Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. BAŞLANGIÇ

@beyzaozgu

 

BAŞLANGIÇ

 

 

 

Aynadaki yansımama bakarken, elimdeki makası saçlarıma yaklaştırdım. Zihnim karanlık bir müze gibiydi. Eskimiş, solmuş binlerce kötü anı. Hepsi orada sergileniyordu, hergün tekrar onları yaşamam için. Banyonun kapısının ardından gelen kavga sesleri, annem ve babama aitti. Evliliklerinin ilk günü gibi devam ediyordu, nefretleri. Ya da bize yansıyan budur belki, diye teselli ediyordum kendimi her zaman.

 

"Olmaz dediysem olmaz!" Dolmuş gözlerime bakmaya devam ederken ruhsuz bakışlarım beni korkutuyordu. "Sana fikrini soran olmadı!"

 

Onları duymak istemiyordum. Gözlerimi sımsıkı yumdum, sanki onlardan kurtulacak gibi. Gözlerimden aynı anda fırlayan göz yaşlarım yanaklarımdan yuvarlanarak boynuma kadar ilerlerken gözlerimi açtım ve makası daha sağlam tutarak ikiye ayırdığım siyah saçlarımı boynumun hizasında kestim. Yere düşen her saç telim, sanki o karanlık müzeden bir anıyı da kendine doğru çekiyordu.

 

Ve işte tam o an bir karar verdim. Belki bütün hayatımı yönlendirecek olan kararımı. Hatta belkisi fazlaydı.

 

Makası sertçe aynanın sol tarafındaki dolaba koyarken yere düşen saçlarımı, kendimle göz göze gelmemeye çalışarak toplamaya başladım.

 

"Bağırma bana!" Ağlama sesleri. "Hakkımı helal etmiyorum sana!"

 

"Asıl sen bağırma ulan kadın, komşulara rezil ettin bizi!"

 

Kulaklarımı tıkamak istiyordum ama bunun sadece geçici bir çözüm olacağını biliyordum. Avuçlarımdaki saçlarımı klozetin içine attıktan sonra sifona bastım. Sifonun gürültüsü birkaç saniyeliğine de olsa beni rahatlatırken, aynadan kendime bakmadan resmen kaçarcasına ilerleyerek kilidi ters çevirdim ve uzun koridora çıktım. Erkek kardeşim, Tan, annem ve babamın ortasında durmuş; sanki her an olabilecek her şeyi kontrol etmek istercesine dikiliyordu. Kız kardeşim Sabah ise koridorun ucuna çökmüş ağlıyordu.

 

Sabah'a üzülüyordum. Daha çok küçüktü ve bütün bunları yaşamak zorundaydı çünkü ailemiz asla huzurlu olmayacaktı. Tan'a da üzülüyordum. Ortanca kardeş olduğu gibi her konuda da kendini birilerinin ortasında buluyordu, kabak hep ona patlıyordu. Anneme zaten üzülüyordum, evde hapis hayatı yaşıyordu babam yüzünden ve babama da üzülüyordum, o eve geldiğinde herkes odalarına kaçıyordu.

 

Ama en çok da kendime üzülüyordum. Mutsuzdum ve hayatımın bir hiç uğruna ilerlediğinin farkındaydım. Elimde olan bütün çözüm yollarını denemiştim ama olmayınca olmuyordu. Tabi son seçeneğim hariç. Hayatımı değiştirmek benim ellerimdeydi.

 

Hızla ilerleyerek odamın kapısından içeri girdim. Dikkat çekmemek için kapıyı kapatmadan, masamın üzerinde duran siyah sırt çantamı elime aldım. İlk iş olarak yıllardır biriktirdiğim cüzdanımdaki parayı çantama atarken telefonumu siyah dar paçamın arka cebine sıkıştırdım. Şarj aleti ve kulaklığımı da çantama attıktan sonra çantamın fermuarını çekip dolabıma yöneldim. Siyah boğazlı kazağımın üzerine siyah paltomu alıp giyinirken, koyu gri şapkamı da başıma geçirdim. Ellerim istemsizce saçlarıma gittiğinde, hemencik son buluvermişti.

 

Bunca zaman kırmamak için kırılmıştım ama artık öyle olmayacaktı. Dolabımın kapağını kapatırken, açık kapıdan koridora baktım. Sabah, çöktüğü yerde ağlamaya devam ediyordu. Onun yanına gitmek istedim ama sonra ilk kez bencil olmak zorunda olduğumu hatırladım.

 

Kendime söz verdim. Onu da buradan kurtaracağıma dair söz verdim. Belki de sadece kendimi motive ediyordum ama umursamadan devam ettim. Gardırobumun önünden geçerken kapaktaki aynada gördüğüm yansıma durmama neden oldu. Omuzlarımın biraz üzerinde boyun hizamdaki kısa, siyah saçlarım şapkamın altında sanki bana yabancı gibi duruyordu.

Yüzümdeki ifade, bakışlarım... Bu ben miydim? Açık kahve gözlerim hafif kızarmıştı, tenim her zamankinden de beyaz duruyordu. Gözlerimi sıkıca yumdum. Vazgeçemezdim. İçimden beşe kadar saydım.

 

Bir... "Bırak beni bıktım senden!"

 

İki... "Baba yapma, bırak yapma!"

 

Üç... "Baba nolursun yapma, bırak annemi."

 

Dört... "Gebersen de kurtulsak senden!"

 

Beş... Ağlama sesleri.

 

Gözlerimi açtığımda derin bir nefes verdim. İçimde oluşan o boşluk hissini bu sefer ağlayarak doldurmayacaktım. Odamdan çıktığımda doğruca dış kapıya ilerledim. Şuan kimsenin umrunda olmadığımı bildiğim için tek amacım olabildiğince hızlı olmaktı. Zaman sanki ayaklarımın altından kayıp giderken evimizin kapısını açtım. Gerçekten istediğim gibi olacak mıydı? Dışarıda duran botlarımı hızla giyerken, yağan kara aldırmadan kapıyı yapabildiğim kadar sessizce kapatıp koşmaya başladım. Koşabildiğim kadar hızlı koşuyordum. Tıpkı küçükken defalarca kez yaptığım gibi evden kaçıyordum. Ama bu sefer koskocaman bir farkı vardı.

 

Geri dönmeyecektim. Ne pahasına olursa olsun geri dönmeyecektim. Hayatımın göz göre göre avuçlarımın içinden kaymasını izlemeye devam etmeyecektim.

 

Koyu yeşil binanın arkasına geçerek duvara sırtımı yasladım. Verdiğim nefes buhar olarak zamana karışıyordu. Sırtımdaki çantamın kenarlarını sıkıca tuttum. Yaptığım şeyin ciddiyetinin farkındaydım. Arkamda kalan evimize dönüp bakmamak için kendimi zor tutuyordum.

 

"Bunu kendine yapma Gece." Diye fısıldadım kendi kendime. "Sakın yapma."

 

Zihnim geçmişle çalkalanırken, arka cebime sıkıştırdığım telefonumu elime aldım. Ekran kilidini açar açmaz rehbere girip Merih yazısına tıkladım. Kendimi, arkama bakmamaya teşvik etsem de ruhumdan bir parça oraya geri dönmemi söylüyordu. Bundan öncekiler gibi bu seferde de onu dinlersem sonuçlarını biliyordum.

 

"Aradığınız numaraya şuanda ulaşılamıyor. Sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakabilirsiniz."

 

Ekrana birkaç saniye baktıktan sonra telefonuma düşen kar tanelerinin asıl kaynağına baktım. Başımı göğe kaldırdım. Sonsuz bir boşluk. Ürkmeme neden olurken, içimden "Lütfen bana yol göster." Dedim Allah'a. "Lütfen bana bir işaret ver."

 

Yaslandığım duvarın dibine çökerken, karanlık müzede Sabah'ın koridorda çökmüş ağlarken ki görüntüleri belirdi. Gözlerimi sıkıca yumdum. Boğazlı kazağımın boğazını çekiştirmeye başladım. Daha rahat nefes alıp vermek istiyordum. İçimde anlam veremediğim bir yük beni engellemeye çalışıyordu.

 

"Gece?" Uzaktan gelen tok ses gözlerimi açmama sebep olurken direkt sesin sahibine baktım.

 

"Merih." Dedim gözlerim irileşirken. Ayağa kalkarken hissettiğim duygu tarif edemiyeceğim bir şeydi.

 

"Ne işin var senin bu saatte sokakta?" Bana doğru büyük birkaç adım attıktan sonra tam karşımda durdu. İri ellerini omuzlarıma koydu. "İyi misin sen?"

 

"Bütün çabam özgür ve huzurlu yaşamak." Dedim sakince. Ailemi tanıyordu ve bana hak verebileceğine inanıyordum. "Evden kaçtım."

 

Koyu kahve gözlerini gözlerime kilitledi. Bu bakışlar boş değildi, bunu biliyordum. En yakın arkadaşımı tanıyordum. Omuzları rahatlatmak istercesine sıktı. Sonra ellerini indirip deri ceketinin ceplerini karıştırmaya başladı.

 

"Birkaç dakika önce seni aramıştım ama telefonun kapalıydı." Dedim düz bir sesle. "Yani seni bana Allah gönderdi." Gözlerim birkaç saniyeliğine ondan ayrıldı ve göğe vardı.

 

"Teşekkür ederim." Diye fısıldadım.

 

"Bana gidiyoruz." Dedi Merih düşünceli bir şekilde. "Konuşalım biraz." Ceketinin cebinden çıkardığı şey arabasının anahtarı olmuştu. Tam ona ihtiyacım varken burada olmasını sorgulamak istedim ama yapmadım, onu takip ederek arabasına kadar ilerledim. Botlarımın ezdiği kardan çıkan ses bana çaresizliği andırıyordu. Gri mercedesin şoför koltuğuna Merih geçerken ben de ön koltuğa kuruldum. Gözlerimin, evimizin yoluna düşmemesi için uğraşıyordum.

 

Acaba gittiğimi fark etmişler miydi? Annem ne yapıyordu, üzgün müydü? Peki ya Sabah? Hâlâ ağlıyor muydu? Tan ne yapıyordu? Umarım babamın üzerine yürüyüp olayı daha da büyütmemiştir diye geçirdim içimden. Yaşayamadığım çocukluğum şuan bana yük olmuştu. 19 senedir en ufak bir sevgi kırıntısı hissetmediğim ortamdan uzaklaşırken sevinmem gerekmiyor muydu? O zaman bu içimdeki hissin adı neydi? Yıllardır babama karşı en ufak bir tahammülüm kalmadığı halde hâlâ orada kalmamın nedeni neydi? Sadece onun istediği gibi biri olunca beni seven annem mi?

 

"İn hadi." Merih'in sesi kendime gelmemi sağlarken oturduğum koltukta doğrulup kapıyı açtım. Zemindeki buzlara dikkat ederek indiğimde, kapıyı kapatır kapatmaz Merih de arabayı kilitledi ve önümden ilerlemeye başladı. Evine ilk gelişim değildi. Son dört senemin en büyük iki artısından biriydi Merih. Diğeri de ikizimmiş kadar çok sevdiğim Müge'ydi zaten. Onlar olmasaydı belki şuan yaptığım bu şeyi ben dört sene önce yapıyor olacaktım.

 

"Müge'ye haber verdin mi?" Dedi Merih apartmana girerken.

 

"Hayır." Dedim peşinden giderken.

 

Asansörün düğmesine bastığı an açılan o büyük metal kapılar, birkaç saniye sonra tekrar üzerimize kapanırken gözlerimi yumdum.

 

"Madem böyle bir adım attın," derin bir nefes verdi. "Artık hiçbir şeyden korkun olmayacak Gece." Merih'in söyledikleri ile gözlerimi açmam bir oldu. Haklıydı. "Anlaştık mı?"

 

Koyu kahve gözlerine odaklandım ve, "Anlaştık." Dedim.

 

Asansörden gelen ses, istediğimiz kata geldiğimizi söylüyordu. Uzun zamandır bu ses beni rahatlatan bir araçtı. Sonunda korkumun bittiğini, asansörden inebileceğimi söylüyordu. İlk defa o asansörden korku hissetmeden indim. Ama hâlâ içimdeki o hisse anlam veremiyordum.

 

Mermerleri parlayan koridorda birkaç adım attıktan sonra üzerinde 29 yazan o dairenin önünde durduk. Merih elindeki anahtarları deliğe yerleştirdikten sonra basit bir şekilde açılan kapıdan içeriye girdim. Bildiğim yolu izleyerek salona gittikten sonra kahverengi deri koltuğa yavaşça oturdum. "İçimde anlam veremediğim bir his var Merih."

 

"Yeni hayatının ilk günü." Dedi Merih tam karşımdaki koltuğa otururken. "Bazı kararlar hayatımızı en baştan yazar." Üzerindeki deri ceketi çıkartırken konuşmaya devam etti. "Bir planın var mı?"

 

"Hayır." Dedim sırt çantamı çıkartıp kucağıma alırken.

 

Gözleri bir anlığına saçlarıma takıldığında hiçbir şey demeden çantamdaki telefonumu çıkarttım ve ekrana bakmadan telefonu tamamen kapatıp tekrar çantama attım.

 

"Sen ciddisin." Dedi Merih, sesi şaşırmış gibiydi.

 

"Senden yardım almak için aramıştım seni." Diye itiraf ettim.

 

"Yanılmamışım bir konuda." Dedi dediklerimi geçiştirerek. "Senin hep o kalabalığın içinde yalnız olduğunu hissediyordum."

 

"Yalnızlık düşündüklerimizin kafamızın içindeki duvarlara çarpıp tekrar orada kalması değil midir zaten?" Dedim buruk bir şekilde gülümserken. "Babamdan nefret ediyorum." Dedim birden durduk yere. "Öyle, içimden geldi." Kendimi tuttuğum vaktin sonuna gelmiştik, sol gözümden kayıp giden göz yaşım canımı yakmıştı. Gülümsemeye çalıştım, ama olmadı. Ellerimi yüzüme kapattığımda, Merih'in ağladığımı görmesini istemiyordum. Hatta ağlamak istemiyordum.

 

"Sana vazgeçmen için ısrar edecektim." Merih'in ses tonu yumuşaktı. "Ama vazgeçen taraf ben oldum, sana yardım edeceğim Gece."

 

Ellerimi yüzümden çekerken, gözyaşlarımın bıraktığı ince çizgileri yok etmeye çalıştım.

 

"Müge'ye her şeyi sonradan anlatacağım, ailene söylemeyeceğinden emin olduğum bir anda. Malum onu biliyorsun, iyiliğin için kaçmaman gerektiğini düşünür. Buna kalıbımı basabilirim." Sesi kendinden emin çıkmıştı ayağa kalktığında, yanına gitmem gerekiyormuş gibi hissettim.

 

"Biliyorum." Dedim ayağa kalkarken, "Ama ne yapacağımı bilmiyorum."

 

"Bana güveniyor musun?" Merih, ablasının odasına girdiğinde ailesinin evde olmadığını yeni fark edecek kadar beynimin içinin dolu olduğunu ilk kez anlamıştım.

 

"Güveniyorum." Dedim hiç düşünmeden. "O yüzden buradayım zaten."

 

Merih, ablasının dolabından aldığı birkaç parça şeyi bana doğru atarken; "Giyin bunları." Dedi tekrar odadan çıkarken. "Şuan sorgulama, yolda konuşacağız." Diye de tamamladı.

 

Ablasının odasına girip kapıyı kapatırken üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Annemin şuan ne yaptığını merak ediyordum. Gözlerim gardırop kapağındaki aynaya çarptığında bu sefer irislerimi kendimden kaçırmadım. Merih'in verdiklerini kendime bakarak giyindim. Siyah tayt, uzun bacaklarımdan sanki benim bedenime özelmiş gibi çabucak geçmişti.

 

"Biraz da makyaj yap Gece." Merih'in sesi uzaktan geliyordu, çok büyük ihtimalle o da hazırlanıyordu.

 

"Ablan rahatsız olmaz mı?" Diye bağırdım beni duyabilmesi için.

 

"Sorun etmez, merak etme."

 

Üzerime, verdiği siyah crop kazağı da geçirdikten sonra, makyaj masasının önündeki pufa oturdum. Nereye gideceğimizi az çok tahmin ediyordum. Merih'in takıldığı yerler birbirinin hep aynısıydı zaten.

 

Merih'in ablasının eşyalarını kurcalayıp rahatsızlık vermek istemediğim için, ilk çekmecedeki rimeli, siyah farı ve yanında duran rujlardan borbo olanı elime aldım. Gözlerimi belirgin hale getirmek için rimelden 2 kat sürdükten sonra, siyah fardan da sadece kirpik üstlerime hafif şekilde sürüp bordo ruju dolgun dudaklarımda gezdirmeye başladım. İlk baş kenarlarını çizip sonra içini de doldurdum. Malzemeleri tekrar yerine koyduktan sonra ayağa kalktım ve odanın kapısını açıp dışarı çıktım. Salondan sırt çantamı alıp sırtlandım. Merih daha odasındaydı. Etrafıma bakarken sağ tarafımdaki mutfağın içerisine odaklandım, buzdolabının üzerindeki araba mıknatısları gözüme çarptığında geçmişe daldım.

 

"Beğendin mi Merih oğlum?" Annemin sesi neşeli ve heyecanlıydı. Ela gözlerindeki o saf hisler, gencecik halimde ben de bile yoktu. Ona bazen imreniyordum.

 

"Tabi beğendim, beğenmeme lüksüm mü var Selma teyze?" Merih elindeki araba mıknatıslarına bakarken mutlu duruyordu.

 

"Sen geçen bana o istediğim vazoyu alınca ben de Gece'yle sana bunları alayım dedim, koleksiyonun için." Annemin gözlerinden kara bir bulut geçti. Artık bize yansıyan derin bir mutsuzluktu. "Celal amcan almadı diye içine büyüyüp aldığını biliyorum." Dedi Merih'e. "Hep böyle temiz kalpli kal inşallah."

 

Merih de durumu anlamıştı. Ortamı yumuşatmak için, "Bir de kızım erkeklerle arkadaş olamaz diyordunuz, bakın ne kadar tatlış ve ince ruhlu bir erkeğim." Annem gülmeye başladığında ben de, "Ya ya... Şeker gibi maşallah." Deyiverdim. Kimsenin üzülmesini istemiyordum.

 

"Hadi Gece." Tok ses kendimi gerçek dünyada bulmama neden olurken, onu takip ettim. Beynim sanki hissizleşmişti. Asansöre binerken ilk kez derin bir nefes almamıştım, aşağı kadar inmemiz, arabaya binmemiz bir olmuştu. Kapıyı çektiğimde rüzgardan dolayı sertçe kapandı.

 

"Özür dilerim rüzg..." Merih daha lafımı bitirmeden gaza bastı ve konuşmaya başladı.

 

"Bak şimdi Gece." Dedi.

 

"Bu, uzun uzun konuşacağım beni bölmeden dinle demek değil mi?" Diye sordum.

 

"Evet bak aferin adam oluyorsun." Dedi Merih gülerek. Ben de ona gülerek karşılık verdiğimde, gülümsememin yüzümde asılı kalmasına neden olacak şekilde konuşmaya başladı.

 

"Az önce telefonumu açtım, 14 cevapsız çağrı vardı. Biri senden zaten, gerisi de babandan." Derin bir nefes verdi. Oturduğum yerde dikleşerek tüm dikkatimi ona verdim. "Ayrıca mesaj da atmış, senin benimle mi olduğuna dair. Ben de telefonumun şarjının bittiğini, arama ve mesajları yeni gördüğümü, seni de bugün hiç görmediğimi haber aldıklarında bana da haber vermeleri gerektiğiyle ilgili bir mesaj attım odamda hazırlanırken." Direksiyonu sol tarafa doğru çevirdi. "Müge'yi arayıp sorun falan da yazdım, şuan büyük ihtimalle onunla ilgileniyorlardır ve Müge de neye uğradığını şaşırmıştır. Bu yüzden ona söylemediğin çok iyi olmuş, hep böyle zekanı kullanmaya devam et."

 

"Şimdi ne yapacağım?" Bu soruyu daha çok kendime soruyor gibiydim.

 

"Arkanda bir mektup falan bıraktın mı?" Kırmızı ışıkta yavaşça frene bastı.

 

"Hayır." Dedim buz gibi bir sesle.

 

"Şuan seninle nereye gidiyoruz biliyor musun?" Diye sordu konuyu değişerek. "Güvenli bir yere." Diye benim cevabımı beklemeden asıl cevabı verdi. "Ama sadece benim lafımı dinlersen güvenli olan bir yere."

 

"Anlamadım?" Çantamı kucağıma aldım. "Nereye gidiyoruz biz şuan?"

 

"Bana güveniyor musun Gece?" Diye sordu tekrar. Bunu cevaplamama bile gerek yoktu. Ona kendim kadar güveniyordum. O da anlamış olacak ki devam etti. "Daha önce büyük bir iyilik yaptığım birinin yanına gidiyoruz." Dedi koyu kahve gözlerini yoldan ayırmadan. "Bu sefer ben ondan bir yardım isteyeceğim."

 

"Fedakarlık yapmak zorunda değilsin, o hakkı kendin için kullanabilirsin." Dedim sakince. Kimsenin benim için zor durumda kalmasını istemiyordum, hele de Merih'in.

 

"Saçma sapan konuşma Gece." Dedi. "Senin için fedakarlık da yeri gelir yaparım, sen bana yapmaz mıydın?"

 

"Cevabını biliyorsun." Dedim doğruca ona bakarak, "Tabi ki yapardım."

 

"O zaman bu konu bir daha açılmamak üzere kapansın." Ses tonundaki uyarı, zoruma değil hoşuma gitmişti. Ona minnettardım. Yoldaki bakışları gözlerime düştüğünde, ne gördüğünü bilmiyordum ama farklı bir şekilde baktı bana.

 

"Tamam." Dedim yenilgi kabul eder gibi. "Senin lafını dinlersem güvenli dedin, ne yapmam gerekiyor?"

 

Koyu bakışları tekrar yolu bulduğunda yüzüne yansıyan renkli ışıklar, gözlerini hafif kısmasına sebep olurken o devam etti. "Seni birine emanet edeceğim." Tepkime bakmak istercesine bana döndü.

 

"Kime?" Ses tonum, ayaklarım altında ezilen karın çıkardığı ses gibiydi. Çaresiz.

 

"Zamanında iyilik yaptığım kişiye." Dedi araba yavaşlarken. "Ona sevgilim olduğunu söyleyeceğim, bu nedenle sana asla zarar vermeyecek. Zarar gelmesine de müsade etmeyecek."

 

Oturduğum yerde doğrulurken, içimden geçen his biraz öncekinin aynıydı. Bu korku değildi, çaresizlik değildi. Bu başkaydı.

 

"Sana güveniyorum." Dedim sadece. Tekrar arkama yaslandığımda, Merih arabayı park etti. Önünde durduğumuz mekanın üzerinde büyük harflerle 'DREAM' yazıyordu.

 

"Burası bar değil mi?" Dedim içimdeki o farklı hissi sindirmeye çalışırken.

 

"Sakin ol." Dedi Merih birden. Yüzümdeki ifadeyi merak etmiştim. "Bak inan bana güvende olacaksın." Gözlerini bana kilitledi. "Söz veriyorum."

 

Arabanın kapısını açtığımda yüzüme çarpan soğuk hava mideme yumruk yemişim gibi hissettirmişti. Kar durmuştu, sanki zaman da durmuştu. Adımlarım ağır çekimde gibi ilerlerken, Merih tam yanımda durup elimi tuttu.

 

Sevgililer gibi.

 

Onun bu tarz mekanlarda bulunduğunu hep biliyordum ama yetiştiğim ortamda buralar cehenneme bilet gibi geçiyordu. Ne yapacağımı bilemez şekilde Merih'in beni yönetmesine izin verdim. Çantamı acemi bir şekilde sırtıma atarken, uzun zamandır bu kadar kalabalık bir sıra görmemiştim. Hatta hiç görmemiştim. Merih, beni de yanında ilerleterek hepsinin önüne geçti. Siyah takım elbiseli adamın kulağına doğru eğildiğinde, arkama doğru baktım. Yüzlerce insanın kin dolu bakışlarına ilk kez orada maruz kalmıştım. Başımı tekrar önüme çevirirken, açık kahve irislerim birkaç saniyeliğine ellerimizde takılı kaldı.

 

Her şey çok hızlı gelişmişti.

 

"Geçiyoruz hayatım." Merih'e bakarken bakışlarımdaki o yabancı hissi ben bile hissetmiştim. Yine de dediğini yaparak içeri girdim. Dar ve boğuk giriş tamamen dumanla doluydu. Buraları ezbere bilmeyen birinin, bir yerlere çarpmadan ilerlemesi mucize olurdu. Yüksek sesli müzik kulaklarımı neredeyse sağır etmek üzereydi. Midem bulanmaya başladığında Merih beni sol tarafa çevirdi. Karşımızda uzun ve dar merdivenler vardı.

 

"İn." Dedi bağırarak, ancak öyle duyurabilirdi kendini. Birkaç saniye merdivenleri inceledikten sonra ilk adımımı attım. Loş ortam nabzımın hızlanmasına neden olmuştu. Zemine adım atar atmaz Merih de yanıma geldi.

 

Ellerimizi şimdiye kadar hiç ayırmamıştı.

 

Bana doğru eğildi ve, "Saat on bir yönü." Dedi sessizce. Önce onun gözlerine baktım. Koyu kahve ve derin gözlerine. Sonra yavaşça tarif ettiği yere döndüm ama bunu sanki tesadüfen yapmış gibi yaptım. Tam oradaki kamerayı gördükten sonra oraya odaklanmadan etrafa bakmaya başladım. Burası sanki yerin altında bir bekleme odası gibiydi. Uzakta bir bilardo masası ve onlarca kumar masası vardı.

 

"Birazdan bizi içeri alacaklar." Dedi yine bana eğilerek. "Bizi gördüler."

 

"Merih beni geriyorsun." Dedim dürüstçe.

 

"Sadece şaşırıp kalmaman için bilgi veriyorum, gerilme." Dedi gayet sakin bir vaziyette.

 

"Merih Bey, buyurun içeriye." Hemen yanımızdan gelen bu ses uzun ve yapılı bir adama sahipti. Hayatımda ilk kez gördüğüm bu adam, Merih'e bey diyordu.

 

"Bu Çağdaş, hayatım." Dedi Merih bana gülümseyerek.

 

"Memnun oldum." Dedim sadece.

 

İçimdeki o his geçmiyordu.

 

Merih, bırakmadığı elimi tutmaya devam ederken kameranın hemen altındaki büyük kapıyı iki kez tıklattı. İçeriden gelen erkeksi ses, "Gel." Diyene dek de girmedi.

 

Müziğin sesi buraya daha az geliyordu. Az öncekiyle aynı değildi. Kapıdan içeri girerken, sol tarafta kalan merdivenin üzerindeki az önce girdiğimiz kapının kapatıldığını gördüm.

 

"Vay, gergin herifimiz de buradaymış." Merih'in ses tonu birden değişmişti. Bu neşeli ses tonu bana Tan'ı hatırlatmıştı. Şuan kim bilir ne yapıyordu... Benim için endişeleneceğini biliyordum. Belki de sokaklarda beni arıyordu.

 

"Burada olduğumu bildiğin için gelmedin mi zaten Merih?" Tam karşımdan gelen bu sert sesin sahibine baktım. Kemikli elinde cam bir bardak, içinde sarı bir sıvı vardı. Dudaklarının arasından sigarasını yeni bitirdiğini kanıtlayan dumanlar havaya karışıyordu. Keskin bakışları doğruca Merih'teydi. Hareket etti. Sırtını oturduğu koltuğa yaslarken, tek elini yanında duran masaya yerleştirip ritmik bir şekilde masaya vurmaya başladı.

 

"Gerginliğin yine üzerinde." Dedi Merih gülerek. "Tabiki bilerek geldim."

 

"Ne oldu?" Dedi ciddi bir şekilde karşımdaki adam.

 

"Yardıma ihtiyacım var." Bu cümle istemsizce Merih'e yaklaşmama neden oldu. Karşımdaki adam keskin bakışlarını Merih'ten alıp üzerime bindirdiğinde, zehir yeşili gözleri sanki gözlerimi çekmem gerektiğini söylüyor gibiydi. Ama bunu yapmadım. Gözlerimi çekmek yerine onu inceledim. Kemikli ve keskin bir yüz hattına sahipti. Bakışları da verdiği his gibi sertti. Gözlerim gözlerine çarptığı an tekrar mideme bir yumruk yemiş gibi hissettim.

 

"Söyle." Dedi doğruca. Elindeki cam bardağı dudaklarına yaklaştırıp birkaç saniye durdu. Sonrasında bardağın içindeki sıvıyı fondip yapıp bardağı sertçe masaya koydu.

 

"Gece." Dedi Merih, ellerimizi belli ederek. "Sevgilim." Sonra bana doğru döndü. "O da Pamir. Eski bir arkadaşım."

 

Bir şey demeden öylece durdum. O da öyle yaptı, adının Pamir olduğunu yeni öğrendiğim adam.

 

"Peşimde olmaması gereken adamlar var." Dedi Merih birden. "Ben izimi kaybettirene kadar da Gece'ye senin sahip çıkmanı istiyorum."

 

Gözlerim benden habersiz şekilde irileşirken, karşımdaki adama baktım. Zihnimden geçenler Merih'in nasıl bu kadar usta yalan söylediğiydi. Pamir, zehir yeşili bakışlarını bana yöneltti.

 

"Tahmini ne kadar bir süre?" Diye sordu hiç sorgulamadan. İşte o an ilk kez Merih'in ona ne iyiliğinin dokunduğunu merak ettim.

 

"Birkaç ay." Dedi Merih, usta bir şekilde. "Daha uzun sürmez."

 

Pamir, Merih'e bir süre baktıktan sonra, "Bana ayak bağı olmadığı sürece sorun yok." Deyip doğruldu. "Evimi biliyorsun, getirirsin bir ara." Benden bir eşya gibi söz etmesinden mi rahatsız olmalıydım yoksa evinde kalacak olmama mı?

 

Kalacak kimsem yoktu ve sokakta kalmak ile tanımadığım ama güvenilir olduğunu duyduğum birinin evinde kalmak arasındaki farkı bulup kendimi rahatlatmaya çalıştım. Müge de ve Merih de kalamazdım, sanırım bulunup eve gitme sürem maksimum bir hafta olurdu. Eve gittiğimde çekeceğim işkenceyi bir ben bir de Allah biliyordu.

 

"Şuan." Dedi Merih. "Şuandan itibaren."

 

Pamir gözlerini Merih'e iterek konuştu. "Durum o kadar ciddi mi?"

 

Merih bir şey demek yerine sadece baktı. Birbirlerini iyi tanıdıkları belliydi.

 

"Beni takip edin." Ayağa kalktığında ona bakmak yerine gözlerimi Merih'den tarafa kaydırdım. Merih, onun dediğini yaparak peşinden giderken, ben de onların arkasında ilerledim. Az önce indiğimiz uzun ve düz merdiveni tekrar çıkarken, Pamir biz indikten sonra kapatılan kapıyı açtı. İçeriye gelen yoğun koku, rengarenk ışıklar ve yüksek ses yüzümu buruşturmama neden olurken, hızlı davrandılar ve kendimi çıkış kapısında buldum. Giriş olmadığını, önündeki o uçsuz bucaksız sıranın olmamasından anlamıştım.

 

Hava çok karanlıktı ve duran kar tekrar yağmaya başlamıştı. Bastığım yerlere dikkat ederek ilerlerken, önümüzdeki siyah mercedesin yanında durduk. Daha doğrusu durdular, beni de Merih durdurdu.

 

Başımı yerden kaldırdığımda, Pamir'in doğruca ellerimize baktığını gördüm. Yeşil hareleri birkaç saniye orada oyalandıktan sonra, "Vedalaşın." Dedi en az hava kadar soğuk bir şekilde.

 

Olaylar nasıl bu kadar hızlı gelişmişti?

 

Merih'e doğru döndüm, "Beni ziyarete geleceksin." Dedim sessizce. "Değil mi?"

 

Tamamen gözbebeğinden oluşuyor gibi duran gözlerini samimiyetle kıstı. "En geç bir hafta içinde." Dedi yatıştırıcı bir gülümsemeyle. "O zaman her şeyi daha detayla konuşuruz olur mu?"

 

"Olur." Dedim. Merih, siyah arabanın ön koltuğunun kapısını açtığında geçmem için işaret etti.

 

İçimdeki o berbat his hâlâ geçmemişti ve bu da yetmez gibi Pamir, şoför koltuğunda yerini bulduğu an mideme yumruk yer gibi olmuştum. Bunu son iki saattir kaçıncı kez yaşıyordum?

 

Pamir, anahtarı kontağa yerleştirdiğinde; arabanın yanan farları yolu aydınlatmıştı. Merih sanki ağır çekimde gibi kapıyı üzerime örterken, aklım yeni dank ediyordu. Şuan sadece adını bildiğim bir adamla boşluğa gidiyordum.

 

Merih, doğruca gözlerime bakarak son cümlesini söyledi. "Yeni hayatının ilk günü Gece. Mutlu ol."

 

Kaderimi değiştiriyordum.

Loading...
0%