Yeni Üyelik
15.
Bölüm

Bölüm 13 - Çok Ziyan Etti Beni Derya

@biceruvar

Merhabalar pandispanyalarım... Yine ve yeniden ben, bir bölümle daha karşınızdayım. Umarım iyi gidiyoruzdur. Yorumlarınızı ve beğenilerinizi muhakkak gönderin. Gelsin ki, bende ona göre bir yol çizeyim, eksiklerimi görebileyim. Hepinizi çok seviyorum... Şimdiden ayırdığınız zamana sağlık. Keyifli vakitler...

instagram: BiCeruVar

 

'Ben veya bir başkası! Kimsenin yakınlığı! İlişkisi! Olmayan alakası! Sizi alakadar etmiyor! Şimdi!' işaret parmağı bu kez asansörün önünde duran muhasebe müdürüne döndüğünde derin bir nefes aldı. Belli ki adam küfür etmemek adına kendini dizginleyip, aklında cümleleri toparlamaya çalışıyordu.

'Dedikodu yapmaya devam edecek birisi varsa eğer Funda hanımın yanına gidip çıkışını alsın! Bu şirket böyle insanlarla çalışmaya devam etmeyecek artık! Ve bir daha kulağıma böyle bir durum gelir, söz konusu olursa durum maddi ve manevi tazminat davasına kadar gider! Sadece benim değil, stajyerler hakkında dahi olsa!' masaya bu kez elini sertçe indirip arkasını döndüğü gibi kimsenin yüzüne bakmadan odasına yönelmişti adam. Pera'nın bakışları usulca tekrar Nida'yı bulduğunda ise kızın umursamazca omuz silkip arkasında kalan kapıyı açıp içeri dalması bir oldu.

'Şu tehdidi almadan sussalar hepsi daha iyi çalışacak ama...' dibinden gelen sese gözlerini büyüterek baktığında Deha'nın omuz silkerek kendine gülümsemesiyle karşılaştı.

'Çok ağır olmadı mı yani?'

'Ağır mı? Şaka mı yapıyorsun, bence en hafif hali bu. Hepsini kovmadığına dua edelim.'

'Kovmak mı?' kaşları istemsizce çatılırken Deha başıyla ilerlemeleri için işaret vermiş, Pera ise odasına yönelmişti.

'Kovmak tabi. Kimsenin başka birinin çalışma düzenini bozmaya hakkı yok.'

'Konuşulup düzeltilir, kovmak, işinden etmek çok ağır bir tercih olur.' Yorumuyla eş zamanlı odaya girdiğinde adam da kendini takip edip masasının önündeki koltuğa bırakmıştı bedenini.

'Bir kez konuşulur, iki kez konuşulur. Hacı yatmaz gibi sürekli konuşulmaz. Evet insanları işinden etmek olarak bakınca çok gaddarca görünüyor ama dışarıda yüzlerce işsiz mezun varken burada çalışıyor olmaları ve buna rağmen işlerini yapmak yerine dedikodu yapıyor olmaları, o işsizlere de gaddarlık değil mi sence de?' sorusuyla beraber kadın başını sol omuzuna doğru düşürüp adamın ciddiyetini ölçmek istese de Deha anında gülümsedi.

'Kahven yok mu senin? İnsan misafirini böyle mi ağırlar?'

'Hemen söylerim.' Kahveleri istedikten sonra kendisi de koltuğuna yerleşti. Deha'nın şirkette olmasından çok odasında olmasını garipsiyordu kadın. O takım elbise olayından sonra kendisinden olabildiğince hızlı uzaklaşmaya çalıştığını düşünmüştü oysa ki. Gerçi ne vakit kendine doğru ilerlese Deha'nın el sallayarak ortadan kaybolmasıyla eş zamanlı bir süreç ortaya çıktığından böyle düşünmekte hakkıydı ama daha beş dakika önce abisi ortada atom bombası misali gezmişken kendinin onu sakinleştirmesi gerekmiyor muydu?

'Gidip abini sakinleştirmen falan gerekmiyor mu senin?'

'Onu kimse sakinleştiremez ki.' Adam basitçe omuz silktiğinde gelen kahvelerden bir yudum almışlardı ki Pera adamın karşısındaki koltuğa oturarak dudaklarını ıslattı.

'Okul tamamen bittiği zaman ne yapmayı düşünüyorsun? Var mı bir planın?'

'Okumaya devam etmeyi düşünüyorum.' Kendinden emin bir şekilde konuştuğunda Pera gözlerini kısarak adamı süzse de Deha yeninden omuz silkti.

'Yüksek lisanstan sonra doktorası falan var. Okurum yani, ne yapacağım başka?'

'Çalışmak?'

'Pek benlik bir durum değil o söylediğin.'

'Hayatının geriye kalan tüm zamanlarında okuyacak mısın yani?' adamın ciddiyetine karşılık ciddiyet göstermeliydi Pera. Öyle ki Deha'nın rahatlığı arşa uzanacak haldeydi. Hem de tereddütsüz şekilde. Adamı inceledikçe aslında dış görünüşlerinin fazlaca abisiyle benzediğini görüyordu fakat söz konusu huya geldiği zaman nedense örtüştürememişti birbirleriyle. Deha umursamaz, hayatı fazla ciddiye almayan, işin eğlencesinde, zamanla bir derdi olmayan, her olaydan okulu bahane ederek kurtulabilecek biriydi. Ki defalarca toplantılardan ders var, işim var diyerek kaçması da bu durumu destekliyordu. Dağhan ise onun aksine her şeye karşı olağanca ciddiyet barındıran, bir gününü bir hafta önceden planlayacak kadar dakik, bahaneleri sevmeyen biriydi. Üzerlerinde ikisinin de aynı diyebileceği tek huyları vardı, o da Dağhan'ın Deha'ya, Deha'nın da Dağhan'a verdiği değerdi.

'Bence çok mümkün bir durum. Hem okumaktan zarar gelmez.'

'Okurken çalışabilirsin, buna ne diyeceksin?'

'Yüksek lisans yeterince ağır geliyor.' Dalga geçercesine güldüğünde Pera'da gülümsemeye başladı. Adamın öyle bir mizacı vardı ki garip şekilde insan kızamıyor, onunla beraber de durumu tiye alabiliyordu. Yapılmaması gereken bir şeydi, Pera net bir şekilde farkındaydı ancak hala küçük bir çocuk gibi olan mimikleri kadının da gevşemesine neden oluyordu.

'Okumayı, çalışmayı geçelim de sen söyle bakalım benlik bir durum kaldı mı? Üzerimde deney yapman gereken bir husus, sabrımı sınamak için yapacağın herhangi bir olay var mı mevcutta? Lansmana kadar yurt dışında olacağım.'

'Sadece konuşma metnin kaldı.'

'Konuşma yapmayacağım.' Adam direkt olarak başını sağa sola salladığında Pera göz devirerek izlemişti.

'Yapman gerekiyor.'

'Gerekmiyor. O işi üçü yapsın, ben de o organizasyonda ikram ve alkol konusunda seçimlerin için seni tebrik edeyim.'

'Bundan kaçamazsın Deha.' Kadın başını umutsuzca sağa sola sallarken, adam hala üzerinde olan umursamazlıkla izledi tepkilerini.

'İki yıldır kaçıyorum, emin ol bu konuda antrenmanlıyım. Hatta bak şimdi.' Kahvesinin son yudumunu tepesine diktiği gibi ayaklandığında Pera'nın omuzuna da destek verircesine vurmaktan kaçınmamıştı.

'Yine kaçıyorum.' Bir kelime dahi etmesine izin vermeden hızlıca odadan çıktığında Pera'da koridor boyunca ilerleyen adamı izlemekle yetindi. Deha'nın bu uçarı halleri belli ki üç ortağa da iyi geliyordu, yoksa biri eninde sonunda adama dur derdi. En azından bir şekilde durdurmaları gerekirdi ihtimalini ele alabiliyordu.

Gün boyu süren maillerin sonunda bir de telefonlar eklendiğinden olsa gerek bir bir geri dönüşleri de not almıştı. Normal şartlarda bu geri dönüşleri organizasyon firmasının alması gerekirdi ancak Pera herhangi bir eksiklik istemediği için şirket telefonunun numarasını vererek gelen her davetli için ekstrada zaman harcamıştı. Gün sonuna kadar onay beklediklerini altını çizerek belirtmişlerdi. Topladığı eşyalarıyla odadan dışarı adım atar atmaz yeniden telefon çaldığında derin bir nefes alarak açtı. Telefondan ismini söyleyen adamı zorlukla kolunun arasına sıkıştırdığı ajandaya not aldığında karşısına dikilip bekleyen Pamir'de gezdirdi gözlerini. Adam ise daha fazla acı çekmesine müsaade etmeden kadının elindeki ajandayı açıp masa misali önüne tutmuştu. Gün boyunca ezberlediği, bir süre de hafızasında takılı kalacağını bildiği açıklamayı yaparken ajandaya kısa notlar almaya da devam etti. Sonunda konuşmasını sonlandırdığında ise telefonu cebine atıp gülümseyerek adamın elindeki defteri aldı.

'Çok teşekkürler.'

'Rica ederim de ben çoktan çıkmışsındır diye düşünmüştüm.' Pera anlamasa da saatine göz attığında tekrar döndü Pamir'e.

'Mesai yeni bitti. Neden çoktan çıkmış olayım ki?'

'Derya hanım yemeğe davet etti. Haberin yok mu?' istemsizce kaşları havalansa da kendine gelmek adına gülümsemesini de yüzüne ekledi Pera. Yoktu tabi, annesi gün içerisinde iki kez, Elfe ise dört kez aramıştı ama o arada şirket hattı çaldığı için kadınlar konuşamamış, daha sonra da dönüş yapmamıştı.

'Var, olmaz mı... Yemek konusunda annem ve babam çok iyi olduğu için erken gitme ihtiyacı hissetmedim.' Gülümsemesi daha da büyüdüğünde Pamir başını usulca sallayarak çekildi önünden.

'O zaman görüşürüz.'

'Görüşürüz. Geç kalmayın.' Adamın yanından sıyrılırken adımlarına da hız katmakta gecikmedi. Ne vardı ki dün akıllarında böyle bir şey olduğunu kendisiyle paylaşsalardı. En azından yarım saatte olsa erken çıkardı veya başka bir gün ayarlamalarını söylerdi. Oysa ruhu bile duymamıştı olup biteni. Çantasını karıştırıp kendi telefonunu bulduğunda Elfe'yi aramaya koyuldu bu kez.

'Biricik, neredesin yahu. Bir yüzünü gören, bir de sesini duyan cennetlik.'

'Akşam annemler patronlarımı çağıracaklarını söylediler mi?' sorusuyla beraber ufak tıkırtılar gelse de sonunda Elfe'nin sesi yeniden duyulmuştu.

'Yarım saat konuştuk bunu, gerçi sen o sırada tabletten gözünü kaldırmadan sadece nasıl isterseniz ve bana uyar dedin. Dinlemiyordun bizi değil mi?' gözlerini sıkıca kapatıp arabasına yerleştiğinde elindekileri de yan koltuğa bıraktığı gibi telefonu araca bağladı.

'Dinlemiyordum tabi ki biricik. Neyse... Eksik var mı?'

'Alain rakı aldı. Benim için eksik olan bir sensin, bir de şaraba hayır demem. Rakı içince bana olanları biliyoruz.' Kahkahasını serbest bırakıp otoparktan arabayı çıkardı Pera.

'Bilmez miyim... Şarap işi bende, yarım saate evde olurum.' Görüşmeyi bitirdikten sonra Elfe'nin rakı içince olanları biliyoruz cümlesine yeniden gülümsemişti. Bilmez miydi sahiden. Kadın ne zaman içmek bir yana, rakıyı koklasa ne söylediği işten oluyordu ne de olduğu yerde oturabiliyordu. Bir insan nasıl sarhoş olur deseler Pera net bir şekilde rakı içmiş arkadaşını işaret ederdi. Konuşması bir kenara konuların değişme hızına da kimse yetişemezdi. Hele ki gündemi kalabalık ve uzun zamandır Pera ile iki lafın belini kırmıyorlarsa kadını bir yere bırakıp sabaha kadar sürecek konuşması da gözler önüne serilebilirdi. Bir kere Pera'nın son dakika Elfe'yi denizden kurtarmışlığı dahi vardı. Yaramıyordu işte, gerçi Elfe lisedeyken kolayla bile kafayı bulabilen biriydi ancak hiçbir alkollü anısı rakıyla olanların yerini tutamazdı. O yüzden mütemadiyen içmesine de izin vermezdi.

'Ben geldim!' anahtarını dresuara bırakıp ayakkabılarından kurtulduktan sonra içeri yöneldiğinde mutfaktaki babası ve annesini gördü. Biri bir tezgahta, diğer başka tezgahta uğraşıyorlar, bangır bangır ortalıkta inleyen müzik yüzünden de kendisin duymuyorlardı.

'Kolay gelsin!' mutfağa doğru bir kez daha bağırdığında sonunda ikisi de kendini fark edebildi.

'Hoş geldin kızım.' Annesi anında karşılık verip müziğin sesini kıstığında Alain havadan bir öpücük göndermişti kızına. Pera'nın bakışları çevrede gezindiğinde ise üzerini yeni değiştiği ellerindeki temizlik yüzünden olan kızarıklıktan bile belli olan Elfe'yle çarpıştı. Sırıtarak elindeki şarap şişelerini kadının göğsüne itip odasına yönelirken yanağından öpmeyi de ihmal etmedi.

Geçen sefer olduğu gibi değildi durum. Belli ki Elfe kafasını dağıtmak için sonuna kadar kendini temizliğe vurmamış, buna da Derya yardımcı olmuştu. Başta iki kadın temizlik yaparken Alain'i de mutfağa kovmaktan geri kalmamışlardı. Ondan olsa gerek hala panikle her yer kirli diyerek ortada dolaşan bir Elfe yoktu. Üzerini değiştirdikten sonra elini yüzünü yıkadığında zaman kaybetmeden Pera'da annesiyle babasının yanına attı kendini. Onlar mutfaktayken pek bir şeye el sürmezdi ama ikisinin hem cilveleşmesini, hem de bir gayret diyerek çalışmasını izlemeye bayılırdı. Üstelik böyle zamanlarda varlığını bile hissetmezlerdi. Çok fazla dikkat çekmemek adına tabakları aldığı gibi yemek masasına yönlendiğinde düzenlemeyi de ihmal etmemişti.

Çok başka geliyordu Pera'ya. Annesi ve babasının birbirlerine bakışlarından tavırlarına kadar her halleri başka bir dünyada yaşıyormuş hissine kapılmasına neden olurdu hep. Onların ikisinden başka kimse dünyada yokmuşçasına aşık aşık bakışmaları, arada sırada laf dalaşına girmeleri, küçücük battaniye altında sarılıp film izleyebilmeleri bile başka geliyordu. Belki de çoğu insan yaşardı ancak bu kadar ortada sadece kendi ailesi yaşayabilirmiş, bir tek onların cesareti olabilirmişçesine hissetmesi belki de bu kadar güçlü bir kadın olmasının en önemli rolüydü hayatında. Bu kadar zaman geçmesine, boyları kadar kızları olmasına rağmen babasının hala annesinin kapısını açmasına, merdivenden ineceği vakit topuklu ayakkabısı olmasa bile nazikçe elini tutmasına, bir şeyler içecekken kadının gözlerinin içine kur yaparcasına hülyalı hülyalı bakarak bardağı doldurmasına hayrandı.

Bir çocuk için belki de en güzel noktalardı bunlar. Mutlu bir ailede olabilmek, bunu sonuna kadar hissedebilmek paha biçilemez güzellikteydi. Çünkü bir kız çocuğu veya erkek çocuğu ne görürse onu yapardı. Bunu da çok iyi biliyordu Pera. Bu zamana kadar uzun soluklu ve ciddi ilişkilerinin olmayışı da aslında buna bağlıydı. Her daim annesi gibi bir kadın olmaya çabalasa da bir türlü karşısına babası gibi bir adam gelmemişti. Ufacık bir jest bile gözünde büyürdü oysa ki Pera'nın.

Fakat ne zaman biriyle ilk kez yemeğe çıksa ortamdan, kişilerden çok karşısındaki adamın tavırları dikkatini çekmişti. Büyük detaylar değildi, kapısını kendisi açabilir, içeceğini kendisi doldurabilir, topuklularla kimsenin desteği olmadan merdivenleri koşarak inip çıkabilirdi dahi ancak birinin bu nezaketi göstermesini de isterdi. Kendi ayakları üzerinde duran bir kadın olarak inşaata dalıp amelelik yapabilecek potansiyelinin varlığı kadar, naif ve kırılgan olabilmesinin de olasılıkları vardı. Kadındı o, ikisini de halledebilirdi. O çıktığı ilk buluşmaların daha yarısına gelmemişken insanların da notunu vermiş olurdu. Ondandır ki ikincisi olmazdı...

Zilin sesiyle elindeki son çatal bıçağı yerleştirdikten sonra kapıya yöneldi kadın. Ayak seslerinin kendini takip etmesinden de anlıyordu ki peşi sıra diğerleri de ardından geliyordu. Kapıyı açtığı dakika gülümseyen dört bedenle kendisi de sırıtmaya başladı.

'Hoş geldiniz...' Alain'in sesi ortaya dağıldığında bir bir hoş bulduk diyen bedenler içeri girmiş, direkt olarak masaya alınmıştı. Sanki yıllardır birbirlerine gelip giderlermiş gibi olan rahatlıkları nedeniyle Nida'da Pera'yı takip ettiğinde yemekleri de masaya yerleştirip onlar da yerleştiler sandalyelere.

'Ne demek oğlum. Gitsek iyi olurdu ama davetini de geri çevirmek olmazdı.' Babasının sesiyle ağzına tıkıştırdığı yemekten bakışlarını iki adama çevirdiğinde Dağhan başını usulca sallamıştı.

'Ne kadar teşekkür etsem az kırmadığınız için. Tabi size de Derya hanım.' Dağhan'ın bakışları bu kez annesine döndüğünde Pera kadına göz atmıştı ki onun gayet sakince gülümseyişini seyretti. Babasının kendine söylediklerinden emindi ki annesinin de haberi vardı. Ki babası atacağı adımı anlatırdı annesine. Şimdi olan hallerinden de annesinin durumu nasıl ölçtüğünü anlayamıyordu. Derin bir nefes alıp önündeki kadehi parmakları arasına sıkıştırdığında beyaz sıvıdan bir yudum aldı.

'Eee çocuklar, yok mu hiç birinizin evlenmeye niyeti?' annesinin sorusuyla rakı boğazında kalsa da öksürmemek adına defalarca yutkunmaya başladı Pera. Şimdi anlıyordu kadının neden böyle masum masum gülümsediğini. İçten içe Alain öğrenmediği için hayatlarında biri var mı onu sorguluyor, dahası var olmasını umarak bakıyordu. Kendisi ne kadar öksürmemek adına büyük çaba sarf etse de Pamir'in çoktan boğulmaya başlamasıyla gözlerini büyüttü Pera.

'Derya çocukları utandırmaya ne gerek var?' Nida dibinde oturan adamın sırtına gülerek vurmaya başladığında Alain karısına dönmüştü ki Derya'nın rahatça omuz silkmesi bir oldu.

'Ne utanması canım. En küçükleri Deha. O da okulunu bitirmiş, utanacak bir şey yok ki. Evlilik dediğin gökten zembille inmiyor en nihayetinde.'

'Bana göre gökten zembille iniyor Derya hanım.' Pamir öksürüklerinin azalmasıyla beraber kadına gülerek karşılık verdiğinde karşısındaki bedenin tek kaşını kaldırması da saniyeler sürmüştü.

'Çok yanlış düşünüyorsun bence Pamir'cim. İnsan hayatını birleştirmeye karar verdiği kişiyle en güzel mutlulukları yaşar. Bir anda da olacak iş değildir o.'

'İşte abimler karar veremedikleri için bulamayan gruptan sanırım Derya teyze.' Deha sırıtarak masadaki abisine, Pamir'e ve Nida'ya baktığında kadın anında yanındaki adamın saçlarını karıştırmıştı.

'Siz bakmayın Deha'ya. Valla benim öyle bir niyetim yok. Bekarlık sultanlıktır...' Nida yorumunu da eksik etmezken tüm bakışlar Dağhan'ı bulmuştu bu kez.

'Hayırlısı diyelim hayırlısı olsun.' Adam da mırıldandığında Derya devam edeceğini belirtircesine gülümseyip kocasının elini tutmuştu.

'Her şeyin hayırlısı elbette ama geç kalmayın derim.' Ne kadar devam edeceğim diye düşünse de bakışları Alain'i bulduğunda çoktan o korkutucu halini unutmuştu Derya. Bakışları Alain'in gözlerinde takılı kalırken adamın da karşılıksız bırakmamasına gülümseyerek tekrar tabağına çevirdi bakışları Pera.

Masadaki yemekler usul usul toparlanıp sadece mezeler kaldığında muhabbetleri de kaldığı yerden devam etmişti. Konu nereden nasıl açıldı bilmese bile Derya ve Alain'in tanışmasına geldiğinde Pera sandalyesine iyice yerleşerek kadehini dudaklarına yasladı.

'Derya ile ilk karşılaştığımda çok farklıydı. Yani, ne bileyim, onu görünce mevsim dengesini kaybetmiş gibi hissetmiştim. Nisan ayıydı, yeni yeni etraf yeşillenmeye başlamıştı. Kendinden emin duruşuyla kampüsün içinde defalarca rastlamıştım ona ama ilk kez o zaman göz göze gelebilmiştik. O an tek düşündüğüm şey Derya'yı hayatımın sonuna kadar kalbimde hissedebileceğim olmuştu.'

'Peki sen Derya teyze?' Deha'nın sorusuyla kadının tebessümü anında gülümsemeye dönüştü.

'Ben hiç öyle hissetmedim doğrusu.' Masada bir anda kahkahalar kendini gösterirken o derin bir nefes almıştı.

'Yurt dışında olduğumdan sadece annemin haberi vardı. O sıralarda tek düşündüğüm birkaç saat önce konuştuğum annemin babamın İstanbul'a gelme ihtimalini haber vermesiydi. Nasıl, ne zaman döneceğim diye deli divane düşünüyordum. Açığını isterseniz Alain'i de sadece bir an önce ülkeme ulaşmak için yardımcı olacak insan dışında görmemiştim. Hatta bir daha rastlayacağım bile aklıma gelmemişti. Tabi Alain Alarie pasaport kontrolü sırasında adresimi almasaydı, bir daha rastlamayabilirdikte.' Omuz silkerek gözlerini kocasına çevirdiğinde adamın ışıldayan hareleri baygınlaşmıştı anında.

'Çok ziyan etti beni Derya. Allahtan o gün tüm uçuşlar doluydu da bahane olmuştu. Ben yardımcı olayım dediğimde sen kimsin ki yardımcı olacaksın demişliği dahi vardı çünkü. Bir süre sonra da yapamayacağını anlayınca denize düşüp yılana sarıldı işte. Tabi hemen gitmedim adresi alsam da. Bir ihtimal döner belki diye düşündüm. Bir hafta oldu, iki hafta geçti ortalarda olmayınca değişim programına başvuru yapıp ben İstanbul'a geldim. Evini falan biliyorum elbette ancak bir defa gördüğü adamı evinin önünde bulursa insan en nihayetinde sapık zanneder diye düşünerek bir hafta o mahallede gezdim. En sonunda da karşılaştık. Fransa'da burnu havada, hiç kimseye eyvallahı olmayan kadın kendi ülkesinde bir misafirperverdi anlatamam.'

'Bir gram Türkçe konuşamıyordun. Alt not geçmek istiyorum, merhaba bile diyemiyordu.' Kadın kahkaha attığında Alain başını sallayarak destek çıktı karısına.

'O konuda haklı. Zaten biraz da korkum yüzünden mahallesine yakın bir ev bulmuştum. Hani düştük peşine ama kaybolmaya da gerek yok sonuçta. O öğrenci değişim programı uzadı da uzadı, okul bitene kadar uzadı hem de.' Olanları yeni duyanlar şaşkınlıkla kaşlarını havalandırdığında Alain avucunun içindeki elin üzerine dudaklarını bastırmıştı bile.

'Okul bitene kadar ne aramızda sevgili olmak adına bir kelime geçti, ne de bir yakınlaşma oldu. Hatta bir ara kendi kendime kadından hoşlanırken yakın arkadaş nasıl olabildin diye sormadım değil. Okul bitti, benim Türkçe tabi oturmaya başladı, iş için başvuru bile yaptım. Birinden onay geldiği gün ilk işin Derya'yı aramak olmuştu. Kafamda çok net bir şekilde planlamıştım, yemeğe davet edecektim, yemek sırasında da hislerimi açacaktım.'

'Ama umduğun gibi ilerlememiş işler sanırım?' Dağhan gülümseyerek sorduğunda Alain başını tekrar usulca salladı.

'Aradığımda çok ağır derecede grip olduğunu, benim adıma çok sevindiğini ancak üzülerek yemeğe katılamayacağını söyledi. Üzüldüm tabi, bunun bir işaret olabileceğini, belki de arkadaşlığımızı bozmamın doğru olmayacağını düşündüm ama nedense kalkıp hastaneye gittim. Dediği kadar vardı, nefes alamıyordu o derece. Bende düşündüm ve hislerimi anlatmanın sadece bir yerde söylenmesi gerektiğinin şart olmadığına kanaat getirip oksijenle kafası güzel olan karıma orada döktüm her şeyi.' Pera ve Elfe kıkırdarken Derya'nın cümlesi masadakilerin kahkahalara boğulmasına neden olmuştu.

'Ne anlattığını hala hatırlamıyorum.'

'E peki söylediklerini hatırlamadığını nasıl fark ettin?' Pamir mırıldandığında Alain omuz silkmişti.

'Konuşmam bitince sen bir şey mi anlatıyordun dedi.'

'Çok acımasızca olmuş.' Pamir yüzünü buruşturduğunda Alain'in onay verircesine başını sallamasıyla beraber yeniden gülmeye başlamışlardı.

'Peki hatırlayacağı şekilde nasıl ne zaman açıkladın hislerini?'

'Hastanede iki gün kaldıktan sonra biraz toparlayınca eve döndü tabi. Bende kuyruğu gibi peşindeydim tabiri caizse. O gün mercimek çorbası yaptım Derya'ya. Ne hikmetse çok severmiş. Sevdiğini söyleyince bende dayanamadım beni de mercimek çorbasını sevdiğin gibi sev istiyorum dedim. Ondan sonrası malum zaten. Tabi yine bir süre arkadaşız falan demeye devam etti ama ikna ettik sonunda.'

'Ama hakkını yiyemem, en güzel anılarımızdır o günler.' Adamın gülümseyen yüzü iyice kendini gösterirken deminden beri dikkatle onu dinleyenler de ikisine odaklanmışlardı.

Sevmek hakkını verdikten sonra güzel meziyetti. Kısıtlamalar olmadan, elini tutarak ama sıkmayarak, kaybetmekten delice korkulduğu kadar gitmeyeceğinden de emin olarak. Bazen sımsıkı sarılıp, bazen de kafasını dinlemesine izin vererek yaşanması gerekirdi. Düştüğü yerde onunla ağlamak kadar tutup kaldırmaktı da mesela. Herkese karşı bencil olmaktı, ama birbirine karşı bir o kadar da cömert olmaktı. Anne, baba, arkadaş, sevgili, daha üretilmemiş onlarca kelimenin karşılığı olabilmekti sevmek. Güvenini kırmayacağını bilerek bakabilmekti mesela. Veya kalp kırılsa da onun tekrar tamir edeceğinden emin olmaktı.

Tabletteki metni açtığında ortalığın sakinleşmesi de işine gelmişti Pera'nın. Her durum, şart ve saatte itina ile halletmesi gerekeni yapabilme gibi bir huyu vardı sonuçta. Nida ve Pamir'le konuşma metnini düzenlemiş, tekrar üzerinden geçmeye gerek kalmayacak hale getirmişlerdi. Deha'ya ne kadar ısrar etse de adamın Nuh deyip Peygamber dememesiyle Dağhan olaya el atmış adamın ikna olmayacağını da anlayınca benimkini halledelim gitmeyelim üzerine diyerek konuyu kapatmıştı. Hepsiyle yaptığı gibi odaklanmak adına kendilerini balkona attıklarında ellerindeki kadehleri de sehpaya bıraktılar.

'Şu lansmanı bir tamamlasak var ya kuş gibi hafifleyeceğim.' Dağhan'ın yorumuyla gülümsediğinde tabletin ekranını aydınlatarak adama uzatmıştı. Onun metine göz atmasını beklerken sehpaya bıraktığı kadehten bir yudum daha alıp kenardaki paketten çıkardığı sigarayı da tutuşturdu. Bakışları adamın tablette işaretlediği noktalara kaydığında derin bir nefes alarak odaklanmıştı.

'Oralarda ne sıkıntı var?'

'Hitapları değiştirelim. Çok, nasıl desem... Dük değilim bende, tamam yaşadık gördük ama.' Gülümsemesi yüzünde yer edindiğinde başını usulca sallamıştı ki teşekkür edeceği kişiler kısmına da isimleri bir bir eklemeye başladı adam.

'Var mı hala ortada dönen fısıltılar?' sorusuyla ne dediğini anlamadan dönüp baktığında Dağhan başını tabletten kaldırıp odaklanmıştı kendisine.

'Dedikodu yani.'

'Yok, yani açıkçası varsa bile duyacak kadar şirkette değilim bu sıralar.' Başını sallayarak tekrar tablete odaklandığında Pera'da kadehine ulaşmıştı. Adamın normal zamanda insanlarla ilişkisine fazla şahit olmadığından hareketlerini ayırt edemese de bir şekilde hala normal ve stabil kaldığını düşünüyordu. İşaret parmağındaki eklem yüzüğünü kadehine sürtmeye başladığında bakışlarını da çoktan dışarıya dikti kadın.

Ne Nida'ya, ne de Pamir'e müdahale etmeden onların istedikleri yeri düzeltmesini beklemiş, ardından kendileriyle fikir yürüterek eklenmesi gerekenleri de eklemişti. Şimdi aynısını Dağhan için de yapacaktı. Sonuçta ne kadar davetlilere sunulacak bir metin olsa da Pera hep insanın kendi içinden geldiği gibi bu konuşmayı yapması taraftarı olmuştu. Neler yaşadıklarını, belki ne güçlüklerle mücadele ettiklerini, hatta gerçekten kimi yanlarında görmek istediklerini belirtmelerini istiyordu. Bunu da gerçekten içlerinden geldiği şekilde yapmalarının doğru olacağı düşüncesiydi.

Elinin üzerine yerleşen parmaklarla irkilse de bakışları işaret parmağı anında duraksamış gözleri de izlediği sokaktan Dağhan'a dönmüştü. Adamın yaslandığı yerden ayrılarak elini yakalamasını anlamaya çalışsa da sorarcasına bakmaya başladı.

'Dişlerim, bardaktan çıkan ses dişlerimi kamaştırıyor.'

'Affedersin, dalmışım.' Kadehi diğer eline aldığında hala elinin üzerinde olan parmaklarla mırıldanarak gülümsedi Pera. Dağhan'ın olağanca sakinliğiyle gözlerini üzerine dikmiş olmasına dikkat kesildiğinde adam yavaşça kendisine yaklaşmıştı ki teninden çekilen teni derisinde hissettiği soğuklukla fark etti.

'Pera.'

'Efendim?' burun buruna duruyor diyecek kadar dibindeydi adam, üstelik gözlerini de bir an olsun çekmemişti. Durum gittikçe gerginleşirken kafasına bir şey vurulmuş gibi bir anda tablete döndürmüştü gözlerini Dağhan.

'Şu, şu kısmı da düzeltelim.' İşaret ettiği noktaya gözlerini çevirdiğinde anlamasa da adam hızlıca satırları kaydırmaya başlamıştı.

'Bir anda hareket edince cümleyi kaybettim. Ben bulunca işaretlerim.' Sıkıntılı nefesini savurup tekrar arkasına yaslandığında Pera sakince başını sallasa da boşa çıkan kadehiyle ayaklandı.

'Ben kadehi tazeleyip geliyorum. Sen içer misin?' sorusuyla adam kendine dönüp bakmadan sehpadaki kadehi aldığı gibi tepesine dikmiş arkasından kendine uzatmıştı.

'Teşekkür ederim, iyi olur.' Onu da alıp balkondan çıktığında hızlı adımlarla mutfağa ulaşıp yeniledi ikisini de. Kendi kadehini bir anda tepesine dikip derince nefeslendiğinde bir daha doldurarak geldiğinden daha sakin adımlarla dönerken bakışları bir an balkonu bulmuştu ki adamın yavaş yavaş başını pencere mermerine vurmasıyla kaşları çatıldı.

'Geri zekalısın Dağhan. Safi malsın oğlum sen.' Mırıldanarak başını vurmaya devam edişi birbirine çarpan kadehlerin sesiyle son bulduğunda Pera'da panikle adımlarını hızlandırıp girdi balkona. Yok yok kafayı yiyecekti kadın. Yememesi zaten içten olmazdı. Şu an dışarının ışığı değil de balkonun kendi ışığı olsa nasıl renkten renge girdiğini cümle alem fark edebilir, bukelemuna da taş çıkaracağını kanıtlamış olurdu. Elindeki bardakları sehpaya bırakıp fark ettirmeden avuçlarının soğukluğunu yanaklarına bastırdığında sıkıntılıca kalktığı yere tekrar yerleşti.

İlk kez babasının haksız olmasını istiyordu. Hayatı boyunca kendine ne yapıp ne yapmayacağını söylemeyen babasının ilk defa düşüncelerinde haksız olarak Dağhan'ın bir şey hissetmediğini kafasına yerleştirmek istiyordu. Çünkü adam bunu belki de ilk ve son kez yapmış, kızını birisi hakkında uyarmış ve daha ortada nokta kadar bir şey yokken onaylamadığını da söylemişti. Sık sık ailesinden bir şey duyup onların istekleri doğrultusunda hareket eden birisi olmamıştı Pera. Kırk yılda bir kez uyarı alırdı, onda da elinden geldiğince dikkat ederdi ancak az önce olan durum nedense köşeye sıkışmış hissettiriyordu.

Zihnini kendisinin yanlış anlamış olma ihtimaline odaklarken yüzünün cayır cayır yanması ihtimaller dahilinde olabilir miydi? Normalde bu havada ısıtıcı da olsa donardı ancak şu an üzerindeki kısa ceketi bile çıkarıp tişörtle oturmak istiyordu. Göğsünün tam ortasındaki yer tedirginliği yüzünden görünmeyen bir el tarafından sıkılıyor, yetmezmiş gibi üstüne üstlük dışarı doğru çekiliyordu sanki. İstemiyordu Pera. Bunun ne olduğunu, nereye varacağını biliyordu ancak kesinlikle istemiyordu. Bir daha canını yakmak, bir kere düştüğü çatıya tekrar çıkmak, tekrar inanmak, bağlanmak, hatta sadece kendine ait olsa da bu şeyleri hissetmeyi istemiyordu. Kesinlikle karşıydı. Ne yapıp ne edip bir şekilde kafasında 'Yine yanacaksın Pera.' Diye uğuldayan sese son vermeliydi. Gözünü karartıp yeni getirdiği kadehi de tepesine diktiğinde ses çıkaracağını fark edemeyecek şekilde tekrar bıraktı sehpaya.

'Sakin... Yavaş git biraz.' Dağhan'ın mırıldanması ve şaşkınlıkla ona bakması üzerine gülümsemeye çalışarak derin bir nefes aldı.

'Isıtıcı çok çarpınca şey oldu. Sıkıntı yok.' Hala bırakmadığı kadehle ayağa kalkmaya çabalasa da omuzundan tutan adamla kıpırdayamamış bardakta parmaklarından çekilmişti.

'Ben hallederim, su da ister misin?'

'Alırdım ben.'

'Problem değil, sigaramı alacağım. Su istiyor musun?' başını sakince salladığında Dağhan içeri yönelmişti ki Pera hala kafasının içinde konuşan sese küfür etmeye başlamıştı çoktan. Yok yok aklını kaybediyordu kesin. Ne diye ortada olmayan bir şey ile geçmişi kıyaslıyordu ki. Saçmalığın daniskasıydı canım bu durum. Peki neden hala göğsünün ortasındaki el kendini rahat bırakmamıştı. Sıkıntılıca titreyen elleri sigarasına tekrar uzandığında bir dal daha yakmıştı ki geri dönen adamla panik halini gizleme çabasına girdi. Gerçi dışarı vurmadığında beyni sıkıştırıyordu, bu da daha fazla zorluyordu Pera'yı. Dağhan elindeki kadehi ve şişeyi bırakıp suyu da yanına yerleştirdiğinde usulca koltuğun ucuna oturdu. Işığı hala yansıyan tableti aldığında ise Pera birkaç defa dudaklarını ıslatmıştı.

İnsan içten içe kendisiyle kavga edebilir miydi sahi? Pera ediyordu işte. Aklı sanki iki ayrı kişilikmiş gibi bir taraftan olmayanlar için kendini telaşa soktuğuna dair telkinler savuruyor, diğer taraftansa az önceki yakınlaşmayı hatırlayıp duruyordu. Ne söz vermişti kendisine, işi dışında hiçbir şeye hayatında yer olmayacaktı. Kendini bırakıp, olmazlara yanmayacak, herkesin görüp görebileceği en başarılı kadın olacaktı. Bir kez daha yıkıntılarını tek başına toplama mecburiyetine sürüklemeyecekti kendini. Buna izin vermesi mümkün değildi. Bütün bu kendine verdiği sözleri hatırlarken ne diye yanındaki adamın kadehine uzanması bile dikkatini çekiyordu peki? Sıkıntıyla daha da sıcaklayan vücudu yüzünden ceketini çıkarıp kenara bıraktığında gözlerini kapatmayı ve derin bir nefes almayı ihmal etmedi. Ceketini çıkarmasının üzerinden çok geçmeden yanındaki adam tableti kapatıp uca doğru geldiğinde dirseklerini de dizlerine yaslayıp sigara yakmıştı.

'Ben seninle nasıl paylaştıysam sen de yapabilirsin biliyorsun değil mi? Biraz daha sakin kalmaya çalışırsan panik atak geçireceksin gibime geliyor.'

'Çok koşuşturdum, o yüzden vücudum böyle tepki veriyor.' Sektirdiği dizini yavaşlatmaya çalışarak kadehinden içtiğinde Dağhan'a dönüp bakmama konusunda şartlandırdı kendini. İyi bir oyuncu değildi ve bunu bile bile yüzünü göstererek kendini açık edemezdi.

'Farkındayım, yorulduğunun da bilincindeyim ama biraz pozitif mi yaklaşsan acaba? Her şey iyi gidiyor sonuçta.' Yorumu içine dert olmuştu kadının. Pera'ya göre her şey şimdi sarpa sarıyordu. Hem de olabilecek her şey... Hala parmakları arasında olan sigarasını derince çekip başını usulca salladığında Dağhan konuşmayacağını anlamış olacak ki geri çekilmişti.

Korkuyordu, babasının kendisinden istediğini yapamamaktan, kendi kalbini kendisi kırmaktan, o güçlü hallerinin nasıl bu zamana kadar bütünleşip geldiğini ortaya sermekten deli gibi korkuyordu. Göründüğü kadar güçlü değildi ki zaten o. Hatta olabildiğince güçsüzdü, ne kadar olabilirse o kadar güçsüzdü işte. Etrafta işini yaparak direktifler veren, kendinden emin, hata yapmayacak gibi duran o kadın gerçekten kendisi bile değildi. Bildiği ve çok emin olduğu bir şey varsa eğer o da duruşunu yıkmaması gerektiğiydi.

Dağhan'ın getirdiği şişe iyi mi olmuştu, yoksa çok mu kötüydü bilinmez ama Pera her seferinde dibini gördüğü kadehini yenilemişti. Adam ise sesini çıkartmadan zaten evinde oluşunun rahatlığıyla gözlerini tablete dikmişti. Son yarım saattir aslında hiçbir düzeltme yaptığı yoktu. Arada ekranın kararmasını engellemek için dokunuyor, genelde de içen kadını takip ediyordu. Bir ara o kadar çok durdurmak istemişti ki kadının kendi içinde hesaplaşma yaşadığını fark eder etmez caymıştı bu fikirden. İçindeki hesaplaşmanın ne olduğunu deli gibi merak etse de bitmesini bekliyordu ki bir anda kadının gözleri kendine döndü.

'Bitti mi? Düzeltmeleri halledelim.' Sakin kalmayan tavrı nerede görse tanırdı Dağhan. Sonuçta kendisi de bunu defalarca yapmıştı. Kimseye belli etmeden iç hesaplaşmasını kenara bırakmak uğruna çevresine sorular yöneltmişti. Başını usulca salladığında daha önce de yaptığı gibi uca yaklaşarak sehpadaki kadehini alarak yerine tableti bıraktı. Kadının direkt olarak tablete odaklanmasını incelediğinde elindeki bardağı tepesine dikerek kendisi de Pera'yı takip etmişti.

'Burası da tamam. Bitti.'

'Mail atarsın. Son halini birkaç kez okumam iyi olur.' Kadın usulca başını sallayıp metni maille gönderdiğinde kenardaki tamamı dolu kadeh de derin bir soluktan sonra içip diliyle dudaklarını ıslatmıştı. Dağhan'ın ayaklanması üzerine kendi de oturduğu yerden koptuğunda sehpaya çarptığı bacağına sayıp sövmek istese de çoktan olan olmuş adam belinden sıkıca yakalamıştı zayıf bedenini.

'Hop, hop, hop... Çarptı tabi bir anda kalkınca.'

 

Loading...
0%