Yeni Üyelik
23.
Bölüm

Bölüm 21 - Benden Her Fırsatta Kaçıyorsun

@biceruvar

Merhabalar pandispanyalarım... Yeni bir bölümle, yine bir gece vakti çıktım geldim. Saatler kaçı gösterirse göstersin ben geceyi daima seven biri olarak kalacağım sanırım... Çok uzatmadan sizleri yeni bölümle baş başa bırakıyorum...
Bu arada söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek ve iletişime geçebilmek adına,
instagram: BiCeruVar

 

'Canını verir, sana o daireyi vermez Sophia.' Nida sırıtarak konuştuğunda ise Deha bu kez bakışlarını abisine yöneltti.

'Ama biricik abime kapısı her zaman açıktır.'

'Sophia?' Deha'nın cümlesiyle Pera soran gözlerini omuzuna yaslandığı adama çevirdiğinde Dağhan başını sağa sola salladı anında.

'Eski ev sahibim.'

'Onu anladım da, sana kapısı her zaman açıkmış ya?' fısıldar gibi konuşsa da Dağhan'ın keyfi yerine gelmeye başlamıştı bile. Kadının başının üzerine dudaklarını bastırdığında kardeşine de göz kırpmayı ihmal etmedi. İki kardeş arasındaki en önemli husustu bu. Yeri ve zamanı olmayan konularda kaş göz hareketleriyle birbirlerini anlamaya o kadar alışmışlardı ki, şu an sadece bakışlarıyla bile Deha ne dediğini fark ederek gıcık edecek seviyedeki gülüşünü ortaya çıkarıvermişti.

'Hem abim geldiğini söylese evi dahi üzerine yapar. Gerçi onun zencefilli kurabiyeleri... Ah... En sevdiklerim.' Adamın kışkırtmak istercesine konuşmasıyla Pera anında başını düzelterek tek kaşını kaldırıp tekrar Dağhan'a baktı. Hayatı boyunca tepki vermediği detaylar neden bu adam yüzünden damarına basılmış gibi hissetmesine neden oluyordu ki?

'Zencefilli kurabiye çok zor bir şey değil.' Arada da Deha'ya laf yetiştirmesi eksik olmadığında adamdan gelen karşılıkla kaşları iyice çatıldı.

'Sophia gibi kimse zencefilli kurabiye yapamaz. Hem abim en çok zencefil tarçın olanları sever.'

'Bunu söylemeni hala benim kurabiyelerimden tatmamış olmana bağlıyorum Deha'cım.' İçten içe kuduruyordu şu an Pera. Kendine güvenirdi, kıskanmak pek huyu olan bir şey sayılmazdı ama söz konusu sevdiklerini paylaşmaksa katiyen karşı çıkardı bu duruma. Özellikle New York'da yaşayan, adı Sophia olan bir kadınsa asla paylaşamazdı.

Kaldı ki Deha kurabiyelerini anlattıkça Pera'nın gözlerine bir perde iniyor ve o perdede de sarışın, uzun bacaklı, mini etekli, uzun topuklularıyla önlük takmış, salına salına elindeki kurabiyeleri yaklaştıran güzel bir kadın beliriyordu. Bu konuda kendini gizleyemezdi. Kesinlikle dört yıl geçirdiği o şehirde, ev sahibi olan genç bir kadınla sevgili olmadan zaman geçirmiş olamazdı Dağhan. Nida bir de bu adam için hiç sevgilisiyle tanışmadım demişti değil mi? O zaman bu Sophia'da neyin nesiydi.

'Denemedim ama geçebileceğini de sanmıyorum Pera'cım...' Deha sırıtarak yeniden üzerine geldiğinde kadının içinden istemsiz bir kendini ispatlama çabası geçiyordu. Şu saatte kalkıp o zencefilli kurabiyelerden yapabilirdi. Hatta yapacaktı da.

'Dene ve gör o zaman.' Dağhan'ın kolundan kurtulup ayaklandığında arkasından atılan kahkahaları dahi duymadan daldı mutfağa. Gözü kararmışçasına malzemeleri ortaya dökmeye başladığında gözüne kestirdiği tarçını almıştı ki parmaklarının üzerindeki elle derin bir nefes çekti. Şu sinirle Dağhan'a patlama olasılığı kaçtı sahi? Yüzdelerle ölçülecek olsa Pera her iddiasına vardı ki %99 çıkabilirdi sonuç. Çünkü her an elindeki tarçını hiç suçu olmamasına rağmen Dağhan'ın ağzına tıkıştırabilirdi.

'Tarçına alerjim var.' Omuzunu öpüp fısıldayan adamla beraber kaşlarını çatıp bedenini ona doğru çevirdi anında. Sinirden kudurması mı isteniliyordu?

'Benim kullanacağım tarçına alerjin var anlaşılan. Sophia için aynı şey geçerli değilmiş baksana.'

'Onun kullandığı tarçına da alerjim vardı.' Dağhan'ın kendine sırıtarak karşılık vermesi suratının ortasına tava yeme süresini hızlandırıyordu Pera için. Elinin tersiyle bir kez çarpması ihtimalini değerlendirmeye başlarken adamın tekrar omuzunu öpmesiyle derin bir nefes aldı.

'Tarçına hep alerjim vardı ve bunu altmışlı yaşlarındaki Sophia yapsa bile değişmez.'

'Ha?' az önceden beri gergin olan yüzü afalladığında Dağhan gülmeye devam ederek kadının burnunun ucuna dudaklarını bastırdı.

'Evet, ev sahibim altmışlı yaşlarında, ismi Sophia olan ve biraz da huysuz bir kadındı. Çocukları olmadığı için her fırsatta yaptığı yemek ve pastalardan bana da getirirdi. Bu arada söylemeliyim ki kıskandığın zaman çok çekici oluyorsun.' Yüzündeki afallamayı açıklamaya rağmen silemiyordu ancak anında gardını almayı da ihmal etmemişti.

'Kıskanmak mı?'

'Tabi şimdi kıskançlıktan delirdiğin için değil Deha'nın canı istediği için kurabiye başına geçtiğini de söylersin sen.' Adamın hala dalga geçen haliyle beraber bir çırpıda tezgâha yasladığı kolunun altından kaçıp kurtuldu. Bir miktar çıldırmıştı, hatta Deha'nın dalga geçen halini görmeyecek kadar da olabilirdi. Fakat elinden bir şey gelmemişti o anda.

'Gerçekten tarçına alerjin mi var?' göz ucuyla adama bakarak mırıldandığında onun sakince baş sallayışıyla beraber çekmeceden çıkardığı silikon ıspatulayla salona açılan tezgâha yaklaşıp Deha'ya hiza aldığında adamın kendini fark etmesine fırsat bırakmadan fırlatmıştı bile.

'Ya yenge!'

'Çok kötüsün!'

'Kurabiye yapacaksın ama değil mi?' şaşırmış halinden sıyrılıp sırıtmasıyla beraber mırıldandığında Pera derin bir nefesle göz devirerek tekrar döndü mutfağa. Dağhan'ın kendine gülen haline pas vermeden malzemelerin başına geçtiğinde yine adamın bedeni ile tezgâh arasında sıkışmıştı ki bu kez bir sağ, bir de sol yanağına dokunan dudaklarla tebessümü kendini göstermeye başladı.

'Yardım edeyim mi?'

'Hallederim ben.'

'Biliyorum... Sarılarak yardım edeyim mi demek istemiştim.' Dağhan tezgâha yasladığı ellerini kadının bedenine sardığında çenesinin hemen altına gelen başa da yaslanmayı ihmal etmemişti. Kadını böylece sarmışken rahat iş yapamayacağını biliyordu ancak şu an zencefilli kurabiye çok umurunda olan bir şey değildi zaten. Ki kollarını sardığı kadında zorlanacak kadar güçsüz değildi. Kendisi nasıl sıkı tutuyorsa, Pera'da her hareket edişinde Dağhan'ı kendisiyle beraber sürüklüyordu.

'Sonuna kadar böyle mi takılacağız?' başını yan çevirip yaslanan çeneden kurtularak yukarı baktığında Dağhan omuz silki anında.

'Ömrümüzün sonuna kadar mı?'

'Dağhan Kalaycı? İçinde bir Romeo mu taşıyorsun yoksa?'

'Senin için her zaman bir parça barındırdıysam demek ki.' Hala yana eğik olan başıyla gülümsediğinde dudaklarını uzatmayı da ihmal etmedi.

'O zaman bu Romeo şarapları da getirebilir mi?'

'Kıskandığın, pardon... Kıskanmadığın için tarçın koyarak beni öldürmeye çalışmazsın değil mi?'

'Seni daha çok süründürmeyi tercih ederim. Öldürmek acısız olur.' Gülerek kollarını çekip içeri yönelen adamla Pera gülümsemesini daha da büyütmüştü. Dağhan, görüp görebileceği hem en hüzünlü hem de en umut dolu bakan adam olabilirdi. İçinde tam olarak adlandıramadığı şeylerin filizlenmesine neden oluyordu resmen. Ki kıskançlık bunun en başında gelirdi. Evet, Pera çevresini, ailesini, arkadaşlarını paylaşamazdı ancak daha önce hiç kıskanmamıştı. Hele ki bir kurabiye yüzünden, kendi aklında geçmişte yaşanan bir şey olarak düşünerek asla yapmamıştı bunu. Şimdi ise biraz önce midesine giren krampları düşünüyordu. Dağhan'la başka bir kadını düşünmek, onunla mutlu olduğunu, iyi zaman geçirdiğini bilmek. Oysa kendi yaşadığını adama kendisi anlatmıştı. Ya böyle bir durumu Dağhan yaşamış olsaydı ve Pera ondan dinleseydi. Tepkisi için çok daha önceleri kesinlikle Dağhan'ın verdiği tepkiyle aynı olurdu gibi bir cevaba yönelebilirdi ama az önceki kramplardan anladığı kadarıyla hiç de olgun davranamazdı.

Dağhan'ın kollarının kendini sardığını her hissettiğinde içi huzurla doluyordu Pera'nın. Sanki bilinmez bir ülke varmışta sadece kendisi yaşıyormuş gibi geliyordu. Huzurlu, alabildiğine geniş, yeşil, mavi karman çorman rengarenk çiçeklerin cümbüşünde kalmış gibi hissediyordu. Bir yandan hala babasının söyledikleri aklında dolaşıp ürkütse de mutluydu Pera. Kaldı ki babasının da istediği mutlu olmasıydı zaten. Şu birkaç günde ayakları yere değmeyecek kadar mutlu olmuştu Dağhan'ı gördüğü zamanlarda.

Ellerini yıkayıp hamuru dinlenmeye bıraktığında Dağhan'ın uzattığı kadehi de parmakları arasına hapsederek tezgâha çıkıp oturdu. İçeride dönen bol şamatalı muhabbetin farkındaydı ancak burada kendisine bakan adamın gözleri daha çekici geliyordu. Ki Dağhan'da bacaklarının arasına yerleştiğinde dudaklarının üzerini kapatmayı da ihmal etmedi.

'Canını sıkma ihtimali olan bir konudan bahsedebilir miyim?'

'Eski sevgililerin değilse elbette.' Pera omuz silkerek mırıldandığında Dağhan'ın gür kahkahası da mutfağı esir aldı. Ciddiydi bu konuda, eskiye dair bir kelime duymayı istemiyordu, hele ki erkek arkadaşına karşı hissettiğini yeni anladığı o kıskançlık duygusunun yeninden şahlanmasına da lüzum yoktu.

'Oturup sana geçmiş bitmiş şeyleri anlatmayacağım elbette. Sadece bir şey sormak istiyorum...' kararsız bakışları kadının yüzünde gezindiğinde onun sakince başını sallaması derin bir nefes almasına neden oldu.

'Benimle olmanı, annen mi onaylamıyor, baban mı?' Pera beklemediği yerden gelen soruyla sertçe yutkunduğunda Dağhan'ın hala tebessüm eden yüzüyle dudaklarını ıslattı.

'Nereden çıkardın bunu?'

'Ananem ile görüşüyorsun, kardeşimle iyi anlaşıyorsun. Lansmanda annemden kaçmadın, yani ondan da çekinme gibi bir durumun söz konusu değil. Bu durumda benim tarafıma bakınca ailenden bizi gizlemek için bir nedenin yok. Ancak hala onların duymasını istemiyorsun. Ve güzelim... Henüz aramızda hiçbir şey yokken evime geldiğinde çekinmeden annene ve babana yerini söyledin. Onlardan da bir şey saklamadığına göre, ikisinden biri benimle olmanı onaylamayacak. Hangisi?' zeki bir adamla beraber olmak... Evet çoğu insana müthiş gelirdi. Hatta bu durum Pera içinde müthişti, hatta kadın sapyoseksüel (karşı cinsin fiziki özelliklerdense, daha çok zeka ve bilgi birikimine ilginin olma durumu) dahi sayılabilecek biriydi. Fakat tam da şu dakika bir nebze Dağhan'ın aptallaşmasını diliyordu. Unutsun, hatta kaçındığı detaylar aklının ucundan dahi geçmesindi.

'Kurabiyeyi halledeyim.' Kaçmak istercesine öne gelse de alnına yaslanan alınla mecburen adamın gözlerine bakmak zorunda kaldı.

'Hangisi güzelim?'

'Kaçmak için bir şansımın olması gerek...' hala yaslı olan alnıyla başını sağa sola sallayarak yanıt verdi Dağhan. Bunun cevabını iki gündür merak ediyordu. Kafasına da zaten iki gün önce telefonu çaldığında kendinden kaçarak ailesiyle konuşması dank ettirmişti. Dikkatini normalde pek çekmezdi ancak kendisinin de bildikleri vardı ve Pera'nın özel hayatındaki gizli saklı iş yapamama durumu oldukça konunun üzerine düşmesine neden olmuştu.

'Babam...' fısıldarcasına mırıldandığında Dağhan gülümseyerek geri çekilip baktı Pera'ya.

'Nedenini söyledi mi peki?'

'Yok, net bir şekilde bu yüzden falan demedi.'

'Seni üzmemden, kırmamdan ve yıpratmamdan endişeleniyor.' Başını anlayışla sallarken, Pera derin bir nefes alarak fazla uzaklaşmamış halini fırsat bilip yüzünün iki yanına yerleştirdi ellerini.

'O akşam bana ne dedin hatırlıyor musun?' Dağhan'ın düşünceli haline rağmen dudaklarının üzerini kapatıp daha sonra geri çekilerek devam etti konuşmasına.

'Değecekse, yanalım. Evet, babam bunu söyledi ama beni koruma güdüsüyle yaptı. Benim seni üzebilme ihtimalim kadar senin de beni üzebilme ihtimalin var. Belki büyük bir yangın olur ama herkes kendi ateşinde yanmaz mı? Bu da bizim ateşimiz.' Omuz silkerek masumca gülümsemeye başladığında adamın kararsız gözlerine denk gelmesi kaşlarının çatılmasına neden olmuştu.

'Ne o? Vaz mı geçtin yanmaktan?' Dağhan'ın gür kahkahası anında kaplamıştı mutfağı. Hafifçe çekilip iki parmağı arasında kadının burnunu sıkıştırdığında dudaklarının üzerini örtmeyi de ihmal etmedi.

'Asla. Sadece... Senin ailenden bir şey saklamayı sevmediğinin farkındayım.'

'Yani?'

'Yani canımın içi, madem yanacağız... Sanırım baban ilk kibrit çakan olabilir.' Pera gözlerini kaçırıp anında tezgâhtan indiğinde kurabiye hamuruna yönelmişti ki Dağhan'ın belini tezgâha yaslayarak kadehinden bir yudum almasıyla derince soluklandı.

'Bunu birazcık daha aramızda tutsak?' sesi korkakça çıkarken göz ucuyla adamın başını olumsuzca sallamasını da görmüştü. Kendisi inatçı, kararlı, dik duruşluydu fakat Dağhan'ın da kendinden eksik bir yanı yoktu. Dediğim dedik oluşu belki de yüzlerce kez karşı karşıya kalmalarına neden olacakken, bir de üzerine mantıklı mantıklı konuşması tümden elinin boşa çıkmasına neden oluyordu kadının.

'Bak bal prensesi, istediğimiz kadar saklayalım, bir yerde haberleri olacak. Bence şöyle yapalım, yılbaşından sonra döndüğümüzde onları arayalım. İş için İtalya'ya gitmemiz gerektiğini, kendilerini de görmek istediğimizi söyleyelim. Derya hanım ile sen konuş ama Alain'i bana bırak.'

'Olmaz... Babam bu uyarıyı bana yaptı, benden duymazsa-'

'Belki bana da aynı uyarıyı yapmıştır? Olamaz mı?' elindeki merdane olduğu yerde kaldığında başı da usulca Dağhan'a doğru dönmüştü.

'Sana da mı?'

'Evet... Havuzun başında otururken, açık açık söylemedi ama imaları gayet açık ve netti.'

'Peki sana söyledi mi neden karşı olduğunu, net bir şekilde?'

'Bende kendisini gördüğü için.' Sanki çok doğal bir durummuş gibi başını olumluca sallayıp absürtlük yokmuşçasına takındığı tavırla Pera tezgahla tamamen bağını kesip karşısına dikilmişti Dağhan'ın.

'Babam mükemmel bir adamdır, öyleyken neden senin yanlış bir şey yapacağını düşünsün.'

'Bazıları... Ufak bir kız çocuğundan sonra mükemmel adamlara dönüşürler. Daha önce çöp kutusundan ibaretlerdir. Bunu da baban söyledi.' Kaşları daha çok çatılmıştı Pera'nın, ne demekti bu, nasıl bir çelişkiydi. Babası her zaman öyleydi, Pera beş yaşındayken de, yirmilerindeyken de... Onun farklı biri olma, farklı huylara sahip olma olasılığı hiç yoktu ki kadının gözünde.

'Bakma bana öyle, konuştuklarımızı daha fazla sana anlatmayacağım. Sen... Babanın en mükemmel yanısın. En değerlisisin. Kıymetlisisin sonuçta. O yüzden bu uyarıyı hiç garipsemedim. Şimdi söyle bakalım, İtalya'ya gidiyor muyuz?' lafı değiştirme çabasıyla beraber Pera başını sağa sola salladı anında, yapamazdı, şu an bu gücü kendinde bulup babasının kendini dinlemeyen kızına dair olan bakışlarıyla karşı karşıya kalamazdı.

'Telefonda söyleriz.'

'Tabi... Şey de yaparız mesela... Konu ilerlediğinde seni babandan görüntülü konuşma ile isterim, düğüne falan da iyi dilek videolarıyla katılım sağlarlar... Pera, annen ve babandan bahsediyorum. Üç kan ilerideki akrabalarından değil. Gelmek istemezsen tek başıma da hallederim.' Adamın kararlı haliyle beraber kendini tamamen önündeki kurabiyeye odakladığında, derin bir nefes aldığını duyması da gecikmedi.

'Bak benim ailem aile bile değil, ancak senin annen ve babanın bunu bilmek hakları. Eğer ki o vasıfta olmadığımı düşünüyor, ailenin karşısına çıkarmak istemiyorsan söyle.' Duyduğu ses tonuyla beraber Pera'nın da içinde sıkışan gerginlik tüm bedenini esir almıştı. Saçma sapan bir düşünceye kapılıp gidecek miydi sahi?

'Ne saçmalıyorsun?!' gözlerini büyütüp direkt olarak döndüğünde sinirden köpüren gözleriyle baktı adama. Aklını kaybetmiş gibi değerli olmadığını sahiden düşünebiliyor muydu yani?

'Çıldırıyorum anlamıyor musun?! Kaçıyorsun. Benden her fırsatta kaçıyorsun! Salak mıyım ben de görmeyeceğim!'

'Senden kaçtığım falan yok!'

'Abi, Pera.' Kapıdan gelen sesle beraber ikisi de birbirine diktiği sinirli gözlerini Deha'ya çevirmişlerdi. Açık bir mutfakta, içeride insanlar varken gerçekten tartışıyorlardı ve bu durumu gözetmeksizin yapmışlardı. Dağhan'ın gözleri kardeşinden koptuğunda yüzü utançla allak bullak olan kadını buldu tekrar.

'Daha sonra konuşacağız.' Hızlıca karşısından sıyrılıp kendini mutfaktan dışarı attı Dağhan. Kardeşinin yanından geçerken tek kelime etmemiş, daha önce yolunu öğrendiği balkona yönlendirmişti adımlarını. Deha ise giden adamın arkasından baksa da Pera'nın sıkıntılı haline bakarak gülümseyerek yaklaştı yanına.

'İyi misin?'

'İyiyim... Kusura bakma.'

'Kusurluk bir durum yok, deli işte. Hadi şu kurabiyeleri halledelim.' Göz kırpıp kadının sırtına destek olurcasına omuzunu okşadığında Pera'nın başını sallayarak tezgaha tekrar dönmesi bir oldu.

İnsan bazen ummadığı dakikalarda, farklı şeylere şahit olabilirdi. Pera'nın aklından ufacık bile olsa kaçma konusuna değinme ihtimalleri geçmemişti. Üstelik, nasıl oraya geldiklerini de anlayamamıştı. İçeride oturanların şahit olması en son isteyeceği şey iken ikisini de durduran Deha olmuştu üstelik. Belki de gelmese taş taş üzerinde kalmazdı, çünkü Pera o anda beyninde bir kazanın fokurdadığını hissediyordu ve Dağhan'ın da gözlerinden fark etmişti ki adamın da içindeki yanardağ gayet aktif şekildeydi.

Dünden beri aklını kaybedercesine mutfaktaki tartışma beyninin içinde dönüyordu kadının. Çalan telefonuyla hala yatakta olan bedenini dirseklerinden destek alıp dikleştirdiğinde derin bir nefes almayı ihmal etmedi. Cevap vermese emindi ki Dağhan aramaya devam edip en sonunda çıkıp gelecekti, cevap verdiği durumda da nedense tartışmaya kaldıkları yerden devam edeceklerini hissediyordu. Çünkü hali hazırda atamadığı enerji kendisinde de vardı. Sıkıntılı soluğunu bıraktığında kararan ekranla cevapsız aramanın üzerine basıp telefonu kulağına yaklaştırdı.

'Pera.'

'Efendim...'

'Konuşabilir miyiz?' tüm gün olduğu yatakta kalma düşüncesi şu an bir miktar toz oluyordu herhalde. Biliyordu, bir konu konuşulmayıp halı altına süpürülürse çok daha farklı şeyler yaşanabilirdi.

'Olur...'

'Elfe evde mi değil mi bilmiyorum yani...'

'Ben gelirim.'

'Tamam, bende Deniz'e izin vereyim.' Hıhı gibi mırıltılar arasında aramayı sonlandırdığında bacaklarını yataktan sarkıtıp karşısındaki dolabın aynasından yansımasına baktı. Akşam herkes gittikten sonra önce siyah pijamalarını giymiş, ardından depresyon hırkasını üzerine çekerek sabaha kadar televizyonda bulabildiği en saçma belgeselleri izlemişti. Sonunda Elfe'nin televizyon sesini duyduğunu fark edince de odasına kapandığı gibi içine döndüğü zamanlarda olan tavrını sergileyerek bütün yastıklarını çevresinde toparlayıp yatakta dolaşmadık milimetrik alan bırakmamıştı. Sabaha kadar on tane yastık değiştirmiş, defalarca yorganı ile tartışmış olabilirdi. Aynadaki görüntüye bakılırsa da tek kolunu çıkardığı hırkasıyla, dağılmış saçı başıyla pek iç açıcı durmuyordu. Gerçi öğlen Elfe gelip kahvaltı yapması için ısrar ettikten sonra bir ara kalkmaya yeltenmişti ama geri pes etmesi uzun zaman almamıştı. O zaman bir ufak saçlarını toplamıştı fakat anlaşılan dağılması pek çaba gerektirmemişti.

Yansımasından gözlerini çekerek hırpaladığı bedenine isyan bayrağını göstererek kalktı yataktan. Dolabından çıkardığı eşofman altını ve tişörtü üzerine geçirip saçlarını da tepesinde toplayarak montunu ve çantasını koluna astığı gibi çıktı odadan.

'Biricik. Hadi gel, kahve aldım, en sevdiğinden hem de.' Elfe'nin anında kendine sırıtan yüzüyle gülümseyerek kadının yanağını sıkıştırdı. Pera'yı biliyordu, eğer ki bir ilişkiye başlamışsa gerçekten değer verdiği, sevdiği için olurdu. Bir anda, umulmadık vakitte tak diye olay gerçekleşse de durumun aslı astarı buydu ve karşısındaki depresif arkadaşının şu hali iç açıcı değildi.

'Dağhan'la görüşeceğim.'

'O zaman yanına al.' Karton bardağı uzattığında başını sakince sallayıp aldığı gibi bir adım attığında ardından yetişen bedenle derince soluklanıp spor ayakkabılarını giyindi.

'Pera kuşum... Acaba gitmesen mi? Yani, yarın şirkette görüşseniz.'

'Merak etme beni. İyiyim, hep iyi olacağım. Ne zaman gelirim bilmiyorum, keyfine bak ve Pazar gününün tadını çıkar kuzucum.'

'Kötü hissedersen ara tamam mı? Gelip alırım.' Başını usulca sallayarak dışarı çıktığında elindeki bardaktan bir yudum içti anında. Gerçi adı kadar iyi biliyordu, değil bir bardak tepesinden aşağı kazanla kahve dökseler şu moddan onu kimse koparamazdı. Dağhan'a tamam dese bile gitmek istemiyordu, tartışmak, bağırmak, kırmak... Bu düşünceler aklını daha çok karartıyordu Pera'nın. Sanki bütün duvarları yıkılıyor da, çocuğa dönüşüyor gibi hissediyordu.

Dakikalar... Dakikalardır bomboş ve sessizlik içindeki evde koltuğa oturmuşlar, öylece susup duruyorlardı. O dakikaları toplasalar belki de saatler olmuştu ama ne kendisi ne de Dağhan tek kelime etmemişti. Sanki hem ortalığı durultmak, hem de bir o kadar karıştırmak istercesineydi halleri tavırları.

'Senden kaçmıyorum.' Sonunda sessizliği kendisi bozduğunda Dağhan elindeki kadehi kenara bırakıp dirseklerini dizlerine yasladı.

'Kaçıyorsun. Şirkette, sosyal hayatında köşe bucak kaçıyorsun. Aramasam aramıyorsun. Beş dakika önce Ezgi'ye nerede olduğunu sorduğumda odasında diyor, odana doğru geldiğimde ortadan kayboluyorsun.'

'İşim oluyordur belki de? Çalışıyorum sonuçta.' Kendinden emin ses tonuyla beraber adam kadehi tepesine dikip nefesini sıkıntılıca savurmuştu.

'Bana daha önce bütün belgeleri kendin onaylatırdın, hepsini de saatlerce anlatırdın. Şu an evrakları öğlenleri, genelde ben yemeğe çıktıktan sonra Ezgi'ye bırakıyorsun. İşinin hangi kısmında yokum ben acaba?' sakinlikle konuşuyorlardı ama ikisi de çok iyi biliyordu ki bu bir tartışmaya dönüşecekti eninde sonunda. Çünkü ikisi de anlamsızca kızgındı, ikisinin de kendilerine göre haklı sebepleri vardı.

'Yoğun olduğun için Ezgi'ye bırakıyorum.'

'Pera, beni hayatında istemiyor musun? Eğer öyle bir şey varsa saygı duyarım. Tutup cahil gibi seni bu duruma mecbur tutup aptallaşamam. İçimde yaşarım ama seni kırmaktan iyidir.' kulaklarında çınlayan sorunun gerçekliğini ölçmek istercesine gözlerini Dağhan'a çevirdiğinde adamın gayet cevap bekler şekilde kendine bakmasıyla tek kaşını anında kaldırdı.

'Seni istemeseydim, zaten hayatımda olmazdın.' Ciddiydi elbette. Sonuçta adam onu zorlamamıştı ki. Sarılırken, öperken kafası güzel de değildi, şimdi tutup kendisine saçma sapan soruyu sorabiliyorsa bir cevabı da hak ediyordu. Acımasızca olsa da sonuna kadar arkasındaydı söylediğinin. Eğer ki sevmese hayatına almazdı, sevgiye muhtaç değildi, o Dağhan'ın sevgisini seven bir kadındı sonuçta.

'Bu kaçmaların, saklanmamız, arayıp sormaman bile bana şey hissettiriyor... Sanki bana acıyormuşsun da o yüzden-'

'Sana acımak mı?' Dağhan usulca başını sallarken Pera oturduğu yerden hışımla ayaklandı. Kendi kafasında neler dönerken, adamı zerre kırmak istemezken gerçekten de zeki halinden bir aptala doğru yol çizdiğini düşünmeye başlamıştı artık.

'Sana acıdığım falan yok. İyice kendini kaybediyorsun. İnsan birisine acıdığı için kaybettiği çocuğunu anlatmaz! İnsan birine acıdığı için öpüşmez! İnsan birine acıdığında yanacağını bilerek yanında durmaz!'

'O zaman niye kaçıyorsun benden! Neden gizliyorsun aramızdaki bu şeyi!'

 

Loading...
0%