@biceruvar
|
Her daim omuzları dik, kendi özgürlüğünü kendi kararlarıyla bulmuş bir kadındı o. Kanayan dizlerine sadece kendisi pansuman yapar, kalbinin ise bir damla kan kaybetmesine müsaade etmezdi. Durup düşündüğü onca zamanlar içinde gülen yüzünün gözlerini aydınlatmasıyla, aldığı nefesin huzuruyla bakışlarını ileri dikmekten vazgeçmemişti. En büyük kayıpları her daim kendi hissettikleri olsa da asla ama asla vazgeçmemişti hissetmekten. Çünkü biliyordu ki her insanı bir tutarsa asla mutlu olamayacak, herkese karşı duvarlar örerek huzuru da elinin tersi ile itecekti. Olduğu mekanın içindeki duvarlara bir kez daha baktı. Gözleri kalabalık salonda gezindiğinde dudaklarını ıslatarak derin bir nefes aldı. Bazen içi içine sığmıyordu, bazen de kapkara bir çukur içerisinde buluyordu ruhunu. Oysa şu dakika koca salonu dolduran insanlar o kadar kendisiydi ki anlatmaya kelimeleri bile yetmezdi. Bunca zaman biriktirdiği anıları ruhunun huzurla dolup dolup taşmasına neden oluyordu. Havalanan kadehlerle beraber yaslandığı duvardan kopmasını sağlayan da bir el olmuştu. Henüz ne olduğunu bile fark edemeyecek hızda dirseğinden birinin destek vermesiyle elindeki kadeh kendinden bağımsızmışçasına havaya kalktığında cam yüzeylerin şıngırtıları kulağına dolmuş, yüksek sesli müzikte kendini göstermişti. 'Her zaman var olacak varlığına Pera kuşum...' biraz önce uzaktan izleyen halini olaylar bütünün tam ortasına iten kadının gülümseyen yüzüne baktığında, tebessüm edip göz kırparak karşılık verdi. Parmaklarının arasına sıkı sıkıya hapis olmuş kadehini bir saniye bile düşünmeden tepesine diktiğinde karşısında oturan adam da an gecikmeden elindeki şişeyle kadehini tazelemekten geri kalmamıştı. Sapa sağlam bir kadındı Pera. Duruşuyla, gülüşüyle, hatta hüznüyle dahi kendinden emindi. Seneler ona o kadar çok dost kazandırmıştı ki an geliyor isimler birbirine dahi karışabiliyordu. Koca alanda kendisi için toplanmış tüm insanların bazen kendine zararı bile dokunmuştu ama korkmamıştı veya kaçmamıştı kadın. En nihayetinde o olduğu kişi diye Pera'ydı. Çok büyük olaylar olmadığı sürece her gergin ana gülümseyerek karşılık veriyor, bu kadar insanın sırtını sıvazlayabiliyor diyeydi. Dönüp bakılınca sadece bu kadar büyük bir çevre için böylesine destekçi olduğu düşünülebilecek haldeydi belki de. Ancak duyduğu her kötü düşünceye kulaklarını tıkamayı öğrendiğinden beri kendini daha çok var hissetmişti. 'Prenses hazretleri...' oturduğu koltuğun koluna yerleşen esmer, ela gözlü adamın hafifçe kendine yaklaştırdığı kadehe kendi kadehini çarptığında ufak bir kız çocuğuymuş gibi saçlarını karıştırmıştı tepesindeki adam. 'İzmir çok üzülüyor gidişine.' Hala durduğu koltuk kolundan kayıp yanına yerleşmeye çalıştığında başıyla dışarıda yağan yağmuru da işaret etmeyi ihmal etmemişti adam. 'Benim gibi birinin gidişine üzülmeyip de ne yapacaktı Ege?' burnu büyüklük yaparcasına kaşını kaldırıp omuz silktiğinde adamın her durum ve şartta laf sokacağını bilerek gelecek karşılığı bekledi. 'Arkadaşlar Pera'nın egosu konuşuyor lütfen sessiz olalım.' Kendisi ile uğraşmaya tam teçhizat gelmiş haliyle adam kadının bakışlarını süzdüğünde Pera usulca omuz silkivermişti. Herkes işten çıktıktan sonra bir araya toplanmışlardı ve o dakikadan itibaren gerek alkol, gerek muhabbet, gerekse müzik hiç dur durak bilmeden devam ediyordu. Kadın da haliyle tam anlamıyla sarhoş olmasa da ufak bir çakır keyifliği söz konusuydu. Adamın yorumuyla onun dizinden destek alıp yanından kalktığında kadehini havalandırarak kendi çevresinde yavaşça bir tur atmış, bütün arkadaşlarıyla göz göze gelerek gülümsemişti. 'Arkanızı toplayan bir ben olmayınca rezil olacaksınız. O yüzden... Bu gecenin şerefine, siz benim arkamı toplayın. Hepinizi dehşet seviyorum!' elindeki kadehi tekrar tepesine diktiğinde salonda kahkahalar yankılansa da yanından kalktığı Ege'nin omuzuna parmak ucuyla dokunup hafifçe ileri gitmesi adına parmağını salladı. Kendine açılan yere tekrar yerleşerek sehpanın ortasına duran şişeden kadehini tazelemek için hamlede bulunduğunda şişe hızlıca alınmıştı ki belki de içlerinde en uzun süredir tanıdığı kadınla göz göze geldi. 'Bu gece seni şımartmak için toplandık tatlım.' Kadın kadehi tazelemek için hamlede bulunsa da onun da elinden çekilmişti şişe. 'Elfe'cim... Bu şeref biz erkeklere ait olmalı.' Masmavi gözleriyle adam sırıtarak şişeyi aldığında son kale olacakmışçasına iki kadının da kadehlerini tazelemişti. Her biri oldukça birbirinden fazla züppe duran, akıl almayacak kadar itici görünen insanlardı. Hatta o kadar ki bazı zamanlar arkadaşlıklarının gerçek olmadığından dahi şüphe edilecek kadar gerçek dışı ve garip görünüyordu bir arada olmaları. Oysa burada olan herkesin hem derdi vardı hem mutluluğu. Ve bunca zaman tek tek eklenerek böylece kalabalık bir arkadaş grupları olmuştu. Elbette tek tek katılanlar kadar çekip gidenler vardı ancak çoğu insana yalan görünen bu arkadaşlık, beklenmeyecek gerçeklikte yaşanıyordu. Pera, İzmir'de son gecesini noktalıyordu. Hayatı için yeni bir dönem açılacak mı emin olamasa da ötelediği ruhu için yeni şeyler kazanma ihtiyacı hissederek bir gün sonra terk edecekti bu şehri. Çocukluğu, hayalleri, saçma sapan kahkahaları, umutları, düşleri, sevdiği dostları bu koca şehrin içinde son kez görüyordu. Uzun zamandır yaptığı şeyi yaparak gün aydınlığa kavuştuğunda arkasına tekrar bakmamak üzere ayrılacaktı bu sokaklardan. Ne kadar kalpten bağlı olsa da İzmir hikayesine bir son vererek ilerleyen zamana katılacaktı. Nefesi ciğerlerine sığmazken dudaklarını ıslatıp pencereye son kez ilerledi. Nasıl koşuşturmalara şahit olmuştu bu ev anlatmakta tekrar hatırlamakta çok zorluyordu insanı. Efsane güzel arkadaşlıklara imza atmıştı öncelikle. Özene bezene dizmişti her objeyi. Hatta o kadar özenmişti ki çoğu zaman işten çıkınca gittiği tek yer aksesuar mağazaları olmuştu. Dışarıya göz attığında önüne her daim çıkıp tünediği pencere önünün boşluğu istemsizce içinin sıkılmasına neden oluyordu. Oysa dışarıdaki hızlı yaşama burada sakin duru ve yüksek sesli müziğiyle, bir de elindeki bir fincan kahveyle eşlik etmişliği çoktu. Bir adım geri çekilip koca dairenin içinde kalan son eşyaya uzattı parmaklarını. Üniversiteden mezun olurken biricik dostunun getirdiği ve içerisini doldurmak için dakika kaybetmediği çerçeve. Salonunun dekorasyonuna çok ters olsa da illa ki buraya asmak istemişti. İçindeki güzel dostluklarının gülümseyen yüzlerini. Hepsi hala bu kadar çok hayatının içindeyken bu şehri nasıl terk ediyordu kendi aklı dahi almıyordu ancak ne derdi Elfe; hayat sanki sana minnet dolu fırsatlar sunuyor, sakın gözden kaçırma bu fırsatları Pera. En yakın arkadaşının sözünü elbette dinleyecekti, her zaman olduğu gibi bu kez belki de zor bir değişimdi ama tüm hayatını baştan kuracaktı. Üstelik bu şehirden gidiyorum diye bu güzel dostlukları da silip atmayacaktı ya zaten. Gözlerini çerçeveden çekip onlara sığınırcasına fotoğrafı göğsüne bastırdığında bir kez daha dışarı göz atmaktan kaçınmadı. Kendine verdiği onlarca sözü tutmuştu. Güçlü, ayakları üzerinde duran, başı her daim dik, kimseye zarar vermediği sürece bütün kararlarını kafasının dikine giderek uygulayan tavrını değiştirmeyecekti, ki zaten hiç değiştirmemişti. Nasıl ki İzmir'e aşık bir kadın olarak büyüdüyse, şimdi de İzmir'e aşık bir kadın olarak başka şehirde yaşamına devam edecekti. İşini her daim severek yapacaktı, çünkü bu seçimlerin hepsi bizzat kendisine aitti. Tüm yanlışlarıyla ve elbette doğrularıyla. 'Pera hanım, biz yola çıkıyoruz.' Nakliye firmasından gelen adama dönüp başını usulca salladı. Sen Pera'sın, her zaman güler yüzlü ve kendin olarak kalacaksın kızım diye telkinde bulunarak ilerledi ufak koridoru. Günlerce işe gitmek için koşarak çıktığı kapıdan son kez çıkıp kilitledi. Bundan sonra İzmir'e sadece tatil için geleceğinden olsa gerek evini dahi geride bırakıyordu. Bakışları ona gülümseyerek bakan Esra hanıma döndüğünde ikisinin de hüzünlü olduğu aşikardı. Ama bu ayrılığı dramatize etmeye gerek yoktu. 'Bu apartman seni çok özleyecek eminim Pera. Yolun sonuna kadar açık olsun.' 'Ben de onların bana sabretmelerini çok özleyeceğim Esracım. Çok teşekkür ederim.' Birbirlerini telkin edici bir omuz sıvazlamadan öteye gidemediler. Esra yıllardır komşusuydu, üstelik belki de onu yakinen tanıyan insanlardan biriydi. Müthiş bir evliliği, olağanüstü bir oğlu ve kendine aşkla bağlı bir kocası vardı. Yaklaşık 10 yıldır evlilerdi ve onu gördükçe evliliğin monotonluktan çok eğlenceli bir olaylar çıkmazı olduğunu düşünmüştü Pera. Çünkü onunla ne zaman karşılaşırsa, o zaman gözlerinin içine kadar yansımış bir gülümseme vardı. Şimdi bu çok sevdiği evi de sadece ona bırakabilirdi. Ki zaten yok fiyatına binadaki tek kiracı olan Esra'ya bu teklifi de kendisi sunmuştu. Emindi ki hiçte pişman etmeyecekti bu kadın onu. Merdivenleri usulca indiğinde arabasının koltuğuna yerleşip çerçeveyi de yan tarafına bıraktı. Bütün anılarını da eşyalarıyla beraber İstanbul'a taşıyordu. İç dünyasını açıklamak, anlatmak çok zordu ancak tek bir şey biliyordu ki kendisi bire bir İzmir kızıydı. Denizin yosunlu kokusundan kopamayacak, çiğdeme çekirdek diyemeyecek, kordondaki muhabbetlerinden uzak kalamayacak ama bunların hepsini gittiği şehirde de yaşatabilecek bir İzmir kızı. Son koli de bırakıldığında bakışları mutfağa döndü. Bir tek beyaz eşyaların ambalajları kalmıştı ki muhtemelen on dakika sonra onları da ayarlamış olacaklardı. Büyük salona göz attığında her yerin iç içe olduğunu görmek bir nebze de olsa geriyordu ruhunu. İstemsizce oluyordu oysa ki bu. Evinin düzen içinde olması bir süre sonra hastalıkmış gibi gelmeye başlasa da herkesin kendi yaşantısı diyerek geçmek gerekiyordu ama Pera'da bu durum biraz aşırıydı muhtemelen. Çünkü ne zaman yerleştirdiği eşya yer değiştirmiş olmak bir yana birazcık bile sapsa fark ederdi durumu. Onun durumu biraz daha temiz dağınıklıktan ibaretti. Eşyalarının yeri belli olur, bütün evin kendi içinde bir düzeniyle beraber aradığını bulabilme konusuna gelince olay Pera etraftaki dağınık gibi duran hali daima severdi. Duvardaki boşluğa gözleri takıldığında tebessüm ederek hala göğsüne sıkı sıkıya tuttuğu çerçeveye göz atıp kenara bıraktı. Ortalıkta duran kolilere ilerleyerek üzerindeki yazıları kontrol ettiğinde çivi ve çekicin olduğu kutunun kapağını aralayıp istediklerini alarak duvara ilerledi. Hizası önemli değildi kadın için, sadece oturduğu her yerden onlarca güzel anı biriktirdiği insanları görebilmesi şu an için yeterli bir durumdu. Zaman içinde yanına yenileri eklenecekti bu fotoğrafın ama her zaman İzmir'den çıkıp İstanbul'un karmaşık trafiğine girdiği bugünü anımsatmasını istiyordu. 'Biz yardımcı olsaydık Pera hanım.' Arkasından gelen ses ile anlamazca adama döndüğünde gülümseyen yüzünü de göstermeyi ihmal etmedi. 'Neden?' 'E çivi çekiç falan, yani...' 'Siz kendi işinize devam edin lütfen, ben hallederim.' Gülümseyip duvara tekrar döndüğünde gözlerini devirmeden edemedi kadın. Ne zaman birileri çevresinde olsa ve eline böyle bir iş alsa sanki bir çivi üzerine çekiç indiremeyecekmiş gibi davranmaları garip geliyordu. Çoğu insana adam nazikmiş gibi görünebilirdi ama Pera o kadar net görmüştü ki adam resmen siz beceremezsiniz gibi bir tavır takınmış ama söylemekten de çekinmişti. Oldum olası kendi işini kendi yapmıştı. Bunca zaman kendi ayakları üzerinde durup okulunu bitirmiş, onlarca insanla uğraşmış bir kadındı. Bir çivi ile çekiç hiçte zor değildi. Çaktığı çiviye çerçeveyi astığında üzerinde olan hafif tozda da parmaklarını gezdirdi. Güzel bir temizlik yapıp bir an önce yerleşmesi gerekiyordu. Hatta o kadar hızlı yerleşmeliydi ki işe başlamadan İstanbul'un tadını çıkarması şarttı resmen. Koliden çıkardığı aynada bakışlarını gezdirdiğinde, kalçalarını dahi kapatacak uzunlukta olan siyah saçlarını omuzundan arkaya sakince toparladı, neredeyse kömür tanesi gibi duran göz bebeklerine odaklandığında derin bir nefes alarak saçlarına ve gözlerine rağmen bembeyaz olan yüzünde parmak uçlarını gezdirdi önce. Kendini seviyordu, yüzünde arada bir çıkan sivilcesiyle, sağ kaşının çaprazındaki yara iziyle, derisine yakın olan kılcal damarları yüzünden çok sıcak veya soğuk havalarda yanaklarının kıpkırmızı olmasıyla, hatta burnunda çocukluktan kalan bir kaza yüzünden hala duran ufacık yamuklukla beraber seviyordu kendisini. Kilometrelerce yol yaptığından olsa gerek göz kapaklarının yorgun çırpınışına gülümseyerek aynayı kenara bırakıp devam etti kolilerin içini boşatmaya. Günlerce sürecek hengameyi biliyordu, o kadar net bir şekilde kendinden emindi ki haftalarca yerleşme çabasına girecek, hatta önündeki birkaç gün evden dışarı adım atmama potansiyelini bile kendinde görebiliyordu ancak bir şekilde Pera'lığını göstermek zorundaydı kadın. Tek tesellisi daha İzmir'den ayrılmasının üzerinden 24 saat geçmemişken görüntülü arayan arkadaşlarıydı. Ne olursa olsun bir başına, tek olduğun bir şehirde hayat kuracakken insanın yanında ses soluk olması iyi geliyordu Pera'ya. Bir gün geçmemişken neredeyse evin her yerinde arkadaşlarıyla konuşmuştu. Bütün eşyaları bir bir çıkardıktan sonra gelmişti asıl meseleye. Bir sürü koliden çıkarıp yerleştirmek değil, dekore etmekti asıl dert. Her ne kadar İzmir'deki evi gibi bir yer bulmak istese de bir türlü oradaki gibi görünmüyordu gözüne. Eşyalar, objeler, hatta televizyon bile bir garip duruyordu burada. Sanki, hiç kendisini yansıtmıyor gibiydi. Soğuktu, başkası almış, başkası bu evde yaşıyor gibi... Belki de yerleştirirken Elfe'yle beraber düzenlediği için şimdi bu derece anlamsızdı. Belki de eski evleri her daim bu koca binalara tercih edecek olmasındandı. Derince soluklanıp eline aldığı vazoyla bedenini sertçe koltuğa bıraktığında gözleri de bütün salonda gezindi. Amerikan mutfağın üzerinde çok şık duran bu şey neden bugün bir türlü yer edinememişti ki gözüne. Çalan telefon melodisinin sesi hala anlamsız gelen duvarlarda yankılandığında orta sehpadan uzanıp görüntülü aramayı cevapladı yine ve yeniden. 'Pera'cım...' Elfe, dostu, kurtarıcısı, biricik can arkadaşı... Ah ah... Neler çekiyordu bir bilse şu düzen konusunda emindi ki istifasını verip kollarına koşardı. 'Biricik...' 'Nasılsın sohbetine bile geçmeden kucağındaki vazodan anlıyorum ki henüz yerleşememişsin. Üstelik, Pera... Nasıl desem...' kaşları istemsizce çatılırken karşıdaki görüntüye bakmaya devam etti. Niye kıvranıyordu? Ne vardı yani altı üstü bir vazoyu yerleştirememesi bu kadar kötü mü göstermişti kendini. 'Pekala... Ben senin dostunum, o yüzden gerçekçi ve samimi olmalıyım. Saçın, kıyafetlerin, sen, sen makyajsızsın? Sen ekmek almaya giderken bile makyaj yaparsın.' acı çekercesine bitiriyordu cümlelerini. Demek ki... Gerçekten hiç hayra alamet değildi görünüşü. Aramada küçücük pencerede olan halini büyüttüğünde nefesini sıkkınca bırakmayı da ihmal etmedi. Kendisi asla bu olamazdı. Pera asla bu halde burada oturan, gözlerindeki enerjisi tükenmiş kadın olamazdı. Elfe'nin dediği gibi izin gününü evinde geçirecek olsa dahi ya uzun uzun kendine bakım yapar ya da makyajını yapıp asilzade misali evde dolaşırdı. 'Kendimi bu kadar salıverdiğimin bile farkında olmayacaktım sen aramasan. Elfe, burası bir garip, acaba yeni bir daireye mi baksam ben?' 'Daha iki gün olmadı. Hem dün daha iyi durumdaydın sen. Ne bu halin? Ayrıca İstanbul'dasın. Kalkıp süslenip bir gece kulübüne, ne bileyim gider gitmez güzelliğine hasta olan bir çocukla yemeğe falan çıkman gerekmiyor mu senin? Ne bileyim en azından yeni mutfağında enfes yemekler hazırlaman falan lazım...' başını sakince sağa sola sallasa da aklına gelen detayla gözleri çoktan büyümeye başlamıştı bile. Yemek, tabi ya yemek vardı. Katılması, hatta saatler önce hazırlanmaya başlaması gereken bir akşam yemeği... 'Unuttum. Lanet olsun ki unuttum... İnanamıyorum ya.' Telefonu gelişi güzel koltuğa fırlatdığında arkadan Elfe'nin feryat figan ne unuttun, yeni biri ile mi tanıştın, yakışıklı mı, nerede tanıştın gibi soruları aralıksız devam ediyordu. Ancak o Pera'nın kızıydı, merakından kudursa da çok emindi ki bir an önce hazırlanması gerektiğini anlamış görüşmeyi sonlandırmıştı bile. Tabi meraklı haliyle bu gece tekrar karşı karşıya kalacak olması gerçeğini de hiçbir durum değiştiremezdi. Paldır küldür girdiği odada ilk önce ayağını çarptığı kutuyu aldığı gibi daha güvenli bir yere bırakmış daha sonra ise kendisini duşa atması dakikalarını almıştı. Artık anlaşmalı bir şekilde halkla ilişkiler departmanının müdürü olduğu insanlarla iş yemeği vardı ve ne kadar garip gelse de insan kaynakları en son telefon görüşmesinde firma ortaklarının da bire bir Pera ile tanışmak istediklerini, bunun sadece bir yemek olduğunu, herhangi bir şekilde daha önceki çalışmaları yanında götürmesine gerek olmadığını söylemişti. Hatta gidilecek mekânın bile nasıl bir yer olduğunu tarif ederek kendisinin koca holding içinde yakın arkadaşlarından biri olabileceğini de kanıtlamıştı. Sanırım döner dönmez ilk önce Elfe'yi arayıp hatırlamasına yardımcı olduğu için onlarca teşekkür sunmalı, daha sonra da iki gün sonra başlayacağı şirkette insan kaynakları müdürünü bularak ona bir kahve ısmarlamalıydı. Duştan çıktığında zaten aklında olan siyah, diz hizasındaki ciddi ama çokta cesur olmayan elbiseyi geçirdi üzerine. Bu parça kesinlikle kurtarıcısıydı, ne zaman koştur koştur bir yere yetişme çabasına girse eline ilk bu elbise geçerdi. Ki Pera çoğunlukla son dakika insanıydı. Uçağa son anda yetişir, randevularına arabasında kırmızı ışıklarda makyaj yaparak zorlukla ulaşır, tatile bile bir panikle beraber çıkardı. Düzensiz titizliğine bakıldığı zaman kendisi bile bu duruma şaşırsa da aksiyon arar gibi geç kalma hobisi de bulunuyordu kadının. Belki de her seferinde kısıtlı zamanlarda alışverişe zaman harcamamasına yardımcı olan elbiseyle boy aynasına baktığında, pudra rengi stilettoları da ayağına geçirdi, çok zaman kaybetmemek adına ufak çantasını da alarak kapıya koştu. Şu an ne evinin enerjisi zerre umurundaydı, ne de ortalıkta başı kesilmiş tavuk gibi koşturması... Çünkü her zaman yaptığı gibi son dakikada kurtarışları yapabilirdi. Asansörden indikten sonra daha önce eve çıkmadan gözüne çarpan güzellik salonuna bir anda daldı. Fazla hızlı içeri giriş yapmış olmalıydı ki gerek personel gerek müşteriler anlamsızca yüzüne bakıyorlardı Pera'nın. Onun ise tek yaptığı gülümsemekti. Baskın yapar gibi girmek zaten tam da bu kadınlık bir hareketti. 'Hoş geldiniz... Ben Savaş, nasıl yardımcı olabiliriz?' karşısındaki zayıf, uzun boylu ama kalıp olarak kendini belli eden genç adamın sözlerini telefon sesi kestiğinde ekrandaki İnsan kaynakları yazısıyla işaret parmağıyla adamdan müsaade isteyip aramayı yanıtladı. 'Afedersiniz...' 'Pera hanım, aracınız yarım saat sonra evinizin önünde olur.' 'Esra hanım, kendi aracım ile gelsem, bir problem teşkil eder mi?' rahat edemezdi bir kere, bunu sormazsa içinde kalırdı. Bunca zaman en büyük zevki araba kullanmak olmuştu. Bazen sırf kafa dağıtmak için yola çıkıp günübirlik şehir şehir dahi gezerdi. Ki aslında bu muhtemelen çocukluğundan gelen bir durumdu. Çünkü annesinin anlattığı kadarıyla Pera ufakken uyku uyumaz, yetmezmiş gibi ortalığı da ayağa kaldırırdı. Bir, iki, üç derken bu olayın çözümünü misafirliğe gidecekleri zaman bindikleri arabalarında bulmuşlardı ailesi. Bir de bunun yanı sıra Elfe'yle evde son kez kafa kafaya kahve içelim dediklerinde uyarıları hala kulağında çınlıyordu. Sanki 32 yaşında bir kadın değilmiş gibi resmen çocuğa anlatır gibi dil döküp yeni tanıştığı kişilerin araçlarına binmemesi konusunda kırk kez söylenmişti. 'Üzgünüm ama muhtemelen alkollü bir yemek olacağı için bu tür akşamlarda şirketimizin kesin kuralları vardır.' Kadının inat etmemesi için rica eder tonu ile derin bir nefes aldığında bakışları hala karşısında duran adama dönmüş ve yeniden gülümsemişti. 'Yarım saatte fön çekebilir misiniz?' diyerek tepesinde topladığı uzun saçlarını bırakıp kaşlarını havalandırdığında kendinden emin bir şekilde adamda başını salladı. 'Pekala Esra hanım, kurallara uygun olsun. Görüşmek üzere.' 'Çok teşekkürler, görüşürüz Pera hanım.' Konuşmayı sonlandırdığında isminin Savaş olduğunu öğrendiği adam hızlıca koltuklardan birine sürüklemiş, an kaybetmeden de fön fırçası ve makinasını eline almıştı. Nereden geldiğini bilmediği başka bir kadında diğer tarafına geçtiğinde çoktan çantasına son saniyelerde attığı makyaj malzemelerini döktü ortaya. Oysa ki en sevdiği şeylerden biri de kuaförde sohbet etmekti kadının. Tabi bu fön makinesinin sesi yüzünden boğuklaşan konuşmalar değildi. Savaş bey yetiştireceğine dair sözünü tutmak için hızlı hareket ediyordu, Pera ise yüzüne renk gelmesi adına makyaj yapıyordu ki bir tek düz fön olacağı konusu geçmişti aralarında. Kasada ücreti öderken adam da elindeki kartı uzatmıştı. 'Tanışamadık, sizleri de aramızda daha sık görmek isteriz. Kahvemize de bekleriz.' 'İsmim Pera ve bu hızlı fönden sonra eminim tekrar uğrayacağım.' Gülümseyerek mekandan çıktığında kapının önündeki siyah aracın dibinde bekleyen takım elbiseli adamda gezindi gözleri. Acaba arayıp sormalı mıyım diye düşünürken çivi gibi sağlam duran beden kendine bakarak gülümsemesini göstermiş, ardından arka kapıyı açarak içeriyi işaret etmişti. 'Pera hanım, Diamond holdingden gönderdiler size eşlik edebilmem için.' Koltuğa yerleşirken içinden bir ufak şoför böyle ise diye geçmedi değildi. Herkese pozitif yaklaşabilmek adına ortaklarda dahil hiç kimseyi araştırmamıştı Pera. Üstelik emindi ki araştırsa böyle bir firmanın yöneticilerinin boy boy fotoğraflarını bulurdu ama sonuç olarak tipine bakıp çalışmayacaktı bu insanlarla. Onun için önemli olan değer mi sorusunun cevabıydı ki holding olarak kısa sürede kazandıkları başarılar yeterli cevabı almasına neden olmuştu. Bildiği tek gerçek vardı, ki bunu da biricik stolker arkadaşı olan her kadın öğrenirdi, hiç öyle kelli felli adamlarla iş birliği yapmıyordu. Belki de Elfe'nin adamların çok yakışıklı ve ortaklardan biri olan kadının aşırı derecede güzel olduğu ile ilgili beyanlarından sonra, arada sırada da şaşkın tepkilerini ortaya savurması yüzünden daha çok çalışmak istemiş olabilirdi. Sonuçta böyle medyatik kişilerin bol bol basın açıklamalarına ihtiyacı olurdu ve Pera'da ayan beyan lafı istediği yere çekebilecek biriydi. 'Pera hanım.' Açılan kapıdan usulca indiğinde ana kapının önündeki kalabalıkla kaşları havalandı. Şimdi anlıyordu illa ki kendisi ile neden bu kadar çalışmak istediklerini. Çünkü hiçbirinin adımları sapıtılmıyordu. Sapıtılmadığı gibi bütün medya nöbet tutuyordu. 'Hepsi Diamond holding üyelerini mi bekliyor?' sorusuyla şoförün de bakışları kapıyı bulduğunda gülümseyerek onay vermiş, ardından ikinci kapıyı göstermişti ki onlara doğru dönen gözler hızlı olmasını işaret ettiğinde sanki koşarcasına içeri girdi. Tam ortadaki masada kendi aralarında gülen insanlara geride kalarak göz gezdirdiğinde usulca mekanı da süzme fırsatı bulabilmişti Pera. Ortadaki masada olan üç kişinin de kahkahaları neredeyse bomboş restoranı inletiyordu. Üstelik garip bir şekilde üzerlerine takım elbise yapışmamıştı. Birisi dışında. Onun da zaten çok ciddi olduğunu söyleyemeyeceği gibi kravatı da hiç görünürde yoktu. Esmer tenine oldukça zıt olan beyaz gömleğinin birkaç düğmesi açılmış, üzerindeki ceket çoktan sandalyesinin arkasında yerini almış, manşetleri katlanmıştı. Diğer adama göz attığında tüm kumrallığına bütünlük sağlamış siyah tişörtü ve üzerinde olabildiğine spora giden haliyle kaşları havalandı. Kendisine sırtı dönük saçları kürek kemikleri hizasında olan turuncu saçlı kadına da odaklandığında derin bir nefes almıştı çünkü aksi gibi kadın da dümdüz bir kot pantolon ve tişörtle oturuyordu masada. Bir an kendisini aşırı ciddi gibi hissetse de spor ceketi sandalyeyle buluşmuş üzerinde sadece siyah bir tişört olan adamla göz göze geldiğinde kahkahasına ara vermeden ayaklanmış olması ilişti gözüne. İş görüşmesine geldiğine emin miydi, onu bile bilemiyordu şu an. Her insan gibi ne kadar güçlü bir karakteri olsa da tedirgindi. Kim olmazdı ki patronlarıyla daha şirkete gitmeden buluşan bir insanken. Bakışlar kendisine dönmeye başlarken anlamıştı artık geriye dönüp üzerini değiştirmek için çok geç olduğunu. Esra acaba bana iyilik mi yaptı, kötülük mü diye düşünmekten alı koyamadığı aklıyla beraber adımlarını hareketlendirmeye karar verdiğinde masadaki diğer iki beden de ayaklandı. 'Pera Alarie.' Elini uzatan siyah tişörtlü adamın elini sıktıktan sonra uzatılan diğer elleri de geri çevirmediğinde sandalyesi çoktan çekilmiş yerine yerleşmişti. 'Duymuşsundur belki ama bendeniz Nida Derin.' Turuncuya yakın saçlarıyla, yüzündeki çillerle, hatta gözlerindeki yeşil tonlarla ben buradayım diyen kadın konuştuğunda içinden bir kez daha Elfe'ye teşekkür etti. Şu ortamda aslına bakarsanız duymadım dese herhalde büyük bir bozguna uğratırdı insanları. 'Pamir Soylu, diğer ortağımız... Ve büyük ortak Dağhan Kalaycı.' Önce siyah tişörtlü kumral adamı, daha sonra da bir miktar dağılmış beyaz gömlekli esmer adamı işaret ettiğinde başını usulca sallayıp gülümsemişti. 'Çok memnun oldum.' 'Bence sen... Çok iyi manipüle edebilen bir insansın...' isminin Pamir olduğunu öğrendiği, kendini ilk fark eden adam tebessüm edip gözlerinin kısılmasını sağlayarak konuştuğunda tebessümü ve her zaman üzerinde olan kendinden eminliği daha çok kendini göstermeye başlamıştı Pera'nın. 'Öyle biri olmasam sanırım İzmir'den buraya bir halkla ilişkiler şefi getirmezdiniz. Öyle değil mi?' sorusuyla masadaki kaşlar havalanırken Nida hanım sırtını sakince sandalyeye yaslayıp derin bir nefes aldı. 'Pamir'de ben de sizi fazla tanımıyoruz açıkçası Pera hanım, bunu lütfen ego olarak algılamayın. Bu tür işlerle hep Dağhan ilgilenmiştir. Her seferinde de firmamız için çok güçlü yöneticiler bulur.' Kadının açıklamasıyla üzerinden büyük bir yük kalkıyor gibi hissetti. Evet, fotoğraflara bakmamış, insanları dış görünüşü ile yargılamak istememişti ama Elfe'nin her fotoğrafta olan resmen kendini bilmez züppeler yorumu etkilemişti kendini de ister istemez. Masaya daha oturmadan keşke araştırsaydım demekten de alıkoyamamıştı kendini Elfe'nin de yorumları aklına geldikçe. 'Bunu söylemem ne derece doğru bilmiyorum ama pozitif yaklaşabilmek ve önyargılarım olmadan çalışabilmek adına bende sizleri araştırmadım.' Önüne yerleştirilen menü ile mırıldandığında Pamir'in tek kaşı çoktan havalanmıştı. 'Nasıl yani, bilmediğin bir şirketle çalışmak için onay mı verdin? Bundan sonra kararlarımı o kadar çok sorgulamanıza izin vermeyeceğimin kanıtıdır bu durum.' Adam Pera'yı işaret ederken o da dudaklarını ıslatarak siparişini vermiş ardından tekrar Pamir'e çevirmişti bakışlarını. 'Kişileri araştırmadım. Diamond Holding hakkında epey araştırma yaptım.' 'Hala sorgulayabiliriz.' Dağhan başını usulca sallayarak Pamir'e dalga geçercesine baktığında, Nida bileğini masaya yaslayıp bir eliyle şarap kadehini yakalamıştı. Aldığı yudumun başından sonuna kadar gözleri tekrar tekrar Pera'yı incelediğinde gülümsemesini de yeniden gösterdi. 'Dağhan sizin hakkınızda yeterli bilgiye sahiptir elbet ama şahsen ben merak ediyorum. Kendinizi anlatır mısınız? Sadece iş portföyü olarak söylemiyorum.' İğneleyici, küçük görücü bakışlar değildi ancak Pera hepsinin üzerinde ufak tefek gariplikler seziyordu, bu yüzden de kendine gelmek için başını usulca salladığında kendisi de yeni doldurulan kadehini alıp oturuşunu dikleştirdi. 'Dediğim gibi Pera Alarie ben. 32 yaşındayım. Eğitimimin lisans kısmını İzmir'de, yüksek lisans kısmını ise Londra'da tamamladım. Daha sonra hem dil eğitimi için hem de mesleki yeterliliğimi arttırmak için 3 sene Londra'da yaşamıma devam ettim. Bu süreçte belirli kişilerin bireysel danışmanlıklarını yaptım. İzmir'e tekrar döndüğümde daha önce lisans dönemimde staj yaptığım firma ile tekrar çalışmaya başladım ancak çok, nasıl desem, sakindi. Halkla ilişkiler anlamında bana fazla ihtiyaçları yoktu açıkçası, bu yüzden gelen fırsatlardan birini değerlendirdim. Kendileriyle gayet güzel bir çalışma hayatımız olsa da bir süre sonra yeterli gelmemeye başladı benim için. Sonra siz holdinginizden teklif gelince, ki bu kadar medya önünde olan bir firma olunca, araştırıp sizlerle gerçekten çalışmak istediğimi anladım.' Herkesin dikkati Pera'dayken Nida dudaklarını tekrar ıslattı. 'Peki, sen, sen diyebilirim öyle değil mi?' başını olumlu anlamda sallarken kadın içinde kelimeleri tartar gibiydi. 'Peki sen nasıl birisin?' 'İşimde biraz düzen bağımlısıyım açıkçası. Yaptığım işte bana ihtiyaç olunması hoşuma gidiyor. Biraz da meraklıyım.' Söylemesinin uygun olup olmadığını bilemediğimden olsa gerek dudaklarını birbirine bastırınca masadakilerin anlayışlı halleri daha da garibine gidiyordu kadının. Meraklıyım ne demekti Allah aşkına. Defalarca iş görüşmesine giren bir kadın ilk kez çalışmaya başlayacağı firma ile mülakata girmeden gayet doğal ve rahat bir yemek masasında kendini bulunca böyle mi davranırdı gerçekten bilemiyordu fakat söyledikleri çok mükemmel cevaplarmış gibi devam etmekten de kaçınmıyordu. Bir an içinden geçirmedi değildi, bu kendinden eminliği de Pera'yı kurtarabiliyor olabilirdi masada. Yada batırabilirdi. 'Meraklıyım kısmını biraz açar mısınız?' karşısındaki Dağhan'ın sorusuyla derin bir nefes almak zorunda hissetti bedeni, diken üzerinde olması gerektiğini düşünmeye başladığında, üstelik kendisini bu kadar açık etmişken ne kadar doğru bilemiyordu ancak neydi Pera'nın kuralı. Kendisi olmaktan ve ne ise o olarak davranmaktan asla vazgeçmeyecekti. Sonunda henüz koridoruna uğramadığı şirkette kovulacak olsa bile. 'Şöyle ki... Olayların ortasında olmak, gerçekten neler olup bittiğini bilmek, araştırmak hoşuma gidiyor. Çünkü merakım sayesinde olayları tamamen gerçeği ile öğrenirsem medyaya da ona göre yanıtlar verebiliyorum. İnsanların ağızlarını kapatmak çok basittir Dağhan bey. Onlara istedikleri cevapları verirsiniz ve susarlar.' 'Yani medyaya yansımasını istemediğimiz bir şeyi sırf sussunlar diye onlara malzeme olarak mı vereceksin?' Nida'nın buruşmuş ve anlamamış sıfatıyla konuşmasına gülümseyişini yüzüne yerleştirerek, başını hızlıca sağa sola sallamayı eksik etmedi. 'Hayır elbette. Sadece istedikleri cevabı aldıklarını düşünmelerini sağlayacağım. Benim işim bu.' Tek omuzu hafifçe hareketlendiğinde çaprazında oturan kadının gülümsemesini görmek içini biraz daha rahatlatmıştı. Neredeydi Pera'nın o söz konusu iş ise zıvanadan çıkmış ruhu? Neredeydi ortalığı bir miksermişçesine karıştırıp gözleri aşırı gereksiz birine çevirmelerini sağlayacak güçlü kadın hali? Bu üç ortağın karşısında konuşmak bu kadar zor olmamalıydı. Gerçi zor olmayacaktı da ne olacaktı diye sormadan edemiyordu kendine. Güzel ve yakışıklı insanlar vardı karşısında, yaşları gençti ve bu genç yaşa rağmen insanların kulağına yer edinmiş bir kimlikleri de vardı. Üstelik geriye çekilip bakıldığında o kadar nitelikli karakterlerle oturuyorlardı ki aklı bazen durağan çalışabiliyordu. Belli ki ortaklıkları bir yana dostlukları da vardı ve kendisini asıl korkutan buydu. Kendi arkadaşlıklarından pay biçtiği zaman dışarıda olan herkes tehlikeli geldiği için onları koruma güdüsüyle saf dışı bırakırdı çoğunu. Şimdi bakıyordu da Dağhan Kalaycı, Nida Derin, Pamir Soylu... Emindi ki Pera'ya fazla açık vermemeye çalışacaklardı. Peki bu saf dışı bırakılma içinde nasıl çalışacaktı bu kadın? Şimdiden kararlarımı mı sorguluyorum ben sahiden diye düşünmekten geri kalamıyordu... Çıldıracaktı, gerçekten çıldıracaktı çünkü geldi geleli birbirlerini tanımaya çalışan insanlar gibi muhabbet ediyorlardı. Hiçbiri ama hiçbiri kendisinden ne istediklerini, hangi alana yoğunluk vermeleri gerektiğini veya kurtarılacak bir durum olup olmadığı hakkında en ufak bir cümle kurmamışlardı. Geceyi noktalarken derin nefesler alma çabasına girmişti bile. Masada dengesi o kadar çok değişmişti ki bütün kemikleri ağrıyordu resmen. Bir an üç yakın arkadaş ve ortağın kendisini dışarıda bırakarak işine bir noktada engel olma potansiyelleri yüzünden acabalar içinde kalıyor, bir yandan da bütün gece boyunca yıllardır arkadaşlarmış ve iş yemeğinden çok arkadaşlarıyla muhabbet etmeye gelmiş gibi olan tavırları rahatlamasını sağlıyordu. İşin daha kötü olan tarafı ise onların samimi ortamı her fırsatta arkadaşlarını hatırlatıyor, bu durumda Pera'nın işini zorlaştırıyordu. Nida ve Pamir arka arkaya gelen araçlarına yerleştiklerinde elini sıkan Dağhan'a baktı. Elfe'nin dediği kadar çekiciliği vardı, ancak hiç öyle sert, ters bir adam gibi de görünmüyordu yine onun anlattığı kadarıyla. Yüz hatları anlamsız denilecek kadar samimi, vücut dili ise gerçek değilim dercesine bağırıyordu Pera'ya göre. Oturduğundan beri sezinlediği gariplik şu an daha çok gözüne batıyordu. İmajları, hepsinin imajları anlaşılmayacak kadar garipti. Sanki gerçekten bu devirde ve şu an olan zamanda yaşamıyorlar gibiydi. Daha çok seksenler, hatta belki yetmişli yıllar bile olabilirdi görünüşleri. 'Hazır mısın bilmiyorum ama işin zor olacak, reklam ağımız seni biraz zorlar. Açık konuşmak gerekirse şimdiye kadar hiçbirimiz birine güvenerek özel hayatlarımıza müdahale ettirmedik ancak seni buraya güvenmek için davet ettik Pera. Umarım hem reklamlarımız ile hem de işimizi etkileyen sosyal yaşantımız ile başa çıkabilirsin.' 'Güveninizi boşa çıkarmayacağıma emin olabilirsiniz.' Gelen araçlara ikisi de dağıldığında yine aynı şoförle koltuğa yerleşmişti. Üzerinde ilk kez bu derece gerginlik vardı. Hatta o kadar emindi ki bu gerginliğin nedeninden bu üç ortağın rahat halleri sorumluydu. Pera onların çalışanlarıydı en nihayetinde, üst düzey bir yönetici vasfında olsa bile personelleriydi ve bu rahatlıklarına hiçbir firmada erişememişti kadın. İşi sebebiyetiyle her zaman diğer personellere göre elinin kolunun ulaşacağı noktalar geniş bir ağa sahipti ancak en basit örneği patronlarıyla ilk kez görüşmesi bir akşam yemeğinde sohbet muhabbet eşliğinde olmuştu. 'İyi misiniz Pera hanım?' şoförün sesiyle uzun tırnaklarını kapının plastik dokusunda takırdattığını ancak fark ediyordu ki hızlıca avucunun içine yöneldi parmakları, akıp giden yol kenarına diktiği gözlerini tekrar aracın içine çevirerek dikiz aynasından şoföre gülümsemekten de geri kalmadı. 'İyiyim, bir problem yok.' tebessümünü ne kadar göstermeye çalışsa da adam herhalde ilk kez bir çalışanı yemek davetine taşımıyordu. O yüzden de bu sıkıntılı hali garip gelmezdi. 'Anladığım kadarıyla iş yemeği epey gergin geçmiş. Ancak onların yoğunlukları hep vardır, o yüzden gerilmenizi gerektirecek bir şey yok.' Kaşları havalanırken adamın ne dediğini tartmaya çalıştı. İş bu ki masada rahat bir ortam vardı, fakat bunun dışında neredeyse maksimum yarım saatte bir dönen mail dönüşleri de söz konusuydu ve adı kadar emindim ki şoför o sırada içeride değildi. Çünkü zaman zaman mekanın boşluğu gözüne takılıp etrafa bakmaktan alı koyamamıştı kendisini. 'Uzun zamandır beraber çalışıyorsunuz sanırım.' 'Epey uzun zamandır. Genelde agresif yapıları vardır. Umarım o akşamlardan biri değildi.' Aynı insanlardan mı bahsediyorlardı sahiden? Ya da aynı ortam hakkında mı konuşuluyordu emin değildi. Çünkü etrafta zerre negatiflik yoktu. Bakışları akıp giden yola tekrar dönse de kaşlarının hafifçe çatılmasına engel olamıyordu. Uzun zamandır çalışan bir personel ve onların her haline şahit olacakken sadece gergin zamanlarına denk gelmesi... Sadece Pera'ya mı enteresan gelirdi bu durum acaba herkese mi? Kendisinin gördüğü şeffaflık sadece ona mı aitti yani? Neyse neydi canım, bu insanlar Pera'ya özel hayatlarını da emanet edeceklerine göre o dümdüz insan hallerini demek ki uzun zamandır yanında çalışan insanlar bile bilsin istemiyorlardı. Sessizliğini korumasının iyi olacağını düşünerek bir an önce evine ulaşmayı dilemekten geri kalmıyordu. 'Peki yeni işiniz hakkında ne düşünüyorsunuz?' gelen başka soruyla gözlerini tekrar yoldan çekip dikiz aynasından arada sırada kendine bakan adamda gezdirdi. Normal şartlarda ters tavırlar sergilemezdi insanlara karşı. Söz konusu kendini küçük görmek, yapamayacağını düşünmek değilse eğer her insan aynı değerdeydi Pera'ya göre. 'Sanırım iyi düşüncelere sahip olduğum için artık sizlerleyim. Bu arada isminizi sorma fırsatım olmadı. Öğrenebilir miyim?' normalde olsa belki de hiç sormazdı, en nihayetinde basının sorularını yanıtlamaya alışkındı ancak bu kadar soru yönelten birinin nedir, necidir olduğunu öğrenmesi gerekirdi. Üstelik belki de basına rahatlıkla haber kaynağı olabilecek bir insandı. Bunları da değerlendirmeye alması gerekiyordu. 'Deha.' Başını usulca salladığında gülümsemesi daha da büyüdü. Pera'ya sorsalar hayatın en büyük ana kuralı nedir diye, yeni tanışılan insanları memnuniyetle hayatına kabul et ancak fazla samimi olma olurdu herhalde. 'Tanıştığıma çok memnun oldum Deha bey. Görüşmek üzere.' Araç evine yaklaşırken mırıldandığında kendisi de ufak bir baş sallama gösterip durdurduğu arabadan hızlıca inip kapısını açmıştı. Enteresan bir şekilde tanıdık geliyordu adamın siması. Ancak bu olay giderken yaşanmamış da şimdi yaşanıyor gibiydi. Apartmana doğru ilerlerken hafızasını zorlamaya çalıştı. Nereden tanıyordu bir gram aklına bir fikir gelmiyordu. Kapısını açtığı dairesine adım atarken telefonun melodisi de kulağını doldurdu. Bakışları ekrandaki fotoğrafa giderken gülerek yanıtladı aramayı. 'Evime gizli kamera yerleştirme olasılığın nedir tatlım?' 'Ben senin ruhundaki gizli kamerayım Pera'cım. Anlat bakalım nasıl geçti?' Elfe... Dakikası dakikasına nerede olduğunu hesaplayabilirdi herhalde. Bazen tıpkı şu an olduğu gibi dakika şaşırtmıyordu. Bedenini koltuğa atıp topukluları çıkarırken anlatmaya başlamıştı bile olan biteni. Ne kadar ciddi bir ortam beklediğini, nasıl bir bozguna uğradığını, enteresan bir şekilde rahatlıklarını... Her bir saniyeyi dakikalarca önüne döküvermişti. 'Şarap seçimi nasıldı?' konuşma sonlanacak diye beklerken sorduğu soruyla kalakalmıştı Pera. Ne alakaydı şarap seçimi şimdi? 'Ne?' 'Şarap seçimi diyorum. Sen şaraptan anlarsın sonuçta. Nasıldı?' 'Fransız şarabıydı, gayet de iyiydi. Neden sordun ki şimdi bunu?' Elfe'nin ne yapmaya çalıştığını, şarap ile konunun alakasını anlasa çok daha iyi hissedecekti kendini. 'Demek ki o magazin sayfalarını boy boy süsleyip, zevksiz kırolar gibi gösterilen insanlar değil bunlar.' 'Bu çıkarıma nasıl ulaştığını sormak istiyorum ama...' kenardan aldığı ıslak mendille yüzündeki makyajı temizlerken görmeyeceğini bile bile tek kaşını kaldırmayı da ihmal etmedi. 'İşler önüne yığılınca ne demek istediğimi anlarsın biriciğim. Hadi sana iyi dinlenmeler.' 'Elfe. Dur. Ya o ne –' sinyal sesi yetmişte artmıştı. Bazen bu kızın yanında IQ seviyesini yerlerde hissediyordu. Nasıl bir çıkarım ziyafetiydi bu Allah aşkına. İnsan bir şarap seçiminden bu yorum ve yargıya nasıl ulaşırdı. Üstelik zevksiz kırolar ne demekti? Zorlukla araladığı gözleriyle beraber bedenini gerdiğinde başını yan tarafa bırakıp komodindeki telefonuna bakarak derin bir nefes doldurdu ciğerlerine. Geldiğinden beri evi düzenle, temizle, toparla, sonra tekrar düzenle gibi bir hengame arasında kalmıştı. Yarın başlayacağı işini de göz önüne alınca dün akşam tamamen işlerini bitirip bugünü kendine ayırmak için söz vermişti. Önünde koca zaman vardı ancak iş ile karışan kafası olmadan dingince sadece bugün gezebilirdi kadın İstanbul'u. O yüzden fırsatı da değerlendirecekti. Yataktan kalkmadan telefonuna uzanıp ekranı aydınlattığında çoktan öğlen olduğunu gördü. Akşam hem anne ve babasıyla, hem Elfe'yle, hem de birkaç arkadaşıyla görüştükten sonra kendine bir şişe şarap açıp neredeyse sabaha kadar oturmuştu. Evin tüm ışıklarını kapatıp İstanbul'un ışıltısından faydalanarak kendini pencere önüne attığı yastık üzerinde bulunca bir nebze kafa dinlemek istemişti. Sakin son günüydü bu en nihayetinde. Bedenini kazırcasına zorlukla çıktığı yataktan sonra duşa girip hazırlandı hızlıca. Yapacağı şeylerin sırası net bir şekilde belliydi. Gününün çoğunu binanın altındaki güzellik merkezine ayırmıştı. Akşamüzeri güzel bir yemek yiyecek daha sonra da bir mekanda birkaç kadeh alkol alıp eve dönecekti. Tabi bütün bunları da İstanbul'un tadını çıkarmak istercesine sokaklarda uzun uzun yürüyüşler yaparak taçlandıracaktı. Oturduğu koltuktan sonra salona geldiği ilk anda bomba etkisi yarattığı için bir gram sohbet edemediği insanlarla da çoktan tanışmaya başlamıştı. Her salonda olabilecek potansiyel dedikodudan da en ince ayrıntısına kadar faydalanmaya başlamıştı. Resmen son bir saatte tüm bina hakkında bilgisi olmuştu. Önüne bırakılan kahve ile gülümseyerek genç kadına döndürdü gözlerini. 'Tanem'di değil mi?' 'Evet Pera hanım.' 'Kahve için teşekkürler. Sana bir şey sorabilir miyim?' kadın başını sallayıp onay verdiğinde çoktan manikür koltuğuna oturarak parmaklarını da almıştı. 'İşini severek yapıyor musun?' sorusuyla parmaklarındaki gözleri yüzüne döndüğünde genç kadının şaşkın haline gülümsemeden edememişti Pera. Çocukluğundan beri merak etmişti insanların sevdikleri işleri yapıp yapmadıkları, hayatlarından memnun olup olmadıkları, beklentilerini... Bu yüzden de yaşı kaç olursa olsun hep yeni tanıştıklarına yönlendirmişti bu soruyu. İnsanların sevdikleri işi yapmaları onların daha güçlü olmasını sağladığını düşünmüştü çünkü. 'Çoğu insan memnun değildir ama ben çok seviyorum. Peki siz ne işle meşgulsünüz? Mutlu musunuz?' aldığı karşılıkla derin bir nefes doldurdu içine. İlk zamanlarda çok sorgulamıştı bu konuda kendisini. Uygun olup olmadığını, başa çıkabilme konusunda ne kadar yeterli olabileceği hakkında o kadar kafası karışmıştı ki vazgeçmeye bile kalkmıştı. Ancak sonra sonra fark etmişti Pera. İçinde doymak nedir bilmeyen meraklı bir kız çocuğu vardı. Hayatı boyunca da o meraklı çocuğun doyacağını zannetmiyordu. 'Halkla İlişkiler ve inanır mısın bende çok mutluyum.' 'Neden halkla ilişkiler peki?' 'İnsanların hayatına müdahale etmene izin vermeleri ve bunun yasal olması mükemmel bir his o yüzden.' Omuz silkip gülerek Tanem'in gösterdiği iki ojeye kısaca göz attıktan sonra açık rengi seçtiğinde onun da gülümseyen halini görmüştü. Adımlarını Eminönü sahilde yürürken olabildiğince yavaş tutuyordu Pera. Bakışları etrafın karmaşasında kısa bir anlığına dolaşsa da tekrar denize döndü. Bu şehre ne zaman gelse ve ne zaman dolaşmaya karar verse kalabalıklar içinde sakinleşiyordu. Özellikle de bir yere yetişmeye ihtiyacı olmadığında. Salondan çıkar çıkmaz çağırdığı taksiye bindiği gibi kendisini buraya atmıştı. Pek yürüyüş yapılacak bir alan olmadığının kendisi de farkındaydı ama onun da ruhu böyleydi. Sessiz sakin maksimum dün akşam yaptığı gibi müziğini açıp kendini dinleyebiliyordu. Onun dışında sürekli insanların arasında olmak kendisine de iyi geliyordu. Gidip durgun bir mekanda yemek yeme düşüncesi olsa da Eminönü'ne adımını attığından beri genzini dolduran balık ekmek kokusuyla vazgeçti o düşünceden. Kenarda köşede sakin görünen arabaya ilerlediğinde balık ekmeğini de alarak iskemleye yerleştiği gibi tuzlu kokuyu da tekrar çekti içine. 'Kusura bakmayın, rahatsız etmek istemem ama oturabilir miyim? Diğer tüm masalar dolu da.' Gelen sesle bakışlarını denizde oluşan dalgalardan kumral adama çevirdiğinde onun hem çekingen hem de tedirgin haliyle karşılaştı. 'Elbette problem değil, oturabilirsiniz.' 'Teşekkürler.'
|
0% |