Yeni Üyelik
12.
Bölüm

Bölüm 10 - Herkes Sadece Kendi Yangınından Sağ Çıkar

@biceruvar

Selamlar pandispanyalarım... Yeni bir bölümle yeniden sizlerleyiz... Umarım beğenir sinir ve o güzel yorumlarınızı okuma fırsatım olur...

Hepinize şimdiden iyi okumalar...

instagram: BiCeruVar

 

'Bir şey mi oldu?'

'Yanlış anlamazsan, merak ettim sadece... Her gün alkol alıyor musun?'

'Yani bağımlı mıyım...' başını usulca sallayarak kendi sorusuna cevap bulmaya çalıştı başta ancak ailesini bile karşısına alıp getirmiş kadına yalan söylemek pek işine gelmemişti. Sonuçta Pera ile ne zaman otursa elinde kadeh olmuştu.

'Bana kalırsa değilim. Alkol olmayınca da odaklanabiliyorum bir problem teşkil etmiyor ama genel verilere bakılınca alkolik sayılıyorum.'

'Yurt dışında olduğun süreçte buna müdahale etmediler mi? Fark eden olmuştur mutlaka.'

'Etmeye çalıştılar ancak nasıl desem... Anlattığım zamanlar gibi sarhoş olmuyorum artık. Birkaç grup terapisine de katıldım alkolle alakalı fakat eskisi kadar bende tesiri kalmadığı için önemsiz gördüm.'

'Tesiri kalmadıysa istediğin amaç için kullanmıyorsun demektir artık?' kadının ciddiyetle yönelttiği soruya başını sallayarak onay verdi sadece. Başta içtiği nedenler için içmiyordu artık, daha doğrusu o nedenleri görünmez yapmıyordu aldığı alkol. Sadece bir ihtimal diyerek sarılıyordu şişeye. Bu durumdan kendisi de rahatsızlık duyuyordu bazen ancak konuşamadığı, tek kaldığı ve en çok yalnızlığını hissettiği zaman parası olduğu sürece kendisini terk etmeyen şeyin de bu olduğunu görmüştü. Bu zamana kadar ağzına bir damla dahi alkol alsa araç kullanmamış, kafası güzel olsa bile kendine çatmaya çalışanlara karşılık vermemişti. Etrafı yakıp yıkmadan kafasını dinginleştirmişti sadece. Durum böyle olunca da kendisine de kötü görünmemeye başlamıştı.

Yaptığının hem saçma hem de bir o kadar cahilce olduğunu net bir şekilde biliyordu oysa ki Dağhan. Dönüp baktığı zaman çevreye zarar vermese bile kendisine yeterince zarar verdiğini görebiliyordu. Oysa ki çevresindeki çoğu kişiden daha aklı başında bir adam gibi gösterirlerdi onu fakat kendisi de aslının böyle olmadığını biliyordu. O aklı başında değil diye adlandırılan çoğu insandan daha çok cahillikti yaptığı hareket. Ne zaman ki sarhoş olmamaya başlamıştı o zaman anlamıştı aslında çözümün vücuduna girecek alkol olmadığını. Birinin karşısına geçip çare bu demesine dahi ihtiyacı olmamıştı anlamak için ama garip bir şekilde normal insanlar için su ne ise Dağhan için de alkol o olmuştu.

Gün boyunca odasında doğru dürüst kahve çay içmişliği yoktu mesela. Toplantısı varsa ağzına sürmezdi, toplantısı yoksa da maksimum üç kadeh içerdi çalışırken. Holdingi kurma kararı aldığından beri asistanı olarak çalışan Ezgi dahi durumun bilincine vararak bir süre sonra çay kahve sormayı bırakmış, arada sırada dolabı kontrol ederek alkol stokunu yenilemişti. Şirket içinde dedikodu olarak dönmemesinin sebebi de normalde aldığı alkolü çalışırken en aza indirmesi olmuştu. Belki de bundandır Ezgi tedirgin olup, bunun bir bağımlılık haline geldiğini düşünmemişti. Ya da herkes kadar olayların dışında olduğu için bunun sadece paranın ve şöhretin getirdiği bir işleyiş olduğunu düşünmüştü.

Pera güne gözlerini araladığından beri dışarıda süren kasvetini iyice ruhunda hissetmeye başladı. Hava karanlık dedikçe karanlık, olabildiğince pusluydu. Arada sırada atıştıran şeyin tam olarak kar mı yokta yağmur mu olduğuna karar veremese de erken uyanmasının verdiği cesaretle bir ihtimal düzelmesini beklemişti. Yatağından çıkalı neredeyse 3 saat olmuştu üstelik. Bu süreçte evdeki sessizliği de göz önüne alarak olabildiğince sakin şekilde hazırlanmış, kahvesini eline almış odasındaki duvar boyunca olan pencerenin önüne oturmuştu.

Başını pencerenin pervazına yaslayıp kahvesinden bir yudum daha aldığında yeni yeni yaşadığını gösteren şehirde de bakışlarını tekrar gezdirdi. Sokaktan geçen tek tük araçlar, hala yağmur mu yoksa kar mı olduğuna karar veremediği yağıştan kaçınmak için şemsiyesini açmış yürüyen birkaç bedenin hareketliliği durgunlaşmasına neden oldu. Anlam veremediği şekilde sıkıntı vardı içinde. Oysa neredeyse her işi bir raya oturmuş şekilde tıkır tıkır işliyordu. Bu sıkıntıya anlam verememeye devam ederken kahvesinden bir yudum daha aldı. Eğer ki saatler öncesinden hazırlanmış olmasa şu an kalkıp yürüyüşe çıkabilirdi ancak aşırı derecede eriniyordu üzerine tekrar eşofman giyip dolaşıp geldikten sonra yeniden hazırlanmaya. Her zaman olduğu gibi yine ince bileği yüzünden iç tarafa dönmüş saatine baktığında erken çıkmaktan zarar gelmeyeceğini düşünerek oturduğu parkeden ayağa kalktı. Fincanı baş ucundaki komodine bıraktıktan sonra kenarda hazır tuttuğu botlarına parmaklarını takıp odadan çıktığında evdeki sessizliğin devam edişiyle ilerleyip dresuardaki not kağıdına işe erken gitmesi gerektiğine ve arabayı onlara bıraktığına dair birkaç şey karalayıp sessizliğini devam ettirmeye çalışarak çıktı evden.

Asansörde çıkardığı kulaklıkları takıp binanın önüne adım attığında yüzüne çarpan serin havayla derince soluklandı. Zaten şirkete çok uzakta oturmuyordu, üstelik böyle bir havada sokakta çok insanın yürümeyeceğinin de bilincindeydi. Üzerindeki taba rengi kaşe kabanın belindeki bağı bağlayıp, şemsiyesini başının üzerine çıkardıktan sonra, telefonundan da müziği açtığında sokağı çoktan adımlamaya başlamıştı.

Her dakika farklı bir an katıyordu Pera'ya. Tanıdığı her insan hayata bakış açısının daha da genişlemesine neden olduğu gibi bazen tüm varlığıyla yaşamdan nefret etmesine dahi imkan sağlıyordu. Neredeyse toz pembe hayat yaşayan bir kadın için bu kadar sisli yaşamlar zorlayıcı geliyordu. Şu an İzmir'de olsa muhtemelen kış aylarında bile günlük güneşlik olan havayla yürüyüş yapıp daha sonra da patronunun şımarık oğlunun saçma sapan ne yaptığını, o aklı havada veledin ne kadar aptalca davrandığını ve üzerini nasıl kapatacağını düşünüyor olurdu. Oysa tam da şimdi çalıştığı insanlarında o zengin ne yaptığını bilmeyen veletlerden olmasını ister haldeydi.

Sahil boyuna çıktığında şemsiyenin sapını kolu ile bedeni arasına sıkıştırarak ellerini de kabanın cebine yerleştirdi. Bu havaya rağmen hala sporunu yapan insanlar da yanından akıp geçerken gözlerini çoktan denizin olabildiğince dalgalı haline çevirmişti. Rüzgar açıklarda belli ki güçlüydü ama kafasında esen tufanlar bile hissetmesine engel oluyordu Pera'nın. Resmen hayat enerjisi sömürülmüş gibi hissediyordu. Gerek hava, gerekse bildikleri öylesine içinin kararmasını sağlıyordu ki Dağhan'lardan çıkıp eve ulaştıklarında babasının kendisiyle yaptığı konuşma daha da katran haline getirmişti içini.

O akşam eve gelir gelmez annesi ve Elfe odalarına çekildiğinde kendisi de öyle bir teşebbüste bulunmuştu ki omuzlarından kendisini çekip karanlık salona oturtan babası bir olmuştu. Sadece kitap okumak için aldığı aydınlatmayı çalıştıran adam da karşısına yerleştiğinde babasının her zaman olan endişelerini dinlemek umuduyla beklemişti Pera. Oysa Dağhan ve Deha'nın hali gibi olabilecek durumlarda babası genellikle Pera'yı karşısına alıp birkaç yardımcı olarak tüyo verirdi. Fakat kadın bu kez umduğunu bulamamıştı. Babası oturup gizli saklı dinlediği ailesini ilk kez kendisine anlatmıştı. Duyduğu her cümle ise Pera'nın kulaklarında uğuldamalar oluşmasına sebebiyet vermişti. O güçlü, sevecen, sıcakkanlı olan babasının aslında ne kadar küskün olduğunu görmek içinde bir yerlerde depreme nedendi. Bitiş cümlesini hatırlıyordu da, hala anlam veremiyordu.

'Bak Pera. Bunca sene sana karışmadım, hatta sen de karıştırma kendine diye çok nasihat verdim ancak bu durum çok farklı. Dağhan'la olan alakan sadece iş ve arkadaşlık çerçevesinde kalsın istiyorum. Benimle aynı hayatı yaşamış bir adam olsa dahi seni üzmesine izin veremem.' Babası bunları söylerken ne konuşmuşlardı da bu yargıya varmış olabileceğini dahi düşünmüştü ancak aklı yine de almamıştı. Konuştukları akşamdan sonra iki gün boyunca Dağhan'ın özellikle tavır ve hareketlerine dikkat ederek babasının ima ettiği gibi bir durumun söz konusu olup olmadığını da ölçmeye çalışmıştı ama yoktu. Pera açık ve net bir şekilde görüyordu bunu. Dağhan'ın babasının düşündüğü durum gibi olacak şekilde kendine alakası, ilgisi veya davranışı kesinlikle yoktu. Ki olsa zaten babası söylemeden önce fark ederdi kadın. Arkadaşlarıyla bir mekana gittiğinde bile hiç tanımadığı birinin kendisine ilgi duyduğunu tespit edebilen biriyken bu konuda gözden kaçırdığı bir nokta olamazdı.

'Herkes sadece kendi yangınından sağ çıkar.' Babasından ayrılıp odaya geçerken de Alain'in son cümlesi bu olmuştu kendisine karşı. Kendisi de farkındaydı Pera'nın. Yangınları çok başkaydı, üstelik Dağhan'ın bir yangını vardı ancak onun hayatında canını yakan kıvılcım dahi yoktu şu an için. Durum ve hal böyleyken neden adamın yangınının ortasında kalsındı ki. Ne kadar düşünse incelese de yok, bir türlü çıkarımı olmuyordu.

Aklındaki düşüncelerin hengamesinden omuzuna dokunulmasıyla kolunun arasına sıkıştırdığı şemsiyeyi tuttuğu gibi savurması bir olduğunda büyümüş gözlerle son anda kendisini kurtarmış adamla karşı karşıya kalması da bir oldu. Bir anlık panik yüzünden üzerinde olan gerginliği de kenara bırakıp anında mahcupça gülümseyerek çıkardı kulaklıklarını.

'Devrim.' Şaşkınlıkla mırıldandığından olsa gerek adamın az önce olan şaşkınlığının yerini gülümseme aldığının bilincindeydi.

'Korkutmak istememiştim. Seslendim ama duymayınca... İyi misin?'

'İyiyim, dalmışım sadece kusura bakma. Sen nasılsın asıl?' tanıştıkları akşamın tam aksine ciddi görünüşünden sıyrılmış kafasındaki şapkaya rağmen kapüşonuna da çekmiş adama baktığında o gece ayırt edemediği göz rengini de sonunda çözebilmişti. Bir anlığına nasıl belli olmadığı konusunda tedirginlik yaşasa da adamın cam göbeği renginde parlayan hareleri oldukça neşeli görünüyordu.

'İyiyim, hatta çok iyiyim. Bu havalar benim için tasarlanmış.' Kaşlarıyla sisli havayı işaret ederek konuştuğunda kadın da gülümsemişti.

'Çok iyi oldu rastladığımız, bende müsait olunca kahve içip içemeyeceğimizi soracaktım. Tabi şimdi müsaitsen, hemen de ısmarlayabilirim.' Pera'nın bakışları etrafta gezinip daha önce arkalarından çam yarması misali yürüyen adamların varlığından emin olmaya çalışırken onlarında spor kıyafetler içinde olduğunu fark etti.

'Sen bu arkadaşlar olmadan adım atabiliyor musun sahiden? Rahatsız etmiyor mu?' hafifçe yaklaşıp mırıldandığında Devrim'in gür kahkahası da ortaya düştü. Kendi garip hissetse de sanki bu durum adam için olabildiğince alışık olduğu ve ufacıkta olsa garip karşılamadığı bir durumdu.

'Sağ ve sol omuzunda Kiramen Katibin'in melekleri olduğunu söylerler. Sol taraftaki kötü davranışlarını, sağ taraftaki de iyi davranışlarını yazarmış. Taylan ve Fırat'ı öyle düşün. Biraz bile olsa için rahatlıyor aklına bu gelince.'

'İddialı...' kadın gülümseyerek kendilerinden hala beş altı adım uzakta duran adamlara baş selamı verdiğinde Devrim omuz silkmişti anında.

'Ee... Var mı kahve için zamanın?'

'Spor yapıyorsun, bence yarıda kesme.'

'Alırız ve gideceğin yere kadar eşlik ederek içerim. Hem spora devam ederim, hem de kahveyi içmiş oluruz. Tabi rahatsız olmazsan.' Açıklamasından sonra Pera usulca başını salladığında adam başıyla ilerlediği tarafı göstermişti anında. Az önce tempolu olan halini olabildiğince durgun adımlara çevirdiğinde Pera'da derin nefesini yeniledi.

'Gördüğüm zamandan şu zamana kadar bazı şeyler değişmemiş de kötüleşmiş gibi. İyi misin?' kadın içten içe kendine kızmıyor değildi. Bu kadar sene, onca üzerini ört pas ettiği habere rağmen hislerini, duygularını tamamen saklamayı öğrenememişti. Öyle ki daha ikinci kez kendini gören bir adam bile tespit edebiliyordu durumu.

'Bu hava senin için tasarlanmış ya hani.' Kaşlarını havalandırıp adamın bahsettiği sise hitaben mırıldandığında Devrim'in başını onaylarcasına sallaması da bir olmuştu.

'Ben bu havalar için tasarlanmamışım sanırım.' Kurduğu cümle adamın yeniden gülmesine neden olduğunda gördükleri zincir kahve mağazasına ilerlemişlerdi. Fazla zaman kaybetmeden alıp çıktıkları kahveyle beraber yürümeye devam ettiklerinde arada oluşan sessizlikte iyice rahatsız etmişti ikisini de.

'Eee... Nerede çalışıyorsun? Ben burnumun dikine gitmeyi severim genelde ama eğer bu tarafta değilse-'

'Diamond holdingde çalışıyorum, tam da burnunun dikinde.' Kendinden emin şekilde başını onaylayarak sallayıp karton bardağa sıkı sıkıya sarıldığında Devrim'de yanında ilerlemeye devam etti.

'Diamond'da ha...' başını tekrar salladığında Devrim'in garipsemesine dikkat çekmesi gerekip gerekmediği konusunda da kararsızdı.

'O üçüne hep gıcık olmuşumdur. Daima bir adım önümdeler.'

'Tanışıyorsunuz...' bu kez başını onaylarcasına sallayan Devrim olmuştu.

'Aynı kolejlerde, aynı spor salonlarında, aynı alanlarda çalışan insanlar olarak elbette tanışıyoruz. Tabi ayrı ayrı ülkelere dağıldıktan sonra çok görüşemedik ama hepsine selam söyle eğer samimiysen. Gerçi şu sır gibi olan lansmanlarında zaten karşılaşacağız.' Son cümlesine gülmek istese de sadece onaylamakla yetinmişti Pera. Bu konuyu açmaması gerçeğinden haberdardı zaten ki en başta kendisi sır gibi olmasını istemişti, o yüzden de merak konusu olduğunu birinden duymak içini rahatlatıyordu.

'Ne çıkacak merak ediyorum o davette. Ama en çok merak ettiğim nokta Pamir aslını istersen. Onun gibi hep inek öğrenci olan bir adamın disiplinli olduğunu bilsem de bir şirket yönetiyor olduğunu bilmek...' başını sağa sola sallarken Pera'nın da aklından davetli listesi geçmeye başlamıştı. Devrim'in ismini elbette görmüştü ancak soyadın bilmediği için o olup olmadığı hakkında eminliği söz konusu değildi. Bundandır belki odaklanmadığı bir detaydı ancak net bir şekilde aklında kalmıştı adamın özellikle davet edilip, özen gösterilecek kişiler içinde olduğu.

Zaten Devrim'le beraber yaklaşık 10 kişi de o altın listede vardı. Kimse kendine açıklamasa bile Nida bir defa denk gelip üzerine basa basa bu on kişinin aşırı derecede önem teşkil ettiğini, tüm organizasyon sürecinde olacak 200'e yakın davetli çıldırsa da altın listedekilerin en yüksek seviyede ağırlanması gerektiğini belirtmişti. O listeden sadece 4 kişinin kim olduğunu da açıklamakla yetinmişti Nida'da zaten. İkisi Pamir'in anne ve babası, birisi Dağhan ve Deha'nın annesi, diğeri de Nida'nın babası olduğunu öğrenmesi yeterli gelmişti kadına. Zaten kalan altı kişiyi kendisi bilmese bile emindi ki organizasyonda görevli olanlar bilirdi.

'Haklarını yiyemem, görüşmeyeli yıllar oluyor ama haberlerini hep aldım, çok sağlam çalıştı üçü de. Ben yurt dışında olmanın genişliğiyle gezerken onların gözü sadece dosyaları görüyordu. Az bir zaman da değil nereden baksan on yıldır bu şirket için çabalıyorlar. Çoğu insan üç dört yıllık bir mesele gibi görür durumu ama uzun uzun planlanmış bir iş.'

'Neden bir adım önünde olduklarını düşündün peki, bu kadar şey bilmene rağmen üstelik?' Pera'nın sonunda dili çözüldüğünde Devrim kahvesinden içip gülümsemesini genişletmişti.

'Senin gibi bir personeli benden önce kapmaları dahi gösteriyor hep bir adım önde olduklarını. Gıcık olsam da seviniyorum onların adına. Hatta duymasınlar ama özeniyorum bazen.' Duyduğu açıklama kadının gerçekten gülümsemesine neden olduğunda derin bir nefes alarak yandan bir bakış attı.

'Özenmek büyük bir itiraf.'

'Ama gerçek. Ailelerini yok saydılar resmen. Tamam belki totalde on yıldır planı var da yine de kolay bir iş değil. Hele Nida için...'

'Neden özellikle Nida?' yine merak duygusu bütün benliğini esir alıyordu Pera'nın. O yüzden de adam açıklama yapsa da soru sorup daha fazla öğrenmek istiyordu.

'Annesini kaybettikten sonra varı yoğu babası oldu çünkü. Kabullenmeliyim, babası hep arkasında ama düşünsene tüm serveti, dişiyle tırnağıyla kurduğu bir işletmesi var ve kızı deli gibi ona bağlı hatta bağımlı olsa da kendi alanından tamamen farklı bir tarafa yöneldi. Oysa Süreyya amca hep Nida'nın kendi şirketinin başına geçmesini isterdi.' Daha soracağı bir sürü şey olsa da şirketin önüne geldiklerinde tebessümüyle bakmıştı Devrim'e ki adamın cebinden çıkardığı telefonu kontrol ettikten sonra kendine bakması bir oldu.

'Dağhan çoktan gelmiştir, hazır rastladık, buraya kadar geldim, bir selam vereyim.' Başıyla holdingi işaret ettiğinde usulca onay verse de adamın ellerini cebine atıp rahatça ilerlemesiyle kendisi de devam etmişti yürümeye. Pera hiç bu kadar erken gelmemişti şirkete, dolayısıyla Dağhan'ın bu saatte burada olabilme ihtimalini bilmiyordu ancak Devrim'in bu konuda oldukça net tavır takınması garibine gitmişti. Söylemine göre uzun zamandır görüşmediği biri için bu kadar net bir kanaat nerede olsa garip gelirdi kadına. Güvenlikten geçtiklerinde Devrim'in adımları danışmaya yönlendiğinde masanın arkasındaki genç adam da ayaklandı anında.

'Dağhan bey şirketteler mi acaba?'

'Tabi, ancak müsait mi bilemiyoruz. Dilerseniz öğrenelim.' Adamın sakin bir o kadar da kendini bilen ses tonuyla Devrim usulca başını salladı.

'Devrim Şahzade.' Karşısındaki adamın gözlerindeki şaşkınlık ne kadar kendini belli etse de telefona sarılmasından sonra bakışları Pera'yı buldu Devrim'in.

'Prosedürler...' omuz silkerek beklemeye koyulduğunda kendisini de gülmekten alıkoyamamıştı Pera. Kendisi duymamış olsa da böylesine tanınmış birinin bu kadar rahat bir tavırla sakince beklemesi garibine gidiyordu.

'Devrim bey, Dağhan bey sizleri bekliyor. 18. Kat. Beklettiğimiz için kusura bakmayın.'

'Ne demek, teşekkürler...' hala elinde olan cebinden telefonunu çıkarıp Pera ile asansöre yürümeye başladığında attığı kısa mesajla birlikte tekrar cebine bıraktı.

Bindikleri asansörden sonra adamın hem kapüşonunu hem de başındaki şapkayı çıkarması bir olmuştu. Üzerindeki ceketin fermuarı açıp gri tişörtünü de düzelttiğinde bakışları aynadaki yansımayı buldu. Pera'yla karşılaştığı gün kendisi için çok anlamsız, fazlasıyla karmaşık bir o kadar da can sıkıcıydı. Öylece bitip evine giderek anında yastığa gömüleceğini düşünse de karşısına bu kadın çıkmış ve bir anda kötü olan o gün çok başka bir yere seyretmişti. Şimdi bakıyordu da alışkanlıklarından, çabalamalarından, burnu havadalığından eser kalmamıştı adamın.

Daha önce çıkıp sahilde koşmak bir kenarda dursun spora gideceği salonu tamamen kapattırırdı. Hatta egosunun önünü alamayıp içinde müşteri dahi varsa yapardı bunu. Dışarıda durmaları adına mesaj attığı iki adam bu vakte kadar hiç kendisinden bu kadar uzakta durmamışlar, hep ensesinde olmuşlardı. Her gün çıkıp en lüks mekanlarda yemek yiyen Devrim Şahzade yol üzerinde arabayı durdurup balık ekmek alır olmuş, çok uzun zamandır yapmadığı şeyi yaparak mutfağa girmeye başlamıştı. Şu an aynadan görüntüsü yansıyan kadın o akşam çok başkaydı mesela. Devrim'e göre Pera hayatın akışında bir denge tutturmuştu ama adam... O asla öyle değildi. Ya çok iyi olurdu ya çok kötü, hiç arası ılıman noktası yoktu onun. Nezaket namına kılını kıpırdatmışlığı dahi olmaz, insanlara tepeden bakmayı alışkanlık haline getirmişti.

Açılan asansör kapısıyla o tarafa dönüp etrafa göz attığında Pera'nın adım attığını görerek kendisi de çıktı kabinden. Tüm katta gözlerini gezdirse de sonunda kadınla bakışıp kaldığında onun başıyla ileriyi işaret edişini gördü.

'İşimin başına gitmem gerekiyor. Dağhan beyin odası şu koridordan sonra.' İşaret ettiği noktayla başını usulca salladığında dudaklarını ıslattı.

'Kolay gelsin o halde. Görüşürüz.'

'Teşekkürler. Görüşürüz.' Pera adamın yanından geçip ilerlemeye başladığında gözleri bir an Dağhan ile çakıştı. Adam koridorun başında omuzunu duvara yaslamış, şirketin boşluğundan faydalanır halde gülerek kendisine yaklaşan Devrim'e bakıyordu. Birkaç saniye gözleri kendisinde dolaşsa da sonunda adamı bulmuştu yeniden. İkisi de ciddiliğin verdiği hezimetle el sıkıştığında Dağhan anında koridora yönlendirdi adamı.

Pera çantasını bir kez daha kontrol edip masasından sonunda koptuğunda odadan da dışarı atabildi kendisini. Bu sıralar aklını meşgul eden o kadar çok şey vardı ki bazen kendini bile bir yerde unutabileceğini düşünüyordu. Kaldı ki bu aralar unuttukları genelde önemli şeylerdi. Hatta ehliyetini unutmuşluğu dahi vardı. Kafasını gömdüğü çantasındaki cüzdanını sonunda bulduğunda gülümseyerek yerine yerleştirmişti ki çarptığı bedenle afallayarak gözlerini büyüttü. Kolunu tutan elin sahibine bakışlarını yönlendirdiğinde ise karşısında kaşları çatılı kendine bakan Dağhan'la karşılaşmayı hiç beklemiyordu. Karman çorman kat sistemi olan şirkette daha önce kendi bölümünde hiç rastlamamıştı adama. Üstelik böyle toprağa kafasını gömmüş deve kuşu misali yürürken burnunun dibinde de bulmayı beklemiyordu.

'Kusura bakmayın.' Sıkıntıyla yüzünü buruştursa da Dağhan'ın şaşkın tavrı da tuz biberdi herhalde durumun üzerine.

'İyi misin?' sorgulayan bakışlarıyla onun da fazla dikkatli olmadığını elindeki telefondan anladı. Ancak adamın daha çok iyi olup olmadığından başka bir şey merak ettiğini gösterir gibiydi hareleri.

'İyiyim. Siz de bir şey var mı?'

'Ayağın?' kaşlarını havalandırmasıyla Pera'nın gözleri bu kez yeri bulduğunda adamın hala ayağına basan hali panikle kayboldu. Şirketin içinde bu kadar dip dibe, üstelik herkes öğle yemeğine çıkarken, dönmüş ortada oldukları gibi kalan ikisine bakıyordu.

'Kusura bakmayın Dağhan bey, gerçekten kafamdan hesap yaparken kendimi kaybediyorum.' Hızlıca birkaç adım çekilip adamın kolunu tutan elinden de kurtulduğunda Dağhan'ın başını sağa sola sallamasıyla derin bir nefes almıştı. Aklından şu an öyle çok şey geçiyordu ki bunların bütün sebebini de babasına bağlayabilirdi.

Adamın bakışları gözüne enteresan derecede ilgili gelmeye başlamıştı, ki bu da babasının deyim yerindeyse eşeğin aklına karpuz kabuğu sokmasından oluyordu muhtemelen. Ayrıca çalışanların kendilerine bakması da çok önemsediği bir durum gibi gözükmüyordu şu an. Aklını kaybedip daha fazla saçma düşüncelere dalmamak adına kendisi de gülümsemeye başladı bu kez.

'Ben gidiyordum. Kusura bakmayın tekrar.'

'Önemli değil.' Bir anda yanından sıvışıp adımlarını hızlandırmaya başladığında kendisini asansörün önünde bulmuştu ki hala çevrenin kendisinde olan gözleriyle derin bir nefes aldı. Ne kendisi, ne de Dağhan'ın önemsemeyeceği bir çarpışma yüzünden dedikodu çıkabilirdi ancak Pera daha önce nasıl yaptıysa yine hayatı ve işi arasında çit kuracaktı. Daha önceki çalıştığı yerler ne kadar kendisi için verimlilik anlamında yeterli gelmediyse bile çoğu insan Pera'nın bu iş ile sosyal hayatı arasında kurduğu sete rağmen dedikodu çıkarmıştı. İşini iyi yapan bir kadın olarak zamanında stajyerin bile koltuğuna göz koymuşluğu vardı. Bu yüzden de o önünü alamadığı onlarca dedikodunun kurbanı olarak yine önemsemeden sadece önüne bakabilirdi. Daha öncede aynısını yapmıştı. Üstelik daha önce karşı tarafın kendine karşı ilgisi varken koruyabilmişti bu duruşunu. Hali hazırda şu hali için daha da kolay olurdu. Sonuçta ne Dağhan'ın kendisine ilgisi vardı, ne de kendisinin böyle bir beklentisi.

Dudakları arasına yerleştirdiği tatlı kaşığıyla gözleri denizin uçsuz bucaksız haline takılı kaldığında zorlukla çiğnedi ağzındaki lokmayı. Kafası öyle bir hale geliyordu ki kendini daha çok strese sokacağını bilse bile çikolata yeme ihtiyacını bastıramamıştı. Yiyeceği yemek, içeceği su bile değerini yitirmişti bu durumda. Çünkü ne zaman kafası allak bullak olsa ya dondurmaya, ya da çikolataya sarardı o. Derin bir nefes alıp tatlısından bir kaşık daha aldığında aklına şirkette çıkarken yaşadığı olay yine düştü.

Kendini mahvetmeyecekti, hele kariyerini asla. Bu zamana kadar onun için yanıp tutuşan, yaptığı kadarını veren tek şey kariyeri olmuştu. Ne babasının söylediklerini kafasına takıp saçma sapan düşüncelere dalacak, ne de insanların bir sakarlık yüzünden çıkaracakları dedikodulara kulak asacaktı. Birine tutulmak öldürürdü insanı ve Pera bunu çok acı bir şekilde yıllar önce öğrenmişti. Toy bir genç kadınken o kadar net anlatmıştı ki hayat, o günden bugüne tutulmayı aklından dahi geçirmemişti. O zamanlar sadece kalbi kayıp gitmemişti ellerinden, tıpkı kalbi gibi kariyeri, tutundukları, hayatı, var oluşu için bir neden olduğunu düşündüğü tek detay da parmakları arasından yağ gibi kayıvermişti.

Zaten yoktu bu ihtimal. Karşısında yaralı bir adam vardı, kendine güvenen, bir şekilde acılarının arasında hayatta kalmayı başarmış bir adam. Kendisi de işinin verdiği yetkiyle ona hem destek oluyor, hem de yapması gerekeni yapıyordu. Bu kadar ailesinin içine girmesine dahi gerek yoktu. Annesinin kafasının etini yiyeceği yemek de yendikten sonra kapanacaktı bu mesele. Olabildiğince ailesini Dağhan'dan, Dağhan'ı da ailesinden uzak tutacaktı. İşini yapması için iki tarafında birbirleri ile iletişimde olmasına gerek yoktu zaten.

'Onu yiyemezsin.' Karşısındaki sandalyenin çekildiğini, Nida'nın oraya yerleştiğini, hatta menüyü eline aldığını bile fark edemeyecek kadar daldığı yerden irkilerek kendine geldiğinde kadının gayet sakin hala menüyü incelemesiyle karşılaştı. Dudakları arasında öylece kalmış kaşığı kadının kaşlarıyla tekrar işaret etmesi üzerine çektiğinde sertçe yutkundu.

'Ne ara geldin?'

'On dakika önce başka masaya oturmuştum, sonra seni fark ettim. Yaşadığından emin olmak isteyecek kadar uzun süre önce geldim yani.' Yanlarına gelen garsona siparişini de verip menüyü uzattığında Pera derin bir nefes alarak gülümsemesini göstermeye çalışmıştı. Karşısındaki kadının aptal olmadığını biliyordu, gerekirse o masada oturup, yiyeceğini yiyip gideceğini de, hatta merak etmese ruhu dahi duymadan mekanı terk edeceğini de. Ancak Nida kalkıp karşısına gelmiş, umursamıyor gibi görünüp toparlanmasını bekliyordu belli ki.

'Kafanı taktığın o çok mühim konu ne? Seni hiç böyle görmedim.' Dirseklerini masaya yerleştirip ellerini de çenesinin altında birleştirdiğinde sorgular hali çoktan ortaya çıkmıştı. Kadın, başka bir kadının ne yapmaya çalıştığını anlardı. Bu durum erkekler için de aynıydı sonuçta. İçlerinden geçenler birbirlerine denk düşerdi en nihayetinde, ki Pera, Nida'nın cevap almadan sorgulamasını kesmeyeceğinden emindi.

'O kadar uzun ki liste... Lansman, medya kuruluşları, reklam, PR çalışmaları, bizimkileri gönderecek olmam...' umutsuzca listeyi sonlandırmak istediğinde karşısındaki beden geriye yaslanıp bu kez kollarını göğsünün altında birleştirdi.

'Bir de dedikodu sanırım.' Bilmiş haliyle ne kadar anlasa bile anlamamazlıktan gelecekti Pera. Şu an içindekileri dökmesi değil, elinden geldiğince bu insanlara yardımcı olması gerekiyordu.

'Ne dedikodusu?'

'Senin gibi bir kadının başına hep bela olacak dedikodular. Hayatını karartacağını düşünüyorsun.' Nida kaşlarını havalandırdığında önüne bırakılan servisle beraber çatalıyla bıçağını parmakları arasına almıştı ki Pera'nın çatık kaşları kendini gösterdi.

'Hayatımı karartacağını mı düşünüyorum?'

'Evet tatlım. Bak, baştan beri hep açık konuşuyorum. Bu düzeni istemediğimi de, umurumda olmadığını da, hatta gereksiz gördüğümü de bütün bunlarla ilgilenecek sana söyledim ben. O yüzden şimdi beni garipseme ama...'

'Ama?' Pera'nın çatık kaşları bu kez havalandığında kadın çatal bıçağını kenara bırakıp derin bir nefes almıştı.

'Güzel bir kadınsın, güçlü bir karakterin var. Bir sürü hurda arasında dursan da ne yaptığını bilir gibi duran tavırların elmas ışıltısıyla parlıyor. Ailenden sonra önemsediğin tek şey işin. Kendini öylesine adamışsın ki tüm şirket içinde gider gitmez kulağına dolacak dedikoduların hayatını karartacağını düşünüyorsun.' Tekrar kaşları çatılırken kadının sadece aklında gider gitmez kısmı kalmıştı. Şimdiden olmuş muydu sahi? Daha öğle arası bile bitmeden...

'Şimdiden-'

'Evet, şimdiden dedikodular başladı. Benim bedenimle neden alay ediyorlardı biliyor musun?'

'Neden?'

'Çünkü başka hiçbir konu ile benimle yarışamazlardı. O kadar çok ödül almıştım ki okulda, o kadar geniş yelpazelerde yarışıyordum ki, üstelik sadece kendimle. Derslerinde başarılı, turnuvalardan ödüllerle çıkan bir kız çocuğuyla başka nasıl uğraşacaklardı? Nasıl düşüreceklerdi? Elbette böyle. Başardılar, düştü o kız çocuğu ancak şimdi benimle dalga geçenlerin bir kısmı sözde mükemmel bir hayatta eşlerinin dudaklarından çıkacakları kelimeye bakıyor, bir kısmı ise bizim imza attığımız çoğu sözleşmenin maddelerine bırak el uzatmayı, ağızlarına dahi alamıyorlar. Gerçek şu ki, evet, Dağhan ve seninle alakalı dedikodu çıkacak, buna hiçbir şey yapamazsın, yapamayacaksın da.'

'Ne demek yapamam. Üstün körü giderken adama çarptım diye ortalıkta saçma sapan şeyler söyleyecekler ve ben öylece oturup dinleyecek miyim?' gözlerini büyüterek Nida'ya karşı çıkmaya kalktığında kadın dalga geçercesine gülümsemişti.

'Dinlemeyeceksin.'

'Ne yapacağım peki?'

'Dinlemeyeceksin Pera.' Anlamasını ister gibi kendine odaklanan bedenle kaşları çatıldığında Nida'nın tatlısından birkaç lokma yemesini izlemekle yetinmişti. Karşısında o kadar rahat duruyordu ki Pera'nın aklı almıyordu. Dinlemeyecekse ne yapacaktı, bir türlü aklına mantıklı bir şey gelmiyordu.

'Dinlemeyeceksin, kulaklarını kapatacaksın. Duymayacaksın onları. Bunu şöyle düşün, Dağhan ile bir ilişkin olsa bile kimseyi alakadar etmez. Nasıl ki o durum alakadar etmezse bu durum da öyle. Eğer ki o dedikoduları duyarak çalışmaya çalışırsan, yapamazsın. Bir süre sonra sessizliğin, duymaman insanlara şevk verecek. Açık açık yanında konuşmaya başlayacaklar, daha önce seni görünce susup yüzüne gülenler dahi yapacak bunu.'

'Bu bahsettiğin şey taciz.' Pera gözlerini belerterek kadına baktığında içi iyiden iyiye daralmıştı. Basit düşünmüştü, set koymayı, bir daha tekrarlanmaması için önlem almayı düşünmüştü ancak konunun bu seviyeye gelme ihtimali... Kesinlikle katlanamazdı bu duruma. Psikolojik baskı olurdu bunun adı, açık açık, ayan beyan taciz olurdu.

'Var mı duymamak dışında daha iyi bir planın? Ne yapacaksın, konuşanlara karşı çıkıp kendini anlatma çabasına mı gireceksin?'

'Gerekirse evet. Kimse bu konu hakkında asılsız şeyler söyleyemez. Ben işimi layıkıyla yapan biriyim, kariyerime de bu zedenin gelmesine müsaade etmem.'

'İşini layıkıyla yaptığın için yapacaklar zaten. Ayrıca eminim ki masaya geldiğimi fark etmeden önce kendi kendine araya bir set kurmayı dahi planlamıştın. Yani, sen zaten söylediğimi yapacaktın, ben sadece sesli şekilde dile getirdim.' Kadın gözlerini devirerek mırıldandığında Nida gelmeden önce düşündükleri aklına geldi Pera'nın.

Bir anda şirkete gelmiş, anlaşması üzerine daha önce kimsenin başına getirilmediği departmanın tüm yetkisini almıştı. Şirkete girdiği her gün insanlara selam vermek dışında bir irtibatta bulunmamış, gördüğü tek nokta işi olmuştu. Geldiği günden beri dört ortaktan üçünün odasında saatler harcamış, çoğu çalışanın yapmayı aklından geçiremeyeceği şeyi yaparak mesai saatinde Nida'yı alışverişe bile sürüklemişti. Biraz önce kendisi geçirmemiş miydi zaten aklından, daha önce stajyerin dahi koltuğuna yerleşmek için çaba harcadığını. Herkes için gözü böylesine açıkken neden kendisi için kör olurdu ki insan?

'Senin hakkında ne kadar Dağhan'a geldiler haberin var mı?' kadının sesiyle düşüncelerinden koptuğunda anlamazca süzmeye başladı yüzünü.

'Bakma öyle. Geldiğinden beri bana, Pamir'e, Dağhan'a o kadar çok geldiler ki... Hatta inanır mısın şirkette minimum sürede kalan Deha'ya bile... Farkındasındır sandım. Göz önüne alınmayacak aksamaları bile ilettiler. Bir ara işini ne kadar detaylı yaptığını bildiğim halde bana bile garip geldi.'

'Beni şikayet mi ediyorlar?'

 

Loading...
0%