Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. OLAY

@beyzaozgu

OLAY

 

 

 

 

 

Karanlık her yere hakimken, arabada hükmünü süren sessizlikti. Uzun süredir devam eden yolculuğa, aklımdakilerden dolayı odaklanamıyordum. Ne yaptığımı bilmez bir halde başımı sağa çevirmiş, yağan karı izliyordum. Ne yaptığımı bilmediğim gibi, ne yapmam gerektiğini de bilmiyordum. Ellerimi birbirine kavuşturduğumda, uzun zamandır tırnaklarımda olan siyah ojeli parmaklarımı birbirine bastırıyordum. Kar taneleri her biri farklı bir anıyı taşırcasına çoktu. Bazı insanlar, her ne yaşarsa yaşasın; sevilmediği o ana bağlıyordu. Bunun kocaman bir örneği de bendim. Gece Belemir.

 

Bunu kabullenmek içimi parçaladı.

 

Yanımda oturan adam, beni her saniye daha da geriyordu. Gittiğimiz ıssız yol, kar tipisinden dolayı resmen gözükmüyordu. Ellerimi daha da sıktım. Beni nereye götürdüğünden bile bir haberdim. "Umarım doğru olanı yapmışsındır Gece." Diye geçirdim içimden. Bakışlarımı yavaş hareketlerle ona çevirdiğimde, tek eli viteste, tek eli de direksiyondaydı. Damarlı kollarını saran gömleğini, dirseklerine kadar çemremişti. Sağ elinin orta parmağında, siyah, düz bir yüzük vardı. Üzerindeki siyah gömlek vücuduna yapışmıştı. Gömleğinin ilk düğmesi hariç bütün düğmelerinin ilikli olması dikkatimi çekmişti. Yüzündeki kirli sakal, kemikli çenesinde hep olmak zorundaymış gibi duruyordu. Burnu düz ve bütün her şeyi gibi erkeksiydi. Gözlerim yavaşça gözlerine tırmanırken, odaklandığı nokta oraya dönmeme neden oldu.

 

Dikiz aynasında olan gözleri, gözlerimle buluştuğunda, kendime lanetler okuyarak önüme döndüm. Başımı tekrar dışarıyı izlemek üzere sağa çevirdiğimde, bana verdiği hissin adını çözmeye çalışıyordum.

 

"Ailen yok mu?" Dedi birden. İfadesiz sesi, cevabını merak ettiğini yine de belli ediyordu.

 

"Yok." Dedim detaya girmeden. Sesim titremişti. Ailem cidden artık yok muydu? Aklıma girmelerine izin vermemeliydim. "Merih dışında kimsem yok." Hakkımda çok şey bilmesini istemiyordum ama bu konunun tekrar açılmasını da istemiyordum.

 

"Anladım." Dedi buz gibi bir sesle. Ses tonundaki o boşluk, bana babamı hatırlatmıştı.

 

"Neredeydin sen bu saatte?" Gözlerim yanmaya başladığında babamın elle tutulur öfkesine baktım.

 

"Saat daha beş." Dedim sesimin titremesine engel olmaya çalışırken.

 

"Onu mu sordum lan ben sana!" Öfkesi kadar büyük adımlarla yanıma geldi. Annem aramıza girdiğinde, daha sadece on dört yaşındaydım.

 

"Dershane." Dedim hayattan bezmiş bir edayla.

 

"Arar sorarım hocalarına, doğruyu söyle bana Gece!" Tam yüzüme bakarak yaptığı ithamlarda hiç mi üzülmüyordu? Benim içim her geçen gün paramparça olurken, öz kızının mahvolmasına hiç mi erimiyordu?

 

"Sor." Der demez odama doğru ilerledim. Göz yaşlarım benden izinsiz ilerlerken kenimde söz verdim.

 

Kendimi buradan kurtaracaktım.

 

Ne de olsa, darmadağın bir ailede kendimi toparlayamazdım.

 

"İn." Dedi sanki boşluğa der gibi. Kontaktaki anahtarı çıkardığında hızlı bir şekilde aşağı indi. Ona eşlik edercesine ben de indiğimde, etrafıma baktım. Yoğun kar zemini tamamen kaplamıştı. Soğuk hava kollarımı bedenime sarmama neden olurken, arabayı kitlediğine dair kilit sesini duydum. Şehrin dışında ya da dağda olduğu belli olan bu bilmediğim yer, ıssızdı. İçimi saran duygunun korku olması beni gererken, yolda tabelalara bakmadığım için suçladım kendimi. Burası neresiydi?

 

"İlerle." Birden tam dibimde duyduğum ses sıçramama sebep olmuştu. Başımı ona doğru çevirdiğimde, siyah saçları rüzgardan dolayı dağılmıştı. Saçlarına düşen kar taneleri, kirpiklerine de tutunuyordu. Yaşadığım şeyin ne olduğunu bilmiyordum ama o sanki biliyor gibi baktı bana. Gözlerimi zehir yeşili irislerden aldığımda, rüzgardan dolayı yüzüme düşüne kısa saçlarımı kulaklarımın ardına sıkıştırdım. Pamir, önümde ilerlemeye başladığında ben de onu takip ettim. İstemsizce arkamı döndüğümde, karla kaplanmış uzun bir yoldan ve daha yeni indiğimiz siyah arabadan başka hiçbir şey gözükmüyordu. Yukarıdan gelen duman dikkatimi çektiğinde onu gözlerimle izledim. Önüme baktığımda ise Pamir'in yürüdüğü yerde, tek katlı ve bacasından duman çıkan bir ev vardı. Evin hemen yanında siyah bir araba daha duruyordu. Evin ön tarafında duran iki camdan da ışık süzülüyordu. Pamir, önümden ilerlemeye devam etti ve büyük bir balkona açılan iki basamağı hızlıca çıktı. Buz tutmuş basamaklara temkinli şekilde basarken, Pamir demir kapıyı tıklatmak yerine, pantolonunun cebinden çıkardığı anahtari deliğe yerleştirdi. Kapı birkaç ritmik hareketten sonra ardına kadar açıldığında, dik bir şekilde içeriye girdi. Bir kuyruk gibi ben de peşinden ilerlerken, ortam tıpkı az önceki mekan gibi loştu. Uzun ve geniş bir koridor vardı. Koridorun en ucundaki odadan, sesler geliyordu. Pamir, elindeki anahtarı tekrar cebine koyduğunda ilk kez bunu benim dışımda yapan birini görmüştüm. Şimdiye dek kimde dikkat ettiysem, hep vestiyere falan koyuyorlardı.

 

"Böyle anlaşmamıştık hanımefendi." İçeriden gelen kalın ve yapay öfke sesi oraya dönmeme sebep olurken, Pamir umursamaz bir şekilde ilerledi. Beni orada bırakmıştı. Ona yük oluyor gibi hissetmeye şimdiden başlamıştım. Çekingen sayılacak tavırla onun gittiği yoldan ilerlerken, Pamir odaya girip; "Siz bu gece gitmiyor muydunuz?" Diye sordu. Geniş odada ilerledi ve gri kanepelerden birine oturdu. Kapının dibinde kalmıştım ve sol tarafımda duvar vardı. Duvarın arkasından bir kadın sesi, "Sabah gitmeye karar verdik." Dedi. "Sen ne ara geldin?"

 

Pamir cevaplamak yerine bana doğru döndü, bana eliyle gel hareketi yaptıktan sonra kaslı kollarını birleştirdi. İçeriye girdiğimde loş ışık gözlerimi rahatsız ediyordu. Olabildiğince normal bir şekilde gelip, Pamir'in yan tarafındaki tekli koltuğa oturdum. Az önce seslerini duyduğum, Pamir'in arkadaşları olabileceklerini düşündüğüm kişiler bana bakıyorlardı. Duvarın hemen yanındaki L koltukta oturuyorlardı. Birbirlerine yakın duruyorlardı, erkek olan esmer ve yine yapılıydı. Tip olarak daha sempatik birine benziyordu. Sağ yanında, sarı ve uzun saçlara sahip bir kadın oturuyordu. Mavi gözleri rahatsız edici bir şekilde üzerimde geziniyordu.

 

"Bu kız kim?" Kadın bunu tam yüzüme bakarak demişti.

 

"Kendini tanıt." Dedi Pamir soğuk bir sesle. Yavaşça ona doğru döndüm. Tekrar önüme döndüğümde, "Gece." Dedim düz bir sesle. "Merih'in kız arkadaşıyım."

 

İkisi birden Merih'i tanıdıklarını belli eder şekilde tepki verdiler.

 

"Ben de Toprak." Dedi sempatik duran. "Memnun oldum."

 

"Dicle." Dedi yanında oturan kadın. "Ben de memnun oldum olmasına da," dedi öne doğru eğilerek, "Merih nerede?" Diye sordu.

 

"Peşine yine adam takmışlar." Dedi Pamir birden. Sesi ve verdiği his o kadar soğuktu ki, yaptığım şeyin bencilce olduğunu düşündüm. Ama şuan daha önemli şeyler düşünmem gerekiyordu.

 

'Peşine yine adam takmışlar?' Kim neden Merih'in peşine adam takıyordu ve bu ilk de değildi?

 

"Sevgilisini sana emanet mi etti?" Toprak'ın sesi şaşkındı.

 

Pamir başıyla onayladı. Zehir yeşili gözleri yerdeydi, yan profili de o kadar düzgündü ki kendime söverek gözlerimi ondan aldım.

 

Zehirleyici bir çekiciliği vardı.

 

"Sormamam gerek ama..." Dedi Dicle üzerindeki mavi pileli eteğin beliyle oynayarak. "Kaç yasındasın sen?"

 

"19." Dedim çantamın fermuarını açarken. O anki stresle içine ne koyup koymadığımı bile hatırlamıyordum. "Sen?" Diye sordum ona bakarak, madem burada kalacaktım, buna mecburdum; buradakilerle samimiyet kurmaya çalışmalıydım.

 

Dicle, bu sefer de eteğinin pilesiyle oynarken cevapladı. "Ben 22'mden gün alıyorum." Gözleriyle aynı tonlarda olan ojeli elini Toprak'ın elinin üzerine koyduktan sonra sahiplenici bir şekilde tuttu. Birlikte olduklarını ima ediyordu.

 

"Merih ilk defa kendinden küçük biriyle olduğuna göre seni cidden seviyor." Dedi Toprak gülümseyerek. Anlayışli bir siması vardı. Merih'in şimdiye kadar ki hiçbir kız arkadaşını tanımadığım için bir şey demek yerine ben de tebessüm ettim.

 

Pamir, birden ayağa kalktığında; "Ben yatıyorum. Sabah beni uyandırmadan gidin." Dedi. Üzerindeki gömleğin düğmelerini açarak ilerledi ve koridorun sağındaki kahverengi kapıyı açarak içeriye girdi, kapıyı ardından kapattı.

 

"Ne kadar kalacaksın burada?" Ellerim çantamın içinde gezinirken, Dicle'nin bu sorusu daha da diken üstünde gibi hissetmeme neden olmuştu.

 

"Yanlış anlama." Dedi yüzümdeki ifadeyi görünce. "Sadece merak ettim."

 

"Bir ay." Dedim ben de o an karar vererek. Daha fazla dayanabilir miydim bilmiyordum. Bana nerede kalacağımı, ne yapacağımı bile demeden gitmişti, Pamir.

 

"Ben nerede yatacağım?" Diye sordum onlara bakarak. "Çok yorgunum."

 

Dicle ayağa kalktı ve eteğini düzeltti. "O da baya yorgun, yaklaşık üç dört gündür burada bile değildi." Dedi açıklama gereksinimi duyarak. "O yüzden direkt odasına geçmiştir." Sanırım bu duruma içerlediğimi fark etmişti.

 

Toprak da ayağa kalktı ve, "Soğuktur falan ama güvenebilirsin merak etme." Dedi. "Güzelim ben yatağa geçiyorum, malum yarın tüm gün direksiyon sallayacağım." Dicle'nin yanağından makas aldı ve, "İyi geceler Gece." Dedi yüzüme bakarak. Esneyerek odadan çıktığında, misafir odası olduğunu düşündüğüm bir odaya girdi.

 

"Ben sana yardımcı olayım." Dedi Dicle. "Gel."

 

Ayağa kalktım ve Dicle'nin arkasından ilerledim. Pamir'in girdiği odanın diğer tarafındaki odaya geçerken, istemsizce Pamir'in kapısını dinledim.

 

Sessizdi.

 

Tekrar önüme döndüm ve Dicle'nin girdiği odaya girdim. Siyah ve beyaz tonlarında döşenmiş oda, yine loştu. Ne dar ne de geniş diyebileceğim bir büyüklükteydi. Sol köşede duvara yaslanmış şekilde tek kişilik bir yatak vardı. Sağ köşede ise duvara yaslanmış şekilde bir gardırop vardı. Gardıropun tek kapağı tamamen aynaydı. Odada başka eşya yoktu, yatağın karşısında da bir kapı daha vardı.

 

"Kişisel banyo orası." Dedi Dicle, beni mi izliyordu?

 

"Burası sanırım birine ait." Dedim ona bakarak. "Salonda da idare edebilirim."

 

"Birine ait değil, rahat olabilirsin." Dedi Dicle yakın bir sesle. "Sen burada biraz bekle, ben geliyorum olur mu?"

 

"Olur." Dedim. Dicle üzerimi süzdükten sonra odadan çıktı. Doğruca çantamı açıp içindekilere baktım, telefonum ve şarj aletini almıştım. Kulaklığım da buradaydı. Ellerimle içini yokladım. Cüzdanımı da içine atıvermiştim. Birden aklıma gelen bir içgüdü ile nüfus cüzdanımı aramaya başladım. Ellerim, soğuk kumaşta gel git hareketleri yaparken, kimliğimi bulamadım.

 

"Allah kahretsin." Dedim sessizce.

 

"Ne oldu Gece?" Dicle elindeki birkac parça kıyafetle odaya girdiğinde kaşlarını hafifçe kaldırmış, yüzüme bakıyordu. Panikle çantamın fermuarını hızla kapattım ve yatağın üzerine koydum.

 

"Hiç." Dedim bir şey olmamış gibi ben de yatağa otururken, "Elindekiler ne?" Konuyu değişmek istiyordum. Bu kadar gerilecek bir şey yoktu, onların hiç bir şeyden haberleri yoktu, bunu biliyordum ama yine de içimde anlam veremediğim bir huzursuzluk vardı.

 

"Sana getirdim." Dedi Dicle'de yatağa doğru gelip otururken. Ellerindekini daha iyi görebilmem için sırayla yatağa dizdi. İki tane uzun siyah tayt, bir tane kısa siyah tayt vardı. Bir tane de siyah ve kalın örgülü bir kazak vardı.

 

"Üzerindekiler ve makyaj stiline göre bunlari beğenirsin diye düşündüm." Dedi stabil bir şekilde. Eteğinin cebinden bir tane de rimel çıkarttı. "Fondoten falan da getirecektim ama senin cilt tonun benimkinden baya açık." Dedi.

 

"Teşekkür ederim." Dedim içten bir şekilde. Gerek yoktu falan diyecek konumda değildim, bal gibi de gerekiyordu bunlar bana. Üzerimdekilerle beraber rahat bir ay idare ederdim, yıkayıp yıkayıp giyecektim artık.

 

"Az önce Pamir'le konuştum da..." Gözlerim istemsiz bir şekilde irileşirken, tüm dikkatimi ona verdim. "Alınacaklar listesi yapmanı ve bize atmanı söyledi." Yavaşça ayağa kalktı. "Gelirken onları da getiririz." Odadan çıkmak için yürümeye başladığında ona merak ettiklerimi sordum.

 

"Siz yarın nereye gideceksiniz?" Dicle bana doğru döndü. "Aydın." Dedi.

 

"Şuan Ankara'nın neresindeyim?" Diye sordum tekrar. "Kızılcahamam." Dedi gülerek. "Gelmedin mi hiç?"

 

"Yok." Dedim ben de ona doğru gülümseyerek. Daha soracağım şeyler vardı sonuçta.

 

En çok da Merih'in Pamir'e yaptığı iyiliği merak ediyordum. Bunu neden ona sormadığıma dair kendi kendime sohrandım. Bir de, peşine takılan adamlar mevzusu vardı tabi. Bunları şuan soracak samimiyette olmadığımızı biliyordum ve kimseye batmak istemiyordum.

 

"Burada hep beraber mi yaşıyorsunuz?" Diye sordum arkama doğru kendimi çekip sırtımı duvara yaslarken.

 

"Hayır." Dedi Dicle. "Bizim işler biraz karışık." Dedi derin bir of çekerken. "Aydın'la burası arasında mekik çekiyoruz."

 

"Anladım." Dedim sorgulamadan.

 

"Son bir şey daha sorabilir miyim?" Dedim yatağa dizdiği kıyafetleri katlarken. "Ne zaman geri gelirsiniz?" Burada tek başıma kalmak istemiyordum. Daha doğrusu onunla başbaşa.

 

"Bir iki haftaya sanırım." Dedi. Kapıya kadar gitti. "Pamir'den mi çekiniyorsun?" Diye direkt sordu.

 

Duygularımı belli etmek istiyordum. "Sonuçta tanımıyorum." Dedim dürüstçe. "Ve biraz benden rahatsız oldu gibi."

 

Dicle ilk kez samimi bir şekilde yüzüme baktı. "O genel olarak öyle." Dedi. "Zaten sadece geceleri gelir, merak etme rahat edersin." Doğruldu. "Ha bu arada, numaranı versene." Dedi mavi gözlerini kahvelerime sabitlerken. "Eksiklerini atacaksın."

 

Numaram mı... Ne yapmam gerektiğini bilmez bir şekilde ayağa kalktım. Katladığım kıyafetleri yatağın karşısındaki gardıroba yerleştirmeye başladım. Mor silindir rimeli de dik şekilde alt rafa koydum ve kapağını kapattım.

 

Ve aklıma gelen ilk yalanı söyledim. "Numaram ezberimde değil, daha yeni değiştirmiştim." Tekrar yatağa geçtim ve yorgun bir şekilde oturdum. "Şarjım da bittiği için telefonum kapalı, sen bana numaranı yaz ver, ben seni çaldırırım sabah." Çantamdan çıkardığım telefonum ve şarj aletimi elime aldım. Telefonu yatağın yanındaki prize şarja taktıktan sonra yere koydum.

 

"Sen Pamir'den alırsın o zaman, yorgunum şuan kağıt kalem falan uğraşamam." Dedi Dicle arkasını dönerken. "İyi uykular."

 

Gözlerim uzun süre arkasında takılı kalmıştı. Çıkarken kapıyı da ardından kapatmıştı ve bu loş odada tek başıma kalmıştım. Yatağın içine girdim ve siyah yorganı üzerime çektim. Az önce şarja taktığım telefonu prizden çekip kenara fırlattım. Telefonu ne açmak, ne de içindekileri görmek istemiyordum.

 

Gözlerimi sıkıca yumdum. Hayatımda ilk kez kendim için bir şey yapıyordum ama bunun da kendim için iyi mi yoksa kötü mü olduğunu çözemiyordum. Her şeyin bu kadar hızlı gelişmesi normal miydi? Hissettiğim bütün bu karmaşanın son bulmasını dileyerek, gözlerimi daha da sıktım. Uykuya dalmak istiyordum. Öyle de oldu.

 

Sabah gözlerimi açtığımda gün yeni doğuyordu. Saatin kaç olduğunu bilmediğim için, doğruca banyoya girdim. Üzerimdekileri çıkartıp, duşakabine girdiğimde suyu ılık ayarladım ve suyun vücudumdan dökülüşünü izledim. Her bir damla, sanki benden bir parçayı kopartıp götürüyordu. Dün gece makyajımı silmeden yattığım için yüzümü yukarı kaldırdım ve uzun bir süre ılık suya mağruz bıraktım. Duş beni rahatlatmıştı. Her zaman ki gibi. Banyodan çıktığımda bilerek aynaya bakmadan ilerlemiştim. Dolaptan dün gece Dicle'nin verdiği siyah tayt ve siyah kazağı aldım. Olabildiğince hızlı bir şekilde giyindikten sonra, yatağımı topladım ve uyumadan önce fırlattığım telefonumu elime aldım.

 

Yatak tekrar bozulmasın diye yavaşça otururken, telefonuma bakmaya başladım. Açıp açmamak arasında kararsızdım. Delicesine merak ediyordum, bana belki de yüzlerce mesaj atmışlardı bunu biliyordum. Ama içimdeki his yapmamam gerektiğini diretiyordu.

 

Evin içinden gelen ani bir gürültü, oturduğum yerde sıçramama neden oldu. Hızla ayağa kalktığımda, telefonumu yastığımın altına koydum. Cam bir şeyin paramparça olma sesi tüm evde yankılanırken o anki şokla çığlık attım.

 

"Buraya gel, çabuk!" Bu ses Pamir'e aitti. Nabzım benden bağımsız şekilde yükselirken, kalbimin çarpışlarını hissedebiliyordum. Bana dediğini biliyordum, sırt çantamı hızla elime aldım. Pamir var gücüyle kapıyı açtı. Zehir yeşili gözleri, gözlerimi bulduğunda; "Çabuk!" Dedi sadece.

 

"Ne oluyor?" Dedim fermuarı hızla çekerken. "O sesler neydi?" Bana doğru büyük bir adım attı ve güçlü bir şekilde kolumdan tuttu.

 

"Ortalık karışmak üzere." Dedi ifadesiz bir sesle. Kolumu sertçe çektiğinde bedenim, saniyelik olarak bedenine çarptı. İçimden geçen o garip his irkilmeme neden olurken, Pamir hızla ilerlemeye ve beni de peşinden sürüklemeye başladı. Uzun ve geniş koridordan koşarak ilerledik. Dışarı çıkar çıkmaz yüzüme vuran soğuk hava, saçlarımı da dağıtırken, zihnim tamamen birbirine girmişti.

 

"Araba ilerde." Dedi Pamir. Elindeki anahtarları bana verdiğinde, bu soğuk havanın inadına elleri sıcacıktı. Anahtarı elime aldığımda, ellerime bulaşan kırmızı sıvı gözlerimi kocaman açmama neden olurken şok içerisinde baktım ona.

 

Sol kolu kanıyordu.

 

"Kolun..." Dedim elimdeki anahtarı düşürürken. "Pamir, kolun..." Beni umursamadan elini omzunun altında bir yere götürüp kolunu sıkmaya başladı.

 

"Al şu anahtarı yerden!" Dedi gözlerini bana kilitlerken. "Arabayı sen süreceksin." Beni yönetmesine izin verdim, anahtarı hemen yerden aldım.

 

Karda kan izleri vardı.

 

Başımı onaylar şekilde sallamak dışında bir şey yapamadım. Olabildiğince hızlı bir şekilde ilerledim ve kapıyı açtım. Pamir, kanayan koluna rağmen hızla arabaya bindiğinde ben de girdim ve kapıyı ardımdan kapatıp anahtarı kontağa yerleştirdim. Ellerimi direksiyona koymadan önce çantamı arka koltuğa attım. Direksiyonu tuttuğumda, ellerim titriyordu ve dokunduğum her yerde kan izleri vardı.

 

Sessizce Pamir'e doğru baktım, üzerindeki beyaz tshirt tamamen kanla kaplanmıştı. Vurulmuş muydu?

 

"Hadi artık sür şunu!" Diye bağırdığında, gaza bastım. Vücudumun titremesine engel olamıyordum. Arabayı ters yönde sürmeye başladım. "Daha hızlı!" Dedi yüksek bir sesle.

 

"Kolun..." Dedim gaza daha da yüklenirken. "Ne oldu?" Sesim de bedenim gibi titriyordu. Dikiz aynasına baktığımda, "Arkana bakma." Dedi. "Olabildiğince hızlı sür."

 

"Ne olduğunu söyleyecek misin artık!" Diye bağırdım sonunda. Hislerim yetmez gibi bir de ne olduğunu bile bilmediğim bir ortamdan kaçıyordum. İçimdeki o koca his topu, bir ateşten bir de buzdan oluyordu. Arada eriyen tarafsa bendim.

 

"Vuruldum!" Dedi soğuk ve stabil bir sesle.

 

"Ne?" Sesimdeki o şok, surat ifademe de yansıyordu bunu biliyordum. Ona doğru döndüğümde koluna bakabilmek için ona yaklaştım. Erkeksi kokusu, kanın o metalik kokusuyla beraber burnuma dolduğunda, "Hastahaneye mi gideceğiz?" Diye sordum. Tek elim vitese giderken, yola baktım. "Buraları bilmiyorum bile ne yapacağız söylesene!" Diye bağırdım.

 

Merih beni nasıl bir çukura atmıştı?

 

Erkek kardeşim sayesinde 18'ime girer girmez ehliyet almam, ilk kez işime yarıyordu.

 

Pamir, koltukta yavaşça doğruldu. Yüzünü acıdan dolayı buruşturdu ve koltuğa yığıldı. "Siktir!" Dedi sinirli bir şekilde. Tekrar doğruldu ama yine aynı şekilde sonuçlandı.

 

"Bir sorun mu var?" Dedim sesimdeki endişeyi gizleyemeden.

 

"Telefonumu almam lazım." Dedi. Tekrar doğrulmaya çalıştığında, onu durdurdum.

 

"Gerindikçe kanaman artar, saçmalama." Gözlerimi yola çevirdiğimde yol tamamen düzdü, hiçbir eğim ya da çukur falan yoktu ama tamamen karla kaplıydı.

 

"Öyle mi?" Dedi dik dik. "Duman mı yakayım haber verebilmek için?" Ses tonunda alay vardı.

 

Haklıydı. Polisi aramamız gerekiyordu.

 

"Senin alman gerekiyor." Dedi kolunu daha şiddetli şekilde sıkarak.

 

"Nerede?" Diye sordum direkt.

 

Gözleri aşağıya doğru indi. "Sağ cebimde." Dedi pantolonunu göstererek.

 

Yutkundum.

 

Şuan durumun ciddiyetini biliyordum, zihnimin içinde saçma sapan düşüncelere yer vermedim. Yola son kez baktım, uzun bir süre daha düz gidiyordu. Direksiyonu sabit tutmaya çalışırken, ona doğru eğildim. Az önce aldığım kokusu tekrar bana sindiğinde gözlerimi kırpıştırdım. Beni izlediğini hissedebiliyordum. Elimi doğruca pantolonunun sağ cebine soktuğumda, "Çok az doğrulman gerek." Dedim. Yüzüne bakamıyordum.

 

Yavaşça doğrulduğunda, kemeri koluma çarptı. Sanki hissetmemişim gibi yaparak elimi cebine tamamen sokup telefonun soğuk yüzünü tuttum. Başımı çevirip yola baktığımda, direksiyonu tekrar sabitledim.

 

"Acele et." Dedi kısık bir sesle. Nefesi yüzüme çarptığında, yavaşça ona baktım. Yüzlerimiz o kadar yakındı ki, zehir yeşili gözleri yüzümde gezinmeye başladığında gözlerini sertçe yumdu. Kendime gelebilmek için birkaç kez gözlerimi kapatıp açtım. Telefonu cebinden hızla çıkarttım ve koltuğa kendimi attım. Derin bir nefes vererek arkama yaslanırken, Pamir telefonu elimden aldı ve doğruca ekran kilidini açtı.

 

Direksiyon hakimiyetimi tekrar aldığımda tek kelime etmeden yolu izlemeye başladım. Yaşananlar zihnimden kayıp geçerken, olayların ciddiyetini kavramam zaman almıştı. Senelerdir düşündüğüm şeyi yapmıştım.

 

İşte buradaydım. Kime göre neye göre başarmıştım?

 

"Çağdaş, mekana gel." Dedi Pamir kesik kesik bir sesle.

 

Bir dakika? Polis duruken o ne alakaydı?

 

"Biraz daha idare edebilirim." Dedi.

 

Telefondan da sesler geliyordu ama duyamıyordum.

 

"Evet." Dedi delici bakışlarını yüzüme iterek. "Kız da yanımda."

 

Çağdaş bizi mekanda karşılayan adam değil miydi? Oradaki çalışanın benimle alakası neydi?

 

"Vuruldum." Dedi derin bir nefes vererek. "Ona göre hazırlayın ortamı."

 

Telefonu kapatmak için kulağından ayırdığında, "Oldu bil." Sesini duydum.

 

Kapatır kapatmaz arabanın camını açtı, hiç ummadığım bir anda telefonu dışarı attı.

 

"N-ne yapıyorsun sen?" Diye sordum öfkeyle. "Delirdin mi?"

 

"Sus ve sür şu arabayı." Dedi sorularımı göz ardı ederek.

 

"Polisi aramamız gerekiyordu." Dedim sinirimi kontrol edemeyerek. Ani bir şekilde frene bastım. "Merih'i aramak istiyorum ben." Dedim korkmaya başladığımı ona belli etmemeye çalışarak.

 

"Üzeri karla kaplanmıştır." Dedi soğuk bir sesle. "Etrafına bir baksan mı acaba?" Ses tonundaki alay sinirimi bozmuştu.

 

Kar resmen bir afet kadar çoktu ve hâla yağmaya devam ediyordu. Allah kahretsin ki dediğinde haklıydı.

 

"Sür şu siktiğimin arabasını!" Diye bağırdı.

 

"Sen dedin diye değil." Dedim onun kadar soğuk bir sesle. "Sana bir şey olursa vicdan azabı çekmemek için kendi rızamla sürüyorum."

 

Gaza basmadan hemen önce arkadan çantamı aldım. Arabayı sürmeye devam ederken, hâlâ anayol gözükmediği için rahat bir tavırla çantamı kucağıma döktüm. Kulaklık ve cüzdanı tekrar içine soktuğumda, kucağımda kalan koca bir hiçle yüz yüze geldim.

 

"Telefonum..." Dedim sessizce.

 

Arkamda kalmıştı, ailem gibi.

 

İçindeki onlarca fotoğraf, mesajlarım ve benim için anlamı olan her şey o lanet evde kalmıştı. Gözlerimin dolmasına engel olamazken, sinirle arkama baktım. Seneler öncesinden bile gelecekte onları anabilmek için yüzlerce şey biriktirmiştim.

 

"Seninle kalmayacağım." Dedim ifadesiz bir şekilde gaza basarak. Biran evvel kurtulmak istiyordum. Önceden planladığım gibi, bir süre camilerde kalıp iş bulunca kurtulmak istiyordum.

 

"Mekana sür, oraya gidene dek seni dinlemeyeceğim."

 

"Yolunu bilmiyorum." Dedim gözlerimi yumduğumda göz yaşlarım yanaklarımdan akarken.

 

Pamir, yeşil harelerini göz yaşlarıma sabitledi. Yüzündeki ifade sıfırdı. Daha da hızlandım, anayola kadar sessizce ağladım. Anayola indiğimizde, "Sağ." Dedi sadece. Nasıl bu ana dek dayanabilmişti şaşırıyordum.

 

Kendi kendime söz verdim. O telefonu oradan alacağım, eninde sonunda.

 

Zaman akıp giderken, arabayı mekanın önüne gelince durdurdum. Dünki gibi rengarenk ışıklar tarafından karşılanmamıştık. Arabanın farlarını kapattığımda, içeriden çıkan bir adam ve peşindeki bir grup bize doğru koşarak geldiler. Beni umursamadan, Pamir'in kapısını açtılar. Pamir aşağı indiğinde çok halsiz duruyordu. Tanımadığım biri koluna girdi ve Pamir'i mekana doğru götürmeye başladılar.

 

Arabadan hızla inmeden önce çantamı aldım. İner inmez kapıyı çarptım ve tam tersi istikamete yürümeye başladım. Belalı diye tabir ettiğimiz bu adamlarla kalmaya hiç niyetim yoktu.

 

Arkamda hissettiğim gözler yüzünden arkamı döndüğümde o tanıdık zehir yeşili gözlerle karşılaştım.

 

"Ölmek mi istiyorsun kan kaybından?" Diye sordum. Bakışları beni geriyordu.

 

"Bu kadar şeyi gördükten sonra gidemezsin." Dedi. "Beni zora sokma."

 

Ellerimle çantamın kenarlarına tutunurken, "Gitmek için izin isteyecek halim yok." Dedim dik durarak.

 

"Sen bilirsin." Dedi alayla sırıtarak. "Çağdaş, buraya gel."

 

Dün bizi karşılayan ve telefonda konuştuğu kişi, bize doğry hızlı adımlarla gelirken; birkaç ters adım attım.

 

"Alt kata getir." Dedi gözlerimin tam içine bakarak. "Sonra da Merih'i ara."

 

"Tamamdır, siz geçin." Çağdaş kendinden emin bir şekilde bana doğru gelirken, donup kalmış bir şekilde baktım ona. Merih kelimesi biraz da olsa sakinlememe neden olsa da, geriye doğru koşmaya başladım.

 

Ama Çağdaş beni yakaladı. Burnuma bastırdığı o iğrenç kumaş, bilincimi kaybetmeme sebep olurken, o iğrenç koku her yerimde geziniyordu.

 

Karanlığa tamamen teslim olmadan önce son kez onu duydum. "Çabuk ol."

 

Pamir'i.

Loading...
0%