Yeni Üyelik
13.
Bölüm

Bölüm 11 - İnsanlar Hep Konuşur

@biceruvar

Merhabalar pandispanyalarım... Geç olsa da bir bölümle daha sizlerleyim. Şimdiden hepiniz umarım iyi vakit geçirirsiniz...

instagram: BiCeruVar

 

'Bakma öyle. Geldiğinden beri bana, Pamir'e, Dağhan'a o kadar çok geldiler ki... Hatta inanır mısın şirkette minimum sürede kalan Deha'ya bile... Farkındasındır sandım. Göz önüne alınmayacak aksamaları bile ilettiler. Bir ara işini ne kadar detaylı yaptığını bildiğim halde bana bile garip geldi.'

'Beni şikayet mi ediyorlar?' şaşkın sesiyle mırıldandığında Nida başını usulca salladı.

'Peki, siz neden uyarmadınız? Yani şikayet ettikleri konuda, bunu düzelt neden demediniz?' inanamıyordu, daha geleli kaç hafta, kaç gün olmuştu da şikayet etmişlerdi? Ayrıca neydi şikâyetçi oldukları konular? Dahası neden hata yaptığı yer konusunda kendini uyarmadan direkt patronlara gitmişlerdi? Kreşte değillerdi ki, oldukları yer bir şirketti, çalışma hayatı ve üstüne üstlük stajyerler dahi göz önüne alınırsa yaş skalasının en altı dahi yirmili yaşların ortalarında olan insanlardan başlıyordu. Pera en azından bilseydi düzeltebilir, daha verimli çalışabilirdi.

'Ben sana işini öğretemem Pera, sen de bana işimi öğretemezsin. Şikayet ettikleri her detaya baktığımızda zaten senin kafanda planladığın bir şeye ulaşmak için çizdiğin yol olduğunu gördük. Herkes kendi çizdiği yoldan ilerlediğinde istediği sonuca ulaşır. Üçümüz, daha doğrusu dördümüz de senin çizdiğin o yolun bir zarar vermeyeceğini gördük. Gelip sana söylememiz bir anlam ifade etmeyecekti.' Omuz silkip tatlısına tekrar döndüğünde Pera derin bir nefes aldı.

'Dedikoduları, duyma da düşünme de, Dağhan daha önce nasıl şikayet konusunu hallettiyse, bunu da aynı şekilde halleder.'

'Nasıl? Nasıl halletti?'

'Bağırarak.' Omuz silkip gülümsediğinde Pera tek kaşını kaldırıp kadının ciddiyetine bakmıştı. Bağırarak şikayet edilmesinin önüne nasıl geçilirdi ki? Dahası bir insan bu konuda nasıl bağırır, ne diyerek kızardı da insanların sesi kesilirdi.

'Delisi kötüdür onun. Dağhan'ın kulağına dedikodu ulaştığı zaman olacakları izlerken anlarsın.'

Nida'yla konuşmuştu konuşmasına, kadın duyma, umursama demişti ama Pera şirkete girdiğinden beri fısır fısır konuşanların farkındaydı. Kendini alıp bir türlü kopamamıştı bu tavırlarından. Çoğu kısık gözlerle sinsi sinsi hem kendine bakıyor, hem de yaklaştığı zaman konuyu değiştirip yüzüne gülüyordu. Nida'nın söyledikleri resmen kopyala yapıştır misali oluyordu. Kahve almak için gittiğinde dahi rastlıyordu aynı şeye ki döndüğünden beri Dağhan'a onaylatması gereken dosya elinde öylece kalmıştı. Adı kadar iyi biliyordu biriyle göndermeye kalktığında burnu havadalık yaptığını konuşmaya başlayacaklardı, kendisi gitse ardı arkası kesilmeyen konuşmalar daha da çoğalacaktı. Gözlerini sıkıca yumup derin bir nefes aldığında bedeninin birleştiğini hissettiği koltuktan kalkarak dosyayı da parmakları arasına sıkıştırdı.

Adımlarını her zamanki direnişinde tutmak istercesine ilerlemeye başladığında fark ettiği her fışırdama gözlerini kapatıp sıkkınca nefesini bırakmasına neden oluyordu. Bu işin sonu Pera'ya artık cinnet gibi gelmeye başlamıştı. Fakat henüz yeni adapte olduğu bir iş yerinde cinnet geçirmekte çok mantıklı gelmiyordu kadına. Sonunda Ezgi'nin karşısında kendisini bulduğunda öğlenden beri ilk kez kendine gerçek bir samimiyetle gülümseyen kadınla göz göze geldi. Ezgi sanki bu şirkette çalışmıyor gibiydi. Her zaman nasıl davranıyor, nasıl samimiyetle bakıyorsa aynıydı.

'Dağhan bey odada Pera hanım.' Anında ayaklanıp kapıya yöneldiğinde kendisi de gülümsedi.

'Ezgi hanım, rahatsız etmeyelim. Uygun olduğu zaman imzasını alırsanız çok sevinirim.'

'Ama-' kadının sesi mırıldanırcasına olsa da bakışları etrafta gezindiğinde derin bir nefes alıp başını salladıktan sonra gülümsemekle yetinmişti.

'Nasıl isterseniz.'

'Çok teşekkürler.' Arkasını dönmek üzereyken az önce Ezgi'nin vurmak için yaklaştığı kapı açıldığında Dağhan'ın gözleri iki kadını buldu bu kez. Ne yaptıklarını anlamasa da bakışları ortadaki dosyayı bulduğunda ise kaşları çatılmıştı.

'Bir problem mi var Pera hanım?' adama da bunun açıklamasını yapamazdı ki Pera. Derin bir nefes alsa da kurtarıcısının Ezgi olacağını da ummazdı mesela.

'Şey Dağhan bey, ben dosyaları toplu olarak gün sonunda getirip onay alıyorum ya Pera hanıma ondan bahsetmiştim. Kendisi de lansman için organizasyon alanına gidecekmiş, yetişmesi için bana bırakıyordu.' Odak çok şükür ki kendisinden çekildiğinden kenardan kenardan kaçmak adına tepki göstermeyen adamla arkasını döndüğünde adımlarını da hızlandırıp odasının yolunu tutmuştu.

Ezgi'ye ne kadar dua edeceğini, nasıl teşekkür etmesi gerektiğini bilmiyordu ancak çok iyi bir kurtarış yapmıştı. Üstelik her şeyi anlayarak yapmıştı bunu. Girdiği odayla bakışları masasında gezinse de Ezgi'yi yalancı çıkarmamak adına kenardaki ajandasını ve çantasını kaptığı gibi çıktı ofisten. Tüm planı şirkette olmaya göre tasarlanmıştı bugün ancak arabasına yerleşip biraz uzaklaştıktan sonra durup organizasyon alanına gideceği gün ile yer değiştirebilirdi. Bugün kurtulmuştu en azından, yarın da bugün ofisten halletmesi gerekenleri halleder, mesaisini de uzun tutardı.

Ajandaki her şeyi değiştirdikten sonra kendisini lansmanın hazırlığının içine fırlattığında üzerinden kaç kez geçtiğini hesap dahi edemediği kağıtların içine daldı yeniden. Koca salonun her metrekaresini gezmeye, her masanın düzenini bir bir planlamaya başladığında biraz olsun kafası da sakinlemişti. Hali hazırda fısır fısır konuşan kimse yokken çalışmak daha kolaydı en nihayetinde.

'Fotoğrafını alalım, masa düzeni böyle olsun.' Yanındaki organizasyon şefine mırıldandığında adamın başını sallayarak görüntü alması bir oldu. Dosyalardan ümidi kalmayınca bomboş bir masayı kendi tasarlamaya kalkmıştı. Üzerindeki kabandan kurtulup kollarını sıvadığında ise uyumla çalışan insanlar ne yaptığını anlamasa da Pera itina ile dizdi masayı. Bir ara kendini kaybedip masa çevresindeki tüm sandalyelere tek tek oturup sahneyi görme netliğini bile ayarlamıştı. Son iki gün kala netleşecek servisler konusunda bile bugün karar vermişti.

'Ensar bey, eklenecek bir detay kaldı mı masalara?'

'Kartlıklar Pera hanım. En son onlar var.' Başını usulca salladığında gözlerini saatine çevirmişti ki henüz zamanı olduğunu fark ederek adama çevirdi harelerini.

'Onun da kataloğunu, hatta varsa eğer numunelerini görebilir miyim lütfen?' sorusuyla adam başını sallayıp kolunun altındaki kataloğu uzattığında aldığı gibi boş masaya yerleşti kadın.

'Ben numuneleri de getireyim.' Elindeki katalog bile belli ediyordu uzaklaşan adamın iki koliden daha az getiremeyeceğini. Öyle ki her sayfaya altı çeşit basılmış halleri aslında servis takımları kadar çeşitli olduğunu belli ediyordu ancak hazır vakti varken ve tam da bunları halletmesi gerektiği bir günken karşı koymayacaktı.

'Bu son seçtiklerimiz ayrı kalsın Ensar bey. Çarşamba günü halledelim.' Onca çeşit arasından 10 taneye kadar düşürdüğü parçaları adam toparlayarak ayırdığında Pera'da kabanını giydiği gibi çıktı ortamdan. Her zaman olduğu gibi işi kurtarmıştı bugün aklını. Çıktığı salondan sonra kapının önünden geçen taksiyi durdurup yerleştiğinde evin yolunu tuttu. Şirkete uğramasına gerek kalmamış, son hazırlıklar için ve masa kartları için sadece üç kez daha salona dönmesi gerekeceği kadar çalışmıştı. Zamanın daralmasıyla şu an elinde avucunda uğraş vereceği sadece hem elektronik ortamdan, hem de elden teslim edilecek davetiyelerin hazırlığı ve ulaştırılması kalmıştı. Ki onu da yarın olup, saatler sürecek toplantıda halledecekti. Bu sayede şirket içinde olsa da kimsenin yüzünü görmek, bakışlarını üzerinde hissetmek zorunda kalmayacak, insanların da toplantı esnasında fısıldaşmaları için zaman bırakmamış olacaktı.

Eve girer girmez tüm ortamı alıp götüren temizlik kokusuyla tebessüm ederek kurtuldu üzerindekilerden. Parmaklarının uçlarında salonuna yöneldiğinde babasının kendini fark etmesiyle havaya bir öpücük atmış, adamdan da aldığı karşılık sonrası mutfağı işaret etmesiyle bakışlarını o tarafa açılan bara çevirmişti. Elfe her zaman olduğu gibi ocaktan, fırından, musluktan uzak şekilde bar taburesinin üzerine çıkmış annesinin önüne bıraktığı fasulyelerle uğraşıyordu.

Derya ise bir yandan genç kadınla muhabbet ediyor, diğer taraftan yemek hazırlıyordu. Onlar İtalya'ya taşınmadan önce genelde karşılaştığı haldi bu. Evi ayrı olsa bile ne zaman babası ve annesinin yanına uğramak istese Elfe hep onlarla olurdu. Garip bir şekilde kadın sadece kendisinin değil ailesinin de en yakınıydı. Hatta bir bakıma kendi kızları gibiydi. Ondandır ki Elfe'yi tanıdıktan sonra hiç tek çocuk gibi hissetmemişti kendisini. Gerçi aynı durum Elfe'nin ailesi için de geçerliydi. Onun da ne annesi ne de babası Elfe'ye davrandıklarından farklı davranmazlardı kendine.

'Kolay gelsin hanımlar...' önündeki tezgaha yaslanıp seslendiğinde onlarında gülerek kendine dönmesi bir olmuştu.

'Hoş geldin kuzucum.'

'Hoş buldum annecim.' Kadına da havadan bir öpücük attığında bakışları bu kez Elfe'ye döndü. Kadın ise anında gözleriyle elinde olan taze fasulyeyi işaret etmişti.

'Hoş geldin biriciğim, hoş geldin...' isyan edercesine olan ses tonuyla beraber göz kırpıp odasına ilerlediğinde hızlıca içeri girip üzerini değiştiği gibi ellerini de yıkadıktan sonra tekrar mutfağa döndü. Elfe'nin bakışları beni bu azaptan kurtar der gibiydi ki Pera biliyordu nedenini. Kadın zaten yeteneği olmadığı gibi hiç becerisi olmadığını da kabul etmişti ama annesi ne zaman biricik arkadaşını yakalasa alışırsın böyle böyle diyerek eline ayıklanabilecek şeyleri tutuşturuyordu. Dahası onca zaman geçmesine rağmen Elfe alışamamıştı. Taze fasulye ayıklıyorsa yarısı harap oluyor, yeşillikleri temizleyip ayırıyorsa her seferinde bu ne diye soruyordu. Elfe'nin mutfak dahilinde tanıdığı kahvaltılıklar ve yumurta dışında pek bir şey yoktu çünkü. En kolay ayırt edilebilen onlar olduğu için elinden de ancak o geliyordu.

Arkadaşının karşısındaki tabureye çıkıp önündeki fasulyeleri kendine çektiğinde Elfe de ellerini birbirine çırpıp indi tabureden. Hızlıca yaklaşıp Pera'nın yanağına sıkıca dudaklarını bastırdığında kulağına fısıldamayı da ihmal etmemişti.

'Süper womanımsın sen.' Annesinin Elfe'ye atacağı fırçayı biliyordu Pera. Kızları gibi görmeleri sadece sevgilerinden değil davranışlarından da geliyordu. Nasıl ki Pera bir işi bırakıp kaçmaya kalktığında fırça atıyorsa, Elfe'ye de aynısını yapardı Derya. Hatta kadının gönül alma çabası da tıpkı annesine olan hali gibi olurdu.

'Anlatın bakalım neler yaptınız tüm gün. Tabi temizlik dışında.' Fasulyeleri ayıklamaya devam ederken mırıldandığında Derya'da karıştırdığı çorbadan kendisine çevirmişti bakışlarını.

'Tüm gün evdeydik. Bir temizlik yapmışız anlatamam. Yarın dışarı çıkalım diyoruz. Alışveriş yapalım diye.'

'İtalya'dan kalkıp geldin ve alışveriş mi yapacaksın anne?' kaşlarını havalandırarak mırıldandığında Derya usulca başını salladı.

'Lansman için kıyafet bakalım istedik. Doğru düzgün bir şey getirmedim.' Kulağına ilişen cümleyle gözleri şaşkın şaşkın Elfe'ye dönse de onun omuzlarını kaldırıp indirdikten sonra onaylar hali tekrar annesine bakmasına neden olmuştu.

'Lansman mı?'

'Evet. Dağhan, babanı aradı bugün. Ne kadar gideceğimizi söylese de çok rica etti. O kadar ricaya da kırmak işimize gelmedi doğrusu. Gerçi baban kararlıydı ama ne söylediyse sonunda o da tamam dedi.' Bakışları bu kez annesinden açık alana dönüp babasını bulduğunda onun televizyon izleyen konudan bir haber haliyle tekrar çevirmişti başını.

'Senin günün nasıl geçti?' kadının sorusuyla yüzündeki şaşkınlığın yerini tekrar gülümsemesi almıştı anında.

'Koşuşturma, ilk önce şirket, sonra organizasyon alanı. Pek anlatmaya değer bir durum yok açıkçası.' Omzu silkerek yeniden önündeki işe odaklandığında derin bir nefes almayı da ihmal etmemişti. Eğer ki lansmana kadar insanların sesi kesilmezse o lansmanda olan bütün çalışanlar bir şekilde dedikodunun ailesine uzanmasına neden olurdu. Babası bu konuda yeni uyarmışken böylesine bir durumun içine onları sürüklemek istemiyordu. Ayrıca kendisine davetlilerin güncellendiğinde dair bir liste de gelmemişti. Elbette yerleştirilecek alan vardı, yapılırdı ancak Dağhan'ın böyle bir teklif ve ısrarda bulunup bu konuda kendisine haber vermemesi de saçma geliyordu kendine.

Bedenini taksiden atıp şirketin basamaklarını bir bir tırmandıktan sonra asansöre bindi. Adımlarının bu kadar hızlı olması da, etrafa bakmaması da aslında açık ve netti kadına göre. Toplantı başlayana kadar, duymak, görmek ve kimseye rastlamak istemiyordu. Odasına hızlıca girip bilgisayarını çalıştırdığında ilk işi mailleri kontrol etmek olmuştu ki gelen revize ile beraber derince soluklanarak açtı yeni listeyi.

Ekstra iki kişi eklenmişti. Annesi ve babası, üstelik Nida'nın söylediği o isimler arasındaydı ikisi de. Altın listede açık bir şekilde isimler belirtilmiş, mail ise bire bir Dağhan tarafından gönderilmişti. Bakışları etraflıca gezindiğinde Elfe'ninde onların altına yerleştirildiğini görerek dudaklarını ıslattı. Maili bir çırpıda anlaştıkları firmaya yönlendirdikten sonra reklamlarla ilgili olan tekliflerin içine daldı.

Bu tür zamanlarda neydi Pera'yı kurtaran? Elbette işi. Tüm zihnini, benliğini meşgul edip başka bir detay düşünmemesini sağlayan en ince ayrıntısına kadar indiği mesleği şu an kurtaracaktı onu. Yazıcıya aktardıklarıyla beraber koltuğundan ayaklandığında çıktıları alacağı odaya da yönelmişti. İçeride olan birkaç kişinin yüzüne dahi bakmadan makineden çıkan kağıtları aldığında odasına geri döndü. Ki çok geçmeden kapısı çalınmış Ezgi çekingen tavrı ile uzatmıştı başını.

'Gel lütfen.'

'Kusura bakmayın rahatsız etmek istemezdim Pera hanım. Dosya için geldim.' Elindeki klasörü uzattığında Pera gülümseyerek aldı.

'Ezgi, dün için teşekkür ederim.' Samimiyetiyle beraber mırıldandığında ne kadar çekinir halde olsa da kadının gözlerindeki tebessüme de teşekkür ediyordu Pera. Gerçek ve doğal olduğu için en çok.

'Ben bir şey yapmadım Pera hanım. Ancak siz de sıkmayın canınızı. Yıllardır Dağhan beyi asiste ederim, şirketi henüz kurmadıklarında bile beraber çalışıyorduk kendisiyle ancak bizim için bile yaptıkları yakıştırmaları duysanız aklınız hayaliniz almaz. Siz güçlü bir kadınsınız, olması gerektiği gibi. Bu durumlar maalesef ki bu devirde bile hala kadınların canını acıtıyor.' Anlayışlı haliyle Pera omuzlarını dikleştirdiğinde gülümsemesine de devam etmişti ki Ezgi kısa bir baş selamıyla çıktı odadan. Doğru söylüyordu, bu tür durumlar hala, durmaksızın, bu kadar eğitimli insan olmasına rağmen hala kadınların canını sıkacak hale geliyordu.

Gerçekliği olsun veya olmasın bir kadının kariyeri hızlıca çökertilebilir, sarsılabilir oluyordu düşünülen. Her detaydan vazgeçiliyordu ancak ayrımcılık aynı olmuyordu. Bunun için adamın şirketin hissedarı olmasına dahi gerek kalmıyordu. Bir erkek başka bir kadına bakabiliyor, sevebiliyor, işine etki etmiyor gibi düşünülebiliyordu ancak durum kadın için aynı olmuyordu. Kadın daima zayıf halka, kolay suçlanabilen bir varlık gibi görünüyordu. Oysa ki doğanın kanunları bile erilin daha güçlü olması gerektiğini savunsa da insan ve insanoğlu için durum kadının daha güçlü olmasına bağlanıyordu. Bu bazen koskoca bir şirket binasında, bazense dört duvar kutu kadar bir ev içinde aynıydı.

Hırsı, çabası, azmiyle zirveye çıkan erkek garip gelmiyordu insanlara ancak hırsı, çabası ve azmi ne olursa olsun görmezden gelinerek kadınlara etiketler yapıştırılabiliyordu zirveye çıktıklarında. En basiti aldığı eğitim ve çalıştığı yerler gözetmeksizin bir kadına metres diyebiliyordu sözde mektepliler. Üstelik en kötüsü de bunu hem cinsleri yapabiliyordu, utanmadan, gücenmeden, bir gün o silahın namlusunun kendilerine döneceğini bilmeden. Acıydı Pera'ya göre. En acı olanı da buydu. Ne zaman başını çevirse kendisi hakkında konuşan hem cinsleri acı vericiydi. Birinin üzerine basarak yükselmeye çalışmaktansa, parmakları kanaya kanaya düz bir duvara tırmanmayı yeğelerdi o. Başkasının üzerine sadece eğitimi, sabrı, çalışkanlığıyla basmayı isterdi. Ezerek değil, nasıl olacağını gösterip, bildiği her şeyi öğreterek.

Önündeki birikmiş dosyalardan çıkardığı parçalarda gözlerini gezdirmeye devam ettiğinde çevresindeki insanların ayaklanmasıyla toplantı odasının kapısına çevirdi gözlerini. Dağhan başını usulca sallayıp işlerine dönmeleri adına müsaade verdikten sonra boş koltuğa yerleşerek kısaca odaya göz attı. Pera ise anında bakışlarını tekrar gömmüştü kağıtlar arasına.

Sabahtan beri kaçmadığı yer kalmamış, karşı karşıya kalmamak adına üstün bir çaba sarf etmişti Pera. Öyle ki bir ara adamın odasından çıktığını görünce koşarak odasına geri dönmüştü. Sinirleri iyice gerilmeye başlarken şimdi böylece gelmesi canını daha çok sıkıyordu. Üstelik bu toplantıya katılacağını veya çalışma içinde bulunacağını dahi bilmeden işine odaklanmış. Şimdi çaprazında oturmuş insanların çalışmasının yanı sıra, işinin üzerindeyken onunda inceliyor oluşu ne kadar dosyalara gömülse de dikkatini vermesine engel oluyordu. Biliyordu Pera, profesyonelce değildi bu ancak elinden de bir şey gelmiyordu.

'Bu nasıl Pera hanım?' yanındaki adamın sesiyle beraber diktiği ama odaklayamadığı bakışlarını bu kez sunum perdesine çevirmişti. Seçimlerin her birinden ince ayrıntıları saatlerdir yerleştiriyor, bozuyor, sonra tekrar düzenliyorlardı. Mükemmeliyetçilik yoruyordu ancak Pera perdeye yansıyan görüntünün tam olarak bitmiş olduğu kanısında değildi. Eksiklikler vardı. Yeterince sade, bir o kadar da göze çarpan davetiye olması gerekiyordu. Ne kadar merak edilse de davetiye insanlarda daha çok merak uyandırmalı, katılmak konusunda mecbur hissettirmeli ve insanların bu davete büyük bir ciddiyetle yaklaşmaları gerekiyordu ona göre. Üstelik Pera'ya kalırsa bir kağıt parçası bütün bunları gayet güzel şekilde yapabilirdi.

'Gölgelendirmeleri azaltın bana kalırsa.' Dağhan'ın yorumuyla beraber bilgisayarda çalışan adam kendisinden onay ister gibi döndüğünde başını usulca salladı. Evet şirket kaynar bir cadı kazanı olabilirdi ancak ilk andan beri bu konu için çalışanlar Pera'yla muhataplardı. Kadının detaylara önem verip, hayatlarını çalarcasına çaba harcamasının farkında oldukları için herhalde gölge azaltmak bir yana çizgi eğimi değiştirirken kadına dönüyorlardı. Azalan gölgelendirmelerle beraber Pera tekrar yansıyan görüntüye odaklandığında derince soluklandı.

'Siyah fon, gümüş yazı yapabilir misin bir de?' yanındaki adama mırıldandığında onun harekete geçmesiyle sırtını koltuğa iyice yasladı.

Ekrandaki değişen her detay daha da iyileştiriyordu görüntüyü. Olduğundan daha çok merak ve bir o kadar da ciddiyeti artık iyice içine almıştı. Sanki birkaç sene önce ben buradayım diyen bir şirket olarak değil de senelerdir canını dişine takmış yaşlı ve güvenilir ancak bir o kadar da yeniliklere açık holding imajı çiziyordu. Pera'nın da istediği buydu zaten. Bu lansman için önüne hiçbir firmanın sunmayacağı imkanlar sunulmuştu. Elinden gelenin en iyisini yapması için sınırlamaları olmamış, işine karışanlar olmamıştı. Hatta kararları dahi sorgulanmamıştı.

İstenildiği gibi sonuca ulaştıklarında Pera önündeki dosyaların kapaklarını bir bir kapatmaya başladı. Baskının bir an önce yapılmasını ve hazır elektronik davetiyenin de kendisine mail atılmasını istediğinde toplantı odasındakiler de teker teker dışarı çıkmaya başladılar. Hepsi odayı boşaltmadan kendisi de çıkmak istiyordu şu an çünkü toplantısının ortasına düşen Dağhan hala koltuğunda kıpırdamadan oturuyor ve telefonuyla uğraşıyordu.

Toparladığı dosyaları alan çalışanla beraber kendi tabletini de parmakları arasına sıkıştırıp harekete geçtiğinde Dağhan'ın masa üzerinde ritim tutmaya başlayan parmaklarının duraksamasıyla kesilen ses yüzünden adama döndü gözleri. O ise kimsenin dikkatini çekmeyecek şekilde Pera'nın kendine odaklandığını fark ederek beklemesini ima edercesine elini sadece kendinin fark edebileceği kadar havalandırmıştı. Sonsuza kadar kaçamazdı biliyordu, hele ki şirketin patronlarından biri iken söz konusu zaten kaçabilmesi ütopik bir eylem olurdu. Kalktığı yere sakince bedenini tekrar bıraktığında odadaki son çalışan da çıktığında Dağhan sakince ayaklanıp açık kapıyı örttü.

'Sıkıntı ne Pera?' lafı eğmeden, dolaştırmadan konuşan adamla beraber derin bir nefes aldı. İnkar, sonuna kadar inkar da bir kaçış yoluydu öyle değil mi?

'Ne sıkıntısı?' şaşkın görünmek için dua ederek adama baktığında onun da koltuğuna tekrar yerleşmesiyle derin bir nefes alması bir oldu.

'Senin üzerinde olan sıkıntı, gerginlik... Bir şey olduğu açıkça ortada.' Pekala... Karşısında Dağhan Kalaycı vardı ve Pera işi söz konusu olunca mükemmel bir oyuncuya dönüşse de normalde bu durum aynı şekilde işleyiş göstermiyordu. Başta tutunduğu inkar düşüncesi bir toz bulutu gibi dağıldığında dudaklarını ıslattı.

'Kafamda planladığım gibi yetişmeyecek diye tedirginim sadece. Haliyle geriyor beni bu durum.'

'Salonda yapacağın neredeyse hiçbir şey kalmamış, lansman için son adım sayabileceğimiz davetiyeler tamamlanmış halde. Ve sen bana dönmüş yetişmeyecek diye gergin olduğunu mu söylüyorsun.' Allah aşkına bu adama kim söylemişti neredeyse tüm detayları hallettiğini. Kaçacak nokta bırakmamak için tüm evren Pera'ya karşı iş birliğimi yapıyordu sahi.

'İnsanlar için hiçbir şey kalmamış olabilir ama benim için daha halletmem gereken çok detay var.'

'Sen profesyonelsin.' Aldığı karşılıkla beraber tek kaşını kaldırarak adama ne dediğini anlamaya çalışır halde döndüğünde Dağhan sakince başını sallamıştı.

'Sen profesyonelsin Pera. Bir yerde ummadığın bir olayla karşılaşsan bile kolayca durumu toparlayabilecek, kariyerin için tedirginliklerini özellikle herkesten saklayacak kadar profesyonelsin. Birinin yanlış bir hareketi mi oldu? Veya Devrim'le alakalı bir durum mu?' konunun geldiği noktayla diğer kaşı da havalandığında başını sağa sola sallamakta gecikmemişti. Devrim'in haliyle ne alakası olabilirdi ki canım. Üstelik adamın kendi canını sıkması bir yana iki kereden fazla görmüşlüğü yoktu.

'Sahi, Devrim'le tanışıyor muydunuz siz?' içten içe sizi neden ilgilendiriyor demek istese de şu an konunun dağılması, başka bir yere odaklanması cennet canıma minnet diyecek hale gelmesine neden olmuştu. En azından bu konu için kaçması, saklanması veya paniğe girmesine gerek kalmayacaktı.

'Fazla olmadı tanışalı. İşe başlamadan önce karşılaştık.' Adamın sakin bakışları kendinde gezinmeye devam ederken dudaklarını ıslatarak derin bir nefes aldı. Ah ah... Şu an dışarıdan kendini izleyen başka bir bedene bürünseydi ruhu çok kızardı Pera'ya. Böylesine çekingen, kaçak dövüşmek ona göre olan bir eylem değildi. Normalde bir erkek kendisine başka bir erkek hakkında problem var mı diye sorarsa önce ortalığı ayağa kaldırır, sonra o problem olan kişi eğer ki gerçekten sorun çıkarıyorsa çantasını kafasında parçalardı. İşin kötüsü şimdi kesinlikle dışarıdan da çok kabuğuna çekilmiş görünüyordu. Oysa hep başı dik, kendinden emin ve çokça yırtık bir kadın olurdu.

'Siz uzun zamandır tanışıyormuşsunuz.'

'Evet... Çok uzun zamandır. Neyse, benim kurallarım ve çizgilerim belliydi zaten anlatmak isterdim ama sen de neyin olduğunu sakladığına göre kapatalım konuyu. Konuşma metinlerine de bir ara göz atalım.' Adam oturduğu koltuktan ayaklandığı sırada Pera bir anlığına kalktığı sandalyeyi kafasına geçirmek istedi. Normalde erkekler kolay unutmaz mıydı? Ne diye bu adam en başta sorup sonra da kaynattığı konuyu hatırlıyor bir de laf sokuyordu ki kendisine. Hayır, bilmese ne olacaktı sanki.

Devrim elbette arkadaşlıklarını anlatmıştı ama Dağhan'dan duymak yeni tanıdığı birine karşı olan güveni konusunda önem teşkil ederdi. Gerçi Dağhan'ı tanıyalı kaç gün olmuştu da adamın söylediklerine güvenip başkası hakkında bir portföy oluşturacaktı. Odadan çıkışını izlerken bile kendine küfür ediyordu Pera. En derinlerde olan, gizli saklı tuttuğu ailesini anlatmıştı ama merak ettiğini göre göre uzun zamandır tanışmaları dışında bir şey söylememişti. Oysa ki Pera ilk başta da söylemişti ne kadar meraklı olduğunu. Daha sonra babasının ailesi hakkında konuşurken yaptıklarını anlattığında da yeterince göstermişti. Bile bile yapıyordu resmen, açıkça kadının zayıf noktası olan merakını bileyip öylece kudurması için serbest bırakıyordu.

Odasına çekilir çekilmez ışıkları kapattığı gibi yine pencere önüne atmıştı kendini. Katran karası odasını aydınlatan sadece sokaktan süzülen ışıkken fincanı iki eliyle kavrayıp bu kez kendini belli eden karı izlemeyi sürdürdü. Yazlar Pera için bambaşkaydı ancak İzmir'de büyümüş, küçük yaşlarında İstanbul'da yaşarlarken karlı havalara şahit olmuş bir kadın olarak büyüleyici geliyordu bu hava. Özellikle de herkes evine çekildiğinde olan sokakların sessiz hali mest ediyordu.

Ruhunda dur durak bilmeyen bir çocuk vardı aslında Pera'nın. Herkesin gördüğünün dışında eğlenceli, saçma sapan halleri olan, koltukta zıplayarak bağıra çağıra şarkı söyleyebilen hatta bir miktar da şımarık sayılabilecek bir kız çocuğuydu. Durum ve şartlar neticesinde zamanla dışarıya durgun gözükmeyi alışkanlık haline getirmişti. Belki de bir miktar toplum baskısı nedendi buna. Ailesi her konuda kendisini desteklese bile çevredeki insanların başkaları için kurduğu, kaç yaşına gelmiş olur mu öyle tavır, biraz oturaklı olmalı bu yaştaki biri gibi cümleleri bilinç altına işlemişti. Oysa o bilinç altına giren kirli cümleler olmasa şu an sokağa çıkıp yağan karın altında kahkahalar atarak kendi çevresinde dönebilirdi. Fakat bunları hep gizli saklı yaşamıştı. Belki de ayıplanmayı kendine yakıştıramamış oluşundan dolayı çevreye hatta anne ve babasına dahi oturaklı, durgun biri gibi davranıyordu.

Bütün bunlara dair çok net hatırladığı bir anısı bile vardı. İzmir'e ilk taşındıkları zamanlarda taşınma telaşı ve kalabalığın ardından annesi kendini parka götürdüğünde bir banka oturmuştu. Pera ise katran karası saçlarını savura savura parka koşup saatlerce oynamıştı. O güne dair hatırladığı en güzel şey ise 20li yaşlarının başlarında görünen, giyimi çoğu insana göre farklı, saçları kısacık kesilmiş genç kadındı. O kadın salıncakta sallanmış, kaydıraktan kaymış, tırmanma ipinden yukarı çıkmış, tekrar inmiş, çıplak ayaklarıyla parkın kumunda dolaşmış hatta Pera'yla beraber tahterevalliye dahi binmişti.

Pera kısacık bir arada annesinin yanına su içmeye döndüğünde ise yanındaki kadınla olan konuşması ilişmişti kulağına. O kadın; erkek gibi saçları var, kim der buna kadın diye, bu yaşta ayıp onun gibi bir genç kadın daha usturuplu olmalı gibi onlarca cümle kurmuştu annesine. Derya ise kadına gülümseyip sadece mutlu gözüküyor, olması gerektiği gibi demiş genç kadını desteklemişti. Annesi ne kadar o deli dolu kadını desteklemiş olsa da Pera'nın aklında annesiyle yaşıt gibi görünen banktaki kadının cümleleri kalmıştı. Kısa saçlı genç kadınla oynarken o kadar çok eğlenmişti ki bilinç altına işleyen cümlelerin acısını fark edememişti bile o zamanlar. Üstelik sadece o değil daha birçok kez kadın erkek demeden aynı ayıplamaları duymuştu kulağı.

'Kuzucum...' dalgın bakışları annesinin sesiyle kapıya döndüğünde Derya elindeki kahve demliğiyle beraber yanına yaklaşıp elindeki bitmek üzere olan fincanı tazeledi.

'Yarın çok koşturacağım demedin mi yemekte sen, neden yatmadın hala?' Pera bakışlarını gülümseyerek annesinden çekip dışarıya yönlendirdiğinde ayakta dikilen bedenin de yanına oturduğunu hissetti.

'Çok güzel yağıyordu, dayanamadım. Uyurum birazdan.'

'Küçükken çok severdin karı. Ne zaman sokakları kapatacak kadar yağsa o her olaya dahil olan burnun kızarana kadar dışarıda kalırdın.' Kadının yorumuyla kıkırtısı odayı doldurduğunda az önce aklına gelen anıyla beraber yüzü düşmeye başladı. Şu dakika bile içinde aynı heyecan vardı Pera'nın. Ancak o anı hala aklında canlanırken çıkıp oynamak işine gelmiyordu.

'Ne oldu?'

'İzmir'e ilk taşındığımız zaman beni parka götürmüştün. Hatırlıyor musun?' Derya mırıldanan kızına başını sallayıp onay verdiğinde Pera hüzünlü de olsa gülümseyerek sokak lambasının altından pamuk misali düşen tanelere bakmaya devam etti.

'O parkta bir kadın vardı. Saçları güneş gibi kızıl ve kısa. Kot pantolonun her yerinde yamalar vardı rengarenk, üzerinde de siyah bir ceket. Sürekli ceketi omuzundan düşecek kadar zayıftı hatta. Neredeyse tüm gün bizimle beraber parkta oynamıştı.'

'Çok güzel bir kadındı.' Derya hatırladığını belli ederek mırıldanıp iç çektiğinde Pera usulca başını salladı.

'O gün yanına oturan bir başka kadın onu ayıplamıştı hatırlıyor musun?' kadının gözleri bu sefer anlamazca kızını bulduğunda Pera'da ona dönmüştü.

'Hatırlamıyorum. Neden ayıplamıştı ki?'

'Parkta oynadığı için, giyimi, saçı için, çıplak ayaklarıyla kuma bastığı için.'

'Eeee...'

'Onu yargılaması... Herkesin böyle şeyleri yargılaması...' Pera açıklayamaz halde dudak büktüğünde Derya kızının sırtını sıvazlayarak gülümsedi.

'Herkesin aynı şeyi söylemesi doğru olanın o olduğu anlamına gelmez Pera. Dünya'yı küreye benzetenler kadar tepsi gibi olduğunu söyleyenler de var mesela.'

'Peki doğru olan ne?'

'Doğru olan şey bizim gerçeğimizdir. Herkesin doğrusu kendisi kadar olabilir ancak.'

'Şimdi, bu yaşımda çıkıp sokakta oynasam bu doğru mu yani?' kaşlarını havalandırarak annesine gülümseyerek baktığında Derya kadının omuzlarından düşen saçlarını okşayıp başını salladı.

'Sana göre doğruysa evet, doğru.' Derya başını usulca sallayarak konuşmasına da devam etti.

'Bana göre, sana ve canlılara zarar vermeyecek her şey doğru.' Ufak bir çocuk misali omuz silkmişti anında Pera.

'Ama insanlar konuşur.'

'İnsanlar hep konuşur. Aşık olduğunu söylersin erkek buldun diye, görücü usulü evlenmeye karar verirsin kimseyi bulmadı diye, saçlarını kısaltırsın erkek çocuğu gibi, uzatırsın çalı süpürgesi gibi diyerek, rengarenk giyinirsin yaşından, simsiyah giyinirsin psikolojinden bahsederek konuşurlar. Tıp fakültesine girebilecek puanı alırsın ama istediğin bölümü yazarsın sana aptal gözüyle bakarlar. Birçok acı verici olay yaşadığın için sınava odaklanamayıp istediği puanı alamazsın o zaman da aynı gözle bakarlar. Onlar söyleyecek bir şey hep bulurlar. Konuştuklarını dinlersen kafayı yersin.' Kadının konuşması bittiğinde babasının seslenmesiyle ikisi birden gülümsemişti. Alain'in ne kadar rahat olsa da Derya olamadan uyuyamadığı gerçeği üstü kapalı bir durum değildi en nihayetinde.

'Peki sen neyi sevmezsin?' muzurca gülümseyerek annesinin gözlerine odaklandığında Derya oturduğu yerden kalkıp kızının saçlarını karıştırmıştı.

'Az önce hatırlattığın kadın gibi olanları sevmem kuzucum. İyi geceler sana.' Yere bıraktığı cam demliği de alarak odadan çıktığında Pera derin nefesini ciğerlerine doldurdu. İnsanlar hep konuşur... Yargılar... Yadırgar... Ve ne olduğunu bilip öğrenmeden kendilerinde bu hakkı görürlerdi...

Boynuna doladığı kaşkolü çıkardığında dağılan saçlarını da düzelterek davetin olacağı salona göz gezdirmişti Pera. Bugün için şirkete gitme gibi bir planı yoktu, daha doğrusu zaten tüm gün burada vakit geçirecek şekilde ayarlamıştı ajandasını. Eldiveninin uçlarından çekip onları da çıkardığında kendisine fincanla yaklaşan adama gülümsedi.

'Hoş geldiniz Pera hanım. Buyurun.' Adamın elindeki kahveyi alıp avuçları arasına sıkıştırdığında gülümseyişi de büyümüştü. Karlı havaları izlemeyi severdi ancak bembeyaz olan teni yüzünden bu soğuk kış günlerinde burnu, yanakları kıpkırmızı olurdu. Ne kadar kan dengesi normal olsa da ayakları ve elleri de böylesine zamanlarda buz tutardı. Bazen rahat rahat elbiselerle dolaşan kadınlara özenirdi böylesi havalarda. Süslerine, hava günlük güneşlikmişçesine rahat yürüyüşlerine, yağan kara rağmen incecik topuklularla podyumda yürür edalarına hayran kalırdı. Kendisi herhalde elbise giyip çıkmaya kalksa bir saat içinde kardan bir heykel misali olduğu yerde kaskatı kesilmiş, ince topuklulardan kullanıyor olsa daha sokağa adım atar atmaz yere ağız üstü kapaklanmış olurdu.

'Hoş bulduk Ensar bey. Teşekkür ederim. Bugün hem masa kartlarını, hem terasın dizaynını, hem de sahneyi halledelim.'

'Tabi. Arkadaşlar zaten terası hazırlıyorlar, dilerseniz öncesinde davetlilere ikram edileceklerin hazırlıklarını kontrol edelim, daha sonra terasta hazır hale gelmiş olur oraya bakalım.' Başını usulca sallayıp kahvesinden bir yudum aldığında adımlarını da ilerleyen adamla mutfağa yönlendirmişti.

Önüne dizilen onlarca seçenek yüzünden gözleri kanayabilirdi şu dakika Pera'nın. İkram edilecekler o kadar detaylandırılmıştı ki bir anlığına buradan yüz kilo olup çıkabileceği düşüncesinden sıyrılmaya çalışırken buldu kendini.

Vegan menüsünden, vejeteryanına kadar her biri ayrı ayrı masalarda sunuluyordu ve Pera'da bu durumu kaldırabilecek bir mide yoktu. Elbet de herkes için iyi seçimler yapacak damak zevki vardı ancak önündeki tabakların çokluğu gözünün korkmasına yeter de artar nitelikteydi. Normal menüyü tadıp seçim yaparken bile zorlanmıştı, şimdi bu seçenekler iyice allak bullak edecekti midesini. Ara vermek adına bakışlarını Ensar beye çevirdiğinde mutfağa giren adamla omuzları düştü anında. Yok yok, kaçamıyordu. Kesinlikle kaçıp bir köşede hayatına sessiz sakin devam edemiyordu ve karşısındaki adamı gördüğünde anlıyordu ki edemeyecekti de.

'Kolay gelsin. Vegan seçenekler için, bu, bu, bu ve bu tabak. Vejeteryan menü için ise bu dördü olsun Ensar bey.' İçeri dalar dalmaz masalarda gözlerini kısaca gezdiren Dağhan hızlıca seçimleri yaptığında ağzına attığı kanepenin kürdanını da kenara bırakarak ellerini cebine yerleştirdi. Şurada kendisi bir saattir seçim yaparken adam için o kadar basit olmuştu ki sadece kendisi değil, mutfak çalışanları da şaşkındı duruma.

'Bir ara veganlığı da vejeteryanlığı da denedim. Bunlar en iyisi olacaktır. Dışarıda konuşalım biraz.' Yanından geçerken mırıldandığında gözleri sadece adamın kendine dönmüş sırtına bakakalmıştı. İçindeki yürüdüğü esnada çelme takmak isteyen kız çocuğunu zapt etmeye çabalamak şimdilik çok zordu Pera için. En nefret ettiği emir verilircesine kendisiyle konuşulmasıyken çalışanların önünde patronunu devirmekte son isteyeceği şey olurdu muhtemelen.

'Dağhan beyin söylediği gibi olsun Ensar bey. Biraz sonra kalan detaylara devam ederiz.' Kendisi de adamın arkasından ilerlediğinde bakışları etrafta dolaşsa da önce salona doğru ilerledi daha sonra da orada olmayışını da görerek kenardaki şal tipi olan kaşkolünü sırtına alıp terasa yöneldi. Büyük kapıdan dışarı adım atar atmaz içini ürperten soğuğa rağmen bakışları adamı bulduğunda ısıtıcının yanında sigara yakarak kendisi izlediğini fark ettiğinde sakin kalmaya özen göstererek yaklaştı adama.

'Bir sorun mu var?'

'Var.'

 

Loading...
0%