Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. DOKUZ NO

@beyzaozgu

DOKUZ NO

 

 

 

 

 

Beynimin içinde bir dönme dolap hareket ediyordu. Elimi gözlerime siper ederken, kaşlarımı çattım. Sonunu düşünmeden ettiğim hareketin bedelini ödüyordum. Zihnimin derinliklerindeki o karanlık müzede gürültülü bir facia vardı. Yüzümü buruştururken, tek kolumla doğrulmaya çalıştım.

 

"Uyandı Pamir." Tanıdık ses bir kulağımdan girip diğerinden çıkarken, kendimi kurtarmaya çalıştım. "Hareket ediyor."

 

"Merih hâlâ açmadı mı?" Ses Pamir'e aitti.

 

"Hayır." Sanırım bu ses de Çağdaş'a aitti.

 

Duyduklarımı idrak edemiyordum.

 

Gözlerimi açmaya çalışırken içimden geçirdim. Aradığımı bulmuş muydum? Eğer aradığım buysa şuan mutlu muydum? Değmiş miydi?

 

Kahverengi irislerime çarpan ışık zihnimdeki karanlığı aydınlatırken, oturduğum yerde doğrulmaya çalıştım. Gözlerimi tamamen araladığımda, Pamir tam karşımda siyah bir sandalyede oturuyordu. Dikleştim. Elim hâlâ gözlerime siper halindeydi.

 

Sol kolunda kalın bir bandaj vardı. Onun dışında üzerinde bir şey yoktu, altında da siyah bir eşofman vardı. Gözlerimi bedeninde gezdirmedim. İlk kez tereddüt etmeden gözlerimi gözlerine kilitledim.

 

Ona duygularımı belli etmek istemiyordum ama onun duygularını, zihninden geçenleri anlamak istiyordum.

 

Gözlerini izledim. O zehir yeşili gözler, boş ve ifadesizdi. Buz gibi bakışları gözlerimde geziniyordu.

 

"Bana ne yaptın?" Diye sordum ona direkt. Sesim aynı onunki gibiydi. Buz gibi.

 

Cevaplamadı, sadece beni ve tepkilerimi inceliyordu.

 

"Bana..." Diye tekrarladım. Elimi indirirken. Işık sanki beynime saplanan bir bıçak gibiydi. "Ne yaptın dedim sana!" Sesim yükselmişti ve o çaresizlik bir nota gibi, her hecemde haykırıyordu.

 

Tepkisizliğini korurken, "Çağdaş." Diye seslendi beni ikinci plana atarak.

 

Arkamda olan hareketlilikten dolayı gözlerimle izledim. Çağdaş loş ve sessiz odanın köşe kısmından ilerleyerek Pamir'in yanında durdu. Ellerini önünde bağlarken, "Açmıyor Merih." Dedi. "Ne yapacağız şimdi bu kızı?" Gözleri üzerimdeydi.

 

"Ne demek bu şimdi?" Dedim içimdeki korkuyu bastırmaya çalışarak.

 

Pamir, rahat bir şekilde arkasına yaslandı. "Sevgilin seni bana kakaladı demek."

 

"Saçma sapan konuşma." Sesim artık tıpkı onunki gibiydi. "Onu aradığınıza inanmıyorum." Dedim.

 

Çağdaş yüksek sesle güldü. İçimden gelen o his, dişlerinin ortasına yumruk atmam gerektiğini söylüyordu. Ruhumdaki Gece'yi sakinleştirmeye çalıştım. Öfkemi gün yüzüne çıkartırsam bu onları da sinirlendirirdi.

 

"Komik mi?" Demek için Çağdaş'a dönerken, Pamir ifadesiz gözlerini üzerimde tutmaya devam ediyordu.

 

Çağdaş beni duymazdan geldi ve, "Toprak'ı aradım, ancak yarın gibi gelebilirlermiş." Dedi duvara yaslı duran sandalyelerden birini çekip otururken.

 

Ayağa kalktım. Tamamen birden olan içgüdü ile kapıya doğru ilerlerken, kolumu sertçe tutan eller durmamı sağladı yetmez gibi az önce oturduğum yere itildim. Bacağıma sert bir şey çarpmıştı.

 

"Ah..." Dedim acıyla. "Sen ne yaptığını sanıyorsun hadsiz!" Dedim içimdeki Gece'yi daha fazla gizleyemezken. Tamamen kendim olma vakti gelmişti. Çağdaş, beni bir çuval gibi fırlattıktan sonra tekrar az önce çektiği sandalyesine oturdu. "Gitmek istiyorum ben!" Diye bağırdım Pamir'e bakarak.

 

Zehir yeşili gözlerinden ufak bir duygu parçası bile geçmiyordu.

 

"Lütfen." Dedim çaresizce. "Gitmeme izin ver." Sesimi duyana kadar ağladığımı bile anlamamıştım. Bedenim de, sesim gibi titriyordu.

 

Gözlerini yumdu. Çağdaş sanki çıkabilecek en ufak aksiliği düzeltebilmek için yapar gibi tam karşımda duruyordu. Siyaha yakın sinirle kısılmış gözleri üzerimdeydi.

 

Pamir, gözlerini açtığında heybetli bir şekilde ayağa kalktı. Gözyaşlarım yanaklarımdan hızla kayıp giderken, bandajlı koluyla beni tuttu. Kendine doğru çektiğinde ayağa kalkmama neden olmuştu. Vurulduğu noktaya ne yaptıklarını bilmiyordum ama ona rağmen bu denli güçlü olması irkilmemi sağladı.

 

Ona asla yenilmeyecektim. Benim evden kaçma nedenim bile, hayatımın sarpa sarmasını engellemekti. Canımı ya da özgürlüğümü sokakta bulmamıştım.

 

"Senden korkmuyorum." Dedim nabzımın hızlanmasına rağmen.

 

Dudakları alayla kıvrıldı. "Öyle mi?" Sesinde anlayamadığım bir ima vardı. Çağdaş'a doğru döndü ve başıyla bir işaret verdi. Çağdaş onu onaylar onaylamaz, kapıdan çıktı ve giderken de kapıyı açık bıraktı. Dışarıdan süzülen ışık etrafı biraz aydınlatmıştı. Pamir'in arkasında kalan tarafta kanlı beyaz bir tshirt vardı. Üzerinde de makas ve birkaç garip tıbbi malzeme. Burasının, dün gece Merih'le geldiğimiz mekanın alt katındaki oda olduğunu anlamam zamanımı almıştı.

 

Gözlerimin içine o kadar uzun baktı ki, gözlerindeki onu bulmaya çalıştım. Ama iyi saklanıyordu.

 

"Senden korkmuyorum." Diye tekrarladım.

 

"Korkuyorsun." Dedi sadece. Sesindeki o soğuk his içimi mayhoş ederken, delici bakışlarından gözlerimi kaçırdım.

 

Eşofmanının arka cebinden çıkarttığı pamuklu kumaş, geriye doğru bir adım atmama sebep oldu. Az önce beni buraya getirmek için burnuma bastırdığı o şeydi.

 

"Hayır." Dedim. "Bu sefer olmaz."

 

"Seninle uğraşacak vaktim yok." Dedi pamukla bana doğru gelirken, yüzündeki o ifade daha da geriye kaçmama neden oldu.

 

"Tamam." Dedim teslim olarak. "Sorun çıkartmadan geleceğim." Bilincim yokken bana ne yapacaklarını asla öğrenemezdim. "Yemin ederim sorun çıkartmam." Kendimi ona inandırmak istiyordum.

 

Doğruyu mu söylediğime dair emin olmak istercesine gözlerime baktı.

 

"Ses bile çıkartmayacağım." Dedim.

 

"Yürü." Dedi o kumaşı tekrar cebine koyarken. Tek seferlik bir şans verdiği çok açıktı. Dediğini ikiletmedim. Önüne geçene dek hareket etmedi. Önünde ilerlemeye başladığımda o peşimden gelmeye başladı.

 

Dün Merih'le girdiğim bu kapıdan, bugün Pamir'le çıktım.

 

Kapıdan çıktığımızda hızlı bir şekilde merdivenleri çıktık. Nabzımı normale indirmeye çalışırken, Pamir kolumu tuttu ve beni yönlendirmeye başladı.

 

Dün kalabalık ve gürültüden başımı ağrıtan mekan, bugün sessiz ve ıssızlığıyla beynimi zonklatıyordu.

 

Pamir'in uzun bacaklarıyla attığı adımlara yetişebilmek için neredeyse koşuyordum. Kolumdaki eli sertti, beni sola doğru çevirdiğinde oraya döndüm. Çıkış kapısından çıkarken, siyah bir araba farlarını açmış kapının hemen dibinde duruyordu. Çağdaş, kornaya bastığında adımlarımı yavaşlattım.

 

Pamir, ön kapıyı açtığında ben de arka kapılardan birini açtım ve içeri girdim. Fiziksel olarak iki erkekle başa çıkamayacağımı biliyordum. Ama zihinsel olarak imkansız değildi.

 

Arka üçlünün ortasına oturdum ve arkama yaslandım.

 

Pamir düz bir sesle, "Tek kelime bile etme." Dedi. Omzunun üzerinden bana bakarak.

 

Başımla onu onayladım.

 

Şuan hiç göze batma niyetinde değildim. Çağdaş arabayı çalıştırdığında, dünki pişmanlığı yaşamamak için zihnimi yokladım ve etrafı incelemeye başladım. Sokağın sonuna kadar klasik bir Ankara'ydı. Mekanlar ve apartmanlar iç içeydi.

 

Soğuk hava, tenimi yakıyordu. Gerildiğimi hissettim. Arabada uzun bir süre sessizlikle baş başaydım. Dar sokakta ilerledik, hızla son bulan sokağın sonu anayola bağlanıyordu.

 

Resmen ateşle oynuyordum ve o ateş benim için ya son olacaktı ya da her şeyin başı. Merih'i aramak istiyordum, telefonumun o evde kaldığı aklıma geldiğinde sertçe yutkundum. Yanımdaki parayla bir daha telefon alabilirdim ama içinde olanları asla geri getiremezdim.

 

O an jetonum düştü.

 

"Çantam nerede?" Diye sordum ellerimi iki yanıma iterken.

 

Pamir alnını ovdu. Bana doğru döndü ve dik bir bakış attı. Susmam gerektiğini biliyordum ama bu yolda her şeyimi kaybetmiştim.

 

İçimdeki hırs ilk o an gün yüzüne çıkmıştı.

 

Yolu izlemeye devam ettim. Gördüğüm her tabelayı belleğime kaydederken, Merih'i düşündüm. Gerçekten onu aramışlar mıydı? Neden açmamıştı? Peşinde birileri mi vardı? Gözlerimi sıkıca yumduğumda, gözlerim yanıyordu. Bu sefer ağlamayacaktım.

 

"Merih telefonunu tamamen kapattı, ulaşamıyorum." Dedi Çağdaş tek eli direksiyondayken, diğer elindeki telefonu Pamir'e uzattı.

 

Buna inanmak istemiyordum. Gözlerimin dolmaması için alt dudağımı ısırmaya başladım.

 

"Beni rahatsız ediyor." Dedim Merih'e birkaç gündür peşimden ayrılmayan çocuğu gösterirken. "Babama desem suçu bir de bende bilir."

 

Merih gözlerini yüzümde sabitledi. "Merak etme ben hallederim." Dedi gülerek. "Sen bana güven hep böyle." Saçlarımı karıştırdı ve o çocuğun yanına ilerledi. Uzaktalardı ama onları görebiliyordum. Çocuk, elleri cebinde Merih'e doğru döndü. Ne dediklerini anlamıyordum.

 

Çocuğun gözleri gittikçe irileşirken, Merih gayet sakin bir şekilde bir şeyler söylüyordu. Çocuk alayla güldü ve bir şeyler dedi ama sonrasında Merih'in dediği şeyle donup kaldı ve okula doğru koşmaya başladı.

 

Çocuğun arkasından bakarken, "Bak işte..." Diyen neşeli bir ses duydum. "Liseye yeni geçen herkes için üniversiteden bir arkadaş şart." Dedi gülerek.

 

Ona doğru döndüm. Üzerimdeki eteğimi düzelttim ve merakla sordum. "Ne dedin ona?"

 

"O da bana kalsın." Ellerini cebine koyma sırası ondaydı. Okulun çıkışına doğru yürümeye başladı. Peşinden gideceğimi biliyordu.

 

"Hadi ama..." Dedim gölgesini takip ederken. "Çok merak ettim."

 

Beraber okulun çıkışındaki motorsikletine doğru yürümeye başladık.

 

"Bana, eğer on bin lira verirsem sana bir daha bulaşmayacağını söyledi." Dedi yüzü birden ciddileşirken.

 

"Ederim o kadar mıymış?" Diye sordum umursamaz bir tavırla. "Sen ne dedin?"

 

"Ben de ona, 'o parayı sana vermektense bir seri katile veririm' dedim." Dedi motorun yanında durarak.

 

"Ne?" Dedim şaşkın bir şekilde. "Tehdit ettin yani..." Sesimdeki şaşkınlık cidden kendini belli ediyordu. "O yüzden kaçtı demek o da."

 

Güldü. Motorun arkasında duran gri kaskı kafasına geçirdi. Diğer kaskı da bana uzattı ve, "Okul asılmak için vardır." Dedi.

 

Uzattığı kaskı düşünmeden aldım ve taktım. Merih, motora kurulduğunda ben de arkasına geçtim. Tüm sokağı inletecek bir şekilde gaza bastığında, arkamızda bir okul dolusu meraklı gözler bırakmıştık.

 

"Nereye gidiyoruz?" Diye sordu Çağdaş birden. Karanlık müzemden çıktığımda, elim dudağıma gitti. Elime bulaşan kırmızı sıvı, dişlerimi serbest bırakmama neden olmuştu.

 

"Dokuz." Dedi Pamir sadece. Geniş sırtını koltuğa yasladı ve camın ardındaki aynadan gözlerimizi buluşturdu. Kısık gözlerini açtı ve bana baktı. Konuşmak için tam ağzımı açacaktım ki, zehir yeşili gözler tekrar kısıldığında diyeceklerimi yuttum.

 

"Tamamdır." Dedi Çağdaş. Pamir'in zehir yeşili gözlerinin üzerimde gezindiğini biliyordum. Bunu hissetsem de görmezden gelmeyi tercih ettim. Uzun bir süre kimse konuşmadı.

 

O an aklıma gelen şeyle, onlara doğru döndüm. Konuşmam gerekse de bunu söylemek istiyordum.

 

"Bana bir hafta sonra beni ziyarete geleceğini söylemişti." Dedim. Buna inanmayı her şeyden daha çok istiyordum. Merih kötü biri değildi. Onu tanıyordum. Ya da tanıyordum, değil mi?

 

Çağdaş, Pamir'e doğru döndü. "Umarım öyle olur." Dedi. Pamir, gözlerini aynadan çekmemişti. Beni izliyordu. Yüzüme o kadar dikkatli bakıyordu ki, elimi kaldırıp dirseğimi dizime koyarak yüzümü kapattım. Aradan kısa bir süre geçince, elimi hafifçe indirip ona baktım. Dudakları alayla kıvrılmış da olsa yüzündeki ciddiyet hâlâ asılıydı.

 

İçimde büyük bir boşluk vardı. Bu kısa konuşma, arabadaki son konuşma olmuştu. O kadar uzun bir süre sessizlik oldu ki, esen rüzgara inat yağan kar olmasaydı zaman ilerlemiyor bile diyebilirdim. Araba durduğunda ilk iş farları söndü sonra arabayı park etti, Çağdaş ve Pamir aynı anda arabadan inerken, ben de arabadan indim. Çağdaş direkt arkama geçtiğinde, "Kaçmayacağım." Dedim dürüstçe. Çağdaş dediğim şeyi pek umrunda olmadığını kanıtlarcasına baktı bana. Gözlerimi yavaşça önüme kaydırırken, kısa saçlarımı rüzgara teslim etmiştim.

 

Yağan karın altında duran o adama baktım. Pamir'e. Üzerinde sadece bir bandaj vardı ve bu soğukta, karların ortasında dikiliyordu. Hiç acele ediyor gibi gözükmüyordu. Başını göğe kaldırıp birkaç saniye baktıktan sonra geri indirdi. Bir anlığına da olsa içinden geçenleri öğrenmeyi istedim.

 

"Üşümüyor mu?" Diye sordum. Çağdaş duruşunu biraz bile yumuşatmadı. "Sanane?" Diye sordu. Gözlerimi yumdum.

 

"Ya sabır." Dedim sessizce.

 

"Bir şey mi dedin?" Diye sordu. Ona doğru döndüm. Hayır diyeceğım sırada, kolumda hissettiğim o güçlü elin sahibini biliyordum. "Hızlanın." Dedi Pamir sert bir şekilde. Kolumdan çekiştirmeye devam ederken ona yetişebilmek için botlarımın altındaki buz ve kara rağmen koşmaya başladım. Tenha ve köhne bir sokaktaydık, apartmanlar eski ve dipdibeydi. Büyük bir apartmana girdiğimizde, sensörlü lamba bile çalışmıyordu. Çağdaş lambanın algılaması için elini sallıyordu ama işe yaramadı. Pamir kolumu sıkmaya başlasa da canımı yaktığını ona söylemedim. Resmen boğuluyordum, başımı çıkarabileceğim bir yer de yoktu.

 

Tek bildiğim bir belirsizliğe ilerlediğimdi. Pişman olmak istemiyordum. Bir yalanın kurbanı olmak istemiyordum.

 

Pamir, asansörün düğmesine bastığında nefesim hızlanmıştı. Eski ve harabe gibi duran bu yerde asansöre binmek deli saçmasıydı.

 

"Merdiveni kullans..." Daha lafımı bitirmeden, asansörün kapıları aralanır aralanmaz beni de peşinden içeri soktu. Çağdaş da girdiği gibi kat numarasına bastı ve asansörün kapıları üzerimize kapandı.

 

"Madem böyle bir adım attın, artık hiçbir şeyden korkun olmayacak Gece." Merih'in sesi zihnimde yankılandığında gözlerimi sıkıca yumdum ve dikkatimi dağıtmaya çalıştım. Bulanık zihnimi toparlayamadığım için açık kahve irislerimi tekrar açtığımda, görüş alanıma giren ilk şey; uzun olmama rağmen onların arasında kısa kalmamdı.

 

Midem bulanmaya başladığında, ne kadar kaldığını görmek için kat sayısının yazdığı ekrana baktım. 8 sayısı saniyeler içinde 9 olurken, asansör durdu. Kapı ardına kadar açıldığında hızla oradan indim, resmen bu sefer ben Pamir'i çekmiştim. Koridordaki lamba bozuk gibiydi. Arada göz kırpıyordu. Pamir, kemikli elini daha da sıktı ve beni kendine doğru çekti. Bedenim, sert bedenine çarptığında, "Keyfine göre hareket edemezsin!" Dedi. Kokusu burnuma geliyordu, o metalik ton azalmıştı ama o erkeksi kokusu hâlâ üzerindeydi. Yavaşça yutkundum. Bedenimi, çıplak bedeninden ayırdım. Gözlerim istemsizce kaslı göğsüne kaydığında, ne yapacağımı bilemez bir şekilde gözlerimi kırptım ve başımı çevirdim. İçimden, görmediğini dileyerek beni tekrar yönlendirmesine izin verdim. Birkaç adım sonrasında bir kapının önünde durduk. Elini kolumdan çekmedi. Çağdaş, "Buyur." Diyerek Pamir'e anahtar uzattı. Pamir tek eliyle o anahtarı yerleştirip kapıyı açarken, kapının üzerindeki 9 no yazısını gördüm. Her katta sadece bir daire mi vardı?

 

"Gir!" Dedi beni içeri iterek. Beyaz tenimin morardığına emin olduğum, Pamir'in sıktığı kolumu ovuşturmaya başladım.

 

Ev karanlıktı, ilk eve oranla daha dardı ama daha çok odası vardı.

 

"Çağdaş..." Dedi Pamir kolundaki bandajı incelerken. "Sen gidebilirsin artık." Kafamı arkaya doğru çevirdim ve Çağdaş'a baktım. Başıyla Pamir'i onayladı ve kapıyı dışarıdan kapatarak gitti. Gözlerim kapıda takılı kaldığında, Pamir yanımdan kokusunu bırakarak geçti ve kapıyı kilitleyip doğruldu.

 

Başbaşa kalmıştık.

 

Gözlerimi sertçe yumdum. Oradaki karanlıktan bana sahip çıkmasını istedim. Gözlerimi tekrar yavaşça açmama neden olan ses ona aitti, "Neden?" Dedi sadece.

 

Ona baktım. Yüzündeki sorgular ifadeyi gördüm.

 

"A-anlamadım." Dedim kekeleyerek.

 

Sırtını döndü ve dar koridorda ilerledi. Bu peşimden gel mi demekti? Tüm gün yaptığım gibi yine onu takip ettim. Karanlık salona girdiğinde, masa lambasına benzer bir şeyi açtı. Etraf loş olmuştu. Siyah kadife bir kanepe, karşısında da kanepeyle aynı hizada uzun bir masa vardı. Pamir, masanın üzerine oturduktan sonra bacaklarını ayırdı ve dirseklerini dizlerine koyarak kanepeye doğru eğildi.

 

"Geç." Dedi yüzüme bakmadan. İçimdeki o his onu dinlersem sorun çıkmayacak diyordu.

 

Dediğini yaptım ve tam onun karşısına geçip oturdum. Ellerimi kadife koltuğa değdirir değdirmez, zihnim buğulandı. Merih kadife olan her şeyden nefret ederdi.

 

Pamir, daha da eğilerek bana yaklaştığında; gözlerimi kaçırdım. İçimde bir yerlerde, derinlerde oluşan o kaygıyı engelleyemiyordum.

 

"Neden yalan söylüyorsun?" Dedi Pamir katı bir şekilde. Duyduğum cümle gözlerimi tekrar ona sabitlerken, zehir yeşili gözlerinden en ufak bir duygu parıltısı yoktu.

 

"Yalan söylemiyorum." Dedim kısık bir sesle. Bunu anlama ihtimali bile yoktu.

 

Dudakları alayla kıvrıldı.

 

"Çocuk mu kandırıyorsun sen?" Diye sordu. "Karşında 25 yaşında bir adam var."

 

"Kimseyi kandırdığım falan yok." Dedim kekelemediğime şükrederek.

 

"Emin misin?" Dedi gözlerini üstümden almadan. O kadar derin bakıyordu ki, ondan gözlerimi kaçırmak zorunda kalıyordum. "Ailen yaşıyor." Sadece dakikalar sonra, söylediklerimin bir anlamı olmayacaktı. Bunu biliyordum. Reddetmemin bana hiçbir artısı olmayacaktı. Bunları nereden ve nasıl öğrendiği hakkında bir fikrim yoktu. Ama daha da fazlasını bildiğini, sadece benden öğrenmek istediğini hissettim.

 

Babam gibi.

 

"Evet." Dedim kabullenerek. Gözlerimi gözlerine kilitledim. "Bunu nasıl öğrendin?" Diye sordum.

 

"Evden mi kaçtın?" Diye soruma soruyla karşılık verdi. "Ya da evden mi attılar?"

 

"Ne fark eder ki?" Dedim. "Her şekilde ailem hayatta ama benim hayatımda değiller." Bunu fark etmek bana da ağır gelmişti.

 

"Çok şey fark eder." Dedi soğukluğu her şekilde belli olurken.

 

"Kaçtım." Diye itiraf ettim. Uzatmanın bir mantığı yoktu.

 

"Güzel." Dedi dirseklerini dizlerinden ayırıp doğrulurken. Ona anlam veremeyen gözlerle baktım. "Ancak zeki insanlar cesurdur ve kendileri için, özgürlükleri için savaşırlar."

 

Oturduğu yerden tamamen kalktı, "En soldaki odaya geç." Dedi.

 

Hazır biraz konuşmuşken sordum ona. "Merih'i cidden aradınız mı?"

 

Zehir yeşili gözleri buz gibi baktı bana. Sonra cevaplamadan gitti. Uzun bir süre arkasından bakakalmıştım. Nasıl böyle sağlam durabildiğine şaşırdım. Daha sabah vurulmuştu ve şuan sanki ufak bir kesikmiş gibi ayaktaydı. Aklımda o kadar çok soru işareti vardı ki, ama bunların ne yeri ne de zamanı olmadığını anlayacak kadar aklım vardı. Ben şuan onu durdurup önüne geçsem, 'eve kim saldırdı, seni kim vurdu, Dicle bana 1 2 haftaya geliriz demişti neden yarın geliyorlar, durum ciddi mi...' diye sıralasam bile hiçbir faydası olmayacaktı.

 

Doğru zamanı bekleyecektim.

 

Ayağa kalktığımda bütün bedenimde hissettiğim bir yorgunluk vardı. Onun dediğini yaptım ve koridorun en solundaki odaya girdim. Işığı açıp saniyeler içinde odayı inceledikten sonra, tekrar ışığı kapattım ve yatağa doğru ilerleyip üzerindeki kalın yorganın içine girdim. Oda bir öncekine benziyordu. Fazla olan sadece yatağın yanında bir komodin vardı.

 

Gözlerimi yummam ve açmam arasındaki sanki hiç zaman yokmuşçasına uyandım. Uzun süredir uyuduğumu hissediyordum, hava yine karanlıktı. İlk defa bu kadar deliksiz uyumuştum. Yatağın içinde doğrulurken, üzerimdeki yorganı ittim. Komodinin üzerindeki bir bardak suyu fark ettiğimde, ona doğru uzandım.

 

O mu getirmişti?

 

Suyu düşünmeden içtikten sonra bardağı tekrar yerine koydum. Ellerimi saçlarıma geçirdim ve yüzümdeki saçlarımı ellerimle arkaya atarak taradım. Yorganın içinden çıktığımda ayağa kalktığım an kalçalarıma dökülen koyu gri tshirt, olduğum yerde kalmama neden oldu. Gözlerimi aşağı imdirirken, çıplak bacaklarıma baktım. Kaşlarım istemsizce çatılırken hızlı adımlarla odadan çıktım. Dün gece konuştuğumuz odaya girip baktığımda orada değildi. Onun yanındaki odaya baktığımda orası da boştu. Dar koridorda ilerlerken, ışığı açık bir yer fark ettim. İlerleyip baktığımda orası mutfaktı.

 

İçeri girdiğimde, Pamir siyah ve geniş tezgahın üzerindeki kesme tahtasında et doğruyordu. Altında siyah bir eşofman altı vardı, üzerinde de siyah ve benim üzerimdeki ile aynı modelde bir tshirt vardı. Siyah saçları uykudan yeni kalktığını belli edercesine dağınıktı. Beni görmediği halde, varlığımı hissederek bana doğru döndü. Zehir yeşili hareleri önce yüzümde sonra da bedenimde gezindi.

 

"Üzerindekini mi sorgulamaya geldin?" Diye sordu sesindeki garip bir imayla.

 

Bu ses tonunu biliyordum. Evet desem bile bana ya yalan söyleyecekti ya da umrunda olmadığını belli edercesine cevap vermeyecekti. Her zaman yaptığı gibi.

 

"Hayır." Dedim onu şaşırtmak isteyerek.

 

Az önce tezgaha çevirdiği gözleri tekrar benim üzerime geldi. Gözlerinde, şaşkınlıktan çok baş kaldırış vardı. Dudaklarının kenarında oluşan alaylı bir kıvrımla, tekrar tezgaha döndü. Etleri ustaca kesiyordu.

 

Parmaklarım, üzerimdeki tshirtün eteklerine gittiğinde, kalçamın altına kadar örten tshirt nasıl benim üzerime geldi deli gibi merak ediyordum.

 

"Hadi artık birader." Balkondan gelen ani ses irkilmeme sebep olmuştu. Tanıdık sesin sahibi balkon kapısına takılı tülü gererek içeri girdi. Toprak, elindeki boş tabakla Pamir'e bakıyordu. Koyu renk gözleri usulca bana kaydığında, gülümseyerek; "Günaydın ya hiç uyanmasaydın." Dedi.

 

"Saat kaç ki?" Diye sordum ona bakarak. Bana iyi davranıyordu, en azından şimdilik.

 

"Akşam sekiz buçuk." Balkondan gelen ses Dicle'ye aitti. "Dün geceden beri uyuyorsun."

 

Ne ara gelmişlerdi?

 

"Ve merak etme üzerindekini ben giydirdim." Dicle de elindeki tabakla içeriye girdi. Gözleri birkaç saniye üzerimde dursa da tekrar Pamir'e döndü.

 

İçim rahatlamıştı. Pamir'e baktığımde yüzünde hâlâ o alaylı sırıtış vardı.

 

"Sen daha etleri yeni mi kesiyorsun?" Dedi Dicle mavi gözlerini kocaman açarken.

 

"Açlıktan öldük desene sen şuna." Toprak oflayarak elindeki tabağı masaya bıraktı. Dicle de elindeki tabağı oraya koyduktan sonra bana doğru döndü. "Yeni şeyler alacak vaktimiz olmadı malesef kendi eskilerimden sana olabileceğini düşündüklerimi getirdim." Toprak, Dicle'ye dirseğiyle hafifçe vurdu. Uyarıyordu.

 

"Yani eski dediğim..." Diye toparlamaya çalıştı Dicle. "En fazla birkaç kez giyilmiş ya da kullanılmış, hatta etiketiyle duranlar da var."

 

"Sorun değil." Dedim. Gerçekten de sorun değildi, bu durumda bunu önemseyecek değildim. "Sağ ol."

 

"Pamir acaba diyorum biraz hızlansan mı?" Toprak oturduğu yerden kalkarken, Pamir'in yanına gitti. Üzerinde kahverengi bir eşofman altı ve koyu yeşil bir tshirt vardı. Kışın ortasında karların arasında bir binada nasıl üşümediğimi düşündüm anlık olarak. Gözlerim mutfağın köşesindeki kombiye kaydığında, açık olduğunu gördüm.

 

"Odana koymuştum eşyaları, bir bardak da su koymuştum. Gördün mü?" Dicle üzerindeki mavinin tonlarındaki tulumla bacak bacak üzerine atarken sormuştu bunu.

 

"Suyu içtim evet." Dedim. Pamir koydu diye düşünmüştüm demedim. "Eşyaları görmemiştim, birazdan gidip düzenlerim." Dedim yüzümdeki tebessümle. Dicle de bana gülümseyerek karşılık verdi ama kısa bir süre içinde Toprak'a dönerek kısık sesle bir şeyler anlatmaya başladı. Büyük ihtimalle kendi özelleriydi. Gözlerim benden habersiz bir şekilde Pamir'e kaydığında, etleri küçük küçük doğramış, siyah ocağın üzerindeki tencereye atıyordu. İri ellerine aldığı birkaç biber ve soğanı suyun altında yıkadıktan sonra onları da kesme tahtasının üzerine koydu. Alt çekmeceden aldığı yeni bir bıçakla, sanki bu işte çok iyiymişçesine ince ince kesmeye başladı. Bandajlı kolu kadrajıma girdiğinde Dicle ve Toprak'a şaşırdım. Merih bu durumda olsa ona asla yaptırmazdım işi.

 

"Yardım edebilirim." Dedim ona doğru bir adım atarken. "İstersen tabi." Zehir yeşili gözleri çok kısa bir süre bende durduktan sonra, "Gerek yok" dedi. Dudaklarımı pekala anlamında büzdüğümde, zehir dolu irisleri dudaklarıma kaydı ama orada da çok oyalanmadılar. Bir şey demeden arkamı dönmeden önce Dicle ve Toprak kendi aralarında konuşurlarken, "Onlara söyledin mi?" Diye fısıldadım Pamir'e. "Hayır." Dedi sadece ifadesizliğini korurken.

 

Yanlarında durmadım ve bana verdiği odaya girip kapıyı ardımdan kapattım. İlk iş olarak dolabın sol tarafındaki pencereyi açtım. İçeriye gelen hava soğuk da olsa temizdi. Yatağın üzerindeki yorganı topladıktan sonra, kapıyı kilitledim. Odanın içinde bir kapı daha vardı ve banyo olması beni şaşırtmadı. Üzerimdeki tshirti çıkartıp yatağın üstüne koyduktan sonra duşa girdim. Banyo küçüktü. Sıcak ve soğuğun ortası ılık su bedenimden akıp giderken, etrafımı inceledim. Duşakabinin yanında büyük bir sepet, onun da yanında klozet vardı. Lavabo ve üzerinde de ayna vardı. Yan tarafında duvara birleşik bir havluluk duruyordu. Belki beş dakika süren duştan hızla çıktım. Havlulara silindikten sonra havluları sepete attım. Banyodan çıkıp odaya girdiğimde ışığı açtım. Dolabın arka kısmında büyük boy iki bavul duruyordu. Çıplak bir şekilde bavulları alıp yatağa koydum ve açtım. İçindekilere odaklanmadan elime gelenleri aldım. Siyah bir iç çamaşırı takımını hızla giyinirken, üzerindeki etiketleri sökmüştüm. Yine siyah bir taytı hızla giydikten sonra üzerine de siyah, dar bir badi giydim. Kapısı açık banyonun içindeki aynaya baktım. Üzerimdekiler bedenimi ikinci bir deri gibi kavramıştı. Beğenmiştim. Kısa saçlarımı açık bıraktım ve kurutmadım. Bavulun içine odaklandığımda onlarca tayt, kazak, badi vardı. Belki bir o kadar da elbise ve tulum tarzı giysiler içindeydi.

 

Diş fırçası ve macunu kutusu vardı. Elime aldığım gibi kutuyu açtım ve beyaz macunu fırçaya dökerek dişlerimi fırçaladım. Lavaboya gittim ve işimi hallettikten sonra tekrar döndüm. Kıyafetler zaten katlanmıştı. Dolabın bütün kapaklarını açtım ve hepsini sırayla dizmeye başladım. Tayt, pantolon ve eşofman altları bir tarafa. Elbise ve tulumlar başka bir tarafa, kazak ve badiler de alt kata.

 

Aklıma annemle yaptığımız dolap düzeni geldiğinde yüzümdeki ifade donmuştu. Aynı düzeni yapmıştım. Gözlerimi sıkıca yumdum. Zihnimin anı girdabına girmesine izin vermedim ve her şeyin yerlerini değiştirerek, kendi düzenimi kurdum. Aklımı boş bırakmaya çalışarak ilerledim ve iç çamaşırları ile çorapları da dizdim. Neredeyse iki avuç makyaj malzemesi vardı, bunların çoğunu kullanmayacak da olsam hepsini dizdim. İçlerinden bir rimeli, koyu bir farı ve bordo ruju alarak aynaya doğru ilerledim. Rutin makyajımı yaptıktan sonra Dicle'nin iyi bir gözlemci olduğunu fark ettim. Dudaklarımı birbirine bastırdıktan sonra, elimdeki malzemeleri de diğerlerinin yanına koydum. Takıları da makyaj malzemelerinin yanına koyduktan sonra, birkaç çift ayakkabıyı da en alttaki rafa yerleştirdim.

 

Koskoca dolap resmen dolmuştu. Bu kadar beklemiyordum, Merih onlar için bu kadar değerli biri miydi? Bana bu kadar iyilik yapmak zorunda değillerdi.

 

Boş bavulları dolabın üzerine koymak için kucağıma aldığımda, zeminden gelen tak sesi, bir şey düşürdüğümu bana anlatıyordu. Birazdan alırım yerden diye geçirdim içimden ve bavulları zar zor dolabın üzerine koydum. Dolabın kapaklarını da tek tek kapattıktan sonra arkamı döndüm ve yere düşen şeyi almak için eğildim.

 

Telefondu.

 

Zemine oturdum ve telefonu elime aldım. Şifresi yoktu, ekran kilidini direkt açtıktan sonra, içinde gezinmeye başladım. Bomboştu, sadece Pamir, Toprak, Dicle ve Çağdaş'ın numaraları vardı. Pamir onlara telefonumdan bahsetmişti. Klavyeye girdim ve telefon uygulamasını açıp hiç düşünmeden Merih'in numarasını tuşladım. Duyduğum ses ise karanlığa gömülmeme neden oldu.

 

"Aradığınız numara kullanılmamaktadır."

Loading...
0%