Yeni Üyelik
22.
Bölüm

Bölüm 20 -Daha Önce Yaktın Sen Beni

@biceruvar

 

Lütfen ama lütfen yorumsuz kalmak istemiyorum pandispanyalarım. Daha hızlı bilgi alabilmek ve merak ettiklerinizi sormak, ayrıca burasının aracılığıyla oradan tanıştığım bal küpleriyle daha çok tanışmak istediğim için buraya da eklemek isterim ki

instagram; BiCeruVar

 

Yeni yolcu ettiği kadınla beraber mutfaktaki bardak ve tabakları da makineye dizdiğinde zilin sesiyle gülümseyerek ilerledi kapıya. İçinde öyle bir rahatlamış Pera vardı ki şimdi, şu dakika çocuk gibi zıplayıp sevinç çığlıkları atabilirdi. Hatta Elfe'nin tepesine bile atlayabilirdi. Kapıyı tebessümle açtığında karşısındaki adamla gülümsemesi daha da büyüdü.

'Olaysız şekilde görev tamamlanmış sanırım?' içeri adım atar atmaz yönelttiği soruyla beklemedi Pera. Bir çırpıda boynuna atladığında adamın beline de bacaklarını sardığında sırtını kavrayan kollar da bir oldu.

'İyi geçeceğinden emindim ama bu kadar iyi olması beni bile şaşırttı.'

'Mükemmeldi...' adamın hala boynuna sarılı kollarıyla mırıldandığında Dağhan kapıyı örtüp kolunu kadının boynuna dudaklarını bastırdı. Şu halde bütün dünyayı gezebilme imkanı varsa yapardı adam. Hiç çekinip gücenmezdi. Genelde ağır ağır takılan kadının içindeki bu dolup taşan sevinçle Fizan'a dahi gidebilirdi. Hala kucağında olan bedenin rahatını bozmak istemeyerek ayakkabılarının topuğuna basıp kurtulduktan sonra içeri ilerlediğinde koala misali sarılmış kadınla oturdu koltuğa.

'Afitab sultan ile bir gün geçirip böyle mutlu olman... Çok sevindim bu duruma. Nida'nın anlattığı kadar canavar değilmiş herhalde?' Kadın sonunda omuzundaki başını çektiğinde parmaklarıyla spor ceketinin yakalarını da tutup gülümseyerek baktı kendisine. Gözlerinin ışıltısından, yanaklarındaki pembeliğe kadar kan gelen yüzünün mutluluğu belliydi. O telaşlı, içinden asla çıkamayacakmış gibi bakışlar atan gözlerindense böyle umut dolu, ışıl ışıl ve huzurlu bakmasını her zaman isterdi.

Kapılmamak elinde değildi ki Dağhan'ın. Resmen baktıkça sarhoş oluyor, aklı başından gidiyordu. Ne olduğunu bilmediği o sevgiyi damarlarında akan kana kadar hissetse de adlandıramıyordu. Tek isteği vardı şimdilik, saatler, günler, hatta haftalarca Pera gülsün ve kendisine derin derin bakarken bir saniyesini bile kaçırmasındı.

'Başta çok gerildim. Sonra konuşmaya başladık. Sanki omuzlarımda tonlarca yük varmışta bir kamyonmuşum onu bırakıyormuşum gibiydi. Tüm yersiz endişelerim uçup gitti. İlk kez böyle tedirgin hissetmiştim kendimi, ben olmakla olmamak arasında kalmıştım ama senin ne isen o ol demen aklıma geldikçe elimden geleni yaptım. Ve... Mükemmel geçti.'

'Ne konuştunuz bakalım?' kadının yüzünü kapatan saç tutamlarını omuzundan geriye incitmekten korkarcasına iteklerken mırıldandı Dağhan.

'Çok şey konuştuk. Ama biliyor musun Afitab hanım tanıdığım en mükemmel kadınlardan biri. Asil, bilinçli, güler yüzlü. O kadar çok tüyo aldım ki aklın şaşar.'

'Ananemden, tüyo aldın? Benim hakkımda mı?' kaşlarını havalandırıp mırıldandığında Pera omuz silkerek yan tarafa çekmişti anında bedenini.

'Söylemem. Hem bilmen gerekse seninle gelirdi.'

'Hoba... Daha şimdiden oldu mu bu?' isyan edercesine olan haline rağmen kadın omuz silkerek koltuktan kalktığında eğilip dudaklarının üzerini de sıkıca kapatmayı ihmal etmedi.

'Kahve içer misin?'

'Lafı değiştiriyorsun ama içerim.' Koşar adımlarla ilerledi Pera mutfağa. Dağhan oturduğu yerden izleyip kalsa da derin bir nefes alarak kendi de arkasından takip etti. Şu halinin bir dakikasını kaçırmaya niyeti yoktu adamın. Heyecanının harman olduğu mutluluğu saniye saniye görmek, Pera'nın dibinde oluşunu hissetmek içindeki yaraları resmen iyileştiriyordu. Normalde çay kahve içmiyor oluşu zerre umurunda değildi. Pera bu halde kendine bakarken zehir getirse tek seferde içerdi herhalde. Girdiği mutfakla beraber arkası dönük kadına yaklaştığında onun da dönmesi bir olduğunda karnından itibaren hissettiği o sızı da kendini göstermeye başladı.

'Dağhan! Ay yaktıııımmm...' feryadıyla beraber yüzünü buruşturmaktan öteye gidememişti ki çok geçmeden ince parmakları tişörtünü çekiştirmeye başladı. Bedeninde hissettiği ince sızıya rağmen gelen havayla yere düşen bardağın kırıklarını fark ettiğinde anında Pera'nın belini yakalamıştı bile.

'Ayağın kesilecek.'

'Ya bıraksana. Yandın yandın. Şokta mısın nesin, haşlandın resmen?' hızlıca gerileyip kırıkların olduğu yerden kendini de Pera'yı da uzaklaştırdığında ise tepinen bedenin yere temas etmesini sağladı.

'Çıkar üzerini, hemen çıkar bak çok kötü olur.' Bir şey yok diyesi bile gelmiyordu şu an Dağhan'ın. Bir ufak yanmışlığın verdiği sızı haricinde olay çıkaracak bir durum söz konusu değildi zaten, üstelik daha ağır olaylarla uğraşıp durumu kaldırmışlığı vardı fakat Pera'nın kendiyle ilgilenen haline itiraz edesi gelmiyordu. Bir yandan tişörtündeki kahveli yeri sallayan, bir yandan da elinden tutup banyoya sürükleyen halini takip ederken ufacık bir tepkisi dahi olmamıştı.

'Saf saf niye bakıyorsun çıkarsana...' gözlerini büyüterek yeniden müdahale ettiğinde önce üzerindeki kapüşonlu ceketi sonra da krem renkte olan tişörtünü çıkardığında kadının ıslattığı havluyla karnını silmesini inceledi.

'Var ya bana heyecan meyecan iyi gelmiyor. Yaktım resmen. Hayır elimde sıcak kahve var, sağıma soluma bakıp da ilerlemiyorum ki. Bodoslama daldım.'

'Daha önce yaktın sen beni.' Kendi kendine mırıldanması arasında Dağhan sonunda konuştuğunda Pera anlamasa da yüzünü süzüp bu kez havluyu kenara bıraktığı gibi banyo dolabını açtı. Çıkardığı kremlere ve tarihlerine bakarken Dağhan daha fazla tutamadı kendini. Yapacağı bir şey yoktu adamında. Bu kadar kendi için endişelenmiş, böylesine arayışta ve masum masum çaba harcayan kadına karşı koyamıyordu işte. Kendine çekip dudaklarına kapandığında Pera'nın da şaşkınlıktan büyümüş gözleriyle hafifçe çekildi.

'Bırak kremi falan. Sen zaten daha önce yaktın beni. Yok bir şey. Fazla sıcak değildi.'

'Saçmalama... Kaynardı...'

'Sana karşı olan hislerimin kaynarlığıyla boy ölçüşemez.' Pera'nın ellerindeki kremleri alıp lavabonun kenarına bıraktığında boştaki elini de sırtına sarmaktan geri kalmadı. Açtı Dağhan, susuzdu, hatta uykusuzdu. Kendisine böyle bakan bir kadına açtı en başta. Öpmek için yanıp tutuştuğu dudaklarına kavuşmak adına kafayı yiyecek kadar susuz kalmıştı. Her gece rahat bir uykuya çok uzak kalmışcasına uykusuzdu Pera'ya. Bütün yaşam fonksiyonları kadındaymışçasına bir hayat sürmeye başlamıştı. Kendi de anlayıp algılayamıyordu, hatta bir neden sonuç ilişkisi dahi kuramıyordu duruma ama bir gece göğsünde sızıp kalması, bir bakışı, bir öpüşü yerle bir etmişti yıllardır hiçbir detayın yıkamadığı Dağhan'ı. Yenilmişti Dağhan. Hiç kimseye, hiçbir olaya yenilmeyen Dağhan, bir kadına yenilmişti. Hem korkak hem cesurca yenilmesi ilkti.

Kaç ülke, kaç devlet talan olmuştu kadınlar sayesinde. Dağhan'ın da kendisi talan olmamış mıydı? Olmadıysa neden kadının o gün giydiği tişörtle uyuyordu sürekli? Madem Pera içinde bir savaş başlatmamıştı, neden alevleri hissediyor, kavrulmaya razı geliyordu? Eğer ki bu derece alt üst olmadıysa Pera'ya, nasıl kadının kokusundan cenneti hissedebilirdi ki? Düşünemiyordu işte. Pera yokken, daha doğrusu ona bu kadar yakın değilken nasıl yaşamıştı Dağhan? Son iki gündür bunun için kendini bir sorgu odasına çekiyordu aklının içinde. Defalarca kendisine cevabını bilmediği soruları yönlendirerek yargılıyordu. Nasıl yapmıştı? Nasıl yaşamıştı? Nasıl yaşadığını hayat saymıştı? Nasıl düştüğü yerden kalkabilmişti? Bir haftadır kulaklarının işittiği her acıya karşılık çöktüğü yerden Pera diyerek ayaklanmıştı oysa ki. Daha önce nasıl toparlamıştı kendini ki? Daha önce yediği bir lokmanın tadını almış mıydı mesela şimdiki gibi? Neden ilk kez nefes alıyor gibi hissediyordu veya?

Nefes almak istercesine tutundu kadının dudaklarına yeniden. Tüm geçmişini silip sadece ikisi varmış gibi yaşamak istercesine. Yıktığı, yıkıldığı her detayı unutup sığınmak ister gibi... Düştüğü ıssız çölde çiçek olarak açmak istercesine. Boynundaki hissettiği uzun tırnaklarla daha çok bedenine yapıştırdı narin bedeni. Bütün olmak böyle bir şeydi muhtemelen. Ölür gibi hissediyordu Dağhan. Ölür de yeniden doğar gibi. Artık ne yaparsa yapsın Pera'sız kalamayacak gibi... Sıkıca tuttuğu kadını bir çırpıda kaldırıp bacaklarını beline sarmasını sağladığında arkasındaki duvara da yaslamayı ihmal etmedi.

Dudakları kadını tüketmek istercesine öperken elleri peridot taşına dokunur gibiydi. Kırılganlığını, ne denli hassas oluşunu bilircesine naiflikte geziyordu kadının teninde parmakları. Zaten Pera'da kendisi için bir peridot değil miydi? Kalp çakrasını sonuna kadar açmasına neden olmuş, hayata dair bütün stresini alıp, olanlara karşı sinirini durgunlaştırmıştı. O yeri göğü birbirine katıp bir an bile olsa düşünmeyen Dağhan'ı yolcu ederek, ufacık bir detay için saatlerce kafa yoran adam haline hoş geldin diyecek kıvama getirmemiş miydi? Her kadının olması gerektiği gibi bir mücevherdi kadın. Yanlışa mahal verilemeyecek, titreyerek tutulacak, göz kamaştıracak kadar güzeldi. Her öpüşünde hissediyordu, eğer ki Pera ateş olsa cayır cayır tutuşacağını bilerek dokunur, koskoca bir okyanus olsa boğulacağından adı kadar emin olsa da yüzer, uçurum kenarı olsa düşeceğini bile bile yürürdü.

Şu dakika her şey Oscar Wilde'ın, Dorian Grey'in Portresi kitabındaki gibiydi Dağhan için; Ateşten yanan ateşe doymazdı... Dağhan'ın ateşi Pera'ydı ve belli ki hayatı boyunca doymak bir yana bu fikri aklının ucundan dahi geçirmeyecekti.

İkisinin de birbirinden kopmasını sağlayan gürültüyle kaşları çatıldığında öylesine kendilerini kaybetmişçesine öpüşürken kalakaldılar. Pera çatılmış kaşlarıyla banyodan çıkmak için adamın belindeki bacaklarını çözüp yere inerek bir adım atsa da Dağhan bileğinden yakaladığı gibi arkasına çekti kadını. Tabi Pera'nın devirdiği gözlerini görmeden.

'Evde kimse yokken her tıkırtıya atlar mısın sen?' fısıldayarak mırıldandığında hemen arkasından sürüklediği Pera tekrar gözlerini devirdi.

'Ne zamandır cesur bir şövalyesin?' ne kadar aralarında fısıldaşsalar da sonunda mutfağın köşesinden döndüklerinde karşılarındaki kadın çığlığını basıvermişti.

'Aaaa! Enişte bey! Salonda yarı çıplak ne yapıyorsun sen?!' durumun tam olarak açıklaması şu şekilde olabilirdi herhalde. Kahkaha atmamak için dudaklarını sıkıca birbirine bastıran Pera. Kolunun altındaki koca koliyi yere düşürmüş toparlamaya çalışıp aynı zamanda da üzerindeki kardan kurtulmaya çalışırken salonun ortasında yarı çıplak takılan Dağhan'a önce şaşkınlıkla sonra da elini havalandırıp başını çevirerek cırlayan Elfe. Bir de arkadaşının her zaman elit ve naif haline denk gelen fakat şu an bir sirk panayırı haliyle karşılaşan şaşkın Dağhan.

Anlaşılan Elfe'nin nefret ettiği soğuk havaya karşı ilk kez bir tutumu olmuştu. Hatta resmen ortada araba lastiği kıvamında, lahana bebek gibi kat kat giyinerek tepki vermişti. Pera şaşkında olsa Dağhan'ı hızlıca odasına yönlendirdiğinde kapıyı çekip kollarını göğsüne bağlayarak baktı arkadaşına. Sahi kaç yıl olmuştu Elfe'nin böyle annesi tarafından kış vakti okula gönderir gibi giyindiğini görmeyeli? Şaka falan değildi, kadın resmen Noel'den fırlamış gibi duruyordu. Başına geçirdiği kulaklarını kapatan ve iki yanından ip sarkan kırmızı, yeşil ve beyaz örgü şapkası, boynuna doladığı geyikli atkısı, ayaklarının dibine düşmeden önce ellerinde olduğu çok açık hediye paketleriyle dolu çantalarla açıkça göründüğü buydu çünkü.

'Gitti mi? Gitti mi yaaa... Ay neden böyle bir şeyle karşılaştım ben. Şu an bileklerimi kessen kan akmaz, dondu çünkü. Gitti mi Pera?!' Elfe'nin isyanlarını duysa da hala kadının havada dur dercesine uzanan eli, başını yana çevirdiği yetmez gibi sanki suçüstü basmışçasına diğer parmaklarının da yüzünü kapatmış oluşunu bir süre daha seyretmek hakkıydı. Akıllanıp uslanmaz Elfe'yi böyle görmek fazla sık rastlanan durum değildi çünkü.

'Hayır, Dağhan'a beni burada böyle bırakacak kadar düşmüş olamazsın... Hala burada mısın Pera? Yoksa en yakın arkadaşını satışa mı getirdin?' havadaki elini indirmeden bakışlarını çevirmeye kalksa da yüzünü kapattığı parmakları arasından anlamaya çalışıyordu Elfe. Dağhan'ın olmayışını, Pera'nın da sırıtarak kendini süzdüğünü gördüğünde ise rahatlamışçasına indi kolları.

'Niye ses çıkarmıyorsun? Ayrıca, Dağhan salonunun ortasında üstü çıplakken ne halt yiyordu?' kaşlarını çatıp carlamaya başladığında Pera'nın kahkaha atmak üzere olan halinden de elbette haberdardı.

'Şu halini uzun zamandır görmediğim için sesimi kesip keyfini çıkarmak istedim. Dağhan'ı da yaktım biraz.'

'Belli, ateşi başına vurmuş.' Yorumuyla Pera göz devirerek Elfe'nin çocuklaşan halinden destek alarak sıktı yanaklarını.

'Kahve döktüm benim içi fesat arkadaşım.'

'Rujun onun dudaklarındayken fesat olmamam ne mümkün?' az önce Pera'nın dalga geçen hali bu kez kendisinden sekip arkadaşına dönmüştü anlaşılan. Elfe göz kırparak başındaki şapkayı çıkardığında elektriklenen saçlarını da elleriyle düzeltip dibindeki biricik dostunun dudağının kenarını temizledi.

'En azından hala biraz bile olsa dudaklarında var. Dağhan çok sevdiyse yılbaşı hediyesi olarak ona senin rujundan alayım.'

'Pisliksin.'

'Biliyorum tatlım. Üzerimi değiştirip geliyorum hemen. Gerçi... Senin odanda işin uzundur.' Yanından hızlı adımlarla kaçar gibi gittiğinde arkasından fırlatacak bir şey arasa da bulamadı Pera. Elfe az önce gözünü kapatmış, paniklemiş olabilirdi ancak istediği zaman gayet edepsiz bir kadın oluyordu. Muhtemelen verdiği tepkilerde Dağhan'ı evde görmeyi beklemediği içindi. Yoksa onunla da kendisiyle geçtiği dalgayı çok rahat bir şekilde geçebilirdi. Gözlerini odasına giren arkadaşından çekerek kendi odasına daldığında Dağhan'ın perdesini tutarak havalanmış kaşlarıyla kendine bakması bir oldu.

'Pembe? Gerçekten mi? Senin pembe ile alakan olduğuna gram ihtimal vermezdim.'

'İçimde bir prenses yatıyor.' Sırıtarak adama bakmaya başladığında gözleri de istemsizce makyaj masasının köşesinde duran tacı işaret etti. Yıllar önce anılarına gizlenmiş bir objeydi Pera için o taç. O seneki doğum günü dışında hiç takmamıştı ama Elfe'nin pırıltılarla dolu zekası yüzünden atamamıştı da. Ne zaman kenarda köşede kalsa, kaybolmaya yüz tutsa Elfe anında bulup güzelce tozunu alır arkasından da tam odak noktası olacak yere bırakarak kendi hükümdarlığının kralsız kraliçesisin, kendine gel diyerek fırça atardı. Adamın tacı parmakları arasına almasıyla kıyafetlerinin içinde gözlerini gezdirmeye başladı bu kez. Çoğu yaz günü İzmir'in cehennem gibi olan nemli sıcağında bir nebze serinleyebilmek adına erkek reyonundan aldığı onlarca büyük beden tişörtü vardı. Neredeyse her sıcak havada da önce yapanlara daha sonra da erkeklere içten içe minnet duyardı. Giyinmeyi süslenmeyi sevse de büyük beden olan kıyafetler hayat kurtarırdı Pera'ya göre.

'Hangi beden giyiyorsun?'

'Large. Yoksa prenses hazretlerinin dolabı da alışveriş merkezine açılan sihirli bir kapı mı?' aradan çekip aldığı siyah tişörtle gülümseyerek döndü Dağhan'a. Ellerini iki yana açıp omuz silktiğinde birkaç adım atmayı da ihmal etmedi.

'Gönlüm ne kadar isterdi tahmin edemezsin ancak henüz teknoloji o kadar gelişmedi ve ben bir cadı değilim. Yani cadı sayılabilirim ama fantastik filmlerde olan yeteneklerim maalesef ki yok.'

'Olmasını çok isterdin sanırım?' Dağhan bir yandan konuşup bir yandan da aldığı tişörtü giydiğinde Pera'nın muzurca gülümseyerek başını sallamasını süzdü.

'Özellikle işe geç kaldığım sabahlar için çok isterdim. Bu arada-' makyaj masasına uzanarak ıslak mendil aldığında adamın dudaklarını temizlemeyi de ihmal etmedi. Ruju koyu değildi ancak belli ki kırmızı tabanlı olması bir nebze adamın özellikle yüzünde etkiler bırakmıştı.

'Pera! Dağhan!' birbirlerine gülümsemeleri Elfe'nin sesiyle bozulduğunda Pera aynaya göz atarak kendi dudaklarını da temizleyip adamın elinden tuttuğu gibi çekiştirerek çıkardı dışarı. Salona göz attığında ise Elfe'nin boyundan büyük koliyle cebelleşmesine yardım etmek için adamın elini bıraktığında ne olduğunu anlamadan koli arkasındaki arkadaşına bakmayı da ihmal etmedi.

'Sizin için Noel haftası. Alain olmayabilir ama sen ağaç süslemeyi seversin.'

'Çam ağacı mı?' küçük bir kız çocuğu sevinciyle gözlerini büyütüp gülümseyerek konuştuğunda Elfe usulca baş sallamıştı ki iki kadın yere oturmuşlar, Elfe koliyi, Pera'da ağacı çekiştirip çaba harcayarak hızlıca kolide olanları yere dökmeyi başardılar. Pera'nın bakışları Dağhan'ın garipseyen yüz hatlarına döndüğündeyse adama omuz silkmesiyle karşılaştı.

'Bakma öyle, babam bir zamanlar Hristiyan'dı sonuçta. Yılbaşı zamanlarında bazı geleneklerden vazgeçilemiyor. Tüm gece ağaç süslerdik, oyun oynardık. Gerçi annem de Müslüman ve Kur'an okumayı da biliyorum. Çoğu insana garip geliyor ama... Yılbaşı için ev süslemek kadar doğal ne olabilir ki? Keşke insanlar buna takıldığı kadar yaratıcımızın dünyaya sunduğu tüm canlılara değer vermemiz gerektiği konusunu ciddiye alsalar. Sana da saçma geliyor mu bu ağaç süsleme meselesi?' yüzünü buruşturarak Dağhan'a bakmaya başladığında adam sakince başını sağa sola salladı. Pek umurunda olan bir durum değildi bu Dağhan için. Varlığı da yokluğu da bir sayılabilirdi çünkü kendini bildi bileli hayatında sadece üç şey vardı. Hayati değerlerine devam edebilecek kadar yemek, uyumak gibi aktiviteler, çalışmak ve daha çok çalışmak. Böyle bir hayat skalası varken yılbaşı, doğum günü çok önemseyeceği detaylar olmazdı.

'Ben yemek siparişi vereyim.' İşin uzun süreceği o kadar net görünüyordu ki başka diyecek bir cümle bulamamıştı. Önemsemezdi Dağhan, daha doğrusu bunun için çaba harcayacak enerjiyi yıllardır kendinde bulamamıştı.

'Uğraşma enişte. Nida o meseleyi gelirken halledecek.'

'Pamir ve Deha'ya da haber verseydik?' Pera arkadaşına döndüğünde onun dizlerinin üzerinden kalkıp yanağını sıkıca öpmesi bir oldu.

'Nida onları da halledecek. Ben şarap getireyim, siz de başlayın.' Hızlı adımlarla mutfağa ilerlediğinde Dağhan kendini gülerek izleyen kadına yaklaşıp başının üzerine dudaklarını bastırdıktan sonra yere oturuvermişti. Hayatında çoğu şeyin değişmesi bir kenarda dursun, başlı başına Dağhan değişmişken yapamayacağı iş değildi sonuçta.

'Ne diye bu kadar zor?' ayırmaya çalıştığı dallar arasından mırıldanırken Pera ağaçtan kopup baktı sevgilisine. Motivasyonu gayet yerindeydi başlarken. Hatta bir ara yarım saatlik iş ben hallederim dahi demişliği söz konusuyken, her parçayı takıp dalları ayırmaya geldiklerinde kavgaya tutuşmuştu cansız bitkiyle. Hatta bir ara bire bir ağaçla konuşarak dahi ikna etmeye çalıştığına şahit olmuştu gözleri.

'Daha önce yılbaşı ağacı süslemedin değil mi?'

'Yapmadım. Açıkçası bu kadar zor olacağını bilsem gidip hazırını alır gelirdim.' Sonunda dalların arasındaki başını çıkardığında Elfe'nin kahkahası salonda yankılandı.

'Hazırı olmaz bunun... Mesele zaten ailece hazır hale getirmendir der babam.' Çalan zille kahkahasına ara vermeyen Elfe kapıya ilerlediğinde Dağhan derin bir nefes alarak Pera'nın ağacın üzerindeki eline dudaklarını bastırdı. Hem laf yetiştirip hem de hala dalları ayıran kadın gözlerini kendisine çevirdiğinde ise tek omuzunu silkerek kendine çekti zayıf bedeni.

'O zaman ailece hazır hale getiririz.'

'Abi?'

'Dağhan?' bakışlarını hülyalı hülyalı diktiği gözlerden çekerek kardeşi ve Pamir'e yönlendirdiğinde Nida iki adamın da omuzlarına kollarını atıp gülümsemeye başladı iki bedene bakarak.

'Şaka değil, beraberler.'

'Şaka mı bu?' ne kadar Nida açıklama yapsa da Pamir açık kalmış ağzını toparlayarak sorusunu yönelttiğinde Nida kollarını çekerek adamlardaki paketleri de almıştı.

'Değil dedim ya.'

'Sen ağaç mı süsleyeceksin?' Nida şok haline öylece kalmış adamların kollarından aldıklarıyla mutfağa yönlense de bu kez şaşkın kelimeler Deha'dan gelmişti. Adamın anlamazca bir kendisine, bir ağaca, bir de Pera'ya olan bakışları devam ederken başını usulca sallamayı da ihmal etmedi.

'Neden garip geldi?'

'Yılbaşında dışarı çıkmaya dahi karşı olup, sadece takvimdeki tarih değişiyor rahatlığına sahip olduğun için olabilir mi acaba? Veya geçen sene yıl başını ofiste geçirdiğin için?' kardeşinin yorumuyla beraber aslında haklılık payını da biliyordu Dağhan. Yurt dışındayken yeni yıl zamanlarında Deha her seferinde yanına gelmişti. Ne zaman çıkıp iki kadeh içelim dese büyütme sadece zaman geçiyor diyerek tekrar işine odaklanırdı. Aslında o zaman da, şimdi de yeni bir yılın gelişini kutlamaya karşı değildi. Sadece zaman kendisi için söz konusu işiyse değerliydi. Keza hayatında da kutlayacağı bir yılı göndereceği veya iyi geçeceğini umduğu bir yılı karşılayacağı zamanlar yaşamamıştı. Belki de umutsuzluğu yüzünden heyecanlanmamış, Deha'nın da heyecanına ortak olamamıştı. Pera'nın dediği gibiydi, bu tür şeylerde aileyle olmak güzel gelirdi fakat Dağhan'a ailesi varmış gibi dahi gelmiyordu ki.

'Dışarı çıkmaya karşı değildim, gereksiz olduğunu düşünüyordum. Sen de her sene gerekli olduğunu söylemez misin? Bu defa da sana uyalım.'

'Bana uyacaksın?' tek kaşını kaldırarak abisine inanamayan gözlerle bakmaya devam etti Deha. Bunca senedir kendisini tanıyan abisi durum Deha'ya kaldığında neler olabileceğini de tahmin ederdi herhalde.

'Evet. İstediğin mekanda kutlayabiliriz. İtiraz etmeyeceğim.'

'Pekala... O zaman dört sene yaşayıp da bir defa dahi yılbaşı heyecanına şahit olmadığın New York'da kutlamaya ne dersin?' abi kardeşin çekişmeli halleri Deha'nın sorusuyla salondakilere kahkaha attırmaya yetmişti.

'Biraz ağırdan mı alsak?'

'Geçeceksin o işi. Madem bu sene bana uyacaksın, o halde ben New York'u tercih ediyorum. Broadway'de.' Tek kaşını kaldırıp kabul etmek zorundasın der gibi abisini süzmeye başladığında sakince baş sallaması bile dumur olmasını yeterdi. Deha için her detay kutlanacak öneme sahip olurdu, umursamazca deli gibi eğlenmek için bir nedene ihtiyaç duymazdı o, kendi nedenini kendisi bulurdu. Üniversitenin ilk senesinde final notu vizesinden iyi diye kendini mekandan mekana atmışlığı bile vardı hatta.

'Öyle diyorsan... Pekala. Broadway'de, istersen bir mekanda, istersen sokakta nasıl talep ediyorsan öyle kutlarız. Sen kazandın.'

'Kazanmam demek herkesin de geliyor olması anlamına geliyor?' dumur olmuş olsa da bakışları etraftaki insanlarda gezmeye başladığında Nida tezgâhtan başını uzatıp sırıtmaya başladı.

'Bana sormana bile gerek yok.'

'Her sene sizleyim zaten, sıfır sıkıntı.' Pamir'de çam ağacının boş tarafına geçerken mırıldandı. Dallarla uğraşmaya başladığında Deha'nın bakışları bu kez Pera ve Elfe'yi buldu. İki kadın ise birbirlerine bakıyorlardı.

'İnan çok isterdim ama lansmana odaklandığım için çoğu işi bekletmek zorunda kaldım Deha biliyorsun.'

'Benim de ofisi halletmem gerek.' Önce Pera'nın üzgünlüğünü belli eden konuşması ardından Elfe'nin de onu takip etmesiyle Deha parmağını şıklatıp ilk başta Elfe'ye döndü.

'Sen fıstık, ofisi yılbaşı gecesinden sonra da halledebilirsin ki hiç yapmadığım bir şey yaparak yardımcı olmayı teklif ediyorum. Dikkatini çekeyim, Deha Kalaycı işten kaçar, ilk kez yardım etmek istiyorum haberin olsun. Bence geri çevirmeye hakkın yok. Ve sen...' bakışlarını bu defa abisinin göğsüne sırtını yaslamış kadına çevirdiğinde gülümsemesi daha da genişlemiş ve yüzünü iyice fırlama mimikleri esir almıştı.

'Bu şirketin hissedarı olarak kesin ve net bir şekilde çalışmamanı ve bizimle yeni yıla girmeni istiyorum. Açıklamama gerek yok ama bu forsu ilk defa kullandığımı benden daha iyi bilirsin herhalde?'

'Patron konuştu.' Pera kulağındaki fısıldamayla kahkaha atmak istese de hala kendinden cevap bekleyen Deha'ya bakarak derin bir nefes aldı.

'Madem sevgili patronum öyle istiyor, boynumuz kıldan ince. Ancak unutma ki şu anı elimden geldiğince çok sana karşı kullanacağım Deha.'

'Görürsen kullanırsın güzellik.' Baştan beri kendini çok göstermeyen arada sırada kapıdan başını uzatıp merhaba diyerek kaçan bir çocuktu Deha. Şimdi böylesine rahat, eğlenceli, fırlama olan hali ortadayken tam olarak bunun doğru olduğunu görebiliyordu Pera. İstediği kadar tüm bunu üzerinde kullanmaya çalışsın Deha kaçardı, istemediği sürece de yakalanma payı olmazdı.

Elindeki aydınlatmaları ağacın üzerine yerleştirmeye devam ederken kenarda duran şarabından da bir yudum içerek Dağhan'a çevirdi gözlerini. Belki çoğu şeyde yetenekli olabilirdi ama bu konuda adam gerçekten berbattı. Tüm ağaç dallarını açtıktan, yerine yerleştirdikten sonra hep beraber süslemeye başladıklarında çoğu pes etmiş bir tek ikisi kalmıştı. O da zaten Dağhan'ın gelişi güzel taktığı süslemeler ve Pera'nın onu takip ederek fark ettirmeden yerlerini tekrar düzenlemesiyle ilerliyordu. Aydınlatmaları yerleştirme girişiminde ilk bulunduklarında ise Dağhan aldığı gibi ince led kabloyu gelişi güzel fırlatırcasına bırakmış dönüp onay almak adına bir de kendisine bakmıştı. Tabi o sırada biraz özensek mi gibi bir irdeleşmeleri olmamış değildi. Yere çöküp elinde kalan son parçayı da yerleştirdiğinde kablonun ucunu da Dağhan'ın parmaklarına bıraktı.

Ağaca başladıkları andan beri yer yer irdeleşseler, bazen ağaca sinirlenseler, hatta pes etme evresine kadar ulaşsalar bile Pera farkındaydı. Bu Dağhan'ın içinde büyüdüğü, alıştığı veya ona anlatılmış bir kültür değildi. Ancak adam ilk dakikadan itibaren elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışmış, bunu da şikayetlenmeden yapmıştı. Oysa ki Pera çok net bir şekilde farkındaydı ki Dağhan benim alakam olmaz bu tür mevzularla diyerek kenara çekilebilirdi, kaldı ki annesi genelde beni ilgilendirmiyor, baba kız süsleyin ağacınızı der mutfağa yemek yapmaya kaçardı. Taktığı fiş ile ağaç aydınlandığında gözleri tekrar adamı buldu. Dağhan ise ağacın arkasına gizlenmiş olmalarının verdiği rahatlıkla dudaklarından kaçamak bir öpücük çalmıştı bile.

'Deha, New York'u seçtiğine göre bütün organizasyon, plan ve program sana ait olacak biliyorsun değil mi?' Pamir adamın omuzuna kolunu atıp elindeki şarabından içtiğinde Deha'nın gülümsemesi de kendini göstermişti ki Dağhan yerde oturan kadına elini uzatıp kalkmasına yardım ederek ardından koltuğa oturması için yönlendirdi.

'Sen rahat ol Pamir abi. Abimin ev sahibiyle hala görüşüyorum, planlamalar basit küçük ayrıntılardır. O iş bende.' Göz kırparak onay verdiğinde o evi bilen herkes gülümsemeye başladı. Dağhan'ın dört yıl yaşadığı o evin sahibi altmış küsür yaşlarında, kocası çok önceleri askerken şehit düşmüş, bazen huysuz da olsa çok ama çok tatlı bir kadındı. Dağhan'da en çok evi kiralamak isterken huysuzluğuna şahit olmuştu zaten. Kadıncağız haklı olarak New York'un ortasında, hızlı akıp giden yaşamın içinde olduğu binada sağlam insanlar yaşasın istiyordu. Daha önce kendini iyi gösterip evine zarar verenler de çok olmuş, o yüzden de kiralamaktan yana olmamış, hatta Dağhan'ı tamı tamına beş kere kovmuştu.

Normal şartlarda Dağhan pes edip gidip başka bir ev bulabilirdi ancak orasının ambiyansı, eski oluşu, hatta ikon haline gelmiş yangın merdiveni, enteresan şekilde dış cephesinin kiremit renkte duvarları bile çok içine sinmişti. Garip bir şekilde çalıştığı zamanlar doğrultusunda adam akıllı evde kalamayacağının dahi bilincinde olsa da yaşamak istemişti o 2+1 dairede. Hatta kaldığı senelerde Deha, Pamir, Nida gelmese ev kendine büyük bile sayılırdı çünkü bir odasına doğru düzgün girmişliği yoktu.

'Canını verir, sana o daireyi vermez Sophia.' Nida sırıtarak konuştuğunda ise Deha bu kez bakışlarını abisine yöneltti.

'Ama biricik abime kapısı her zaman açıktır.'

'Sophia?'

 

Loading...
0%