Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Köydeki Gerçek

@beyzaodabas

"Gerçekler gizli tutulan sırlardır. Ortaya çıktığında ise ateşi dört bir yanı yakıverir ya da ısıtır. "

∘₊✧──────✧₊∘

 

 

 

"Ahh benim ayağıma kim bastı? " dedi Doğa inleyerek . Karanlık olan bu yerde herkes birinin ayağına basıyordu. Arabadan inmiş, geldiğimiz köye bakınıyorduk. Yanımızdaki el fenerleri yeterince aydınlatmıyordu etrafı. Etraftan gelen uğultu sesleri kulağıma işledikçe ürperiyordum.

 

"Az önce biri de benim elimi tuttu. " dedim şikayet edinerek. Karanlığa doğru yürürken hepsi bir anda durdu. Birbirimize bakakaldık.

 

"O bendim. " Uraz'dan gelmişti bu ses. Ona doğru baktığımda karanlık olan bu yerde bakışlarını benden kaçırarak gülümsüyordu.

 

"Şaşırmadım zaten. " dedim gözlerimi devirerek. Huysuz olduğu kadar nereye tutunduğunun da farkında değildi.

 

"İyi tartışmanız bittiyse yola koyulalım. " dedi Berk tam bir komutan edasıyla. Asıl liderimiz Mevsim iken Berk kendini lider yapmaya başlamış gibiydi. Bize verdiği komutlar kendini lider gibi görmesine neden oluyordu.

 

Berk benim arkama saklanarak yola devam ediyordu. Kendini lider gibi görüyordu ancak arkama saklanıyordu. Durup arkamda saklanan Berk'e baktım. Korkudan tırsmış, iki büklüm olmuştu. Etrafa baktığı boş gözler sonunda ona baktığımı görmüştü. Arkamda saklandığı yerden doğruldu ve sanki hiç korkmuyormuş gibi duruşunu dikleştirdi.

 

"Neden arkama saklanıyorsun." dedim ona gözlerimi diktiğimde. Gözlerimi dikmiş olsamda gülümsüyordum.

 

"Söyleyeceğim ama gülmeyeceksiniz. " dedi. "Ben karanlıktan korkuyorum. " dedi düz bir şekilde. Sonrasında bakındı etrafına kimse gülüyor mu diye. Berk der demez bir kahkaha patladı arkamdan. Hepimiz o yöne baktığında kahkahanın Doğa'dan geldiğini gördük. Hepimizin ona baktığını görünce kahkahasını kısa kesti somurtkan Doğa. Hızla eski hâlinin şeklini aldı. Artık gülmüyordu. Bize dik dik bakmaktan başka hiç bir şey yapmıyordu. Nadir güldüğü anlardan birini biz bozmuştur ama kısacası ben pişman değildim.

 

Berk bana baktı tekrar. "Hani gülmeyecektiniz. " dedi yakınarak. Mız mız bir çocuk gibi olduğu yerde şikayet ediniyordu. Şuan bundan daha önemli işlerimiz olduğunu unutmuş gibiydi. Doğa gülerek bize büyük bir yük verdiğinin farkında değildi. Boynunu bükmüş, karşımda mızlayan adam bize baya bir süre kaybettiriyordu.

 

"İnanın hiç birinizin mız mızını çekecek vaktim yok. Ben önden gidiyorum. " dedi çıkışarak Uraz. Kendini cesur bir şövalye gibi hissediyordu. Önden gidip cesaretli olduğunu kanıtlayacaktı ancak bu ıssız köyde baya korkutucu şeyler olabilirdi. Kendini öne atarak bize aval aval baktı. Sonrasında ise fenerini son raddeye kadar aydınlatıp karanlık yere dalmaya başladı. Onu tek bir ses durdurabilmişti. Berk'in telaşlı sesi. Sonunda olduğu mız mız durumdan kurtulmuştu.

 

"Yerinde olsam tekrar düşünürdüm. Bu köy hakkında çok iyi şeyler duymadım. " dedi parmağını Uraz'a doğru doğrulttuktan sonra. Buna en çok ben sevinmiştim. Mız mız olan erkeklerden nefret ederdim.

 

Uraz arkasına döndü Berk'e bakmak için. Gözleri koyulaşmıştı bu karanlık yerle birlikte. Gözlerini kıstı ve samimiyetini tamamen kesti. Saçlarını geriye doğru attı. "Bu uyduruk masallara kendine inandırmaya devam et. " dedi huysuzlanarak. Bu huysuz adam gerçekten buradaki herkesten en inatçı olanıydı. Bilmediği bir yere giderek cesaretlik taslarken kendini bilmediği bir yerde bulabilirdi. Ayrılmamamız gerekiyordu. Bu, Uraz varken pek mümkün değildi. Uraz bir kaç dakika içerisinde karanlıkların içinde kayboldu. Işığıda tamamen gözükmüyordu.

 

Arkasından sadece bakakalmıştık. Tek dileğimiz ona bir şey olmamasıydı. "Umuyorum ki ona bir şey olmasın. " diyerek mırıldandı Berk. Aklından geçenleri tekrar tekrar düşündükçe başındakileri savmak istiyor gibiydi. Bu kadar korkacak ne var diye geçiştirdim bende.

 

Bize tekrar yola dönmemizi söyledi. Uraz artık ekipten ayrılmıştı ve başının çaresine bakmalıydı. Biz de onun gibi başımızın çaresine bakmalıydık. Fenerleri etrafa doğrulttuk ve nereye gittiğimizi bilmeden ilerledik. Yol bizi nereye götürürse oraya gidecektik ve bunu kabullenecektik. Bu gerçekten korkunçtu.

 

Ben önden diğerleri arkamdan ilerledik. Hışırtı sesleri kulaklarımızı tırmalasada buna katlanmak zorundaydık. Hepimizi korku dolu bakışlar kaplamıştı. Yanlarda duran çalılarda sanki birileri bizi izliyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Demek oluyor ki biz gerçekten korkudan bayılacak durumdaydık. Hele ki Berk benim arkamda saklana saklana ilerliyordu. Komik bir görüntüsü vardı ancak anlatılamazdı.

 

Fazlasıyla ürkütü olan bu yerde karanlık olmayan bir yer aramaya başladık. Pek mümkün durmuyordu. Burayı aydınlatan tek şey Ay'dı. Ay'ın parıltısı bize gideceğimiz yeri gösteriyordu. Fenerleri hepimiz açmış, tek bir yöne doğru tutuyorduk. Etrafımızdan gelen seslere kulak asmamaya çalışıyorduk.

 

Hatta arkamdan bana dokunan şeyi bile fark etmemiştim. Arkama dönmeden Berk'e somurtarak kızdım. "Berk neden arkadan bana dokunuyorsun zaten ortam yeterince korkunç değil mi? " dedim sinirli bir şekilde. Hepimiz zaten tetikteydik. Bu durumda beni her şey korkutabilirdi. Kafamı tam döndürmedim. Göz ucuyla arkamdaki Berk'e bakmaya çalıştım. Hemen doğruldu. Kendini dik duruma getirdi. Gözleri telaşlı bir şekilde kıpraştı.

 

"Efnan ne saçmalıyorsun ben sana dokunmadım bile. " dedi korku dolu gözlerle bana bakarak. Öyleyse kim dokunmuştu?

 

"Öyleyse siz mi dokundunuz? " dedim Kamer ve Doğa'yı işaret ederek. Daha fazla telaş sarmıştı zaten korkudan iki büklüm olan bedenimi. Onların dokunmuş olmasını dilerdim ki ikisinden de olumsuz bir yanıt aldım. Hayır anlamına gelecek şekilde başlarını sallamıştı ikiside. Korku fazlasıyla sarılmıştı bedenime. Gözlerimi karanlığa devirdim. Etrafı dikkatle seyrediyordum.

 

Hepimiz birbirine kenetlenmişti ki kopamıyordu. Berk arkamda tetikte iken Doğa Kamer'in arkasında yanında kimse var mı diye bakıyordu.

 

"Bu kadar korkmaya ne gerek var? " dedi Kamer'in arkasından Doğa. Kamer'in arkasında çıkınca gözlerini boşluğa yöneltti. Oranın boş olduğundan bile emin değildik. Başka bir taraftan ise korkutucu bir ses geldi. Bu ekibimizdeki kimsenin sesine benzemiyordu. Fazlasıyla kalın ve ürkütücü bir sesti. Gözlerimiz halâ Doğa'nın üstündeyken Doğa bizi hiç fark etmeden Kamer arkasına çığlık atarak saklandı. O da bizim gibi sesin geldiği yöne çevirdi gözlerini.

 

"Ben dokundum sana. " dedi tam dibimde duran teyze. Saçları kirli, üstü başı yırtıktı. Oldukça bakımsız olan saçları yere kadar uzanıyordu. Kar gibi beyaz olan saçları salık olduğu için korkutucu bir hava bırakıyordu herkese. Yüzü karanlıkta pek gözükemiyordu ancak gözleri siyahımsı bir renkti. Gözlerinin içinde beyazlık yok gibiydi. Bu da bizi oldukça korkutuyordu. Elleri havadaydı. Damarları netti. Yaşlılıktan buruşmuş elleri kan içindeydi. Hepimiz o teyzeye baktıktan sonra korkuyla geri çekildik. Ben, Berk Kamer ve Doğa art arda çığlıklar atarak geriye gidiyorduk.

 

Aralarından sıyrılmıştım ki teyzeye soru sordum. "Sizin burada ne işiniz var? Biz burayı terk edilmiş sanıyorduk. " dedim ürkek bir ses tonuyla. Bunu diyebildiğime bile şaşırmıştım. Cümlelerim ağzımdan tane tane çıksada teyzenin suratında bir gülümseme belirdi. Üstündeki beyaz elbisesi çamurla kirlenmişti ve o elbisenin içinde zap zayıf kalmıştı. Ölü gibiydi. Sahi ölü olabilirdi. Ve biz şuan bir ölüyle konuşuyor olabilirdik. Bu gerçekle daha fazla korktum.

 

"Ben burada yaşayan son kişiyim. Yıllar önce buraya bir okul servisi geldi. O servisten iki öğrenci benim evime girmiş, evimde ne var ne yok hepsini çalmışlar. " dedi bizi daha dikkatli süzerken. Bizden şüpheleniyor olamazdı. Nasıl bir belanın içine düşmüştük. "Ondan sonrada buraya daha hiç kimse gelmemiş. Şimdi ise siz geldiniz. Doğrusu sizden şüpheleniyorum. Doğruyu söyleyin siz mi çaldınız altınlarımı? " dedi bağırarak. Normal ses tonuyla konuşurken bile kalın çıkan sesi bağırmasıyla tüm köyü korkutmuştu. Korkudan geri adım attık. Karşımızda duran bu teyze yıllar önce çalınmış olan altınlarının bizde olduğunu söylüyordu. Korkuyorduk ve şimdi daha da korkmaya başlamıştık. Seri katille ilgili bir ipucu bulmak için geldiğimiz köyde hırsız damgası vurularak öldürülecek miydik? Bu hangi filmin senaryosu?

 

Bize adım adım yaklaşsa da ağzımızı açıp tek bir kelime edemedik. Dibimize kadar geldiğinde tek bir sıra hâlinde dizilmiş karşımızda duran teyzeye bakıyorduk. Ondan kurtulabilecekmişiz gibi geriye büküldük. Son duamı etsem iyi olurdu. Yemeğe ilk benden başlayacak çünkü en başta ben varım.

 

Teyze elini bize doğru uzattığında bende elimi uzatıp durdurdum. Durdurmasam beni yiyecek gibiydi. Korkudan yerimizde titrerken o sadece alayla gülüyordu. Alayla güldükçe ben onu yemek istiyordum ama o bir yaratık. O yüzden onu yersem bünyem zehirlenir.

 

"Teyzecim biz senin hiç bir şeyini çalmadık. " diyebildim korkuyla. Pek ikna olmuş gibi değildi. Bize karşı bükülmüş olan belini doğrulttu. Tek kaşını havaya kaldırdığında bizde kaldırdık.

 

"Size pek inanmadım. " dedi şüpheyle baktıktan sonra. "Öyleyse siz neden buradasınız? " dedi kaşlarını çatarak. Karanlıkta pek belli değildi. Ancak mimikleri fazlasıyla belliydi.

 

Teyze'nin bizden biraz olsun uzaklaştığını görmek bizi mutlu etmişti. Biraz olsun rahatlamıştık.

 

"Biz buraya bir seri katili aramaya geldik. " dedi Doğa Kamer'in arkasından. İki büklüm büzülmüş bir şekildeydi. Az önce korkulacak bir şey olmadığını söyleyen kız şimdi korkudan titriyordu neredeyse. Zar zor cümle kurabildi. Hepimizin demek istediğini bir çırpıda dile getirdi.

 

Teyze bize önce şüphe dolu bakışlarını tekrar attı. Üstümüzden hiç çekmeyecek gibiydi o şüpheli bakışlarını. Elini kadırıp çenesinde gezdirdi. Her hareketinde korku doluyordu bedenimiz. Çenesinde gezdirirken bir şeyi hatırlamaya çalışıyor gibiydi. Bakışlarını karanlık olan bir yöne çevirdi. Burada zaten her taraf karanlıktı. Bu yüzden tam olarak neye baktığını kestiremiyorduk. Ağaçlık dolu yere gözlerini gezdirdi. Onunla birlikte bizde oraya bakıyorduk.

 

"Burası" dedi eli ile karanlık olan yeri gösterirken. "Aradığınız kişiyi burada bulabilirsiniz. " dedi ısrarla orayı göstererek. Ona inanmaktan başka çaremiz yoktu. Kabul edip yola koyulmalıydık ki bu teyzenin de bizim peşimizden geleceğini duyduk. Benim dibimde bize yolu tarif ederek geliyordu. Kasım kasım kasıldıkça nefesimde daralıyordu. Yapacak başka çaremizin olmaması en büyük şanssızlığımız olabilirdi.

 

Yıkık bir kulübenin önünde durduğumuzda teyzeden bir ses yükseldi. "İşte burası." diyerek kulübeyi gösterdi. Ona güvenmemizi anlayamamıştım.

 

"İçeri girin siz. " dedi bize kulübeyi göstererek. Etrafı ağaçlar ile kaplı olan bu kulübe oldukça küçüktü ve içeride ışık açıktı. Etrafı tamamen kapalıydı. Bu ev araştırılmadan bulunabilecek bir yere benzemiyordu. Ormanın derinliklerinde olması ise bize daha çok korku salıyordu. İnşallah içeride kemikleri çürümüş olan cesetler yoktur.

 

Önde ben en arkamızda Doğa yola koyulduk. Kulübenin kapısını araladığımda o ürkütücü ses geldi. Gıcırdama sesi... Bu ses bile hepimizin istemeyerek kulübeye girdiğini gösteriyordu.

 

Ardından içeriye adımımı ilk ben attım. Ayağımı yere basar basmaz tahtalardan da bir gıcırdama sesi yükseldi. Fazlasıyla korkunç olan bu yeri bir de çıkan sesler korkutuyordu. Ben içeri girdikten sonra ardıma Berk, Kamer ve Doğa girdi. Eminimki dışarıda tek başlarına kalmak istemezdiler.

 

İçeride farklı bir kapı daha vardı. Küçük bir evdi ancak iki tane daha ayrı odası vardı. Bu ev daha önce birinin yaşadığı, hayatını verdiği bir ev olabilirdi. İçeride oldukça keskin bir koku vardı ve bu koku dehşet olabilecek kadar kötü kokuyordu.Bu koku odamda da vardı. Ceset kokusu... Biz içeri girer girmez girdiğimiz kapı ardına kapanmıştı. Çok basit bir şekilde tuzağa düşmüştük. Sertçe kapılan kapının ardından geriye bizi buraya hapseden teyzenin gülümsemesi duyuldu. Büyük bir kahkaha patlatmıştı ve bu kahkahası koca köye hızla yayılmıştı. Şimdi ise çok çabuk güvenmenin cezasını çekiyorduk. Issız bir köyde binlerce haykırmamız işe bile yaramazdı. Burada sesimizi duyan sadece o yaşlı teyze olabilirdi. O da zaten bizi buraya hapsetti. "Çok çabuk düştük oyuna. " dedim mırıldanarak.

 

Güm diye kapı çarpılma sesi duyuldu. Kapıyı ardımıza hızla kapattığı için sesi şiddetli çıkmıştı. Sesin şiddetinde sadece bağırdık. Bizi buraya hapsetmemesi için. Doğa tahtadan neredeyse dökülebilecek kadar eski olan kapıyı yumruklamaya başladı. Ardından da bağırıyordu. Bu işe yaramazdı ama belki biraz daha yumruklarsa kapı kırılabilirdi.

 

"Bizi buraya hapsetme. " diyerek yalvarıyordu âdeta. Aynı şekilde bizde öfkemizi aktardık. Daha fazlasını diyemiyorduk çünkü biz de şuan esirdik ve bize istediğini yapabilirdi. Bu bağırışlar ile yetinirken Berk korkudan bayılacak gibiydi. Elleri korkudan buz kesilmişti. Kenar bir köşeye kıvrıldı. İçinden buradan kurtulmak için dua ettiğini biliyordum. Işıklarla aydınlatılan bu evde bir çok eşya da vardı. Sanki terk edilmiş bir ev değil gibiydi. Özellikle ışıkları daha yeniymiş gibi gelmişti gözüme. Evi aydınlatmaya yeten bu ışıklar eski gibi değildi. Aklıma gelen her detay daha fazla korkmama neden oluyordu.

 

Berk kocaman bir duvar saatinin olduğu yere oturdu. Koltuktan çok yere oturmayı tercih etmiş gibiydi. Oturduğunda onu içine alan bir hayalet olabilir düşüncesiyle yere oturdu. Kafasının üstündeki saatin tik tak tik tak sesleri onun huzurunu bozuyordu. Buradan kurtulmak için kurduğu senaryoları bu sesler bozuyordu.

 

Hepimiz ayrı yerlere dağıldık çaresizce. Şimdi ne yapacağımızdan habersizdik. Seri katili bulmak için geldiğimiz bu köyde tutsak edilmiştik. Hem de tuzağa düşerek.

 

Doğrusu hiç birimiz buradaki eşyalara dokunma konusunda emin değildik. Ben de Berk'den ayrı bir köşede yere oturdum. Kara kara düşünmek bize çare vermeyecekti ancak şuanki durumda yapacak başka bir işimizin olmadığı da kesindi. Kamer de hepimizden ayrı bir yere oturdu. Televizyonun altına oturmuştu. Duvarda asılı duran televizyon lüks bir markaya aitti ve bu marka şuan küçük bir kulübede duruyordu. Belkide en tehlikeli yer Kamer'in olduğu yerdi. Bir anda televizyonda bir şey belirirse altımıza bırakma olasılığımız vardı. Şuan Berk o duruma gelmeye en müsait olan kişiydi.

 

Doğa ayakta geziniyordu. Sanki bir çıkış yolu bulabilecekmiş gibi kapıları süzüyor, pencerelerin genişliğini hesaplıyordu. Etrafta bir bilginmiş gibi dolaşması bizi güldürse de o bir çıkış yolu bulacağına emin gibiydi. Pencerenin genişliğini hesapladıktan sonra oda da ki diğer kapılara yöneldi. Elini ilk attığı kapıyı açmıştı. Doğrusu kilitli olacağını düşünmüştüm. Kapıyı açtığında gördüğüne şaşırmış gibi bize baktı. Hemen eliyle bize işaret etti.

 

"Çabuk gelin bunu görmelisiniz. " dedi şaşkın bir şekilde. Neye bu kadar şaşırdığını merak ederken biz de kendimizi orada bulduk. Kapının ardında sandalyede eli kolu bağlı olan Uraz'ı görmeyi ummuyorduk. Ağzını da bantla kapatmışlardı ancak onu zaten kimse bulamazdı burada. Uyanıktı ve gözlerini bize çevirdi. Acınası baktığımı görünce öfkelendi. Ona kimsenin acınası gözle bakmasını isteyecek değildi. Bu konuda bana çok benziyordu.

 

"Gerçekten salaksın. İlk sen mi yakalandın? " dedim sırıtarak. Onu daha fazla öfkelendirdiğimin farkındaydım. Bu da benim hoşuma gidiyordu. Sinirlenince yüzü kızarıyordu ve çenesindeki kas yerinden oynuyordu. Ona daha fazla acınası gözle bakmamamı işaret etti. Sinirden kendini yemesi için daha fazla sinirlendirdim.

 

Berk arkamdan çıkıp Uraz'ın yanına gitti. Hastanede yaşattığı kaosa rağmen kurtulması için yardım ediyordu. Önce ellerini arkadan çözmüştü. Bayağı kızarmış olan elleri sinirden mi anlayamamıştım. Ellerini çözdükten sonra gerisini Uraz'a bıraktı.

 

Uraz önce ağzındaki bandı çıkarttı. Sonra ayağındaki halatları söküp attı. Öfkeyle sandalyeden kalktığında sandalyeyi öfkeyle yere attı. Bu siniri bir tek bana olamazdı. Sandalye yere düştükten sonra öfkesini kan kusmaya başladı.

 

"Beni buraya kim hapis ettiyse onu pişman edeceğim. " dedi bir çırpıda. Devamını söylemek için yeltendiğinde Berk hızla durdurdu. Korku dolu bakışları her zaman aynıydı.

 

"Sus" dedi parmağını ağzına kapatarak. "Öyle deme çarpılırsın. "

 

"Hadi ama korkaklık yapmaya gerek yok. " dedi Uraz çıkışarak. Ne vardı yani birazda cesaretlik göstermese? Zaten onun başına hep fazla cesaretinden dolayı bir şeyler geliyordu. O an bizden ayrılmasaydı daha geç buraya hapsolmuş olacaktı.

 

"Sizi bulursam çok pis şeyler olacak. " dedi parmağını boş yere doğru sallarken. Şuan tehditten başka bir söz bulamıyordu veya buradan nasıl çıkacağımızı düşünmüyordu. İleri geri adımlar atarak öfkesini eşyalardan çıkartıyordu. Bizim oturmak için korktuğumuz koltuğu tekmelemeye doyamamıştı. Eline aldığı herhangi bir vazoyu hızla yere çarptı. Hıncını halâ alamıyordu ve bu da onu deli ediyordu. "Eşyalara zarar vererek bir yola ulaşamazsın. " dedim karşısında dikilerek. "Sen eşyalara zarar vermeyi çok iyi yapan birisin o yüzden sus deli kız. " dedi beni tersleyerek. Sürekli o anlarımızı hatırlatması ancak tek bir kelime etmemesi beni sinir ediyordu. Ona ilk fırsatta soracaktım bunu. Neden böyle yapıyor ögrenmek istiyorum.

 

Sesimi çıkarmadım. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Öylece izledim eşyaları yere fırlatan Uraz'ı. Haklıydı. Ben eşyalara zarar vermeyi en iyi bilen kişiydim.

 

Uraz öfkeyle giriş kapısına yöneldi. Hepimiz şaşkın bir şekilde ona bakıyorduk. Ne yapacağını gerçekten merak ediyorduk.

 

Bize geri çekilmemizi işaret etti. Kapıyı kırmak için ayağını kaldırdı. Bir dokunuşla tuzla buz olabilecek olan o kapıyı ayak ile kırmayı o istemişti. Hepimiz geriye çekildik. Ayağını uzatır uzatmaz hızla kapıya yöneltti. Hızla kapı açılmasaydı kapıya kırabilecekti. Uraz'ın tekmesi kapıyı hızla açan teyzenin yüzünde belirdi. Neye uğradığını anlayamayan teyze kendini yerde buldu.

 

"Uraz naptın? " derken gülmemek için zor duruyordum. Diğerlerinden kopup Uraz'ın yanına vardım. Şaşkın bir şekilde bayılttığı kadına bakarken gördüm onu. O da henüz ne yaptığını kavrayamamıştı. "Ne yaptım ben? " dedi mırıldanarak. Tekmesi çoktan yere inmişti ve şoku da kısa sürmüştü.

 

Ben daha ne olduğunu anlamadan elimi sıkıca tutup koşmaya başladı. Arkamızda kalan Doğa, Berk ve Kamer'e de seslenmeyi unutmadı. "Buradan gitmeliyiz. " dedi hızlıca. Kimsenin ne diyeceği umrunda değildi. Kimseyi dinleyecek gibi de değildi. Teklif sunmamıştı. Emretmişti. Bu sefer o bir komutan edasıyla hareket ediyordu. Komutan edasıyla...

 

Beni arabanın oraya kadar çekiştirmişti. Zaten olduğumuz yerden uzakta değildi. Arkamızda koşturan Doğa, Kamer ve Berk'in ayak seslerini duyabiliyorduk. Berk yine kendi arasında konuşuyordu. Yanındaki ruhani varlıklarla çoktan iletişime geçmişti.

 

"Bakın benim helvaya alerjim var. O yüzden ben ölürsem diğerlerine söyleyin alerjim olan yiyeceği yemesinler. Onun yerine dondurma yesinler olur mu? " dedi yanındaki ruhani varlıklara. "Ama anlaşabiliriz diye düşünüyorum. Size karşılığında ne vereyim? " dedi ısrarla. Hem koşuyor hem de söyleniyordu. Yanındaki Kamer ve Doğa'nın yüzü gerçekten iç çektiklerini gösteriyordu.

 

Arabanın oraya vardığımızda hızla doluştuk. Kim nereye oturdu belli değildi. Şoförün yine Berk olması şansımızdı. Bu huysuz adam arabayı sürse gaza basa basa bizi uçuruma götürürdü.

 

Ben Berk'in yanına, Uraz arkamdaki koltuğa, Kamer ve Doğa ise aynı yerlerine oturdular. Aslına bakarsanız herkes yine nasıl geldiysek öyle oturmuşlardı. Sıralarını ezberlemiş gibiydiler.

 

Arabayı hızla Berk sürdü. Kimin tuzağına yakalanıp buraya geldiysek gerçekten büyük bir zaman kaybı yaşatmıştı bize. Ben bu mesajı komiser büroluğundan almıştım. Hatırlamaya çalıştıkça bir şeyler ucundan geliyordu. Gerçekten garip giden bir şeyler vardı. Bizimle oyun oynanılıyordu resmen.

 

Önce Mevsim'in zehirlenmesi. Sonra bu yaşlı teyzenin her şeyi çalınması ve bize suç atılması, seri katilin adamlarının dibimize kadar girmesi... En sonunda ise komiser büroluğunda oluşan bu gerilim. Fazlasıyla gizemli olaylar oluyordu.

 

"Anlatsam bana inanmazsınız." dedi Berk başını bize çevirerek. "Anlatma o zaman. "

 

Ses Uraz'dan gelmişti. Kendini bilmez tavrını her seferinde bize de tattırıyordu. "O zaman anlatıyorum. " ilk önce soluklandı Berk. "Ben koşarken ruhani varlıklar ile konuştum."

 

Hepimiz ellerimizi alnımıza dayadık. Düşünüyorduk acaba Berk'i buraya getirmek pişmanlıkmıydı diye? Ruhani varlıklar ile konuştuğunu söylüyordu ancak sadece o konuşmuştu. Hiç bir karşılık alamadan konuşsa da onlarında kendisi ile konuştuğunu idda ediyordu. Ona inandırmak mümkün değildi. Sadece başımızın etini yememesi için dediğini kabul edebilirdik.

 

Şaşırmış gibi yaptım yapmacık bir şekilde. "Aaa gerçekten mi?" diyerek dalga geçtim ama o beni gayet ciddiye almıştı.

 

"Evet gerçekten. " dedi gözlerini büyülttükten sonra. "Hatta onlarla anlaştık. Bizi sevmişler. " Buna inanmam mümkün değildi.

 

"Berk lütfen önüne dönüp arabayı hızla eve sürer misin?" dedi Doğa somurtarak. Şuanda gerçekten hepimizin yapmak istediğini yapmıştı. Sonuç olarak Berk üzülse de doğruyu söylemek günah değildi.

 

Bu somurtkan kız bazen işe yarıyordu. Arkada koltuğuna yaslanmış bir şekilde bize bakıyordu. Sonrasında ise telefonundan bir müzik açtı. Kendini ritme bıraktı ve sıkıcı dünyadan bir süreliğine ayrıldı. Müziğe kendini oldukça kaptırdı. Ritmi kafasını sallayarak yakalıyordu. Ellerini de ritme uydurmak için hafif hafif çırpıyordu.

 

Eve varmadan önce Berk arabayı hastaneye doğru sürdü. İlk önce hastaneye uğramamızın gerektiğini dile getirdi. "Arabayı hastaneye sürüyorum. " dedi düz bir şekilde. Sonrasında biraz daha gaza bastı. Saat 00.00 olmasına rağmen hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi. Bir şey diyemedik ve ona ayak uydurduk.

 

Araba Berk'in sürmesiyle 20 dakikada orada oldu. Hastaneye geldiğimizde Berk hepimizden daha önce çıktı arabadan. En son tahmin edeceğimiz üzere Doğa çıkmıştı. Kendimizi Mevsim'in yattığı odada bulmuştuk. Kapısına vardığımızda iki kere tıklattık. İçeriye girdik ve kapıyı üstümüze kapattık. Az önce yaşadığımız olayları ona çaktırmamak oldukça zordu.

 

Berk kendini direk Mevsim'in yattığı yerin yanındaki mavi tekli koltukta buldu. Hızla orayı kapmıştı. Bizde yanlarda duran kırmızı koltuğa oturduk. Rahattı. Yumuşaktı.

 

Mevsim uyanıktı. Bize sevimli gözlerle baktı. İçi sevecen dolu olan bu kız bakışlarını oldukça sevimli tutmaya devam ediyordu. Hepimiz geçmiş olsun dileyerek çıksak yeterdi. Bugün fazlasıyla yorulmuştuk ve eve gidip yatmak istiyordum. Mevsim'e bir kez daha sevecen bir gözle baktım. Yüzü hep gülen bu kız herkese neşe saçıyordu. Doğa gibi somurtkan olmaması onu daha fazla sevmeme neden oluyordu.

 

"Geçmiş olsun. " dedim Mevsim'e doğru bakarak. Başını sevecen bir şekilde salladı. "Teşekkür ederim. " dedi gülümseyerek. Benim gibi hepsi bir anda konuştu.

 

"Geçmiş olsun Mevsim. " dediler. İçlerinden sadece Doğa samimi değildi. Kendisi hep somurtmaya meyilli gibiydi. Hiç güldüğünü görmediğim bu kızın samimi olduğunu da görmedim.

 

Hepimiz geçmiş olsun dileklerimizi sunduktan sonra kalkma kararı almıştık. Bunu ben istemiştim. Hem kendim için hem de Berk'in Mevsim ile rahat konuşabilmesi için. Berk Mevsim ile baş başa kalmak istiyor gibiydi. Bakışlarından anlayabiliyordum.

 

Biz hep beraber kalkıp çıktık odadan. Arabayı Uraz kullanacak olsada şuanlık buna katlanabilirdim.

 

∘₊✧──────✧₊∘

 

Mevsim

 

Diğerleri odadan çıkınca Berk ile odada yalnız kaldık. Ben ona, o bana gülümsüyordu. Böyle karşılıklı gülümsemek işe yaramıyordu. Berk stresten terlemiş olan avuçlarını cebinden çıkardığı mendille sildi.

 

Alnını da silmeyi unutmadı. Çok çabuk strese giriyordu ve stres onu tam anlamıyla bitiriyordu. Eli ayağına karışıyor, dili dolanıyordu. Tabi bunların arasında avuçlarının içi ve alnının terlemesi de var. Bana baktıkça yutkundu. Nefesimin daraldığını tam anlamıyla hissediyordum. Karşımda duran bu adam yakışıklılığı ile beni büyülüyordu. Hasta halimle bile kalbimi ölesiye çarptırıyordu.

 

Patlayacakmış gibi atan kalbim gayet iyi duyuluyordu. Onu durdurmak pek mümkün değildi. Sabretmeliydim. Belki alışabilirdim bu duruma. Belki...

 

"Geçmiş olsun. " diyebildi. Bir anda tüm nefesini verdi. Kastığı bedeni yavaşça eski haline döndü. Bu hâlleri hep hoşuma gitmişti. Diğer erkeklere göre utangaç olması beni etkileyen en güzel yönüydü. Kimisine göre beğenilmeyen bu yönü benim hayran olduğum yöndü.

 

Durumuna karşılık gülebildim sadece. Dudaklarımın kenarında ufak bir tebessüm yer aldı. Sonrasında ise sessiz bir kıkıradama. "Teşekkür ederim. " dedim içtenlikle. Ona bakmaya doyamadığım için gözlerimi başka yöne çevirmedim. Sevmekten de çekinmedim onu. Sadece bana babam gibi olursa düşüncesi korku veriyordu. Bu düşünce gülümsememi engelliyordu. Ona baktıkça hayat bulurken beni terk eden babam geliyor aklıma. Yine bozuluyor tüm masal.

 

Avuçlarının içi tekrar terlemeye başlayınca nefes alışları da hızlandı. Demek istediğini açıkça anlatamıyordu. Alnından koca bir ter aktı fakat hâla söyleyemedi. Ellerini birbirine kenetledi. Sonra gözlerimin içine baktı.

 

Ne gözlerimin içine mi baktı? Nasıl yani gözümde güneş gözlüğüm yok mu? Kafamı hemen başka yöne çevirdim. "Yeşil gözlüsün biliyordum bunu. " dediğini duyduğumda saklamanın anlamı olmadığını düşündüm. Ona sadece gülümseyerek yanıt verebildim. Kafamı ona doğru çevirdim. Ben de onun gözlerine baktım. İkimiz öyleyece gözlerimize baktık bir süre. 1 ay boyunca böyle bir manzaram olsun isteyebilirdim ve bu manzarayı hiç bıkmadan izleyebilirdim. Oldukça bağlandığım bu adam beni kendine aşık etmek için çabalamıyordu. İşte ben bu yönüne aşıktım.

 

Ellerini ellerime geçirdi. Rahatsız olup olamayacağımı gözlerimin içine bakarak dile getirdi. Yakışıklı olduğu kadar anlayışlıydı da. Başımı sorun olmaz dercesine salladım. Hemen ardından soğuk ellerini sıcak ellerim arasında hissettim. Serinlik gelmişti ve o bana bu duyguyu uzun zaman sonra ilk kez hissettirmişti. Gözlerime dikkatle bakarken boncuk gibi ter atmaya devam ediyordu.

 

"Sana bir şey söylemem lazım."diyerek sanki üstünden koca bir yük kalkmış gibi rahatladı.

 

"Söyle." dedim yüzüne tebessüm ederek.

 

"O sevdiğin wattpad erkekleri gibi olamayabilirim." dedi hüzünlü bir şekilde.

 

"Sen wattpad erkeklerini nereden biliyorsun? " dedim. Gülüyordum ama şaşırmıştım. O da benim gibi wattpad kitap hayranı mıydı? Bu ona bağlanmam için yine bir sebepti.

 

İlk önce sustu. Sonra gülümsedi ve kafasını yana yatırarak sevimli bir kedicik gibi davrandı.

 

"Sevdiğim kız neyi izlerse onu izler, neyi okursa onu okurum. Hatta senin şu çok sevdiğin bir kitap vardı ya ben onu çoktan bitirdim. " dedi sırıtarak.

 

Sadece şaşkındım. Tek bir kelime edememiştim.

 

"Uraz gibi yakışıklı ve çekici biri de değilim ama... " sustu. Söyleyip söylememekte tereddütteydi.

 

"Ama seni seviyorum Mevsim."

 

"Beni seviyor musun? "

 

"Evet Mevsim seni seviyorum. İnanmazsın ama senin wattpad erkeklerini sevdiğinden daha çok seviyorum. " dedi ve rahatladı. Üstünden büyük bir yük kalkmış gibiydi.

 

"Ben de seni_ " diyordumki sözümü kesti. Heyecandan ne yapacağını şaşırmış gibiydi.

 

"Ben senden bir şey rica edeceğim. " dedi utanarak.

 

"Et bakalım. " dedim heyecanına karşılık gülerek.

 

"Benimle-B-Benimle sevgili olur musun? " dedi kekeleyerek. Sonunda günün bombasını patlatmıştı. Artık bunun üzerine ne dese nafileydi.

 

"Olurum." dedim heyecanla. "Sen tilki ben gün doğumu olurum. " dediğimde yüzünde oluşan şaşkınlık koca bir kahkaha patlatmama neden oldu.

 

"Hadi ya anlamışmıydın? " suratı bir anda düştü.

 

"Tabi ki anladım. "

 

"Yinede iyi ilerledim. " dedi masum bir şekilde.

 

"Evet iyi ilerledin." dedim ve ellerini daha sıkı tuttum. Bu elleri hiç bırakmak istemiyordum.

 

Şuan karşımda olgun bir adam durmuyordu sanki. Birnevi çocuktu o. Neşesi ile çocukları andırıyordu. Bu zamana kadar hep olgun erkeklerden hoşlanmıştım. Şimdi ise Berk gibi neşeli birinden. İlk defa gülmeyi bilen, hislerini içinde saklamayan bir erkek görmüştüm. Bu zamana kadar karşılaştığım tüm erkeler hislerini açığa vuramıyordu. Hep kadından bekliyordu ilk hareketi. Bunu ise cesurluk olarak görüyorlardı. Asıl cesurluk ise hislerini karşısına geçip söylemektir diye düşünüyorum. Bu adam gerçekten bana farklı gelmişti. Zaten birazcık neşeli olan dünyam onun sayesinde daha da neşeli oluyordu.

 

Tek sıkıntı 1 ay sonrası... O zaman geldiğinde ona yaşatacağım üzüntü acınılmaz olacaktı. Kendini yiyip duracaktı. Habersiz olması bana daha mantıklı geliyordu. Böylelikle bu durumla yaşayıp hayatını mahvetmiyecekti.

 

"Tüm storylerimi beğenmişsin." dedi Berk bana göz ucuyla bakarken. Bunu anlaması hoşuma gitmişti.

 

"Evet öyle bir şey oldu. Elim kaymış. " dedim geçiştirerek.

 

İyice yanıma sokuldu. Son raddesine kadar. Bir şey dememi bekliyordu. Kendini durdurmamak için. Hasta yatağımda öylece Berk'e bakarken 'öp beni ' dedim ve kendimi onun ellerine bıraktım. Gözleri gözümden ayrılıp dudaklarıma yöneldi. Nefesini ise dibimde oldukça hissediyordum. Öpmek için yeltendiğinde odaya hızla biri girdi. Sırası mıydı şimdi?

 

Sesinden de anlaşılacak olmak üzere bu kişi Efnandı. Neden bizi rahat bırakmıyordu?

 

"Tüh yanlış zamanda gelmişim." dedi sırıtarak. Beni yatakta yatarken Berk'i de iyice bana sokulmuş dudaklarıma yakın bulmayı ummuyordu. Bunu kim umardıki. Bizimki hızlı bir aşktı. Odadan gülerek çıktığında yarım kalan işimizi bozduğu için arkasından yağdırdım. Berk'in de bana güldüğünü görebiliyordum.

 

"Tabi ki yanlış bir zamanda geldin. " diyerek bağırdım arkasından. Her ne kadar bağırsamda ona sesimi duyuramazdım. Çok hızlı gerçekleşen bu anımızı unutmak istemiyordum. Zihnimin bir yerlerine kazımak üzere tuttum orada.

 

 

 

 

Loading...
0%