Yeni Üyelik
19.
Bölüm

Bölüm 17 - Emniyetle Mi Konuşuyor O?

@biceruvar

Selamlar pandispanyalarım... Ben yeniden ve yepyeni bir bölümle karşınızdayım. Umarım çok sever güzel yorumlarınızı da eksik etmezsiniz.

Bölümlerden daha fazla haberdar olmak için;

instagram: BiCeruVar

 

'Yüksek lisans yaparken İtalya'dan Londra'ya geçmem gerekti okul için. O süreçte birisiyle tanıştım. Okuldaki hocalarımdan biriydi. Okul bitene kadar gizledik tabi ki, sonra da ilişkimiz devam etti. Eğitim görevlisi olmam için yardımcı oluyordu, artık öğrenci olmadığım için de kimseden saklama ihtiyacı hissetmiyorduk. Kısa keseceğim. Üç yıl devam etti bu şekilde, tabi işimi etkilediği çok zamanlar oldu bu durumun. Aynı evde yaşadık. Bir gün baş ucumda bir not buldum. Acil işi olduğu, yaklaşık bir hafta şehir dışında olacağı falan yazılıydı. O gün düğünü varmış, bahsettiği bir hafta da balayıymış. Ben notun üzerinden iki gün geçtikten sonra şans eseri öğrendim. Öğrendiğim gün eşyalarımı toparlayıp Türkiye'ye dönmek için yola koyuldum ama trafik kazası geçirdim, küçük bir kazaydı. Dağhan, bunu söylemem için belki çok erken ve doğru değil ama başka bir şekilde öğrenmeni istemiyorum.' Adamın yutkunuşu bile boğazına düğüm olmuş haldeyken kadının başına dudaklarını bastırdığında acı çeker gibi mırıldanmaktan da geri kalmamıştı.

'Söyle.'

'Hamileymişim.' Titreyerek çıkan sesiyle Dağhan sıkıca tuttuğu kadehi kenara bırakarak güç vermek istercesine elini yanağına yerleştirdi. Pera bu zamana kadar özendiği o hayata sahip kadındı. Güçlü duruşunu ailesinden alan, gülmek için an kollayan, her durumun karşısında 'Ben buradayım tatlım kendine gel.' Der gibi durup problemi kolayca çözendi, ancak şimdi gördüğü çok başkaydı. Pera sadece o mükemmel aile sayesinde değil içinde biriktirdiği sırlarıyla beraber güçlenmişti.

'Sadece Elfe'yle paylaşabildim bunu. O gün dikkatsiz olduğum için kendime çok kızdım. Günlerce o kadar kızdım ki Elfe yanıma geldiğinde bebeğimin hala benimle olduğunu ve onu istiyorsam toparlanmam gerektiği hakkında çektiği fırçanın haddi hesabı olmamıştı. Umurumda değildi hiçbir şey. Eğer o güne dönebilseydim, yine her şeyi bırakıp Türkiye'ye dönmeye kalkardım ama dikkatsiz davranmazdım, onu kaybetme korkusu, üstelik yeni öğrenmişken elimi ayağımı titretmişti. Sonra bir karar verdim. Onu kabullenecek, ona iyi bir hayat sunacaktım.' Sesi kesilircesine, hıçkırıklarını içine atarcasına konuşmaya çalışıyordu, Dağhan'ın ise kalbine o kadar dokunuyordu ki diyecek bir kelime dahi bulamamıştı. Bir zamanlar gözünü karartıp sevmiş olması, onunla beraber olup hamile kalması zerre önemli değildi ancak pişmanlığını sesinin tonundan dahi hissediyor olması içinin ezilmesine neden oluyordu.

'O gün iş yerimde ortalığı ayağa kaldırdım, bütün düzenimi emeğimi darma duman ettim. Ve bütün bu olanların üzerine kendime bir söz verdim. Kimseyi hayatıma almayacağıma, işim ile özel hayatımı karıştırmayacağıma dair. Yeni bir iş buldum, aylarca hamileliğimi sakladım. Daha önceki evi sattım, yenisini aldım, Türkiye'ye dönmedim, ailemle aylarca görüşmedim, sadece görüntülü konuştum. Zayıftım, şimdiki halimden daha zayıf, hamileliğimin son ayında hasta olduğumu söyledim iş yerime. İşimi kaybedersem onun için kuracağım düzen de yok olacaktı ve biliyorsun işte, iş hayatı hastalıklı insanlara acır ama hamilelere vicdan duygusundan mahrummuşçasına davranır, bulaşıcı bir hastalığa sahipmişsin de asla geçmeyecek gibi uzaklaştırmaya çalışırlar, bir de bekar bir anneysen asla başaramayacağına inanırlar. Tüm hayatımızı Elfe ile beraber ufacık bir bebeğe göre tasarlamıştık. Gizli saklıydı ama ne bileyim, çok heyecanlıydım. Babamın da annemin de deli gibi kızacağını biliyordum, onlara haber vermediğim için küseceklerdi fakat neden bilmiyorum korktum. Aldırmamı istemelerinden korktum.' Dağhan devam edebilmesi adına derince nefeslenip omuzunu okşamaya devam etti.

'Her şey yolundaydı, olabildiğince. Elfe doğumdan üç ay önce Türkiye'ye döndü. Biriktirdiğim her şey ile İzmir'de de bir ev aldı. İçini dayadı döşedi. Eğer buradaki şirket kabul etmezse anında dönebilmemiz adına garantiye alıyorduk kendimizi. Doğduktan sonra sıkıntı olmazdı, ben böyle düşünmüştüm ama Elfe hep garanticidir. Sonra o gün... Sancılarımın başladığı gün, her şey olabildiğince yolundayken sonu öyle bitmedi. Tamı tamına dokuz ay boyunca içimde taşıdığım, hayatımı güzelleştiren, geleceğe dair umudum olan o ufaklık tüm kararlarımı yanında alıp götürdü. Doğum sırasında gerçekleşen bir komplikasyonla kaydı ellerimden. Öldü dediler. İnanabiliyor musun? İçimde hareketlerini hissettiğim o ufacık şey için bana öldü dediler. Daha birkaç saat önce her kıpırdanışını hissediyordum. İyi bir tercih olmayacağını ama istersem onun ölü bedenini kollarıma alabileceğimi söylediler...' sesi gittikçe kısılmaya başlamıştı Pera'nın, sanki o günü saniye saniye yaşar gibi, içinde bir parça sökülür gibi...

'Sancılarını hissettim, dünyaya gelmek için nasıl savaştığını hissettim onun. Ben birkaç dakika önce bunları hissedebilmişken, öldü demeleri hiç inandırıcı gelmemişti. Şimdi, şimdi seninle böyle olmak, korkutuyor beni. Aynı şeyleri yaşayıp tekrar ayağa kalkamam. Güçsüzüm bu konuda. O günlerden bu zamana kadar beni ayakta tutan ve elimde kalan tek şey kariyerim oldu. Ona tutundum.'

'Anlıyorum...' başının üzerine tekrar dudaklarını bastırıp mırıldandıktan sonra derin bir nefes aldı adam. Aksine anlamıyordu, anlayamazdı da zaten. Sadece hissettiği o acıyı sesindeki tınıyla beraber kendisi de yaşıyordu. Pera'nın titreyerek dudaklarından dökülen her kelime karnına sayısını bilmediği kadar yumruk yermiş gibi bir hissiyata sebebiyet veriyordu.

'Neler yaşarız, ne kadar acı çekeriz, sonu iyi mi kötü mü olur bilmiyorum, bunlar için bir söz de veremiyorum Pera. Ama sana şunun sözünü veriyorum. Olur da işler yolunda gitmezse, tutunduğun şeyi asla kaybetmeyeceksin. İşin ile benim aramda ne olursa olsun kalmayacaksın, çünkü bahsettiğin o seni ayağa kaldıran gücü biliyorum.' Kendine iki ayda onlarca telkin vermiş, yaralarını sarmış, dinlemiş kadının şu an göğsünde göründüğünün tam aksine tükenmiş bir halde olmasını hiç ummamıştı aslında adam. Pera'yı hiç böyle hayal edememiş, bulacağını da beklememişti ancak şu an sadece dostuyla paylaştığı sırrını açıp kendisine sığınmıştı.

İşin en garip yanı da Pera artık Dağhan'a daha güçlü görünüyordu. Bütün yıkılmışlıkları ve pişmanlıkları içinde direnerek zor da olsa ayağa kalkmış birisi olarak fazlasıyla dirençliydi. Bütün olanları büyük bir dirayetle gözünden bir damla dökmeden zorlukla yutkunarak anlatmıştı sonuçta. Hepsini bir yana bıraktığı zaman, bir kadın olarak değil de anne olarak baktığında durumun vahimliğini daha çok hissetmeye başlamıştı. Pera bütün bunları doğasından gelen iç güdüleriyle yaşayarak geçirmişti. Ellerinden kayıp giden bir can olarak değil de, çocuğunu kaybeden bir anne olarak sancılar içinde kıvranmıştı. Daha önce öğrenmediği, dikkat etmediği, kaybettiği bebeği için bir şey yapamadı diye kendini suçlamıştı.

Mıhlanmış gibi sessizliğe gömülen dudaklarıyla dakikalardır oldukları yerde aynı konumdalardı. Ne Dağhan bu durumdan rahatsız olmuştu, ne de Pera ufacıkta olsa kıpırdanmıştı. Kadının saç telleri arasında gezdirdiği parmakları durmaksızın görev gibi devam ederken derin bir nefes aldı adam. Kalakaldığı yerde sadece onun rahat olmasını istemek dışında bir detay düşünmemişti. Bazen de karnındaki elini sıkı sıkıya tutan parmaklara dönmüştü gözleri. Yorgun düşmüş bir kadın olarak annesini görmüştü ancak ikisine de nasıl destek olacağını bilemiyordu. Kadın anlatmaya başladığında basitsemeye çalışmıştı oysa ki. Fakat sonu, hiç de basit olmamıştı. Birini sevme, onunla güzel zamanlar geçirme olasılığı işin başında ruhunun kıskançlık kapanında sıkışmasını sağlasa da zerre kadar değeri kalmıyordu o durumun.

'Eğer...' suskunluğunu bozmaya karar vermiş kadınla dikkat kesildi bu kez.

'Eğer onu koruyabilmiş olsaydım. Tek başıma da yetiştirebilirdim. Annem de babam da çok kızardı ama tüm dünyayı karşıma alıp büyütmek istemiştim onu. Bense çok basit olan bir şeyi yapamadım. Koruyamadım...'

'Bu senin elinde olan bir şey değilmiş.'

'En çokta benim elimdeydi. Onu aylarca karnımda taşımıştım, doktorlar söylemedi ama belli ki benim yaptığım bir şey yanlıştı.'

'Kendini suçlaman yaşanılanı değiştirmez. Ne hissettiğini bilemem ama hala kendini suçluyor olman seni daha da yıpratacak.'

'Olsaydı, yaşasaydı. Sence hissettiklerini hisseder miydin bana karşı?' dümdüz konu değiştirmeye çalışan haliyle gülümsedi adam. Emindi ki o ufaklık bugün burada olsa Pera zerre önemsemezdi kendisinin ona karşı olan hislerini. Hatta öyle ki gözü Dağhan'ı bile görmezdi. Sadece lafı değiştirerek, bir şekilde kafasını dağıtmak istiyordu.

'Daha tedirgin yaklaşırdım. Yani bu elbette çocuğun olduğu için değil, biriyle mutlu bir evliliğin olabilir, evli olmasan dahi çocuğunu göz önüne alarak karşı çıkarsın diye. Biz erkekler düşünemiyoruz ama siz kadınlar evladınız iyi olsun diye o kadar detaylı düşünüyorsunuz ki tüm ömrünüz boyunca yalnız kalmayı umursamıyorsunuz bile. Fakat işin özü şu ki ben senin çevrenden falan etkilenmedim. Dediğim gibi duruşun etkiledi beni. Muhtemelen o zaman, tek başına gururla bir çocuk yetiştiren kadın halin daha farklı bir duruş sergilerdi. Şimdikinden on kat güçlü, yenilmez... O yüzden daha fazla etkilenirdim.'

'Senin için başka birinden çocuğum olması sorun olmazdı yani?' sesi biraz daha toparlanmaya başladığında adam anında başını sağa sola salladı.

'Neden sorun olsun ki?'

'Bilmem, ne bileyim...'

'Ben seni bir birey olarak görürüm sadece Pera. Hayatına aldıkların, hayatından çıkanlara değil senin kim olduğuna bakarım. Çünkü benim gözümde sen birinin eşi, birinin kızı, birinin arkadaşı olarak değil, dümdüz bir kadın, Pera olarak varsın. Ben yıllarca Fuat beyin o meşhur büyük oğlu olarak izlendim ve bu durumdan çok rahatsızdım, seni de birinin bir şeyi olarak görmem büyük haksızlık olur.'

'Sana bir şey soracağım, şu Devrim, ne onunla tanışma olayınız?' gerek konuyu değiştirmek, gerekse daha çok kafasını dağıtmak için yorumunun üzerine mırıldandı. Pera ise göğsünden koparak gülümsemesini genişletmişti. Göğsüne yaslanırken daha umutsuz olan yüz hatları kendini toparlamış haldeydi kadının.

'Dedim ya çalışmaya başlamadan önce tanıştık. Balık ekmek yiyordum Eminönü'de, o sırada karşılaştık.' İçten içe kıskandığını kendisi bilse de belli etmemeye çalışıyordu. Devrim'i tanırdı, kötü biri olarak da nitelendiremezdi, uzun müddet bir arada olmuşlukları, vakit geçirip, çocukluklarını bile hatırlayacak kadar iyiydi üstelik ancak bir anda Pera'yla tanışmış olması garibine gidiyordu. Bir de bundan habersiz oluşu tabi ki. Fakat her şey bu kadar yeniyken kadını kısıtlar gibi konuşma yanlısı da değildi. Bu durum aşırıya kaçarsa o zaman fikrini beyan etmenin en doğrusu olacağını düşünüyordu. O akşam sahnede konuşurken bile dikkatini çekmişti adamın yanında oluşu ama ağzını açamamıştı işte. Zaten Devrim'in de uygun anını bulması pek mümkün olmazdı.

Sabahın aydınlık yüzü kendini göstermeye başladığında adam kaskatı olmuş gibi hissettiği bedeniyle araladı gözlerini. Bakışları tavanı bulduğunda derin bir nefes alsa da göğsündeki ağırlıkla o tarafa yönelmişti ki kömür karası saçların kar beyaz gömleğine dağıldığını, göğsünün yanında duran eli sıkıca tuttuğunu fark ederek kendine geldi. Nasıl olduğunu anımsamaya çalışsa da son olarak tek görüntü geliyordu aklına. Kendine yaslanmış kadın uykulu sesiyle muhabbet ediyordu. Kadının sesi iyice kısılırken güçlükle uzandığı battaniyeyi de üzerine çekip kendisi de mırıldanmıştı. Son hatırladığı nokta da o mırıldanmalardı.

Gelen tıkırtılarla beraber başını kaldırıp etrafa baktığında dün akşamdan olduğu gibi bıraktıkları masanın toparlanmış olmasıyla anladı Deniz'in her zaman olduğu gibi sabahın köründe geldiğini. Gerçi böyle bir durumda kalacaklarını bilse kadını dün akşam erkenden gönderdiği gibi geç gelmesi konusunda da öğütlerdi ancak uyuyup kalmışlardı işte.

'Çok mu ses çıkardım Dağhan bey?' kadının fısıltısıyla mahcup yüzü bir olduğunda başını sağa sola sallayarak baktı. Sesi ruhu dahi duymamıştı zaten, sadece yatağının rahatlığı olmayınca uyanması da kaçınılmaz olmuştu. Deniz hala yüzünde barınan garipseyen ifadeyi gizlemeye çalışarak elindekileri masaya yerleştirip tekrar kaybolduğunda kollarındaki kadını uyandırmamaya özen göstererek kalktı. Battaniyeyi düzelterek üst kata çıktığında üzerindekilerden kurtulup hızlıca duş almış, arkasından da hafta sonunun verdiği rahatlığa şükür çekerek eşofmanlarını giyinmişti. Sessizliğini korumaya çalışarak aşağı tekrar indiğinde ise bakışları bir koltuktaki boşluğu bir de masaya kahvaltılıkları bırakan Deniz'i buldu.

'Pera nerede?'

'Sizden sonra uyandı. Gitmek adına tutturunca zorla misafir odasına çıkardım. Bir de sizden izinsiz giyinme odanıza girdim kusura bakmayın. Olmaz biliyorum ama eşofman falan bulmaya çalıştım, ilk defa evde birisiyle görünce özel olduğunu düşündüm ama umarım yanlış yapmamışımdır.'

'Teşekkür ederim.' Kadının çekingen haline gülümseyerek karşılık verdiğinde basamaklardan gelen sese çevirmişti gözlerini. Pera'nın kendine üç beden büyük sayılabilecek siyah tişörtle, belinden düşme ihtimali olan basket şortuyla yaklaşmasına gülmeden edemedi. Çalıştığı zamanlarda öylesine gaddar olabiliyordu ki Pera, şimdi yüzündeki sevimli gülümseme, ufacıkta olsa çocuksu ruh Dağhan'ın garibine gidiyordu.

'Yeni kreasyonmuş, nasıl ama?' kollarını havalandırarak çevresinde bir tur dönen bedeni yakaladığında yanağını sıkıca öptü adam.

'Muhteşemmiş, yaz kreasyonu mu bu?'

'Hayır...' sırtını göğsüne yaslayan kadın başını sağa sola sallayarak yanıtladığında kaşlarını havalandırdı Dağhan.

'Ne o zaman?'

'Elbiseyi giymem için ısrar kıyamet koparan Nida ve Elfe'yle, tam kaçacakken yakalayan Deniz kreasyonu.'

'Nida?' tek kaşını havalandırarak anlamamış şekilde baktığında Pera şaşkınlıkla döndü adama yüzünü.

'Dün sen ilişkimizi-' anında dilini damağına vurarak cık sesini çıkarmıştı bile. Arkadaşını biliyordu adam, kafası zehir gibi çalışırdı. İlla ki cümlelere ihtiyacı olmaz, kolaylıkla hareketlerden kim nerede, arkasından bir iş dönüyor mu anlardı. Lise yıllarının Nida'ya kattığı yegane özellik buydu belki de. Çevresinde dönen normal akış dışındaki her garip şeyi fark edebilmesi...

'Sen ailenin bilmesini istemeyince pot kırmasınlar diye söylemedim.'

'Yem attı, bende düştüm.' Gözlerini belerterek şaşkınlıkla konuştuğunda Dağhan kahkaha atmakta gecikmemişti. Nida'nın tıkır tıkır işleyen kafası için bu çözülmesi zor bir durum değildi sonuçta. Yıllarca süren tanışmışlıkları sayesinde Pera'ya olan bakışlarını yakalaması bile gerekmiyordu hatta. Öylece yanlarında dursa, kadına hiç bakmasa bile kuvvetli ihtimalle hissederdi o.

'Senin şirketten erken çıktığını gördü, beni de odada bulmayınca bize geldi, kıyafet seçiyor olunca da... İnanmıyorum... Oltasına düştüm resmen.' Başını arkaya bırakarak isyan etmeye başladığında kadının belindeki kolunu sıkılaştırarak açılan boynuna öpücük bıraktı anında.

'Ne yapalım, zeki biri olduğu için suçlayamayız.'

'Alacağı olsun ama. Bir de bilmediğimi mi sanıyorsunuz diyor.'

'Valla Nida bu, biz aramızdaki çekimi fark etmemişken o fark etmiş olabilir.' Ciddi olan haliyle beraber Pera soluğunu bıraktığında bakışları da kısacıkta olsa pencereleri bulmuştu. Erimeye başlayan karın tekrar yükselmiş olması tüm gece yağdığını gösterir şekilde koca bahçeyi buzdan bir esere dönüştürmüş gibi duruyordu. Oysa hiç durumu fark etmemişti kadın. Sabaha kadar burada olduğu eve de dönmediği yeni aklına gelir gibi gözleri büyüdüğünde yanağında hissettiği parmaklar bakışlarının Dağhan'a dönmesine neden oldu.

'Ne oldu?'

'Ben dün gece eve gitmedim.'

'Yani...'

'Tüm gece boyunca kar yağmış.'

'Evet...'

'Ve evini hala arama kurtarma timi basmadı?' tek kaşını kaldırıp mırıldandığında Dağhan şaşkınlıkla incelemişti kadını. Arama kurtarma timi ne alakaydı?

'Elfe'yi ufacık tanıyorsam bu saatlere kadar beni beklemiş ve aramadığım için emniyet güçlerine dahi haber vermiştir.'

'Saçmalama.'

'Çok ciddiyim, telefonum nerede?' şaşkında olsa kadının paniğiyle beraber kenara bıraktığı çantasını işaret etmişti ki onun üç basamağı hızlıca çıkıp çantasına ulaştıktan sonra telefonu çıkarışını izledi. Bakışları ekranda gezindiğinde gözleri yavaş yavaş büyürken hızlıca telefonu kulağına götürdü.

'Meşgul... 258 arama...' telefonu kapatıp sıkıntıyla etrafa göz attığında aklına gelen şeyle mırıldandı.

'Nida... Nida... Nerede.... Hıh.' Tekrar telefonu kulağına iliştirdiğinde ilk sinyal sesi bitmeden yanıtlanması bir oldu.

'Pera.' Kadının sesi ne kadar net olsa da ardından Elfe'nin kızgın naraları da duyuyordu. Kadın nefesi tükenmeyecekmişçesine 'Ne demek 24 saati geçmesi gerekiyor, ya 24 saat geçince ölmüş olursa' gibi elinden ve dilinden geldiğince saçma cümleler kuruyordu. Muhtemelen emniyeti birbirine katma çabası sabitti. Ve biraz sonra emniyet kendisini arama girişiminde değil, Elfe'yi tutuklamak için yola çıkmayı da akıllarına koyabilirdi.

'Emniyetle mi konuşuyor o?'

'Öldürdü beni, neredesin sen ya. Dağhan'ın yanındadır dedim onun da telefonu kapalı. Dağda olmanız mı kaldı, ayı saldırısına uğramadığınız mı ben ne diyeyim. İmdat hattından kaç polis ismi duydum inanamazsın, hayır işin kötü tarafı insanların haklarını gasp ettiğini dahi anlamıyor, konuşturmuyor beni!' Nida isyanını dile getirdiğinde çoktan Elfe'yi kendini dinletme çabasına girmişti bile.

'Elfe bırak insanları işlerini yapsınlar. Ay duymuyor da. Elfe! Pera telefonda.' sonunda dikkatini çekebilmiş olacak ki kadın kırk kere özür dileyerek telefonu kapatıp takırtılarla hattın ucuna ulaşmıştı. Şimdiden sonrası ise Pera'nın gazasının mübarek olması gereken yerdi işte.

'Neredesin sen? Bu saate kadar insan aramaz mı? Aklıma neler geldi biliyor musun? Hayır sen gelmeyeceksen haber verirdin. O da yok. Dağ başına kaldırma ihtimallerinden tut, kaza falan geçirme olasılığına kadar düşündüm. Nida'da ciddiye almadı, geceden beri İstanbul'da olan bütün hastaneleri aradım. Dağhan'ın telefonu kapalı, sen yanıt vermiyorsun. Zaten evi dağ başındaymış. Neredesin sen! Nerede!' Bir an hiç susmayacak gibi gelmişti Pera'ya. Elfe yerinde kendisi derin bir nefes alarak olabildiğince sesini şirinleştirmeye çalıştı.

'Uyuya kalmışız...'

'Öldürürüm seni!' aslında kadının neden bu kadar celallenip panik yaptığını biliyordu Pera. O günlerden sonra Elfe aylarca aynı evde olduğu Pera'ya ulaşamamış, bir harf dahi olsa ağzından bir şey çıkmamıştı. O günden sonra da zaten Pera'da Elfe'de nerede olurlarsa olsunlar günde minimum iki kez konuşmaya başlamışlardı. Ki özellikle birinden biri dışarıdaysa veya farklı şehirlerdelerse bu durum gerçekten aşırı bir hal alır olmuştu. Çünkü Elfe o günden sonra Pera'nın neredeyse hiç konuşmayacağını düşünmüştü. Yokmuş gibi, ruh gibi ortada olması, yataktan asla çıkmaması, sorularına, serzenişlerine cevap vermemesi, günlerce yemek yememesi, hatta bir damla dahi göz yaşı dökmeyişi o kadar korkutmuştu ki tekrar konuşmaya başladığında bir daha kadının asla susmaması için çabalar harcamıştı.

Yaklaşık kırk beş dakika arkadaşını ikna edip, sakinleştirmek için çaba harcadığında sonunda kapattığı telefonla çaprazındaki, kahkahasını ortaya savurmama imtihanıyla mücadele eden adamla göz göze geldi. Çantasının yanında başlayan konuşmasında bütün salonu gezme, fark etmediği fotoğrafları inceleme zamanı olduğu gibi kahvaltı masasına yerleşmesi de bir olmuştu sonuçta. Elfe'nin biraz olsun sakinleşmesi üzerine görüşmeyi sonlandırdığında da telefonu masanın kenarına bırakarak işaret parmağını havalandırdı yanındaki adama doğru.

'Sakın Dağhan.' Adam zorlukla birbirine bastırdığı dudaklarıyla beraber başını da sağa sola sallarken bozulmuş sinirleriyle gözlerini kapattı bu defa. Elfe ile kırk beş dakika konuşmuş olması değildi sinirlerini laçkalaştıran. Asıl olay ne zaman ağzını açıp bir cümleye giriş yapsa kadının bir anda celallenerek susturmasıydı. Dahası panik olsa bile halini hatırını falan sormadan o kadar çok tehdit savurmuştu ki eve dönüp dönmek konusunda da tedirginlikler yaşıyordu.

'Sinirin geçtiyse, gülebilir miyim?' hala havada olan parmağını öpen adamla göz kapaklarını aralamak zorunda kaldı.

'Eğer gülersen bir dahaki sefere bütün konuşmayı seninle yapmasını sağlarım.' Oldukça ciddiydi Pera, uzaktan dalga geçmek kolaydı bu haliyle fakat içinde olduğunda durum pek iç açıcı olmuyordu. Dağhan'ın kaşları havalanırken kendisi de anında tek kaşını havalandırdı.

'Yaparım dediysem yaparım.' Karşısındaki beden teslim olurcasına ellerini havalandırdığında sıkıntılıca tekrar döndü kahvaltı tabağına. Eğer ki minimum iki saate evde olmazsa aynı tantana ile tekrar yüzleşecek olması canını sıkıyordu. Bakışları tekrar dışarı döndüğünde hala yağmaya devam eden karla dudaklarını ıslattı.

'Sence yolların kapanması gibi bir durum var mıdır?'

'Bilmem. Yani burası için ihtimali yüksek ama şehir içi bir sıkıntı yoktur. Neden ki?'

'Mahsur kalma payımıza istinaden sordum.'

'İnanır mısın çok memnun olurum öyle bir durumdan.' Adamın yüzü hala dalga geçer gibiydi ancak Pera oldukça ciddiydi. Mahsur kalmak problem değildi, Elfe'yi de arayıp bilgilendirdikten sonra ufacık bile pürüz kalmazdı ancak bir sonraki gün çalışacak olmaları tedirgin ediyordu. Gerçi Elfe her halükarda daha fazla tedirgin etmeliydi. Çünkü birisi Pera'ya telaştan yanıp tutuşan Elfe ile mi, yoksa kutuplarda ayıyla karşılaşmak mı dese, net bir şekilde cevabı kutup ayısı olurdu.

'Sen kar yağdığında işe nasıl gidiyorsun?' sorusuyla adamın bakışları önce kendinde sonra da pencereden dışarıda dolaştı.

'Daha önce bu kadar yağmadı, normalde sıkıntı olmuyordu.'

'Sıkıntı olmaz herhalde yine.'

Bir saat önce umursamadan, hallolacağını düşünerek omuz silken Pera şu an arabasının ön kapısını açarak koltuğa oturmuş lastikle boğuşan adamı izliyordu. Dağhan bijon anahtarına tekme atıp çıkardığında henüz eğilip almadan üzerindeki kabanı çıkararak Pera'ya uzattığında kadın sakince alarak izlemeye devam etti.

'İçeride beklesene.' Kendine bir yandan laf yetiştirme çabası olsa da bir an dönüp bakmamıştı. Yaklaşık on beş dakikadır nedensizce inen tekerle uğraşıyor olması da Pera'nın işine gelmişti açıkçası. Çünkü Dağhan'ı bir daha bu halde görmeyeceğini çok net biliyordu.

'İzlemek daha eğlenceli.' Yorumuyla gözünü arabasından çekmeyen adam kendine sonunda baktığında gülümsemesini sunmakta gecikmedi.

'Sen bayağı eğleniyorsun bakıyorum da.' Gerçeği saklamaya ne gerek vardı canım, çok eğleniyordu. Özellikle eşofmanın altına botlarını çekip dışarı çıktıktan sonra senin arabayla hayatta çıkamazsın demesinin hemen ardından kendi arabasına yöneldiği dakika lastiği görür görmez yüzünde oluşan ifadede çok eğlenmişti. O dakikadan beri de ne kadar makine ile sıkıyorlar dese de kendisini dinlemeyen Dağhan Kalaycı'nın sürünmesini izliyordu. Erkeklerin yaptıklarını aklı almıyordu Pera'nın, neden yapamayacakları bir konuda usta olduklarını savunurlardı ki. Üstelik hangi devirdelerdi? Artık bijon anahtarıyla sıkılan araba lastiği kalmamıştı. Hepsi matkap gibi şeylerle sabitlenirken insan gücüne neden bu kadar güveniyordu?

'Söyledim yapamayacaksın diye... Benim arabayla gideyim işte.' Adam sonunda pes ederek elindeki anahtarı sertçe yere bıraktığında derince soluklandı.

'Tamam kabul. Seninle gelirim, sonra taksiyle dönerim.'

'Ama bunu yapabilirim.' Kapattığı kapıya elini uzatır uzatmaz yakalamıştı Pera. Bir saat daha adamın bu kez kendi aracıyla uğraşmasını kesinlikle istemiyordu.

'Yol yardımı çağıralım.'

 

Loading...
0%