendine bu şekilde işkence verilmesine karşı çıkmıştı. Bu ilk defa yaşanmıştı. Haliyle bu duruma babası da şaşırmıştı. Geri adım attı ve konuşmaya başladı. "Sana bir iş vereceğim ve bunu yapacaksın. Zaten itiraz etme hakkın yok. " Yine ne işiydi. Yine ne yapmasını isteyecekti. Hırsızlık, dilencilik, kapkaççılık... Hangisi? Ya da daha farklı bir iş mi? Efnan itiraz edemedi. Babasına karşı arkası dönük iki büklüm şekilde oturuyordu. Hıçkırarak ağladığını gizlemek için yastığı olabildiğince yüzüne bastırıyordu. Babası korktuğunu bildiği hâlde hiç de konuşmayı kesmiyordu. Az önce patlattığı bombanın ardına yeni bir bomba patlatıyordu. "Yarın sen dilencilik yapacaksın. " Sanki hiç yapmadığı şeydi. Her seferinde Efnan'ı bu kötü işlerine alet ediyordu. Yine edecekti. "Ancak bu sefer farklı bir şekilde... " ne demek istiyordu? "Kolun kırık olacak. Yok artık daha neler. Kızının kolunu para kazanmak için kıracakmıydı? Bu Şafak Baysal ise kıracaktı. Zaten kimsenin de engel olduğu yok. Kimseninde camdan dahi bakıp küçük bir kızın neden çığlık attığını sorguladığı yok. Kırmamasını sağlayacak kimse yok. Efnan'a doğru yaklaştı. Kolunu tuttu. Efnan o sırada daha bir sert ağlıyordu. Bağırarak sadece nefesini yoruyordu. Ama yine bağırmayı unutmadı. Son bir kez çığlık attı. Haykırdı. Bu haykırışını hapisten kaçan birini arayan zabıtalar duydu. Eve tıklayıp girmeye çalışan zabıta ekipleri bu işin çözüm olmayacağını anladığı için kapıyı kırmaya karar verdiler. Kapıyı kırdıklarında çok geç olduklarını anlamıştılar. Efnan'ın kolu kırılmıştı bile Efnan acıdan yerde kıvranırken babası kahkaha atıyordu. Bu kahkahası kapının tıklanmasından sonra kesilmişti. Zabıtalar Şafak Baysal'ın kaçmasına izin vermeden yakaladılar ve arabaya bindirdiler. Efnan ise yerde acı içinde yatıyordu. Zabıta ekiplerinden iri uzun boylu olanı Efnan'ı yerden almıştı. Yerden alırkan Efnan'ın bağırışı içinden can kopartıyordu. "Ah yapmayın. Vurmayın. Bare siz vurmayın. "dedi zabıta ekibine dönerek. Canı fazlasıyla yanıyordu. Efnan zabıta ekibini bile ona zarar verecek biri olarak düşünmüştü. "Yok kızım ben sana neden zarar vereyim? Ben seni kurtarmak için geldim. "Zabıta ekibindeki Efnan'ı taşıyan kişi gerçekten çok üzülmüştü. Onun böyle düşünmesi, kendisine yaklaşan herkesin ona zarar vereceğini sanması... En kötüsüydü. Efnan ise hâlâ inanmadığı Zabıta ekibine bir kaç cümle kurmuştu. " Sahiden mi? Yalan söyleme. Biliyorum bana bir şey yapacaksın. Kimse beni kurtarmaz. Kısacası neden kurtarsın? Ben varlığım içinde yokum. " Efnan'ın bu cümleleri hem yakınındaki zabıta ekiplerimiz hem de onu taşıyan zabıta ekibini sarsmıştı. Onunla daha fazla konuştukça sarsılıyordular. Zabıta ekibi arabaya varınca kucağındaki Efnan'ı koltuğa koymadan ön kısımda beraber oturdular. Bu pis adamın arkada kıza ne yapacağı belli olmazdı. Şafak Baysal sonunda tutuklanmıştı. Efnan ise bir yetimhaneye gitmişti. Orada ona daha iyi bakılcağını biliyordular. Efnan'ın kolu alçığa alındığında yanında hep yetimhanede tanıştığı bir kız vardı. İsmini bilmiyordu. Onu buraya geldiğinden beri gözlerinde hep güneş gözlüğü ile görmüştü. Merak etsede söylemiyordu. Hep gizli bir sırrı var gibiydi. Burada ona ismiyle hitap edilmiyordu. Hırsız diye hitap ediliyordu. Bu sınıfta onu seven tek kişide bir anlaşmazlık yüzünden başka sınıfa geçmişti. O zaman tek kaldığı bir yerdi burasıda.
3.Bölüm 2002 İstanbul'un Zeytinburnu İlçesinde doğan bebek gözlerini ıssız bir çöp kutusunda açmıştı. Evet evet bir çöp kutusu. Hani ablaların kardeşlerini seni çöpten bulduk şakasını yaptığı... Gerçekten çöpte bulunmuştu. O, damlayan çay sıvılarının, atılan bebek bezlerinin arasında bulundu. Adalet miydi bu? Çöp kutusunda gözlerini açmak neden istesin? Neden kendisini istemeyen bir aile için gelmişti bu bebek? Saat 12.00 civarıydı. Evden çöp atmak için inen bir kız tarafından bulunmuştu o. Kendisini bir çocuk bulduğu için şanslı olmalıydı. Yoksa bu acımasız dünyada onu başka amaçla kullanabilecek bir yetişkin de olabilirdi. Ya da hiç bulunmayıp sonu çöp toplayan araçlarda olabilirdi. Kız çocuğu 12'li yaşlardaydı. Bu bebeği fark etmeden çöpü konteynere atmıştı. Çöpün elinde bıraktığı kokuyu oflayıp poflayarak cebinden çıkardığı mendille silmişti. Kaldırımın yanında duran çöp konteyneri ağzına kadar dolu olduğuna göre birazdan çöp toplayan araç gelecekti. Kız elini sildiği mendili yine hiç bakmadan konteynere attı. Kulağında takmış olduğu son moda kulaklıklar ile son moda bir şarkı dinliyordu. Aslına bakarsanız şimdi bu şarkılar baya eskiye kaçar. 2002 yılından bahsediyoruz. Tam 22 sene öncesinden. Kulaklıkları o kadar kaliteliydiki ses dışarıdan hiç duyulmuyordu. O zamanın son moda telefonu sürekli elindeydi. Konteynerin yanında durmuştu ve telefondan bir şarkı seçiyordu. Karar vermesi zor şarkılara benziyordu. Konteynerin yanında 5 dakika beklemesine rağmen şarkıya halâ karar verememişti. Aklına birden o klasik olan seçme işlemi gelmişti. Aklına gelen herhangi bir tekerlemeyi söyleyerek seçecekti. Sonunda bir şarkıyı seçmişti. Gerçi bu taktikle seçilmemesi imkansızdı. Şarkıyı seçtiğinde bir korna sesi duymuştu. Korkusundan elindeki telefonu neredeyse yere atacaktı. Kulağındaki kulaklıkları boynuna indirdi ve kornanın sesinin geldiği yöne döndü. Dolmuş Konteyneri boşaltmak için gelen çöp arabalarıydı bunlar. Çöpün yanına yanaşacaktı ama oradaki kız yanaşmasını engellemişti. Yeşil reklam panolu araç kızın çekilmesiyle konteynerin yanında durdu. Araçtan inen iki adam biri sağdan diğeri soldan tutarak konteyneri sürüklemişti. Kız eve giderken cebindeki küçük cüzdanını almak için elini cebine yöneltti. Ancak eli cebinin içine girdiğinde boş olduğunu fark etti. Cüzdanını yerde düşürebilecek olma olasılığını geçirirken bir yandan da yerlere dikkatle bakıyordu. Cüzdanının nerede olabileceğini hatırlamak için kendini zorladı. Bunu yaparken o başını ovma tekniğini de atlamadı. Bu teknik işe yaramıştı. Bir kaç kıvılcımlar kafasında toplanmıştı. Çöpü atarken elinde tuttuğu cüzdanını da atmıştı. Ahh aman Allahım ne kadar da dikkatsizdi. Dönüp konteynere doğru giderken biraz daha hızlı olmazsa cüzdanını araca atacaklarını anlamıştı. Halbuki bir bebekte araca atılacaktı. Yavaş adımlarını olabildiğince hızlandırdı. Konteynerin yanına vardığında kulaklıklarını tekrar çıkartıp adamlara "durun" diye bağırdı. Sesin şiddetli olmasından kaynaklanan bu ufak çaplı korku sona erince adamlar kıza döndü. "Ne oldu? İşimiz başımızdan aşkın. Bir de seninle uğraşamayız küçük hanfendi. " adamlardan iri kısa boylu olanı sözünü bitirdikten sonra işine tekrar döndü. Yanındaki kısa boylu zayıf adam ise konteyneri götürmesini engelledi. Ardından iş arkadaşına dönüp ikna edici cümleler söyledi. "Bence duralım. Bakalım ne diyecek? Hem bu konteynerden sonra mola veriyoruz. " iş arkadaşı ikna olmuştu. Konteyneri ayağı ile sabitleyip kıza dönmüştü. Her ne kadar ikna olsada yüzünde desede gitsek diye bir hâl vardı. İki adam işlerini bırakmış, onların işini engelleyecek güçlükle durun diye bağıran kıza bakıyordu. Kızın o bir anlık paniğin içinde dili tutulmuş gibi olmuştu. Biraz duraksadıktan sonra söze girdi. "Şey şey benim cüzdanım çöpe düştü de. " Adamlardan iri kısa boylu olanı devam etti. Sert bir çıkış yapmıştı. "Ne var. Düştüyse düştü. Kulaklıkla müzik dinleyeceğine dikkat edipte düşürmeseydin. Daha yapılacak bir şey yok. Elini çöpe sokacak değilsin "dediğinde düşündü. Acaba sokabilir miydi? Bir bakıma haklı olsada bu kadar agresif olmasına gerek yoktu. Kız tekrar öne atıldı. Kaşları çatık, gözleri devrilmişti. İki kolunu göğüslerinde birleştirerek sağ bacağını ufak bir ara vererek açmıştı. Bütün yükü de sağ bacağına verdikten sonra söze başladı. "Evet elimi sokacağım. Ayrıca evet dikkat etmedim ama bana bu şekilde davranmanız yanlış. Biliyorum bu saatlerde çalışmak zor ama benim bir eşyam çöpteyse bunu alma hakkım var. " diyerek çöpe yönelmişti. Her iki adamda kızı haklı bularak aradan çekilmişti. İri kısa boylu olan bir an gözlerini güneşe çevirdi. Gerçekten bu öğlen sıcağında çalışmak bunaltıcıydı. Kız elini çöpe sokmuştu. Oradaki cüzdanını aramaya başlarken bile elini buradan bir an önce çıkarmayı diliyordu. Az önce eline çöp poşetinde ki çay damlaları damladığı için mendille iğrenerek silen kız, şimdi konteynere elini sokmuştu. Buradan eve gittiğinde olayları annesi öğrenmeden soğuk bir duşa girecekti. O elini 1 kutu duş jeli ile yıkayacağına adı kadar emindi. Kız sarı emojili cüzdanını bir poşetin altında gördü. Elini uzattı ve cüzdanını alacağı sırada eli minik bir ele değmiş gibi oldu. Korktuğu için elini geri çekti. Ancak cüzdanını yine düşürmüştü. Gözleri korkmuş bir şekilde adamlara döndü. Ağlamaklı ve titreyen sesiyle konteynerin içini parmağıyla gösterdi. "O-O orada orada bir e-l el var" diyerek büyük bir çığlık attı. Az önce eline değen küçük el ölmüş bir bebeğe de ait olabilirdi. Bir anda geri adım atıp korkudan ağlamaya çalışan kızı kısa boylu zayıf olan adam sakinleştirmeye çalışıyordu. Kolları arasına aldığı 12 yaşındaki kızın kalbinin ne derece hızlı attığını duyabiliyordu. Onu sakinleştirmek için ne yapması gerektiği hakkında hiç bir bilgisi yoktu. Bu adam diğerine göre daha gençti. 18 yaşında gözüken adam okul okumamış ve daha yeni adam olmuştu. Çocukluğunu bitirir bitirmez bu işe başlamıştı. Kendiside daha yeni çocuk olmaktan çıktığı için ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Doğrusu çocuklar hakkında hiç bir şey bilmiyordu. Diğer adama göre 10 yaş küçük olsada gerektiğinde ondan daha yetişkin durabiliyordu. Diğer kısa boylu iri adam ise elini çöpe daldırmıştı ve çöp yığınlarını bir tarafa yığmıştı. Gördüğü şey ise bir bebeğin bedeni. Canlı mı yoksa öldü mü? Ölmemiş olsa ağlama sesini duyardık diye düşündü adam. Sıktığı yumruğu net anlaşılmıyordu. Diğer iş arkadaşına döndü ve onu bir kaç kaş göz hareketiyle yanına çağırdı. Kızı bırakıp oraya giden adam gördükleri karşısında dona kaldı. Küçücük bir bebeği buraya bırakabilecek kadar vicdansız olamazlardı. Acaba kaç gündür buradaydı? Yaşıyormuydu? Bebeği buraya kim bıraktı? Bu sorular her iki adamında beyninde dönüyordu. Koca bir döngü oluşmuştu kafalarında. Bu bebeğin ölmemiş olması için ağlaması gerektiğini hatırladıklarında daha bir perişan oluyorlardı. Her şeyden habersiz onların uzaktan izleyen kız ise bir olayın döndüğünü anlayıp yanlarına gitmişti. Konteynerin içine baktığında az önce elinin değdiği şeyin bir bebek olduğunu anlamıştı. Anlamasının ardından geri adım atıp olduğu yerde yığılmıştı. Bayıldığı anlaşılıyordu. Hem onu hem de bebeği hastaneye götürmek için arabaya koyan adamlar hızla en yakın hastaneye varmışlardı. Kızını merak eden anne ise onu sokakta aramaya başlamıştı. Bu belalı şehirde kızının bir organ mafyası tarafından kaçırıldığından bile şüphelenip içi içini yemişti. Onu ise kızının telefonundan biri aramıştı. Bu kişi az önce kızı sakinleştirmeye çalışan adamdı. "Alo hanımefendi. Kızınız şuan hastanede. Size konum atıyorum lütfen buraya gelin. "diyen endişeli sesi telefonda yankılanıyordu. Bir anneye bu haberi verebilmek çok zordu. "Hey seni pislik p!ç ne yaptın kızıma söyle? "diye bir ses duydu telefonda. Sanırım bu iş onun için oldukça zor olacaktı. Halbuki o olayların buraya gelebileceğini bilmiyordu. "Biraz sakin olun önce"dedi telefondaki kadını sakinleştirmeye çalışarak. Yoksa suçlu olmadığı hâlde suçlu durumuna düşecekti. "Sakin olamıyorum. Bak ne yaptığını söyle yoksa geldiğimde ağzına_"kadının sözünü kesti. Az önce küfürler havada uçuşuyordu. Kadının sakin olması beklenilemezdi ama ilk önce karşısındakini dinlemeliydi. "Buraya gelin her şeyi anlatacağız. "dedi ve daha fazla konuşmadan sözü telefondaki kadına verdi. "Umarım bunun altından siz çıkmazsınız yoksa size burada güzel bir mezar yeri ayarlarım. Anladın mı?"alttan alttan verdiği tehdit mesajları onu zorlasada dişini sıktı ve sabretti. "Anladım hanımefendi. Ben size konum atıyorum oraya gelin. "diyerek sözü kestirip attı. Buraya gelecek olan kadın daha fazla gerilime neden olacaktı. Ve bu onu korkutuyordu. "Tamam hadi at geliyorum. "diyen kadın telefonu kapatırken bir küfür daha savurdu. Adam konuşurken yüzü şekilden şekile girmişti. Son cümlesinde ne kadar bıkkın olduğunu anlatamaz yaşanırdı. Kadının ona saydırdığı küfürler akla yetmiyordu. Kızın telefonunda *Canım Annem* diye kayıtlı olan mesaj kutusuna girdi ve kızının olduğu hastanenin konumunu attı. Anında görülen mesaj "Geliyorum hele senin parmağın olsun" mesajı ile tamamlanmıştı. O zaman geriye sadece annenin gelmesi kalmıştı. Yaklaşık 1 saat sonra kızın yattığı odanın kapısı sanki kırılması için tekmelenmiş bir şekilde açıldı. Gelen belliydi. Kızın annesi acil bir hızla girmişti. Kızının hiç bir şeyi yoktu. O korkuyla bayılmıştı. Doktor 2 ilaç vermişti. Eğer bunları içerse bir hastalığı olmayacaktı. Şimdi ise kızın annesine bir açıklama yapması gerektiğini anlamıştı. Kadının oturduğu koltuğun yanına vardı ve konuşmak istediğini belirtti. "Hanımefendi izin verirseniz olayı anlatayım. "dedi ve aynı kendisi gibi konuşmasını diledi. Bu olay sakin davranılmadan çözülemezdi. Kadın adamı baştan sona sezmişti. Üstündeki kirli elbiseleri ve ter kokmuş bedeni yüzünü ekşiltmişti. Gözleri başka yöne kaydı ve cevap vermedi. "Bu sessizliğinizi "evet" olarak anlıyorum. Öyleyse anlatmaya başlıyorum. " ayakta öylece dikilirken bir yandan da konuşmaya devam ediyordu. "Biz çöp arabasıyla konteyneri boşaltmaya gelmiştik. Kızınız çöp konteynerinin yanında müzik dinliyordu. Kornaya bastım. Duyduktan sonra ilerledi. Bizde konteyneri boşaltıyorduk ki kızınız geri döndü ve cüzdanını almak için elini çöpe soktu. " Kadın kızının elini çöpe soktuğunu anlayınca yüzü değişti. Tuttuğu kızının elini bıraktı. Çantasından çıkardığı ıslak mendille silmişti. Adam ise ona değişik şekillerde bakıyordu. Ne biçim bir anneydi bu. Kadın ellerini sildikten sonra adama döndü ve ismini sordu. Sonrasında merak ettiği olayın devamını öğrendi. "İsmin ne senin? " kadın anlamlı bakıyordu. Bir şeylerden şüpheleniyor gibiydi. "İsmim Ömer. " adam kadının ne yapmaya çalıştığını anlıyor gibiydi. Aklı sıra ismini alacak ve polise şikayette bulunacaktı. Oysaki hikayenin devamını dinlememişti. Onun o kirli kıyafetlerine göre kızına bir şey yaptığını düşünüyordu. Kadın olayın devamını dinlemek istediğini oturuşundan belli ediyordu. Bu olayın devamını kendi kafasında kursa da yine dinleyecekti. Ömer arkasındaki televizyonun olduğu duvara yaslandı. Sağ bacağını öne atarak iki kolunu her zamanki gibi göğsünde topladı. Sonra kadının merak ettiği sorunun cevabına döndü. "Kızınız elini çöpe sokt-" kadın Ömer'in sözünü kesmişti. "Tamam anladık soktu. Devamı ne? " kadın anlaşılan sabır kelimesinin zıttını taşıyordu. Burnunu kıvırtmış Ömer'e bakan kadın tek kaşını kaldırmayı da ihmal etmemişti. Kızının başucunda oturduğu yeşil koltuk kadının kasılmış enerjisiyle solmuş, yıpranmıştı. Ömer söze girse tekrar kadın tarafından bozulacağını tahmin ediyordu. Bir cesaret ile söze tekrar girdi. Bu sefer daha uzun ve mola vermeden konuşmayı diliyordu. Duruşunu hiç bozmadan yaslandığı duvardan doğruldu. "Kızınız çöpten korkuyla elini çekmişti. " kadın daha bir merakla yöneldi. Az önceki umursamaz tavrı yerine merakını tutamayan biri vardı. "Sonra konteynerin içine baktığımızda bir bebek gördük. Kızınız korkuyla geriledi ve bayıldı. Olanlar bu kadar. Bizde onları arabayla hastaneye getirdik." Kadının yüzü düşmüştü. Olanlara açıklık getirmek istiyordu. Merak ettiği bütün soruları sordu. "Neden bir bebek için bu kadar endişe duymama yol açtın? "dediğinde Ömer yerinde kaskatı kesildi. Bir bebek umursanmazmıydı? Üstelik o da bir anneydi. "Sen kızıma bir şey yaptın mı? "az önce anlattığı hikaye ona göre uydurma olarak gelmişti. Kıyafetlerine göre kızına bir şey yapmış olacağını düşünmesi Ömer'i bozguna uğratmıştı. "Kızımı o çöp arabasıyla mı getirdin? "kadın bu soruyu sorarken bile yüzünü tiksinerek buruşturmuştu. Bacak bacak üstüne atıp yakasını düzeltti. Kadın tüm soruları art arda yağdırıken Ömer soru yağmurunda boğuluyordu. Ne diyecek bilmiyordu. Sorduğu tüm sorulara tek tek cevap verecekti ancak ilk sorusuna soruyla karşılık verecekti. "Neden bir bebek için endişe duymuyorsunuz ki? " Ömer'in sorduğu soru üzerine kadının gözleri kısılmıştı. Dişlerini sıktığı dudaklarından belli oluyordu. Bu konvoy filmlerinden çıkmışa benzeyen kadın gacırt gucurt eden topuklu ayakkabıları ile koltuktan kalktı ve Ömer'e doğru ilerledi. Ömer'in yanına yaklaştıktan sonra söze girişti. "Sence neden bir bebek için endişe duyayım. Ne yani kızım çöpten bir altın bulamaz mıydı? " kadının dedikleri üzerine Ömer insanlığın gerçekten bittiğini bir kere daha anlamıştı. Bu küçücük terk edilmiş bebek altından daha mı değersizdi? Küçük bir can parayla alınamaz. Büyük bir vicdanda parayla alınamaz. Ömer artık bu kadına ne dese haksız olarak değerlendirilecekti. Ne dese cahil olarak nitelendirilecekti. Sustu. Diğer bir soru için duvara yaslanmayı bıraktı. Olabildiğince doğruldu ve diğer bir soruyu cevaplamak için konuşmaya başladı. "Öncelikle ben kızınıza bir şey yapmadım. Kızınız bayıldı. Kızınızın demekki daha önceden de bir hastalığı vardı. Benim yüzümden bayılmış olamaz."diyerek kendisinin yapmadığını kanıtlamaya çalıştı. Ömer bu soruya verilebilecek en güzel cevabı vermişti. Cevaptaki haklılık payı %80 di. Kadın ikna olmamış gibiydi. Diğer bir soruya vereceği cevapla onun bir şey yapıp yapmadığını anlayacak gibiydi. Diğer soruya cevap vermesi için dediği söze karşılık vermedi. Ellerini beline koyup diğer sorunun cevabını bekledi. Ömer şaşırmıştı. Söylediği söze karşılık vermemişti. O da diğer sorunun cevabını söylemek için iki elini beline koydu. İki elide belinde olduğuna göre artık cevabı söyleyebilirdi. "Evet kızınızı çöp arabasıyla getirdik. Bir sorun mu oldu? " kadın bu sefer sakin kalamadı. Elleri belinden olabildiğince hızla ayrıldı ve yine olabildiğince hızla Ömer'in omzunda onu iterken bulundu. Kadın uzun saçlarını dinlemeyerek büyük bir öfkeyle itiyordu. Kadının itmesi Ömer'in sadece 1 geri adım atmasını sağlıyordu. Kadın ittikçe yüzü öfkeden kızarıyordu. Uzun katlı kesilmiş açık kestane saçları önüne geliyor ve bağırırken ağzına giriyordu. Ela gözleri yine öfkeden kırmızı renge bürünüyordu. Öfkeden kızaran burnu kırmızı rengini anımsatan yüzünü tamamlıyordu. Ömer kendisini 2 dakikadır iten kadının ellerinden tutarak durdurabildi. Ellerinde tuttuğu kadının ellerini sakince bıraktı. Hafif lavanta kokulu gömleği bulunduğu odaya tamamen dağılmıştı. Kadın sakinleşmeye çalışarak bir yandan da konuşuyordu. "Ne demek çöp arabasıyla. Şimdi kızım çok pis kokmuştur. Sizin gibileri bilirim. Kendinize hiç dikkat etmezsiniz. Leş gibi de kokarsınız. " kadının cümleleri ağza alınmayacak kadar ağırdı. Mahallenin çöp arabaları olmasa asıl oturdukları mahalle leş gibi kokardı. Asıl onlar gibi çöp toplayıcılar olmazsa mahalle çöp yığınına dönerdi. Bilinçsiz bir tavrın sonuçları bugün birinin kendini kötü hissetmesine neden olucaktı. Ömer oradan ayrıldı. Yüzü düşmüş, boynu bükülmüştü. Kadının sözleri kafasında dönüp duruyordu. O sözleri ne kadar çıkarmaya çalışsada beceremiyordu. 14 sene sonra Ömer sahiplendiği bebeğin ismini Doğa koymuştu. Ona bir kimlik bile çıkarmıştı. Doğa Taylar. Ömer hayatının aşkını 2 sene önce bir kadında bulmuştu. Ömer bu sarı saçlı kahverengi gözlü kızın iyi kalpli olmasından etkilenmişti. Kadın ile güzel bir eve taşınmıştı. Bir kız çocukları olmuştu ve ismini Çiçek koymuşlardı. Bu küçük kız Doğa'nın da kardeşi olmuştu. O küçük konteynerde terk edilmiş bebeğin büyük bir ailesi vardı. O böyle mutluydu. O böyle kendisiydi. Şimdi buradan taşınacak olsalarda Doğa yeni gideceği okulunda arkadaşlar edineceği hayalinde idi. O gün İzmir'in Çeşme İlçesine varmıştılar. Mor küçük bir evde yaşıyorlardı. Doğa'nın okulu ise iki sokak arkadaydı. Yürüme gidip gelebileceği bir mesafeydi. Eve taşındıktan 2 saat sonra Doğa okula gitmek için evden çıkmıştı. Yanında babası vardı. Onun gerçek bildiği, gerçek kabullendiği babası vardı. Henüz gerçek babasının kim olduğunu bilmeyen Doğa şimdilik yanında gelen adamı babası kabullenmişti. Babası ile okula vardığında Doğa yeni sınıfına babası ise okul müdürüne gitmişti. Ömer okul müdürüne bir kaç bilgi verecekti. Ömer müdürün yanına vardığında konuşmaya başladı. Doğaların sınıfındaki esmer uzun boylu fit kız Eylül Gwell ise tam müdürün kapısını tıklatacağı sırada Doğa'nın babasının sesini duydu ve tıklatmaktan vazgeçip onları dinlemeye başladı. Yeni gelen sevmediği kız hakkında bilgi almak istiyordu. "Sayın müdürüm. Bilirsiniz ben telefonla konuştuğunuz Doğa'nın babası. Size bir bilgi vermek istediğimi sormak istiyorum. Doğa'ya bizim ile ilgili sorular sormazsanız sevinirim. Çünkü onu bir çöp konteynerinde bulduk. Bizim hakkımızda bir şey bilmiyor. "dediğinde sesinde acıma duygusu vardı. Bu sahipsiz kıza yuva açmak ona iyi gelmişti. Müdür başıyla onayladıktan sonra destekleyici bir cümle söyledi. "Tabiki bu konu hakkında hiç konuşmayız. "dedi ve konuşmayı kestirip attı. Eylül'ün duydukları karşısında dudakları kıvrılmıştı. Gözleri büyümüş keyifle sınıfın yolunu tutmuştu. Sınıfa vardığında sınıfın kenarındaki ağzına kadar dolmuş çöp kutusunu bir çırpıyla almıştı. Orta en ön sırada oturan Doğa'nın başından aşağıya dökmüştü. Peşinden ise gülerek çöpte doğan Doğadiye sesleniyordu. Olayı anlayanlar Doğa'nın etrafına toplanıp Eylül'e katıldılar. Çöpte doğan Doğa. Çöpte doğan Doğa. Doğa ilk defa orada anlamıştı. Çöpte dünyaya geldiğini... Onun yuvasının çöp olduğunu düşündüklerini... Hep böyle günler mi bekliyordu Doğa'yı? Evet hep böyle günler bekliyordu. Dram dram dram Bu dramda sadece tek bir arkadaşı vardı. Onu öyle kabullenen bir kişi vardı. Yeliz. Yeliz Taşduman. Ona tek o arkadaşlık etmişti. Başında sadece o vardı. Başka kimse yoktu. Güveni sonsuz olduğu bir arkadaşı. Yalnız tabi onunla 8.sınıftan sonra ayrılmıştı. Ondan ayrılmıştı ama Eylül'den ayrılamamıştı. Aynı sınıfa düşmüşlerdi ve bu da Doğa'nın ortaokulda yaşadıklarını tekrar yaşamasına mani oluyordu. Yine ve yine zorbalanmasına neden oluyordu. Sanki bu onun kaderiymiş gibi. Peşini bırakmayan bir lanet. Musibet miydi bu şimdi? Liseye geçtiğinde Eylül'ün olayı tüm sınıfa yaymasıyla ortaokul anıları tekrar yaşanmıştı. Üstelik bu sefer onu koruyan kimse yoktu. Güvenebileceği kimse yoktu. Sadece bir arkadaşı vardı lisedeyken. O da oturduğu cam tarafına gelen sağ bacağı yaralanmış bir güvercindi. O güvercinin yarasını saran Doğa olmuştu. Ancak onun yarasını saran ne kendisiydi ne bir başkası. Ailesiyle yaşamayı bırakmamıştı. Yinede artık onlara karşı gerçek duyguları yoktu. Artık onları gerçek annesi ve babası gibi sevemiyordu. Her ne kadar lisede beraber olsada üniversiteyi başka bir şehirde okumuştu. Neticede bu uzun sürmemişti. Okuduğu dedektiflik bölümünden sonra tekrar ailesine dönmüştü. Dönmüştü dönmüştü ama 1 ay sonra kendine bir ev tutmuştu. Yeni başlangıçlara imza atarak daha iyi bir hayat yaşayacağından şüphesi yoktu.
|
0% |