Yeni Üyelik
2.
Bölüm

Gizli Hayran

@beyzaodabas

‧͙⁺˚*・༓☾ ☽༓・*˚⁺‧͙‧͙⁺˚*・༓☾ ☽༓・*˚⁺‧͙‧͙⁺˚*・༓☾

İzmir'de yaşıyorum. Çeşme İlçesinde bir apartmanda oturuyorum. Tek kaldığım evde bazen küçüklükten kalan karanlık korkum beni zapt ediyor. Ele geçiriyor. 18 yaşını geçtikten sonra artık kendi evimi tutmak gerektiğini anlamıştım.

 

 

 

Hem oradaki pis huylu yaratıkların dedikodularını çekmekten yorulmuştum. O yüzden buraya taşınma konusunda pişman değilim. Ailemin beni bıraktığı günden itibaren mutsuz olsamda bu yeni taşındığım ev beni mutlu edebilecek kadar şirindi.

 

 

 

Apartman 8 katlı lüks camlıydı. Bu apartmandaki çoğu kişi zengin olduğu için aralarında fakir kaçıyordum. Yinede bu benim apartmanda yaşamadığım anlamına gelmiyordu.

 

 

 

Her ne kadar eskiden zengin bir aileye sahip olsamda ben kendi emeğimle ayaklarımın üstünde dururdum. Ailem gibi girdiğim bir evi soymam. Bu kadar düşmem.

 

 

 

Onları "anne" ve "baba" olarak bile saymak istemiyorum. Lanet olsun ki beynim buna izin vermiyor. Beni bırakan o kişilere "anne" ve "baba" dedirtiyordu. Bu ise beni tam anlamıyla deliye çeviriyordu.

 

 

 

Küçük bir kız ya. Küçük bir kız. O zaman neden doğdum? Ortalıkta boşa kalmak için mi ne?

 

 

 

8 katlı apartmanın 5.katında oturuyordum. Saat 7.30 civarı kalkmak zorunda olduğum yatağım bana bakarak 202.veda mektubunu okuyordu.

 

 

 

Biliyorum beni özleyeceğini ama merak etme en kısa zamanda görüşmek üzere.

 

 

 

Yatağımdan da vedalaştığıma göre artık günü selamlayabilirim. Ha o güneşi selamlama falan değil. Normal güne başlama.

 

 

 

Ahhh olamaz en önemli şeyi unuttum. Güneş gözlüğümü

 

 

 

Eğer takmasam gözlerimde yine o kadının eseri olacaktı. Bana yine onu hatırlatacak olacaktı. Sahi şuan zaten hatırlamış oldum.

 

 

 

Siyah-lacivert karışımı güneş gözlüğüm son 15 yıldır en yakınımdı. Ağaç dallarını simgeleyen kenarları gözlüğü daha bir ikon yapıyordu. Etrafı rahat görmemi sağlayan gözlük Güneş'in zararlı ışınlarından iyi koruyordu.

 

 

 

5.katın oturma salonundan açtığım pencere eve Güneş'i getirmişti. Açtığım pencere ile aydınlanan ev soluk,cansız enerjiyi yaka paça atmıştı. Yeni aldığım bordo kanepeler Güneş'in etkisiyle parıldıyordu.

 

 

 

Dün yaptığım temizlik ardına pencereyi açıp eve biraz daha ferah katmak iyi olmuştu.

 

 

 

Şom ağızım durmuyor. Yakında bir yerde inşaat varmış. Eve toz duman getirecektir. Hemen kapatmalıyım.

 

 

 

Kapattığım pencerenin etrafı 1 dakika içinde tozla duman olmuştu. Penceremin sadece 1-2 dakika açılı kalmasını fırsat bilen tozlar büyük bir hışınla eve doluştu. Eve dolan tozlar içerde çöl fırtınası gibi gözüküyordu. Her birinin uçtuğu bu ortamda tek düşüncem burası nasıl temizlenecekti? Dün yaptığım temizliğin hiç bir anlamı yoktu. Ne yani pencerede mi açamayacağız?

 

 

 

Şimdi bu kirlilikle baş başayım.

 

 

 

Hadi ama abartma. Bu kadar somurtkan olma.

 

 

 

Hayır hayır ben somurtkan olmaya o gün başladım. Gözlüğe mahkum olduğum zaman.

 

 

 

Bu ortamda daha fazla kalamazdım. Açlığımı bastırmak için açık olan mutfak kapısından içeri girdim. Dağınık gördüğüm mutfağa kaşlarım çatık bir şekilde baktım. Bir kaşım yukarıda, gözlerim açık bir hâlde bakışlarımı mutfak tezgahlarının üzerinde gezdirdim. Dün akşam yemek yediğim tabaklar, yemek pişirdiğim tencereler öylece yığılmıştı.

 

 

 

Belkide burayı yine erteleyecektim. Zaten hafiften açmış güneşi göremediğim için sinirliydim. Bu dağınıklığı toplayacak gücüm yoktu. Belkide en iyisi yatarak günü geçirmek olurdu ancak bu güneşli günü boş geçirmek hiç iyi olmazdı.

 

 

 

Güneşin öyle güzel görünümüne karşı uyursam büyük bir şey kaybederim.

 

 

 

Her ne kadar camı açamasamda dağınık mutfağımdan bir kulplu bardak ile kahve yapmaya karar verdim. Bu beni şimdilik daha dinç yapacaktı.

 

 

 

O zaman kahvemi alıp pencerenin önünde güneşi izleyebilirim. Bana keyif veren şeyin tadını çıkarabilirim.

 

 

 

Sıcak olduğunu bildiğim bardağın kulbundan tutmam gerekirken beynimin saçma doğrultularını dinledim ve tam ortadan tuttum.

 

 

 

Elimin yanması ile karışık kahkaham psikopat olduğumu, delirdiğimi falan anlatıyordu. Neyseki yanmanın refleksi ile bardağı düşürmedim. Yoksa tam anlamıyla çöplük bir evde yaşadığımı kabullenecektim.

 

 

 

Selamladığım güneş yavaşça yükselince saatin epeyce ilerlediğini anlamıştım. Bu güzel eşsiz şeye bakarken gözlerim sadece onları görmek istiyordu. Bu büyünün etkisi yavaş yavaş biterken ben kahvaltı yapmak için mutfağa yöneldim. Yine o eşsiz dağınık yere.

 

 

 

Uğradığımda buraya uğramasamda olur dedim. Dağınık bir yerde kendimi kaybetme korkusuyla mutfaktan çıkma kararı aldım.

 

 

 

Her zamanki gibi sabahın erken saatlerinde çalışan moto kuryeden bir şipariş isteyecektim.

 

 

 

Bunu istemeden önce üstüme lacivert bir sweet, altıma ise siyah bir eşofman giydim. Benim Max kombin buydu.

 

 

 

Yemeğimide giysilerime ve hava durumuna göre seçecektim. Uyumu sevdiğim buradan anlaşılıyor.

 

 

 

"Eeee bugün hava güneşli ve hafif bulutlu. Üstümde ise lacivert bir sweet var. O zaman en iyisi hamburger olur. "

 

 

 

Seçtiğim yemek en sevdiğim yemek o yüzden bunu seçtim çaktırmayın.

 

 

 

Siparişim gecikmedi. Geldiğinde sıcacık hoş kokulu bir şekilde bulmuştum onu. Siparişim basitti.

 

 

 

Büyük boy hamburger

 

Büyük boy patates cipsi

 

Büyük boy nugget

 

Küçük boy diyet kola

 

 

 

Tam bir diyet menüsü öyle değil mi? Bunları yerken karşımda duran boy aynası dikkatimi çekti. Aaaa ne kadar tombul olmuşum ama bu yemekleri arkamdan ağlatamam.

 

 

 

Düşüncelerim daha hızlı yememe sebep oldu. Sanki 40 yıl aç kalmış bir aslan gibiydim. Kendimi buna rahatça benzetebilirdim çünkü sürekli kendini öven kişileri sevmem.

 

 

 

10 dakika önce sipariş ettiğim yemeklerden geriye sadece atılmayı bekleyen kutuları kalmıştı. Fakat kötü bir durum vardı. Ben hâlâ açtım.

 

 

 

Eğer kaç kilo olduğumu sorarsanız hiç çekinmeden 72 kilo diyebilirim. Fazla kilolu biriyim ama bu kilolarım sadece yanaklarımı şişik gösteriyordu. Onun dışında karnım hiç de şişik değildi. Koca yanaklı bir kız.

 

 

 

Siparişimin kutularını çöpe attıktan sonra kapı zili iki kez çaldı. Beklediğim bir kimse yoktu. Yeni bir siparişte vermedim. Kimdi bu saatte?

 

 

 

Kapıyı açtığımda tekrardan 1 yemek siparişi geldiğini gördüm. Bu siparişim bana ait olmadığını defalarca dile getirdim. Yoksa evren benim iç sesimi dinleyip bana ait bir sipariş mi vermişti?

 

 

 

"Bakın beyefendi bu benim siparişim değil. Başkası ile karışmış olmalı. "Beni dinlemeyeceğini bildiğim kurye dediklerimi dinledikten sonra konuşmaya başladı. Sesi bazen hızlı, bazen yavaş. Bazen sert, bazen yumuşak çıkıyordu. Sesini bir türlü ayarlayamıyordu. Kaşlarını serbest bırakmış olabilmesi bile mucizeydi, mimikleri öylesine sertken.

 

 

 

" Hanımefendi Alaçatı Mahallesi, 143 nolu daire size ait değil mi? Burada kat sayısı: 8 yazıyor. Lütfen siparişi alırmısınız? Daha gitmem gereken çok yer var. "diyerek sipariş konusunda diretti. Almam konusunda oldukça ısrarlıydı.

 

 

 

Kuryecinin tarif ettiği yer tam tamına bana aitti ama ben siparişte bulunmamıştım.

 

 

 

Siparişi kuryenin elinden aldım ve kapıyı kapatıp içeri girdim. Sessizlik üstüne bir şok yaşamıştım.

 

 

 

Elim kutuya yönelince kırmızı kalp şeklinde bir not buldum. Not siyah mürekkepli bir kalem ile yazılmıştı. Özenle ve yanında küçük kalpler ile yazılmış olan not herhangi bir isim barındırmıyordu.

 

 

 

Gizli hayranım falan mı vardı? Olamazki benim mesleğim dedektiflikti. Bildiğime göre bu mesleğin bir hayran tayfası yoktu. Olması beni bir taraftan mutlu eder, bir taraftan ise korkuturdu. Bazı hayranlar kafayı bozmuş oluyor ve canımı bile tehlikeye atabiliyorlardı.

 

 

 

Notta ise benden sıkça bahsediyordu.

 

 

 

"Gün doğumuna sevgilerle... "diye başlayan notta ilgimi çeken sadece bu lakap değildi.

 

 

 

Hadi ama espiri miydi şimdi bu? Ben hiç gülmedim. Notun başlığı beni yeterince kuşkuya düşürmüştü. Notun devamını okusam belki bu kuşkum gerçekleri sezerdi.

 

 

 

"Bugün nasılsın? Aç olduğunu duydum. Sana yemek sipariş ettim." Nereden duymuştu? Kimdi bu?

 

 

 

Bir dakika bir dakika benim aç olduğumu nereden biliyordu. Kesinlikle burada kamera ve ses dinleme cihazı var. Yoksa bilmesi imkansız.

 

 

 

Kafamı sağa sola çevirerek kameranın yerini tahmin etmeye çalıştım. Dedektif olduğum için çabuk bulabileceğimi biliyordum. Fakat öyle kolay olmadı.

 

 

 

İçimden "Kimsin? " diye geçiştirdim.

 

 

 

"Dedektif olduğun için beni bulmanın kolay olacağını sandın öyle değil mi? Ne yazıkki gün doğumu bu tilkiyi bulamayacak. Hem o yeşil gözlerini saklamak sana hiç yakışmıyor bilmiş ol. İnsanlık yeşil göz için hasretken bu davranışın çok kötü. Bizim senin gözlerini görmemiz lazım Gün doğumu.

 

Tilki'den , Gün doğumuna... "

 

 

 

Benim ile ilgili her şeyi biliyordu. Yeşil gözleri, aç olmamı, her şeyi. Dedektif olduğumu bilmesine şüphe yok çünkü ülkenin en iyi dedektiflerinden biri olduğumu bilirler. Bu işi yapan benim dışında 5 tane daha en iyi dedektif olduğunu duydum.

 

 

 

Hadi bakalım şimdi bir de bu kişiyle mi uğraşacağız? Birinin benimle oynadığı oyun yüzünden işlerim yatsın istemiyorum. Bu işi şimdilik ertelesem bir zararı olmaz umarım.

 

 

 

Getirdiği siparişi yemedim çünkü ben iyi bilirim yemek ile bizi bayıltırlar ve evi soymaya bile kalkışırlar. Getirdiği siparişi çöpe attım. Bir kutu hamburger onun yüzünden ziyan oldu.

 

 

 

Sonrasında belkide artık mutfağı toparlamam gerektiğini düşündüm. Bugün gelecek olan başkomiser benimle bir konuşma yapacaktı. Her an mutfağa uğrarsa böyle görmesi hiç hoş olmaz, Büyük bir hayal kırıklığına uğrar.

 

 

 

Yıkadığım tabakları sırasıyla bulaşık makinesine dizdim. Sadece dün akşam yediklerim için bir bulaşık makine dolusu tabak olması beni şaşırtmamıştı. Bu genellikle hep böyle olurdu.

 

 

 

Bu değmez şeyler için çokça vaktimi harcamıştım. Saat 11.00 ve başkomiserin gelmesine 1 saat kaldı.

 

Neyseki işlerimi bitirdim.

 

 

 

Son 10 dakika kala mutfaktaki kurabiyeleri ve kekleri küçük servis tabaklarına koyup masaya koydum. Masadaki örtüyü başka mavi renkli bir örtü ile değiştirdim. Örtünün üstündeki beyaz renkli benekler örtüye ihtişam katıyordu. İlgi çeken örtüyü de masaya sardıktan sonra odamdaki bilgisayarı elime aldım ve ihtişamlı masama koydum.

 

 

 

Geriye kalan tek şey sadece beklemekti. Başkomiser dakik biri olduğu için fazla bekletmezdi. Bunun yanında kimseyi beklemezdi.

 

 

 

1 dakika sonra tam 12.00 gösteriyordu ki kapı zili 2 kez uzunca basıldı. Kulaklarımın duymadığını düşünüyor olmalıydı. Başka bir açıklaması olamazdı.

 

 

 

Klasik olan zil 3.kez çalacağı sırada kapıyı açtım. Kapı açılınca karşımda 1.70 boyunca sakallı, yeni traş olmuş biri duruyordu. Üstünde lacivert takım elbisesi, kırmızı bir kravatı vardı. Kombinden alakasız olan ayakkabılar yeşil renkli spor ayakkabıydı.

 

 

 

Yüzünde büyük bir tebessüm olan adam başkomiser değildi. Yanında getirdiği bilgisayar çantası küçüktü. İçeriye davet ettiğimde bile hâlâ tebessümlü yüzü bir değişikliğe uğramamıştı.

 

 

 

Başkomiserden farklı olan bu adam komiserin gönderdiği biri olabilirdi. Adam geldiğinde masaya oturdu ve yanında getirdiği çantayı açtı. Küçük gördüğüm çantasından 2 bilgisayar 4 dosya çıkmıştı.

 

 

 

Bana dönüp karşısındaki sandalyeyi işaret etti.

 

 

 

"Buyrun buraya oturun. Önemli bir iş için gönderildim. Merak ettiğiniz sorulara cevap vereceğim. " diyen sesi fazlasıyla komiğime gitmişti.

 

 

 

Adam nazik bir tavırla haraket ediyordu. Acele etmesindeki amacı her ne kadar anlayamasamda bir şeylerin ters gittiğini anlamıştım. Tebessümü dosyaları okudukça azalıyordu. Sandığımdan da ciddi bir konu olmalıydı.

 

 

 

Karşısındaki sandalyeye oturduğumu görünce kafasını dosyalardan kaldırdı ve yavaşça söze girdi.

 

 

 

"Öncelikle ben başkomiserin gönderdiği bir adamım. " diyerek aklımdan geçen ilk soruyu cevaba kavuşturdu.

 

 

 

Tam tahmin ettiğim gibi. Onu başkomiser görevlendirmişti ancak merak ettiğim bir soru vardı. Neden kendisi gelmemişti de başkasını göndermişti?

 

 

 

"Başkomiserin önemli bir işi çıkmış. O yüzden seninle konuşmam için ben görevlendirildim. Sizinle baya önemli bir konuşma yapacağım. " Sanki aklımı oluyordu. İçimden geçirdiğim her soruyu cevaplıyordu.

 

 

 

Gittikçe heyecanımı arttırıyordu. Tüm bu konuştukları öylesine anlamlıydıki sanki her bir cümlesinde gizem yatıyordu.

 

 

 

Konuşmaya ben devam ettim. Herkesi böylesine korkutan haberin ne olduğunu merak ediyordum.

 

 

 

"Peki herkesi endişeye kaptıran olay ne? Bilmediğimiz bir olay mı dönüyor? Birine bir şey mi oldu? " diyerek soruları peşpeşe yağdırdım.

 

 

 

Soruları art arda yağdırırken adam merakımı anlamış gibi davranıyordu. İki eli birbirine kenetlenmiş bir şekilde beni dinlediğini belli ediyordu. Önemli bir konu olduğunu söylemesine rağmen her hareketini sakince yapıyordu. Üstelik o konunun ne olduğunu biliyordu ve benden daha sakin davranıyordu.

 

 

 

Umursamaz bir tavrının olduğunu düşünmüştüm. Davranışları böyle düşünmeme neden olmuştu.

 

 

 

Sorularımın ardından 1 dakika geçtikten sonra nihayet konuşmaya başladı. Konuşurken benimle göz teması kurmamaya çalışıyordu. Kapıyı açtığımda gördüğüm yüzle şimdiki yüz arasında hiç bir bağlantı yoktu. O adam gitmiş umursamaz biri gelmişti. "Öncelikle ismim Berk. Berk Çaydan. O ünlü dedektif 6 kişiden biriyim. Sanırım sizde o kişilerden Mevsim Boztaşsınız. Buraya bir seri katili aramamız için geldim. Bunu sana başkomiser söyleyecekti ancak ortadan kayboldu. Başına bir iş geldiği söyleniyor. Ekipler onu hâlâ aramakta. Diğer 4 kişiyi de bir yere çağıracaklar. Orada toplanacağız. Çok gereksiz bir iş olduğunu düşünüyorum. Bu seri katil tüm şehre yayılmış. Günler geçtikçe biri ölüyor. Buna dur dememiz lazımmış. "derken onun yerine ben nefes nefese kalmıştım. Seri katilden bahsederken rahattı.

 

 

 

Soluksuz konuştuğu cümleler anlamamı sağlamıştı. Bir seri katil işi vardı. Bu benim ilk seri katil işimdi. O yüzden biraz heyecanlanmıştım. Sadece biraz.

 

 

 

"Ne bir seri katil olayı mı? " diye heyecandan bağırmaya başladım. Bu iş tehlike gerektirirdi.

 

 

 

Heyecanımı nereden nereye taşıyacağımı bilemedim. Tam o sırada neşemi bozan bir olay oldu. Bunu Berk'e de söylemeliydim.

 

 

 

"Peki neden beni sen göreve çağırdın? Neden ilk ben duymak zorundaydım? " diyerek merakımı paylaştım.

 

 

 

Gerçekten merak ettiğim bir soruydu. Neden diğerlerinden önce bana haber verdi. Bir anlam taşımalımıydım?

 

 

 

"İlk sana söyledim çünkü duyduğuma göre ekibin başkanı senmişsin. " Daha fazla olduğum yerde sevinç gösterileri yapmaya başladım.

 

 

 

Bu duyduğum beni daha da mutlu etmişti. Bir seri katil olayı var ve ekibimi buna hazırlamalıydım. Çok eğlendiğim belliydi. Fakat yine erken bitti. Berk tekrar bir cümle kurdu.

 

 

 

"Şimdi haberleri açmalıyız. " diyerek eliyle televizyonu işaret etti. Sanırım komiserden bir haber alabilirdik.

 

 

 

Haberleri açmasındaki mantığı anlamıştım. Başkomiser bulundu mu ona bakacaktı? Ya da başka bir haber var mıydı?

 

 

 

Bordo kanepelerin önündeki yuvarlak sehbadan kumandayı aldım ve rastgele bir haber kanalını tuşladım.

 

 

 

Haberleri dört gözle izledik ve dört kulakla dinledik.

 

 

 

Tv Yayıncılık

 

 

 

"Son zamanlarda bazı ölümler gerçekleşti. İzmir'de bir seri katil dolaştığı haberleri tüm sitelerde dönüp dolaşıyor. Bu seri katilin nereden ve nasıl çıktığı bilinmiyor. Kimliği belli olmayan bu seri katile "Oyun "deniliyor. Oyun lakaplı bu seri katilin bu lakabı almasının nedeni onu aramaya çalışan kişilere oyun oynaması olduğu söyleniliyor.

 

 

 

Bugün tam 50 kişi öldü. Üstelik daha sabah vakitlerindeyiz. Katilin neden öldürdüğünü bilmiyoruz. Bugün ölenlerden biri aramızda hepimizin tanıdığı bir kişi olan

 

başkomiser " Bayan Hanks" ve yardımcısı "Bay sneaks" evlerinde ölü bulundu. Amerikalı genç çift sabah saatlerinde ölü bulundu.

 

Bu gizemi çözmek için geriye sadece 6 ünlü dedektif kaldı.

 

 

 

Haber sitesi'nin dedikleri doğru muydu? Bayan Hanks ve Bay sneaks ölmüş müydü?

 

 

 

Bu işinde usta seri katili bulmanın bir yolu olmalıydı. Bu iş ertelenmemeliydi. Er ya da geç bulunmalıydı.

 

 

 

Berk'i evden uğurladıktan sonra çok değil 5 dakika sonra bir zil çaldı. Açtığımda tekrar aynı kuryeci gelmişti. Yok artık yine mi sipariş göndermişti? Artık bu kişinin katille bağlantısı olduğunu düşünmeye başlamıştım. Şüpheleri teker teker kendine çekiyordu.

 

 

 

Kuryeci bu sefer elinde bir kutuyla gelmişti. Kutu oldukça büyüktü. Bir şey demeden bırakıp gitti. Bu kimse gerçekten takıntılı bir psikopat olmalıydı.

 

 

 

Kutunun üstünde yine tahmin ettiğim gibi bir not vardı. Bu sefer sade beyaz bir kağıda mavi mürekkepli bir kalemle yazı yazılmıştı. Kendini bilmiş bu kişi konuşmayı bilmiyordu galiba. Bir kızla nasıl iletişim kuracağını bilmiyordu.

 

 

 

"Selam gün doğumu,

 

Öncelikle sana getirdiğim yemekleri yemediğin için kırgınım. Sana zarar vereceğimi sanman beni üzdü. Bilki sana zarar vereceğime kendimi yakarım canım daha az yanar. Beni bulamadığın için sana uzaktan notlar yollayacağım. Eminimki telefondan mesaj atsam beni her an yakalayabilirsin. O yüzden ancak böyle mesaj iletebiliyorum. Beni uzakta arama. Bu sana bir ipucu olsun.

 

Kağıdın arkasına bak. "

 

 

 

Dediği her cümlesi şüphemi arttırıyordu. Son cümlesinde dediği gibi kağıdın arkasına baktım. Tek bir cümle yazıyordu.

 

Kutuyu açarmısın? "

 

 

 

Kutuyu açtığımda içinden en sevdiğim çiçek olan beyaz orkideler çıkmıştı. Bunu daha siz bile bilmiyordunuz o nasıl öğrenmişti? Daha önemlisi kimdi?

 

 

 

 

Loading...
0%