Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Yeni kararlar ve başlangıçlar

@beyzaodabas

"Bazı kararlar bizi ölüme kadar sürükleyebilecekken bazıları ise çıkış kapısı olarak önünde belirir. Bu kapıyı seçmek sana kalır. "

 

ˏˋ°•*⁀➷

 

Doğa

 

1 Ay sonra

 

Islak saçlarıma ağır ağır vuran rüzgarın esintisi tenimde farklı bir izlenim bırakıyordu. Girdiği duştan sonra daha rahattım. Her şeyin üst üste olması ile kaosa yeterince doymuştuk. 1 ay geçmişti ve ev yeteri kadar ferahlamamıştı. Üstelik bu hastalıklı kız soluğunu yine hastanede bulmuştu. Anlamıyordum. Biz hiç hastaneden eve temelli gelmiyecek miydik? Sürekli birine bir şey alıyor ve kendimizi yine hastanede buluyorduk. Ne hikmetse bize hep aynı doktor çıkıyordu. Doktor artık bizi tanıyordu. Hastaneye gittiğimizde "Yine hoşgeldiniz Berk Bey. Mevsim'e bu sefer ne oldu? " diyordu. O her böyle dediğinde gülmemek için zor duruyordum. Kadın bile artık bunalmıştı. Seri katili aramaya mı geldik? Hastanede kalmaya mı bilemedim.

 

 

 

Yaklaşık 1 hafta önce Mevsim yine hastaneye yatırılmıştı. Bu kızın kalbi ikide bir durup, canlanıyordu. Bizimle oyun mu oynuyordu ben bile anlayamıyordum. Ama doktorun söylediğine bu seferki çok önemli bir teşhismiş. Bizim bu hastalıklı kız tanısı konulmamış hastalığa kapılmış.

 

 

 

Hele Berk onun için öyle bir durumları konu aldıki bu karanlıktan korkan erkeğin sevdiği kız için yaptıkları gözümü yeşertmişti. Biraz abarttım.

 

 

 

Aytekin Mevsim'i hâlâ görememişti çünkü Mevsim'in evde olduğu günler Aytekin yoktu. Hepsi ayrı bir cinsti. Umarım seri katili bulmamız uzun sürmezdi.

 

 

 

Efnan olduğu yerde telefonuna bakarken ani gelen bir bildirimle yerinden fırladı. Ekip olarak hiç bir zaman bir arada olamıyorduk. Efnan alçılarını 2 gün önce çıkartmıştı. Buna rağmen sanki 1 aydır bacağı kırık değilmiş gibi hareketliydi. Bazen ona imreniyordum.

 

 

 

Çok hareketli, güçlü, özgüvenli, güzel ve daha nicesi... Bu kız tam anlamıyla güzellik kraliçesiydi. Ah hadi ama bu masallardaki uyduruk isimlere benzedi. Şu daha uygun olur:O tam anlamıyla cennetten fırlamış bir melek. Bu onun için kötü bir benzetmeydi çünkü onun meleğe benzeyecek kadar iyi biri olduğunu düşünmüyordum.

 

 

 

Odadaki o ölü adamın başında beklemesi beni ona karşı temkinli yapmıştı. Hatta olaydan sonra o farketmeden de olsa yanımda iken çakı bulunduruyordum. Fakat fazlasıyla yalnız kalmıştık. Beni öldürmek isteseydi şimdiye öldürmüş olurdu. Belkide sadece benim kurduğum değişik senaryolardan biriydi.

 

 

 

Kapı aralandığında kanepeden hızla kalktım. Yanda duran sehbadan kaptığım vazoyla giriş kapısının arkasında bekledim. Kapı baya zorlandığına göre bu kişinin anahtarı yoktu. Demekki bizden biri değildi. Temkinle beklediğim esnada kapı açıldı ve içeriye konuşarak biri giriyordu. "Bu anahtarlar pembe ve sadece olsa daha soft olmaz mı? " Tam vazoyu o yöne doğru uzatmıştımki bir anda bana baktı.

 

 

 

"Aytekin" diye sinirle homurdandım. Yüreğime iniyordu. Ben ona kızgın bakarken o bana kırgın bir şekilde bakarak, "Aa Doğa Hanım siz bana vazoyla vurup öldürme planı mı yapıyordunuz? " dedi. İşaret parmağımla kendimi gösterirken vazoyu arkada koyacak yer aradım.

 

 

 

"Ben mi? " diye sorduğumda onaylar bir şekilde başını salladı. "Ben sizi hırsız sandım. "

 

 

 

Aytekin somurtarak kollarını küçük bir çocukmuş gibi büzdü. "Benim hırsıza benzer bir yönüm mü var? " diyerek mızlayınca ufak bir off çektim. Bu adam normal değildi. Ne vardı diğerleri gibi ağır başlı olsa. Pembe renklerden hoşlanıp, çocuk gibi mızlaması herkese iç çektiriyordu.

 

 

 

Mızlaması sona erince yeşil kanepeye oturdu. En azından diğerleri gibi koltuğa yayılmıyordu. Bir kez daha kapı açılınca içeriye Göktay girdi. Bunların beraber içeri girme gibi bir planı yokmuydu? Hepsi sonradan geliyordu. Göktay içeri girdiğinde karşılaştığı somurtkan tavrımı görmezden geldi.

 

 

 

Büyük ihtimalle her zamanki hali diyerek geçiştirmişti. Maalesef haklıydı. Hep somurtkan biri olmuştum. O da Aytekin'in yanına oturunca başlarında dikilip kollarımı birbirine bağladım. "Siz ne zaman temelli gitmeyi düşünüyorsunuz? " diyerek iç çektiğimde Aytekin bana baktı ama Göktay bakmadı.

 

 

 

Temelli kısmına galiba çok vurgu yapmıştım. Aytekin sus pus olurken Göktay pek takmamıştı. Takmadığını "Mümkünse burada kalmaya çalışıyoruz. " diyerek bana gösterdi. Bunu derken bana bakmaması bile beni çıldırtıyordu. Yanına varıp ayağımı bacağına sertçe vurdum.

 

 

 

Hadi ama acıması gerekiyordu. Kımıldamadı bile. Koltukta oturmuş, gözlerinin üstünden bana bakıyordu. Kahverengi gözleri bazen bir taşı yarabilecek kadar keskin bazende kırık bir camı bir araya getirecek kadar yumuşaktı. Anlayamadığım şey neden burada kalmaya devam ediyorlardı.

 

 

 

Efnan'ın bacağı kırıkken burada olmaları normaldi. Uraz yokken onlar Efnan'a yardım ediyordu. Ama şimdi işler normale dönmüştü. Artık gitmeliydiler. Onları istemediğimi çok belli ediyordum.

 

 

 

Keskin bakışlarını görünce bende ona daha sert bakmaya çalıştım. Ancak benim bakışlarım onu korkutmaya yetmiyordu. Hep galip gelmesi onu fazlasıyla mutlu ediyordu. Umarım bir gün kaybederdi ve kazanan ben olurdum. Umarım...

 

 

 

"Artık pes et. " dediğini duydum. Onu zorluyor muydum? O pes edebilirdi. İkimizde birbirimizle bakışmaya devam edersek kaybedeceğimiz sadece oyun değil, aklımızda olurdu. Delice bakışları yoldan saptırmaya meyilli duruyordu ama ben öyle kolay kaybetmezdim.

 

 

 

"Sen pes et. " dedim bende ona karşılık. Neden ilk adımı o atmıyordu. Pes edecekti ve benim kazandığımı kabullenecekti. Aytekin ikimiz arasındaki yakınlığı sevmiş gibi gülümseyince geri çekildim. Bu benim kaybetmeme neden olmuştu. Aytekin rüyalarına kabus olarak girmem yakın.

 

 

 

Göktay'ın dudağının kenarı muzip bir şekilde kenara kıvrılmıştı. Ben de oflayarak karşılarındaki tekli koltuğa oturdum. Şimdi 40 yıl Göktay'ın ağzından düşmeyecektim. Kapı tekrar açılınca bir küfür savurdum. Hepsi bir anda bana bakınca Göktay parmağını sallayarak küçük bir çocuğu uyarıyormuş gibi uyardı. "Hmm sakın bir daha öyle kelimeler kullanma. "

 

 

 

Ahh Aman Allahım beni çıldırtıyor, beni deli ediyor. İçeriye Uraz, Efnan, Berk, Mevsim ve Kamer girince rahatladım. Hepsi tam takım burada olduğuna göre rahat bir nefes alarak ölebilirdim. "Başka kimse gelmiyor değil mi? " derken oldukça ciddiydim.

 

 

 

Her an bir kişi daha kapıyı açıp girecek olursa gelen o kişiyi gırtlaklamak zorunda kalırdım. Efnan yanıma gelerek sorumu yanıtladı. Aytekin ayağa kalkmıştı ancak Göktay oturmaya devam ediyordu. "Saygısız herif. " diye mırıldandım. Bunu nasıl duydu bilmiyordum ama bakışları beni bulup dudaklarını oynattığında aynı şeyi benim için dediğini biliyordum. Fazla umursamazdı.

 

 

 

Bu yönden Uraz'a benziyordu. Aslında ben onları fazlasıyla birbirlerine benzetiyordum. Acaba ikiz falandılar da bize mi söylemiyordular? Doğrusu çok merak ediyordum. Efnan Aytekin ile arama gelince gülümseyerek bana baktı. Lanet olsun ben onun kadar neşeli değildim.

 

 

 

Aytekin Mevsim'e bakarak iç çektiğinde ben hafif sırıttım. Umarım yine bir tartışma çıkmazdı. Olay Kamer'e olurdu. "Çok güzel kız değil mi? " diyen Aytekin'i Efnan omzuyla dürttü. İşaret parmağını dudaklarına bastırıp "Sessiz ol. O Berk ile beraber. " dedi.

 

 

 

Efnan her seferinde kendi çapında kavgayı engellemeye çalışırdı ama olacağı varsa olurdu. Şimdi öyle bir durumdamıyız diye düşündüm. Hayır kavga çıkmazdı bence.

 

 

 

Aytekin huysuzca mızlayınca bu seferde bana bakmaya başladı. "Aslında o kız da güzel. " diyerek beni gösterdiğinde herkesin bakışları beni buldu. Ahh Aman Allahım sen Aytekin'e sığınacak bir yer ver yoksa ben onu gece en tatlı rüyasında gırtlaklayacağım.

 

 

 

Kamer hemen araya atıldı. "O benim. " diyerek Aytekin'e öldürücü bakışlarını yolladı. Ben ne ara sahiplenilmiştim. "Ben kimsenin değilim. " diyerek yüksek sesle konuşunca hemen ardıma Göktay söze girdi. "Ve o kimsenin değil. "

 

 

 

Ona ne oluyordu? Herkes ayrı bir kafadaydı. Kimi benim sahibim olduğunu söyler, kimisi beni güzel bulduğunu, kimisi beni savunur. Sonuncusu en şaşırdığım noktaydı. Göktay beni kolay kolay savunmazdı. Yanına gidip bunu sormalıydım.

 

 

 

Yanına gittiğimde oturmaya devam ediyor, beni takmıyordu. "Benden ne isteyeceksin? " diye sorduğumda yüzünde keyifli bir gülümseme belirdi. İstediği şeyi yapmak zorunda değildim. "Senden bir şey istemiyorum. " diyerek tek gözünü kırptı.

 

 

 

"Yalan söyleme. " dedim sertçe. "Ne istiyorsan söyle. Beni karşılıksız savunmayacağını biliyoruz. " diyince Göktay'ın yüzünde kırılmış gibi bir ifade belirdi. "Kalbimi kırıyorsun. Ben karşılıksız bir şey yapmayacak kadar kötü biri miyim? "

 

 

 

"Uzatma da söyle işte. "

 

 

 

"Bir şey istemiyorum. "

 

 

 

"O zaman neden savundun? "

 

 

 

"Ağlama diye"

 

 

 

Gülmeye başlayınca sinirlerim bozuldu. "Anlamadım." dedim sinirden onu parçalayacakmış gibi bakarak. Kahverengi gözlerini üstüme dikti ve gözlerimde bir şey arıyormuş gibi bakındı. Neyseki diğerleri konuşacak başka bir konu bulmuştu ve herkes bize bakmayı kesmişti. Bir kişi hariç. Kamer öldürecek miş gibi baktıkça ürperiyordum. Kaosu seviyordum ama bazende sevmemek gerekiyordu.

 

 

 

Kamer'in benden hoşlandığını biliyordum. Göktay ile olan yakınlığımız onun sinirini bozuyordu. Ben Kamer'i her ne kadar görmezden gelsem de o durmayacak ve şans vermemi bekleyecek gibiydi. Onun bu hâlleri beni korkutuyordu.

 

 

 

Umarım saldırmadan önce bir bildirge yayınlardı. Aksi takdirde Göktay'dan dayak yiyip yere düştüğünde ben kaldırmayacaktım. Bir erkeğin en talihsiz anı sevdiği kızın yanında dayak yemek olabilirdi. Bu duyguyu kız olan taraf olduğum için hiç tatmamıştım ama tadanları anlayabiliyordum.

 

 

 

"Neyini anlayamıyorsun? Her şeyde bebek gibi ağlıyorsun. " diyince bu onu rahatsız ediyormuş gibi bana şikayet etti. Beni kendime şikayet adama şaşkınca baktım. Sonra yumruğu karnına geçirip oradan kalktım. Bana bebek demek istemişti yani.

 

 

 

Ağladığım gerçekti ama bu bir olaydan değildi. Her fırsatta kendini gösteren, amansız yere çıkan sinir krizlerim ağlamama neden oluyordu. "Yeter" dedim bir kez daha vurarak. "Git artık baş belası. "

 

 

 

"Bunu sevdim. " diyince gözlerimi devirip Kamer'in yanına geçtim. Onun gözünden çok yanlış anlaşılıyorduk. Aslında bizi kim görse aynı şeyi düşünürdü. Bunlar sevgili mi? Uraz hepimizi bir araya topladığında kendimizi masanın çevresine sarılmış bir şekilde bulduk.

 

 

 

Demekki önemli bir topalantı vardı. Sonunda seri katili bulmak için bir girişime girecektik. Köy faciasını hiç saymıyordum. O tam anlamıyla aptallıktı. Oyuna gelmiştik. Bu seri katile oyun denmesini şimdi daha iyi anlıyordum. Bizi oyuna getirmeyi seviyordu. Uraz'ın aksine Berk en başa oturdu. Mevsim yeni hastaneden çıktığı için konuşacak durumda değildi. Yaptıkları serumlar ile ayakta duruyor gibiydi. Gerçi doktor 2 saat böyle olacağını söylemiştir.

 

 

 

Duyduğuma göre önemli bir operasyon geçirmişti. Bu operasyondan sağ çıkma olasılığı yüzde kırkmış. Hâlâ yaşadığana şükretmeliydi. Hastalıklı bir vücudu vardı ve bundan kurtulması zamanını alacaktı. Belki 1 ay belki 1 yıl. Geçecek miydi o bile belli değildi. Bu operasyon sadece ona bir ay vaadetmişti.

 

 

 

Bu da demek oluyordu ki 1 ay sonra tekrar hastaneye gidecektik. Berk lafı dolamayı çok seviyordu. Bir türlü söze girememişti. Onun yerine geçip gırtlaklamak istediğim dışarıdan çok belli gözüküyordu. Küçük bir öğrencinin öğretmeninden söz hakkı istemesi için parmak kaldırdığı gibi parmağımı kaldırdım.

 

 

 

Herkes garip garip bakarken kimse söz hakkı vermeden konuşmaya başladım. Konuşurken izin alacak değildim ya. Parmak kaldırmama bakmasınlar o nezaket belirtisiydi. Bu nezaket onlara fazla bile. Hiçbiri bu canım nezaketimi haketmiyordu. Canım sözcüğüne fazla vurgu yapmıştımki gülmemek için zor durdum. "Bu iki haydut ne zaman gidecek, " diyerek bir elimle Göktay'ı diğer elimle Aytekin'i gösterdim. İkisininde yüzü solmuştu bir anda. Özellikle Göktay'ın moraran o yüzünü kayda almalıydım. "Malum Efnan artık iyileşti. Gitmeleri gerek. "

 

 

 

Belki Aytekin bunu haketmiyordu ama Göktay kesinlikle haydut denilmeyi hakediyordu. Hayır vazgeçtim. Buradaki herkes hayduttu. Hepsine boş gözlerle baktım. Göktay morarmış suratına renk getirdi. Hemen eski haline dönebilmesi gıcığıma gidiyordu.

 

 

 

"İstenmediğim yerde duracak değil demek istemezdim ve demeyeceğim de. " diyerek sandalyesine rahatça yaslandı Göktay. Bu sefer benim suratım morarmıştı. Laf sokmayı çok iyi beceriyordu. Lanet olsun ben onun gibi suratımı hemen düzeltemiyordum. Şaşırdıysam şaşırmam 2 saat sürerdi.

 

 

 

"Burada kalacağımı bildirmek sanıyorumki sadece bana düşüyor." Adam çok iyi laf çakıyordu. Belki gururumu biraz olsun ayak altına alıpta ona nasıl bu kadar iyi laf çakabildiğini sorardım.

 

 

 

Ahh asla o maymuna bunu nasıl yaptığını sormayacaktım.

 

 

 

Efnan sessizliği söküp attı. Kızın boğazını temizlemesiyle tüm masa sustu. Bu kıza hayran olmamak elde değildi. Uzun kahverengi saçları beline geliyor, ela gözleri bazen neşe bazende patlayacak bir bombanın uyarısını veriyordu. Onu anlamak zordu.

 

 

 

Benimkilerine göre daha uzun olan elleri silah tutmak için yaratılmışa benziyordu. Bir vursa oturtacak kadındı. Gücü yeterince yerindeydi ve o bu gülümsemesiyle herkesi kandırıyordu. Emindim ki gülüşü kadar masum bir kız değildi. Gülüşü kadar iyi bir hayatıda yoktu.

 

 

 

O klişe söz geldi aklıma. Her kitapta geçen ve anlamı derin olan o söz.

 

 

 

Gülüşü büyük olanın acısı gülüşünden daha büyüktür.

 

 

 

Gibi bir sözdü sanki. Pek hatırlamıyordum ama yine aynı kapıya dayanıyordu. Kadın gülüyordu ama gülüşü acısını saklamak içindi. Fazla dram okuduğum için bu söz aklımdan hiç çıkmazdı ama nasıl olduysa söz aklımdan çıkmıştı. Bu sıralar fazla dalgındım. Hem yeteri kadar kitapta okuyamıyordum. Bunu fazla kaosa bağlıyordum.

 

 

 

Efnan gülüşüyle yanıltmıyormuş gibi bir de beyaz bir elbise giyinmişti. Bu tarz hiç ona uygun değildi. Onu ne zaman görsem siyah, kahverengi, kırmızı gibi tonlar giyerdi. Heleki üstünden hiç çıkarmadığı sütlü kahve rengindeki kabanı bugün yoktu.

 

 

 

Ondan vazgeçecek kadar ne olmuştu ona. Zaten kimseyle konuşmuyordu. Uraz bile fazlasıyla evden uzaktı. Eve haftada bir gelirdi. Sorduğumuzda ise işim var derdi. Efnan ne işi olduğunu biliyor olmalıydı ama bu bir devlet sırrıymış gibi asla söylemezlerdi. Adam öldürüyordu sanki ne bu tantana. Sahi öldürmüyordu değil mi?

 

 

 

Ahh yine saçma teorilerim vardı. İnsan keyfine birilerini mi öldürüyordu? He aynen Uraz'ın başka işi yoktu da insanları öldürüyordu. Bu adam Venom muydu? Koca diliyle insanları yutacak değildi ya.

 

 

 

Kafamda hayatım boyunca düşünmeyeceğim sorular geçirirken televizyondan gelen spiker sesiyle aydınlandım. Sonunda olduğumuz dünyaya ayak basmıştım. Spiker kadın gördüğüm kadarıyla otuzlu yaşlarında sarışın bir kadındı. Televizyon biraz daha Berk'e yönelikti.

 

 

 

Görmem zor olmuştu. Sarı saçlı kadın mavi gözlerinde kin besliyordu. Neye kin beslediğini anlamamıştım ama televizyonda bir kadın cinayeti daha gösterilince olayı kavramıştım. Yine ve her gün tekrarlanan bu olaylar. Sonu bitmek bilmeyen bu cinayetler, evlatsız kalan aileler...

 

 

 

Peşi sıra gelen kadın cinayet haberleri ülkeyi yasa boğarken hemen ardından başka bir kadın cinayeti çıkıyordu. Bunu yapanların canı cehennemeydi. Bazıları rahatça gezebiliyor, kimisi ülkeden kaçıyordu. Artık normalleşmeye başlayan bu cinayetler yeteri kadar cezaya tabi tutulmuyordu.

 

 

 

Ben hep idam yasasının gelmesini savunanlardan olmuştum. Kısasa kısas gibi. Öldürdüğü bir kadının cezasını ölerek çekmeliydi. Böylece ölmek isteyen öldürmüş olurdu. Bizler biliyoruzki akıl sağlığı yerinde olan bir birey ölmeyi düşlemezdi.

 

 

 

Son 2 günde gerçekleşen kadın cinayetleri geçirildi haberde. Hepsi ülkenin en kalabalık nüfusu olan şehrinde oluyordu. Bazı küçük çocuklar hayata bu acımasızlığı ilk onların tatmasıyla geliyordu. Talih herkese gülmüyordu.

 

 

 

Sarışın spiker tekrar konuşmaya başladı. Her sözcüğü başa başa söylüyordu. Eminimki bunu yapanları bir kaşık suda boğmak istiyordu. Bunu kim istemezdi ki.

 

 

 

Yaklaşık 5 dakika boyunca aynı haber döndü ekranda. Yarın tüm Türkiye'de yas iken edilecek, sokaklar protesto ile bürünecekti. Belki bende onların arasına katılıp kadın katliamı için ses olabilirdim. Diğer kızlara da söyleyip beraber gidebilirdik.

 

 

 

Televizyonda başka haber konuşulmaya başlayınca tekrar bizimkilere döndüm. Berk ellerini birbirine geçirmiş, hepimiz hazır olmasını bekliyordu. Göktay ise az önce dediklerine rağmen buradan gitmeyi istiyordu. Sırf benim inadıma burada kalabilecek olduğunu söylemesi hasta olduğunu gösteriyordu.

 

 

 

Hemde ruh hastası

 

 

 

Berk hafifçe boğazını temizledi. Bildiğin balgam attı. O nasıl boğaz temizlemek. Ben ve Göktay tiksinerek bakarken Berk uzatmadan söze girdi. Şaşıyordum

 

doğrusu. Berk ilk defa uzatmadan söze giriyordu.

 

 

 

"İlk önce bazı tuhaf şeyler dikkatinizi çekmiştir. " dedi hastanede yaşadıklarını vurgulayarak. "Seri katil inine kadar inmiş olmalı. " derken ufak bir ürperdim. Sadece ben değil bir çok kişi ürpermişti. Benzer kişiler hariç. Uraz, Efnan, Göktay... Korkusuz üçlü buna denir.

 

 

 

"Aramızda seri katile çalışan biri bile olabilir. " deyince bakışlarım anında Efnan'a döndü. Bu kız korkusuzdu falan ama ondan şüphelenmiyor değildim. Hâlâ odada karşılaştığım o manzarayı bana anlatmamıştı. Anlatamamıştı. Kesin onun bu işte bir parmağı vardı.

 

 

 

Ona baktığımı görünce avuç içini alnına sabır dilercesine bastırdı. Ona güvenmiyordum. Yanındaki Uraz'a bir şeyler fısıldayınca kaşlarımı çattım. Uraz'a ne dedi? Uraz anında bana baktı. Sonra anlam veremez bir şekilde kafasını yana yatırdı. Ahh bu kız ne demişti ona?

 

 

 

Umarım demek istediğim şeyi yanlış anlamamıştı. Yoksa başıma bela almaya hazır değildim. Uraz bir kaç kez daha keskin keskin baktıktan sonra Berk'e geri döndü. Bende böylece rahatlayarak Berk'e döndüm. Berk umutsuzca başını salladı. "Galiba bu iş sandığımızdan da zor olacak. "

 

 

 

"Unutma zor diye bir şey yoktur. Yeteri kadar çalışmamak vardır. " dedi Uraz sandalyesinde yaylana yaylana. Ne kadar rahattı. Hiç korkmuyor muydu? Her an uykusunda biri onu gırtlaklayabilirdi. O ise bu hayattan nedensizce göçüp giderdi.

 

 

 

Seri katilin bir sonraki hedefi belli değildi. Neyseki o kişiler arasında ben olamazdım. Neden çünkü güçlüler asla ölmez.

 

 

 

Berk Uraz'a bir bakış attı. "Maalesef işler zorlaşıyor dostum." dedi umutsuzca çıkan sesi. Hadi ama onun sesi bize daha fazla korku salıyordu. Yani bana. "Komiser büroluğunda bile bir kargaşa var. " Bu da ne demek oluyordu? Seri katil oraya kadar sızmışmıydı? Şimdi sıçtık.

 

 

 

"Hatırlarsanız bize o köye gitmemiz gerektiğini komiser büroluğundan söylemişlerdi ama gittiğimizde kimse yoktu. Tabi benimle konuşan hayaletleri saymazsak. Yani kısaca komiser büroluğu tarafından oyuna gelmiştik. " dediğinde tim zerrene kadar ürperdim. Seri katil bunları düşünecek kadar zeki miydi ya?

 

 

 

Efnan rahatça konuştu. Bu kadar rahat olmaları imkansızdı. Kesin bir bildikleri vardı. "Bürodaki kişiler tehdit altında kalarak bize oyun oynamış olabilir. " diyerek başka bir teori sundu. Koskoca büro tehdit altında mıydı? Olamaz bu sonumuz demektir.

 

 

 

Mevsim diğer yönden söze atıldı. Hepimiz o yöne baktığımızda kesilen saçları yeni yeni uzamaya başlayan, gözlerinin yeşil olduğunu bildiğimiz halde gözlerini gizlemek için güneş gözlüğü takan Mevsim söze girdi. "Çok eski ama ben komiser büroluğuna ilk gittiğim zamanlar bir kavga çıkmıştı ve bu kavgayı hiç bir polis durdurmamıştı. "

 

 

 

Bu ne demek oluyordu? Yani büro tehdit altında mıydı yoksa değil miydi? Masadaki herkes sıra sıra konuşmaya başladı. Mevsim'den hemen sonra Göktay konuşmaya başladı. O her zamanki gibi soğuk ve düşünceliydi. "Koskoca büro tehdit altında olamaz. " dediğinde bende ona katılıyormuşum gibi kafa salladım.

 

 

 

Ona katıldığımı görünce az önceki soğuk tavrı kırıldı ve yerini hafif bir tebessüm aldı. Ona katıldığımı görmek mutlu olmasına neden olmuştu. Aytekin bir şeyler geveleyince ona döndük. Ona baktığımızı hissedince telaşla hepimize bakarak, "Siz devam edin ben bundan sonraki muhteşem tarifini düşünüyorum. " dedi ve bize yine sabır çektirdi.

 

 

 

Ortalıkta bir kaos vardı ve bu akılalmaz yaratık yemek tarifimi düşünüyordu. Bazen Aytekin gibi akışına bırakmalıydık. Kamer masada konuşmayan iki kişiden biriydi. Diğeri bendim. Konuşma sırası bana gelince öyle bir döktürdümki hepsi şaşa kaldı.

 

 

 

"Bence hepiniz haklısınız. "

 

 

 

Göktay kulağıma doğru eğilip "bravo" bile dedi. Yani düşünün. Bir dakika bir dakika. O benimle alay mı etti? Şimdi görürdü o. Ayağımın topuk kısmıyla dizinin aşağısına öyle bir vurdum ki masa devrilecek gibi oldu ama Göktay kımıldamadı bile. Yaratık ne olacak.

 

 

 

Berk kısacası sona gelerek konuşmasını bitirdi. "Hepimize dışarıda göz kulak olacak korumalar lazım. " diyerek Uraz'a baktı. Olsa olsa onda olurdu koruma. Kendisi şirket sahibinin oğluydu. Zengindi ve yeterinden daha fazla koruması vardı.

 

 

 

Uraz boş bir bakış attı. Sonra Göktay ve Aytekin'i işaret etti. "O ikisi iki kızın özel koruması olur. " diyerek homurdandı. Ne yani bu iki varlık ömür boyumu bizimleydi. Hayır sadece seri katili bulana kadar.Öyleyse ilk ben bulup bunları yaka paça evden atarım. Aytekin merakla etrafa bakındı. Onu kimin seçeceğini merak ediyordu. Kesinlikle o kişi ben değildim. Uraz parmağını Mevsim'in üstünde durdurdu. Kesinlikle o kızın bizden daha çok korumaya ihtiyacı vardı.

 

 

 

Her an bayılabilirdi ve bu yüzden yanında bir koruma olmalıydı. Aytekin neşeyle ellerini çırpınca Mevsim kaçamak bir bakış attı. Aytekin'i tanımıyordu ama bu fırsatla onu da tanıyabilirdi. Mevsim "Hoşgeldin yeni görevine." dedi Aytekin'e bakarak.

 

 

 

Bu kız kesinlikle fazla neşeliydi. Sıra Göktay için seçilecek kişiye geldiğinde nefesimi tuttum. Umarım bana gelmezdi. Bu adamı çekecek kadar sabır yüklü değildi bende. Uraz parmağını hepimizde gezdirirken gözlerimi kapattım. Kahretsin kesin beni seçecekti.

 

 

 

Göktay'dan "Olmaz." diye sert bir ses işitince kimin seçildiğini anladım. Hızla gözlerimi açtığımda ağzımdan bir küfür savruldu. Uraz'ın parmağı benim üzerimde durmuştu. Ahh lanet olası adam benim korumam mı olacaktı? En azından onu aşağılayıp ezebilecektim. Çünkü benim için çalışacaktı. Bu iş keyfime gitmişti.

 

 

 

Göktay ise homurdanarak patronuna isyan ediyordu. Kesin Efnan Uraz'a beni seçmesi gerektiğini söylemişti. Başta sinirlensem de bu adamın benim için çalışacağını bilmek mutlu olmama neden olmuştu. Teşekkürler Efnan ve teşekkürler Uraz.

 

 

 

Göktay memnunsuz bir tavırla yerinde homurdanmaya başlayınca kolundan dürttüm. Dürtmemle bana bakması bir oldu. Kahverengi kaşları çatılmıştı. Tıpkı Mevsim'in dediği gibi "Hoşgeldin yeni görevine" dedim gülerek.

 

ˏˋ°•*⁀➷

 

Hayat her yönüyle ilginç olmaya devam ediyor. Kimilerimiz bu ilginç dünyayı görmeden bu hayattan göçüyordu. Göçenler şanslı mıydı bilmiyordum. Gün geçtikçe devir kötüleşiyordu. Hırsızlıklar, cinayetler, istismar, çocuk kaçakçılığı, uyuşturuculuk gibi... Hayatım hep bu olayları araştırmakla geçmişti. İlk yıllarında çok fazla cinayet haberleri yoktu ama zaman ilerledikçe bu tür olaylar artmıştı. Kafalardaki zihniyet bir çöp bidonu kadar kirleşmişti. Öyle ki insanlık artık hayvanlardan da vahşi olmuştu.

 

 

 

O çürük zihniyetler buğulu bir camın arkasında kalmadı. Hep açıktaydı. İlk yıllarımda çok iyi hatırlıyordum. Bir günde 3 cinayet haberi gelmişti. Biri kadın, ikisi çocuk.... Evet iki çocuk daha hayattan göçmüştü. İlk kadın cinayetini üstlendim.

 

 

 

19 yaşında hayatının baharında bir kızdı. O gün saçlarını özenle örmüştü. Boğaz Köprüsü'nde canice öldürülmüştü. İlk zamanlar İstanbul'da görev yapmıştım. Orada benim gibi dedektif olan arkadaşlarım vardı. Sağ olsun Hale en yakınımdı. Her gün birini dövüp postaladığım zaman beni karakollardan alırdı.

 

 

 

Savcı hükmünde olduğum için fazla ceza almadan kurtulurdum. Yine de Hale bir anne edasıyla beni kurtarır, sarıp sarmalardı. O kadın cinayetinden sonra bir hafta uyuyamamıştım. Her defasında birden birbirine ayrılmış uzuvları rüyama giriyordu. Bir tek kafası yerindeydi ama bir kulağı kesip eline konulmuştu.

 

 

 

Bu manzara günlerce uyuyamama neden olmuştu. Eli de yerinde değildi ve her an patlayacakmış gibi duran gözleri iyice açılmıştı. Tam o an aklımı yitirecek gibi olmuştum. Neyin içine düştüğümü sorguladım. Bu mesleği seçerken bu gibi olaylarla karşılaşacağımı ummuyordum.

 

 

 

Kadının irileşen gözlerini görünce başım dönmeye başlamıştı. Yeşil renkli gözleri korkunçtu. Gözleri yerinden çıkacak gibi olurken kenarlardan kan akıyordu. Zaman durmuş gibiydi. Ya da ben öyle olmasını diledim ancak zaman durmadı. Sadece bayıldım.

 

 

 

En son "Doğa Hanım" diyerek beni tutmaya koşan arkadaşım Hale gelmişti. O da benim yüzümden bu olaylara tanıklık ediyordu. Gözlerim kapanmadan önce onun ağlayan gözlerine baktım. Mavi gözleri yaş akıtmayı haketmiyordu. O bir doktordu Ben onun hastalarını görme fırsatı bulamamıştım ama o her cinayet vakasında yanımda oldu. Zaten bu vaka İstanbul'da ki ve Hale ile beraber tamamladığım son vaka olmuştu.

 

 

 

Yapanı bulduğumda en ağır cezayı talep etmiştim. Müebbet yemesi için elimden geleni yapmıştım. Nihayet müebbet yemişti ve cezasını çekmişti vicdan azabıyla mı bilmiyorum. Öldüren 23 yaşında olmasına rağmen cezaevinde bir yıl sonra kalp krizi geçirerek ölmüştü.

 

 

 

"Abla sen misin? " diyen Çiçek'in endişeli sesini duydum. Ona gelirken ilk önce tereddütte kalmıştım ama daha sonra bu tereddütten vazgeçtim.

 

 

 

"Evet benim. " diyerek içeriye adım attım. Sakın adımlarım bile onu korkutmaya yetiyordu. Birilerinin eve girip onu kaçırmasından deli gibi korkuyordu. Bugünlük sadece ona bakıp çıkacaktım ama belki bizimkilerle de tanıştırabilirdim.

 

 

 

"Naber kardeşim. " diyerek boynuna atıldığımda şaşırarak baktı. Ona nadiren kardeşim derdim ve bu anda nadir anlardan biriydi. "Hayrola çok mutlusun. " dedi tebessüm ederek. Benim mutlu olmam onu her zaman mutlu etmiştir.

 

 

 

Yanlardan örülmüş saçlarına baktım. Saçlarını bir kere bile örmemiştim. Belki bugün örebilirdim. Elini örüklerine attım. "Örmemi ister misin? " diyerek kaçamak bir bakış attım. Kesinlikle şaşkındı. Bu kadar değişmemi beklemiyordu. Açıkcası bende beklemiyordum. Eskisi kadar ağlak biri değildim. Galiba yavaş yavaş gülmeyi öğreniyordum.

 

 

 

"E zaten örükler var" dedi ama örmemi ister gibi baktı. Belkide ısrar etmemi istedi. Daha önce ona bir konuda ısrar etmediğim için kesinlikle bunu istemiş olmalıydı. Kafamı sağ omzuma düşürdüm. "Olsun, " dedim gözlerimi kırpıştırarak. "Açalım ben öreyim."

 

 

 

Kırmadı beni. Başından beri bu anı bekledi. Başını olumlu anlamda salladı. 16 yaşında sivilceli ergen bir kızdı ama ruhu ergenliğiyle başa çıkıyordu. Çocuk gibi sevinçleri vardı. Siz onu bir severseniz o sizi ömür boyu severdi. Ellerini sevinçle çırptı.

 

 

 

Ben arkasına geçip elimi saçlarına attığımda bir anda ürperdim. Sanki daha önce hiç saçlarına dokunmamıştım. Bazen dokunurdum saçlarına ama bu genellikle çekmek için olurdu. Sonra odasına geçer ağlardı. Ablası tarafından sevilmeyip, ailesi tarafından terk edilmek onun için çok zordu.

 

 

 

Travmalarını atlatması için ona hep destek çıkmıştım. Ailesi onu yaka paça evden attıktan sonra ben evime almış, ona göz kulak olmuştum. Oysaki gerçek kardeşim bile değildi. Çok erken yaşta evinde yaşadığım insanların benim ailem olmadığını öğrenmiştim.

 

 

 

Bir de bunun üstüne okulda da zorbalanmıştım. Çöpte doğan Doğa dedikleri çok olmuştu. Özellikle o yılışık saçlı Eylül öldürmek istediğim tiplerdendi. Sana sesleniyorum Eylül karşıma çıkarsan işin bitti. Arkana bakmadan kaç derim. Aksi takdirde yılışık saçların elimde kalacak.

 

 

 

Çiçek onu terk etmemden korktuğu için beni yalnız bırakmıyordu. Bazı travmaları onu yalnız bırakmıyordu.

 

 

 

Ellerim saçlarında donakalınca ufak bir baş hareketiyle daldığım yerden söküp çıkardı beni. Saçlarını açıp örmeye başlayınca bir yandan da onunla konuşmayı denedim. Pek konuşmuyordum onunla. Ayrı eve gitmeme bile bozulmuştu. Küserim demişti ama değiştiğimi görünce küsmeyi unuttu. Neşeli yüzünü görebiliyordum. İpek gibi saçları ellerimden kayıp gitmeden örmeye çalışıyordum. Kokusunu içime çektim. Hangi kokuyu sevdiğimi bilmiyordum ama bu koku hoştu. Sanırım yaban çiçeği kokusuydu.

 

 

 

Çiçek isimli bir kıza da yaban çiçeği kokulu parfüm yakışırdı. İçime çektim sanki son defa kokluyor muşum gibi. Tövbe! Aklıma neden bir anda böyle bir şey geldi. Aha yüzümün asılması için bir neden daha.

 

 

 

Neşeli yüzünü görmeye çalışarak konuşmaya başladım. "Çiçek " dedim uzatarak. Hemen kafasını beni dinlediğini göstermek için hafifçe çevirdi. "Seni birileriyle tanıştırmamı ister misin? " diye sorduğumda tamamıyla bana döndü. Örükler yarım kalmıştı ama.

 

 

 

Heyecanla ellerini yatağa bastırıp bana doğru uzanmaya başladı. "Sevgilim mi var yoksa? " dedi baştan çıkarıcı sesiyle. Ona sinir olduğu hatırladım. Gerçek kardeşim bile değildi. Neden ona göz kulak olmuştum? Çaresiz yüzünü gördükçe içimde bir kırpıntı olmuştu.

 

 

 

Merhametti bunun adı. Bana yıllar sonra çok uzak olan o duygu. Onu evime aldıktan sonra daha da merhamet göstermemiştim kimseye. Sevgiden yoksun kişiler sevgisiz kalmış bir bireye dönüşür dedikleri doğruymuş. Bende de aynısı olmuştu.

 

 

 

"Yok" dedim gülerek. Normalde olsa kızardım ama o da fark etmişti ki kızamıyordum. İnşallah ona kızmadığım için bokunu çıkarıp beni köşeye sıkıştırmazdı. Hemen gülen yüzü söndü. Bana göstermiyordu ama sevgilim olduğuna adı kadar emin gibiydi. Şimdi ben yok desemde fayda etmezdi.

 

 

 

"Onlar benimle aynı mesleği yapan arkadaşlarım. " dediğim an büyük bir kahkaha patlattı. Hafiften sinirlenmiş olsamda umursamadım. Ona bugün kızmayacaktım. Gülmesi geçene kadar bekledim. Çok güzel güldüğü için bu vakitte gülüşünü izlemeyi unutmadım.

 

 

 

Bugün ona karşı daha iyimserdim. Nedenini ise bilmiyordum. Gülmesi kesilmesin istedim ama artık kesilmeliydi.

 

 

 

Gülmesi kesilince işaret parmağını bana doğru savurdu. Bir yandan gülerken bir yandan da parmağını sallıyordu. "Ben o arkadaşları bilirim. " dedi gülerek. "Söyle nasıl biriler? Yakışıklı mı? İsmi ne? Benimle tanıştırsana. Onu sevdiğine göre yakışıklı biri demektir. "

 

Peş peşe sorular yöneltince boş bir bakış attım. Bu kız neden bu kadar gevezeydi?

 

 

 

"Hayır sevgilim falan değil. " dedim bu sefer üstüne basa basa. Ufak bir sinir alttan alttan geliyordu. Sağolsun o da bozuntuya vermeden sinir olacağım her şeyi yapıyordu.

 

 

 

Oflayarak yerine geçti ama tabikide teklifimi kabul etmişti. O böyle fırsatları kaçırmazdı. "Hadi o zaman gidelim. " dediğimde arkasından bakakaldım. Hemen peşinden koştuğumda elinde küçük çanta ile ayakkabılarını giymiş beni kapıda bekliyordu. Bu kadar hızlı olması imkansızdı. Yani eğer insansa imkansızdı.

 

 

 

"O çanta ne? " diye sordum şaşkınlıkla. Umarım düşündüğüm şey değildir. "Bende o evde kalacağım ya" diyip gözlerini melül melül bana çevirdi. Bir de kırpıştırması yok mu? Ona kıyamıyordum. Kahretsin ki düşündüğüm şey için çanta almıştı yanına. Avuç içimi alnıma vura vura evden çıktım. Utanmasa eline vurma abla duvara vur kafanı diyecekti. Beklenir miydi? Beklenirdi. Kardeş adı üstünde. Onlardan her halt beklenir.

 

 

 

Çantayı sırtına takıp yayıla yayıla gidiyordu. O kadar heyecanlıydıki onun için yaşına basmış bir çocuk diyebilirlerdi. Küçük boyu da göze alınınca onu ortaokula yeni geçmiş bir çocuk olarak görebilirlerdi. Kesinlikle onu kimseye vermeyeceğim. Benim dizimde ölecek. Hayır ölmeyecek.

 

 

 

ˏˋ°•*⁀➷

 

Efnan

 

Nedensiz yere hepimiz ilk defa evde oturuyordu. Genellikle her birimiz farklı farklı zamanlarda gelirdik eve. Hepimiz evdeydik ama Doğa evde değildi. Bunu yeni farketmişim gibi aydınlandım. Yani tam olarak hepimiz evde değildik. Bir kişi evde değildi.

 

 

 

Kapı aralanınca hepimiz sırayla başımızı o yöne çevirdik. Göktay ısrarla Doğa'nın koruması olmayı reddettiği için Doğa gideceği yere tek gitmişti. Doğa ilk defa içeri gülerek girdiğinde doğrusu şaşırdım. Ne zaman görsem somurturdu. Belkide artık mutlu biri olmaya çalışıyordur.

 

 

 

O içeri girdikten sonra hemen ardından bir kız daha girdi. Bu da kimdi? 16 yaşlarında gibiydi. Ancak kesinlikle neşesiyle küçük bir çocuk gibiydi. İçeri girdiğinde atlayıp zıplayarak etrafında dönen bir kız gördüm. Aslında onun şuan tam ergenlik dönemiydi.

 

 

 

Buna rağmen oldukça neşeliydi. Etrafında dönmeyi bıraktığında bizleri inceledi. Sonra bana doğru koştu. Hepimiz ayağa kalkmış, olanları izliyorduk. Doğa nasıl böyle bir sorumsuzluk yapabilirdi. Bizim başımız beladaydı. O kızın da burada olması başına bir şeyler gelmesine neden olabilirdi.

 

 

 

Seri katilin gözüne batarsa sonu yakın olabilirdi. Bu genç çocuk fazla yaşamazdı.

 

 

 

Bana doğru koşan çocuk en sonunda ellerini belime doladı. Neşeyle bana sarılınca hareketsiz kaldım. Neden gelir gelmez bana sarılmıştı? Birine mi benzetti acaba? Yok ya kime benzetecek.

 

 

 

Bana sıkı sıkı sarıldıktan sonra benden ayrılıp Doğa'ya doğru döndü. Parmağıyla beni gösterip "Abla bu çok güzel bir abla değil mi? " diye sorunca şaşırmakla birlikte gülümsedim. Doğa bu kızın ablası mıydı yani? Hiç benzemiyorlardı.

 

 

 

Bu kız enerjik biriyken Doğa somurtmasıyla ünlüydü.

 

 

 

Göktay koltuğunda otururken adını bilmediğim kız hemen onun yanına ilerledi. Göktay göz ucuyla ona bakıyordu ama istifini hiç bozmuyordu. Çiçek yine ablasına döndü. "Abla lütfen bu mükemmel şahısla sevgili olduğunu söyle. " diyince etrafta bir kahkaha yankılandı. Hatta birden fazla kahkaha. Göktay yerinden doğrulabilmişti.

 

 

 

Doğa ise kardeşine doğru ilerleyerek onu geriye doğru çekti. "Çiçek az sussan ve bana bir iyilik etmiş olsan. " dediğinde ağzım açık kaldı. Kızın adı Çiçek miydi? Ne kadar garip isim lan. Acaba yakında mor falan diye de isimler çıkacak mı? Çiçek güzel kızdı.

 

 

 

Heleki ablasına göre neşeli olması tam benim arkadaş çevresi gibiydi. Gerçi benimkilerde pek normal değildi. Geçenki buluşmamızda olanlar aklıma gelince alt dudağımı sinirden ısırdım. Uraz'ın sadece kenarında bir kıvrıltı oldu. Onun dışında gülmedi.

 

 

 

Kahrolası adam gülünce nasıl olduğunu göremeyecek miyiz?

 

 

 

Göktay ufak bir şoktan sonra tekrar aynı yere kıvrıldı. Şoklar onu sadece 1 dakika etkilerdi. Daha fazla olduğu süreyi görmedim. Çiçek denilen kız Aytekin ile uğraşırken ben Doğa'nın yanına gittim. Galiba olacak tehlikenin bir tek ben farkındaydım.

 

 

 

Çiçek kendisi gibi birini bulunca rahatladım. En azından yine benim yanıma gelip konuşmamızı bozmazdı. "Doğa" dedim tedirginlikle. "Onu neden getirdin?" diye sordum. Bakışları Çiçek'ten ayrılıp bana geldiğinde kaşlarını çattı. "Neden getirmeyeyim ki? "

 

 

 

"Sizi birileri takip ettiyse kardeşinin hayatı tehlikede olur. " Umarım demek istediğimi anlardı. Aslında zeki kızdı. Kesinlikle anlardı ama inatçı biri olduğu için kimsenin onu takip etmediğini savunurdu. Öylede oldu. "Beni kimse takip etmedi eminim" diyerek yanımdan ayrıldı. Kesinlikle başları beladaydı.

 

 

 

ˏˋ°•*⁀➷

 

Doğa

 

Göktay'ın yanına gittiğimde göz ucuyla bana baktı. Sonra sessizliği ilk o bozarak bana döndü. "Neden kardeşini getirdin? " diye sorduğunda oflayarak ona döndüm. "Bugün herkes neden bunu soruyor? " diyerek somurttum. O ise bunun cevabını vermek yerine başka bir konuya saptı.

 

 

 

"Kardeşine hiç benzemiyorsun. Hep somurtkan biri mi olacaksın? " diyerek gözlerini devirdi. Bennise yine karşı çıktım. "Somurtkan biri değilim. " bu dediğime ben bile inanmıyordum.

 

 

 

"Bu dediğine sen bile inanmıyorsun. Sana Nobel vermelerini falan mı bekliyorsun? " dediğinde hemen kalktım. Daha fazla kalırsam ona dalabilirdim. Çiçek'in yanına doğru giderken arkamdan seslendi. "Hep somurt tamam mı? Yeterki ağlama. Ağlayınca fazla çaresiz gözüküyorsun. "

 

 

Loading...
0%