Yeni Üyelik
14.
Bölüm

Bölüm 12 - Bu Düzen Düzenli Değil De O Yüzden

@biceruvar

Bir sabaha karşı inatçılıkta yeni bölümle geldim pandiypanyalarım. Uzun uzadıya konuşmadan sizlerin o güzel yorumlarını bekliyor olacağım... Hepinizin ayırdığı vakte şimdiden sağlık...

instagram: BiCeruVar

 

Kendisi de adamın arkasından ilerlediğinde bakışları etrafta dolaşsa da önce salona doğru ilerledi daha sonra da orada olmayışını da görerek kenardaki şal tipi olan kaşkolünü sırtına alıp terasa yöneldi. Büyük kapıdan dışarı adım atar atmaz içini ürperten soğuğa rağmen bakışları adamı bulduğunda ısıtıcının yanında sigara yakarak kendisi izlediğini fark ettiğinde sakin kalmaya özen göstererek yaklaştı adama.

'Bir sorun mu var?'

'Var.' Isıtıcının yanında bedenini durdurup şala iyice sarıldığında Dağhan gözlerini devirerek derin bir nefes alıp çalışanlardan birine seslenmişti bile.

'Pera hanımın kabanını alabilir miyiz?'

'Hemen Dağhan bey.'

'Gerek yoktu.' İtirazı daha bitmeden adama verilen kabanına elini uzatsa da Dağhan parmakları arasına sıkıştırdığı sigara dalını dudaklarına yerleştirip montu kadının omuzlarına yerleştirmişti bile. Hala yanlarında olan genç adamın elindeki kahve fincanını da aldığında gülümseyerek teşekkür edercesine başını salladı Dağhan.

'Sorun ne?'

'Bildiğin bir şey Pera.'

'Ben mi bir şey yaptım?' kaşları anlamazca çatıldığında Dağhan başını sağa sola sallayıp kahvesinden bir yudum aldı.

'Neden sorduğumda ortada dedikodu döndüğünü, bu yüzden rahatsız olduğunu söylemedin? Hepsini bir kenara atıyorum okumuş, kendini yetiştirmiş, güçlü bir kadınsın sen, dedikodular yüzünden sinip kabuğuna çekilmek ne demek?'

'Doğrusunun bu olduğunu düşündüm.' Bir türlü söyleyemediği, söylemekte istemediği şeyin ortaya çıkmış olmasının rahatlığıyla başını dikleştirdiğinde karşısındaki adamın sinirlice etrafa göz attığını fark etmişti.

'Çarpıştık diye insanların kariyerin hakkında konuşması, yakıştırmalar yapması ve senin de buna susuyor, olayın ikinci faili olan bana söylemiyor olman doğru mu? Ayrıca hangi devirde yaşıyoruz? Kaçıncı yüzyıldayız? Senin gibi bir kadın bile kendine karşı konuşulanlara sessiz kalacaksa diğer insanların hali ne olur?'

'Ne bekliyordun? Ne yapmalıydım?' kaşlarını sinirle havalandırıp ellerini iki yana açtığında omuzundan düşen kabanı düzelterek sinirli bakışlarını Dağhan'ın gözlerine dikmeye devam etti. Gerçekten bir cevap istiyordu. Ne yapması gerektiğini, nasıl davranması gerektiğini bu adamın kendisine söylemesini istiyordu çünkü kendi hiçbir şey bulamamıştı.

'Ortalığı ayağa kaldırmanı beklerdim. Herkese ağzının payını verip, bahsettikleri dedikodu gibi bir durum olsa da kimseyi ilgilendirmeyeceğini, hür ve kendini bilen bir kadın olduğunu söylemeni. En kötü ihtimalle bu durumu bana bildirmeni.'

'Ne yani şirketi ayağa mı kaldıracaktım? Susacaklar bir süre sonra zaten, neden düzeni bozayım.'

'Bu düzen, düzenli değil de o yüzden. Susacak olmaları haksız oldukları ve bunu yapabilecekleri anlamına gelmez.' Dağhan'ın bakışları iyice ateş püskürmeye başlamıştı. Anlam veremiyordu Pera. Bunu söylememiş açıklamamış olması neden bu derece sinirlendirmişti ki adamı, kaldı ki kendi bir şey yapmamıştı, karşısındaki bedenin kendine değil de dedikodu yapanlara kükremesi gerekmez miydi? Üstelik öğrenmişti işte, öğrenilmeyecek bir şey de değildi.

'Neden bu kadar tepki verdiğin hakkında ufacık bir fikrim yok, görmezden geliyorum olanları, etkilenmiyorum bile.' Başını sağa sola sallayıp isyan edercesine içeri yönelmek için harekete geçtiğinde kolunu yakalayan parmaklarda bir olmuştu.

'Tepki veriyorum çünkü yaşadığın şeye maruz kalıp buna mecbur olduğunu, hatta kendinin utanması gerektiğini düşünen yüzlerce kadın var. Hukukun bana öğrettiği en iyi şey ne biliyor musun?' sorarcasına adama bakmayı sürdürdüğünde Dağhan kaşlarını havalandırmıştı.

'Susulanın, görmezden gelinenin devamı hep olur.' Kolunu tutan parmaklar çekildiğinde Pera'nın almaya çalıştığı nefes soluk borusunda takılı kalmıştı. Dağhan'ın ne demek istediğini şu an o kadar net bir şekilde gözlerinde görüyordu ki her şey bir yana söylemediği, ortalığı ayağa kaldırmadığı için kızdı kendisine. Her darbe güçlenerek yenilenirdi. Ancak o darbelerin önü kesilirse o zaman son bulabilirdi.

Sabahtan evden çıkmış ancak hala o yolu tekrar bulup da dönememiş annesi ve Elfe'nin yanına, alışveriş merkezine kendisini attığında sıkkınca nefesini havaya savurmuştu. İkisi bir olmuş sabahtan beri bir şekilde elbise bulma çabasına girmiş olsalar da Pera'nın iş çıkışına kadar süren mücadele bir sonuç vermemişti avuçlarına. Pera eksik olup olmadığını sormak için aradığında ise içten içe evde babasının dizinin dibinde battaniyeye sarılıp evrakları incelemek istese de buraya kadar sürüklenmişti.

'Bu nasııııl?' Elfe'nin sesiyle gözlerini diktiği ve bir yandan da oynadığı tırnaklarından bakışları genç kadına döndü. Güzel kadındı Elfe. Çoğu insana göre farklı bir albenisi vardı. Sevimli görünse de gözlerindeki bal köpüğü ışıltılar garip bir çekiciliğe yol açıyor, gülümsediği zaman dudaklarının iki yanında kendini gösteren ufak parantezler sakinleştiriyordu insanı. Pera bile elinde olmadan bazen kadının kendine bakmasına hayran oluyordu. Kendisi de bakımı severdi ancak bir Elfe Haktan olamazdı.

'Çok yakışmış.' Gülümseyerek konuştuğunda az önce sevimli sevimli ortada gezinen kadın biçimli kaşlarını çatıp kumral dalgalı kısa saçlarını parmaklarıyla arkaya doğru tarayarak kendine yaklaştığı gibi koltuğun boş yerine oturdu. Üzerindeki yeşil ve mavi arasında kalmış, şifon kısa elbisenin omuzlarını da düzelterek sorarcasına gözlerini üzerine diktiğinde Pera ne oldu dercesine salladı başını.

'Ne bu halin. Sen alışveriş yapmayı çok seversin. Hem, lansman için kıyafetin hazır mı? Neden bir şeyler bakmıyorsun?'

'İlk olarak halimde hiçbir şey yok. Hala alışveriş yapmayı seviyorum ancak lansman için bir elbise bulmama gerek yok, çünkü o gün sen de biliyorsun ki çalışıyor olacağım.' Üst dudağının kenarı arkadaşının söyledikleriyle havalanmıştı kadının. Her ayrıntısına kadar ilgilendiği bu davete özenmesine gerek olmadığını düşündüren neydi acaba?

'Bu davetin her şeyi ile sen ilgilendin. Ne yani kot pantolon tişörtle mi katılacaksın?'

'Elbette öyle bir şey yapmayacağım.' Pera'nın kaşları çatılıp konuşmasıyla içi rahatlayarak oturduğu yerden kalktığında ise arkadaşının kolunu yakalamakta da gecikmemişti ancak kadının devam eden cümlesi dumur olması adına yeterliydi şu an.

'Basit, siyah bir takım giyeceğim. Yeterli.'

'Dalga mı geçiyorsun sen?' Elfe'nin kaşları daha çok çatılırken Pera'nın umursamaz haline şok oluyordu. Pera'yı tanıdığı süreçte o kadar çok davette parmağı olmuştu ki hiçbirine basitçe siyah kumaş pantolon, siyah ceket ile gittiğini hatırlamıyordu. Üstelik o organizasyonların hiçbiri 200 kişilik bile değilken özen gösterirdi kadın.

'Bu benim Pera'm değil. Çıkart at içindeki şu zevksiz şeytanı. Çizgi romana konuk olmuyorsun tatlım, bu senin hazırladığın, önem gösterdiğin bir davet. Daha önce yaptığın 50,100 kişilik bir standart organizasyonlardan değil.' Pera tekrar omuz silktiğinde kendini anlatmak uğruna dudaklarını aralamıştı ki yanından hızlıca kaybolan arkadaşının elbiselerin arasına yeniden daldığını görerek omuz silkip bu kez kabinden çıkan annesine baktı.

Melek tabiri uyabilir miydi Derya için acaba? Sert yüz hatlarına sahip, kuralcı ancak bir o kadar da samimi bir melek... Üzerindeki yanık toprak rengi elbisesiyle, teninin esmerliği birbirine harman olmuş, kendisi gibi simsiyah olan saçları omuzlarına dökülmüştü. Yaşın anlam taşımadığını annesine baktıkça görüyordu Pera. Öyle ki Derya'nın yaşlarındaki çoğu kadının bu elbiseyi taşımaya isteği bile olmazdı ancak annesi belki de son dönemlerde kendisini spora adadığı için o kadar yakışmıştı ki şu dakika kapıdan babası girip görse yeniden aşık olurdu, emindi bu konuda.

'Kalk hadi bunu dene bari. Dümdüz bir takımla o davette olamazsın.' Bakışları hala annesindeyken dibine kadar gelmiş Elfe elindeki siyah, uzun ve dümdüz saten elbiseyi uzattığında göz devirmekte gecikmedi.

'Koşacağım bir gün ayaklarıma kadar olacak elbiseyle düşme ihtimalim yüzde kaçtır sence?'

'Bu bahaneni tahmin ettiğim için...' elbisenin altındaki diğer askıyı çıkarıp kendisine uzattığında aynısının kısası olduğunu görerek derin bir nefes aldı. Elfe'yi bu yoldan döndüremezdi muhtemelen. İstediği kadar dil dökse, kararının kesin olduğunu söylese bile kılı kırk kere yarar yine de vazgeçmezdi istediği şeyden sonuçta. Kullanmayacağından emin olsa da itirazının kabul görmeyeceğini bilerek askıyı alıp ayaklandığında kendisi de ilerledi kabine. En azından alır çıkardı, başka bir yerde giymek için dolabına atar ve Elfe'nin bugünlük yakarışlarından kurtulurdu. Lansman günü evden erkenden kaçacağı içinde arkadaşı görmeden sıyrılırdı bu işin içinden.

Gerçi haklılık payını biliyordu Elfe'nin. O her organizasyona hazırlanmak bir kenarda dursun arkadaşlarıyla eğlenmeye çıkarken bile kendine özenirdi. Fakat bu kez nedense içinden gelmiyordu süslenip püslenmek. Hatta sadece eline koluna dolaşmasın diye kalçasına kadar uzanan saçlarını da at kuyruğu yaptırıp en az makyajla orada olmak istiyordu. En görünmez haliyle, en silik tipiyle orada olmak istiyordu. Sonuçta o gün parlaması gereken kişiler belliydi, kendi özen göstersin veya göstermesin işini en iyi şekilde yapacaktı. Önemli olanda buydu kadına göre.

Botlarını ayağına geçirmek üzereyken perdenin altından kendine bırakılan siyah, rugan, incecik topuklu, bileğini saracak rose gold detayı olan zincirli ayakkabı ile sıkkınca nefesini savurup onları geçirdi ayağına. Daha sabah aklından geçen o incecik topuklularla nasıl yürüdüklerini bilmediği kadınları düşünürken şimdi en yakın ve o kadınlardan olan arkadaşının kendisine bu eziyeti çektirme ihtimali canını sıkmıştı. Elbette giyebilirdi yüksek topuklu ayakkabı ancak karda buzda yapamazdı bunu. Kafasını gözünü kırmaya ne gerek vardı canım. Hem boyu zaten uzunken neden bu tür eziyetleri çeksindi ki.

Çıktığı kabinden dikkatle boy aynasına baktığında gülümsemesi de yüzüne dağılmaya başladı. Bazı şeylerin hakkını vermek lazımdı. Bu bir kadının vücudunun güzel olması değildi elbette. Bir kadının kendini güzel bulmasıydı. Her detayla, varoluşuyla ilgili mutluluğu içinden hissetmesi gerekirdi. Bazen çoğu izleyen gözü arkasında bırakarak kendisi için ne istediğini, kendisine nasıl baktığı, nelerle mutlu olduğunu bilmesi gerekiyordu. Yoksa işler zorlaşırdı. Üstelik bir kadınken ve hayat kadınlara bu kadar zorluk çıkarırken çıkmaza girmemek elde olmazdı.

'Çok yakışmış. Hem abartı da değil, ayağına dolaşmaz, akmaz kokmaz işte. Ay araba pazarlığına girmişim gibi elbise övdürüyorsun bana. Bunu giymelisin.' Elfe'nin üzerini değiştirdiğini görerek dudaklarını ıslattığında itiraz etmeye hali bile olmadığından sadece onay vermekle yetindi. Yoksa şu an uslu uslu duran kadın hemen elbiselerin yeniden arasına dalarak kendini çeşitliliğe boğardı.

Bitirdikleri alışverişe şükür mü çekse, isyan mı etse bilemese de kendini çoktan güzellik salonunda bulmuştu kadın. Annesi ve Elfe'ye kalsa güzellik salonu işini de alışveriş merkezinden çıkmadan hallederlerdi ancak bir ihtimal kaçarım düşüncesi, evinin hemen yanı başında olmasının verdiği güç ve Savaş'ın maharetli ellerine güveniyle beraber çıkmışlardı oradan.

'Ne oldu sana böyle?' tırnaklarına kalıcı oje sürdürürdüğü sırada bir fön çekelim diyerek tepesinde biten adamın sesini duyduğunda aynadaki yansımaya da zorlukla gülümsedi.

'Enerjimi sömürdü ikisi birden. Tüm gün çalışıp, sonra alışveriş yapan annesi ve arkadaşına yakalanan kadının halinden anlar mısın sen?' sorusuyla Savaş erkeksi kahkahasını savurmuştu anında.

'Üç kız kardeşi olan bana mı söylüyorsun bunu?'

'Ama Savaş bey...' tırnaklarıyla uğraşan Tanem'in sesi göz ucuyla kıza bakmasına neden olduğunda yüz hatlarındaki kızgın hal bile açıklamıştı Savaş ve Tanem'in kardeş olduğunu. Öyle ki adam bir o kadar dalga geçen ama merhametli gözleriyle bakıyordu genç kadına.

'Ama sen öyle enerjisi bitecek birisi değilsin. İlk taşındığın gün atom karınca gibiydin.' Adamın tekrar kendiyle konuşması üzerine aynadaki yansımadan çevreyi kontrol etti. Annesinin de, Elfe'nin de cilt bakımına girdiğini biliyordu ancak bir anda tepelerinde bitmesi de iç açıcı hale getirmezdi durumu.

'İçerideler, daha on dakikaları var. Ne oldu bakalım? Erkeklerle alakalı bir mesele mi?' saatten gözlerini çekip adam tekrar konuştuğunda Pera omuz silkmekle yetinmişti. Ne anlatsa boştu Savaş'a. Kafasını kurcalayan konu sadece erkek meselesi değildi ki. Kendini iş uğruna hiç olmadığı kadar harap etmişti ve bu sadece iyi günleriydi. Hepsi bir yana o dedikodu falsosu, Dağhan'ın vermiş olduğu tepki, o tepkiden sonra gerçekten kendini suçlu hissetmesi, ilk defa kabuğuna çekilmiş olması, babasının söyledikleri... Hepsi şu an kafasında sebze çorbası gibi karman çorman halde dolaşıyordu.

'Bir erkek çok iyi oyuncu olduğu halde, hoşlandığını nasıl yakalarsın Savaş?' sorusuyla fönü kapatan adam bu kez düzleştiriciyi açmıştı. Şu an boşu boşuna uğraşıyordu adam. Zaten fön çekelim demesi saçları kötü durumda olduğu için değil de zaman geçirmek için olduğundan Pera yaptığı hiçbir işleme ses etmiyordu.

'Erkekler kendi hayatlarında hiçbir zaman iyi oyuncular değillerdir. Doğamızda yok bu, biz genelde saçmalarız. Ki söz konusu bir sahne, bir kamera önü değilse ve profesyonellik söz konusu olmuyorsa beceremeyiz.'

'Peki ya kendini bu konuda geliştirmiş biriyse?' kaşlarını havalandırarak mırıldandığında adamın saçlarındaki eli birkaç saniye duraksamış ardından devam etmişti.

'Bakışlarından sanırım. Sonuçta bütün uzuvları, mimikleri, jestleri saklayabilir ama bakışları saklayamaz. Bir de paylaşıyorsa hoşlanıyordur.'

'Neyi paylaşıyorsa?'

'Bilmem. Her şeyi, kendine, hayatına, düşüncelerine dair olanları paylaşıyorsa eğer hoşlanıyordur. Gudubetiz biz Pera. Bazen en yakın olduklarımıza bile hiçbir detayı anlatmayız, anlatıyor gibi görünürüz. Ama iş hoşlandığımız birine gelince... Karım ne zaman su içtiğimi bile bilir mesela. Çünkü hoşuma gidiyor ona anlatmak.' Kadının kaşları havalandığında derinden bir nefes almayı da ihmal etmemişti. Babası da Savaş gibi düşündüğü için mi uyarmıştı kendini acaba. Onca zaman hiç kendine bu uyarı gelmemişken, babası bu konuda ağzını açmamışken şimdi Dağhan'a karşı bunları söylemiş olması gerçekten de bu nedenden dolayı olabilir miydi? Belki de öyleydi çünkü yaşadıklarını kızı olduğu halde kendisine bile anlatmamış, onun yerine gözünün içine baktığı annesine dökmüştü.

Gerçi Pera bu durumun üzülmesini istemediği için olduğu düşüncesine kanaat getirmişti. Ancak şimdi adamın söylediklerine göre çıkarımı havaya uçuyordu. Fakat Pera zaten bu insanlardan her detayı bilerek hareket etmek adına para almıyor muydu? Bu duruma bakıldığında da kendi teorisi daha gerçekçi geliyordu kadına.

Günün ışıldaması, sokakların iyice beyaza bürünmüş olmasıyla beraber evden çıkarken babası eline arabasının anahtarını tutuşturmayı ihmal etmemişti. Kendisini itiraz istemeksizin evden kovarken de bugün evde otursunlar bari diyerek isyanını da dile getirmiş, Pera ise boyun büküp gülümseyerek kendini şirkete atmıştı. Önündeki listeden bir mail adresini daha girip davetiyeyi gönderdiğinde kulağına ilişen yüksek ses kaşlarını çatmasına neden oldu. Geldiğinde durgun olan şirketin bir anda kaosa sürüklenmesi ve kapısının önünden hızlı adımlarla büyük alana ilerleyen insanlarla kendisi de ayağa kalktı. Odanın kapısını açtığında az önce yüksek olan ses hem kızgınlık, hem de savaş çıkarmak istercesine gelmeye başladı. Kendisi de çalışanları takip ettiğinde döndüğü duvarla yumruğunu sertçe masada ritim tutmak için kullanan Dağhan'ı ve arkasında kollarını göğüslerine bağlamış sakin sakin onu izleyen Nida ile Pamir'i fark etti. Bakışları bir anlığına Nida ile çakıştığında kadının göz kırparak gülümsemesine anlam veremeden tekrar Dağhan'ın sinirli haline odaklandı.

Adam öylesine etrafı karıştıracak gibi görünüyordu ki sinirden boynundaki ve alnındaki damar atıyor, koca alanda kalabalık olsa da yumruğunun masa üzerinde çıkardığı sesten başka bir fısıltı duyulmuyordu. O ritim tutan yumruk bir anda masaya daha da sert indiğinde bedeni panikle gerilse de Dağhan masayla temasını kesmişti.

'Sizinle elli kez bu konuları konuştum! Size elli kez bu şirketin duvarları içinde dedikodu istemediğimi söyledim! Üstelik kendim için değil, her biriniz için dedikodu olmayacağını bunun bedelinin ağır olacağını anlattım! Siz şimdi defalarca uyardığım bir konuyu göz ardı edip bir de benim hakkımda mı dedikodu yapıyorsunuz!' son cümlesi kükrercesine çıktığında az önceki şaşkın bakışların yerini kaçırılan gözler almıştı.

'Defalarca bana gelip şikayetlerde bulundunuz! Sadece bana değil, Nida hanım ve Pamir beye de! Şu odalara girip tüm gün çıkmıyoruz diye çalışan kim çalışmayan kim görmüyoruz mu sanıyorsunuz!' arkasındaki odasının koridorunu işaret ettiğinde etraftaki herkesin tedirgin olmaya başladığını fark etti Pera. Rahat rahat çalışıp, dedikodu yaparken hiç çekinmiyor gibi duran insanlar bile diken üzerindeydi şu an. Oysa yaparken olan rahatlıkları onların bu hale gelmeyeceğini bile düşündürmüştü.

'Ben veya bir başkası! Kimsenin yakınlığı! İlişkisi! Münasebeti! Sizi alakadar etmiyor! Şimdi!' işaret parmağı bu kez asansörün önünde duran muhasebe müdürüne döndüğünde derin bir nefes aldı. Belli ki adam küfür etmemek adına kendini dizginleyip, aklında cümleleri toparlamaya çalışıyordu.

'Dedikodu yapmaya devam edecek birisi varsa eğer Funda hanımın yanına gidip çıkışını alsın! Bu şirket böyle insanlarla çalışmaya devam etmeyecek artık! Ve bir daha kulağıma böyle bir durum gelir, söz konusu olursa durum maddi ve manevi tazminat davasına kadar gider! Sadece benim değil, stajyerler hakkında dahi olsa!'

 

Loading...
0%