Yeni Üyelik
24.
Bölüm

Bölüm 22 - Sen Benim Sarhoşluğumsun

@biceruvar

Merhaba pandispanyalarım... Nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsanız benim yazdan bir gün gibi yaşadığım gerçeğiyle sizlere erkenden gönderiveriyorum bölümü... Umarım çok beğenirsiniz, yorumlarınızı da eksik etmezsiniz. Yukarıdaki Yaşar parçasını da blmeyen var ise mutlaka dinlemenizi öneririm, hayatımda zevk aldığım en nadide şeylerdir eskiden beri bugünü takip eden şarkılar ve bence Yaşar muhakkak bu parçaları söyleyenlerden birileri...

Daha hızlı haberdar olup, iletişime geçebilmek adına,

instagram: BiCeruVar

 

'Sana acımak mı?' Dağhan usulca başını sallarken Pera oturduğu yerden hışımla ayaklandı. Kendi kafasında neler dönerken, adamı zerre kırmak istemezken gerçekten de zeki halinden bir aptala doğru yol çizdiğini düşünmeye başlamıştı artık.

'Sana acıdığım falan yok. İyice kendini kaybediyorsun. İnsan birisine acıdığı için kaybettiği çocuğunu anlatmaz! İnsan birine acıdığı için öpüşmez! İnsan birine acıdığında yanacağını bilerek yanında durmaz!'

'O zaman niye kaçıyorsun benden! Neden gizliyorsun aramızdaki bu şeyi!' Dağhan'da ayaklandığında Pera parmakları arasında hala tuttuğu deminden beri kapağıyla oynadığı karton bardağı sehpaya sertçe bıraktı.

'Korkuyorum! Karşıma geçmiş sana acıdığımı düşünüyorsun! Göreceğim tepkiden korkuyorum! Ben hala iyi değilim! Aynı şeyleri yaşamaktan korkuyorum! İyi gibi görünüyorum! Neden anlamak istemiyorsun! Düzelmiş gibi! Her şeyi arkada bırakmış gibi görünüyorum!' baştan beri içine akan gözyaşları çoktan Pera'nın yüzünü gölgelemeye başlamıştı bile. Kolunu yakalayan uzun parmaklarla kendini Dağhan'ın göğsüne yaslanırken bulduğunda ise yumruğu sertçe indi adamın bedenine.

'Gücüm yok! Varmış gibi davranmakta bıktım! Seni tamamen bulduktan sonra gitmenden korkuyorum!'

'Senden değil! Kendimden kaçıyorum...' yumruklayan parmakları açıldığında adamın göğsüne tutunmuştu ki sesi artık bağırmaktan çok fısıltıya, tuttuğu gözyaşları da adamın tişörtünde gölet olmaya başladı. İtiraf edemiyordu Pera. Bunca zaman hiç de edememişti. Güçlü görüntüsünün arkasında olabildiğince zayıf bir kadın vardı aslında. Yıllardır saklamış, gizlemişti. Şimdi bu kadar açılmışken yaraları, bu kadar kanıyorken o çelik bir zırhla gizlediği zayıf bünyesinin titreyen dizleriyle tekrar yere kapaklanmasını izlemek ve hissetmek korkutuyordu. Kendinden dahi bütün zayıflıklarını saklayacak kadar güçlü bir kadındı halbuki. Zaten kadın başlı başına tüm yıkıntılarıyla, zayıf anlarıyla, gerçekliğiyle yüz yüze kalacak kadar güçlü bir varlık değil miydi? Bütün hatalarını kendine karşı söylemek, itiraf etmek kadınlar için basit olduğu için güçleniyorlardı onlar ve Pera'da o kadınlardan biriydi.

'Seni sevmek, sanki bırakılıp gidilmek gibi...'

'Seni sevmek... Yeniden konuşacak takati bulamamak gibi...' hayal kırıkları... İnsanı, insandan alan yegâne şeydi. Yeniden bir şeylere başlayabilmekten dahi alıkoyar, hayatı yaşanmaz yapabilirdi. Pera, bütün hayal kırıklıklarının üzerinde yürüyerek kesmişti ayak tabanlarını. Dayanamamış, dizlerinin üzerine düşmüştü ve kalkmak için çaba dahi harcamamıştı. Kendi dünyasında kan kusmuştu Pera. Kustuğu kanı tekrar yutmak zorunda hissetmişti. İğrenç günlerdi. İnsanın midesinin yeniden bulanmasını sağlayacak, aklının puslu bir kış gününe dönüşmesine neden olacak, bir çöp dökme alanının ortasında yürüyor gibi hissedecek kadar iğrenç günlerdi.

Henüz ihanetin acısını çekemeden güçlü kalması gerekmişti. Sonra da tutunduğu her şey birkaç dakika içinde yitip gitmişti. Oysa çok isterdi, kenarda köşede kalmayı, görünmez birisi olmayı... Bütün bunlarla beraber var olup güçlü kadınmışçasına yaşamaktansa, görünmez olmak tercihi olurdu. Oysa o tercih bile edememişti...

Çünkü kadınların fıtratı görünmez olmaktan çok, tamamen var olmaktı.

'Ben, belki geçmişini kurtaramam ama... Tüm dünya karşına geçip senin beyaz dediğine siyah diyecek olursa eğer, siyahı unutur sana tutunurum Pera. Tüm insanlık sana sırtını dönerse hep yüzüne bakan olurum. Canımız yanmaz diyemem ama canımız yanarken kendimi unutur, sana ağlaman için omuz olurum.' Dediklerinde kesinlikle yalan yoktu adamın. Acısı yok değildi, kalbi sapasağlam durmuyordu ancak söz konusu göğsüne yaslanmış, kendinden destek bulmaya çalışan kadın olunca kendini dahi kaybediyordu ruhunda. Pera sanki camdan bir bibloydu da Dağhan'a göre hayatının en merkezine yerleştirdiği kadına kimsenin yaklaşmasını istemiyordu. Acırdı, kanardı, dağılır, hatta kahrolurdu, fakat bunların hiçbirini Pera'nın yaşamasına müsaade etmezdi.

'Belki düşmeden tutamam ama senden önce düştüğün yerde olurum.' Dağhan göğsünde hıçkırıklara boğulan kadınla mırıldandığında derin bir nefes aldı. Pera, ne kadar muhtaçsa kendine, aynı şekilde adam da ona muhtaçtı aslında. Yaralarına dikiş tutmaz, pansuman düzeltmezdi onların. Bir tek yaşayıp, her acı gibi geçip gitmesini beklemek gerekirdi.

'Bırak yaran değil, yaranın geçmesini seninle beraber bekleyen olayım. Bırak, Pera. Ne olur bırak. Sevmeyi bilmeyen bir adam da olsam, bırak da seni cümle aleme karşı sevmeye kalkışayım.' Göğsündeki baş sonunda hareket ettiğinde kendi harelerini bulan kara kömür taneleriyle sertçe yutkundu. Dağhan ağlamasında değildi, aksine ağlayacaksa yanında, eğer ki sarıp sarmalanması gerekecekse kendisi yapsındı. Yeter ki korkup kaçmasın, kendisinden gizli saklı acısıyla mücadele etmesindi de bağırıp çağırsa da yanında olsundu.

'Ya yaram olacaksan?'

'Olmayacağım.' Kararlı ses tonuyla beraber başını da sallarken Pera parmak uçlarında yükselerek ulaştı adamın dudaklarına. İçi hala korkaktı, hala tirtir titriyordu ruhu ama yıllardır kanayan bu acı yarasının bir şekilde üstü kapanmalıydı. Bunu da açtığı iki kişiden sadece birisi yapabilirdi. Belki o acısı yine kanamaya devam ederdi ancak Dağhan yanında olduğu zaman ölmeyeceğini bilecekti. Zaten en kötüsü değil miydi bir kadın için güveninin kırılması. Bir daha güvenemeyeceğine dair kesin kanıya vardığında önüne çıkan herkese korkak yaklaşması. O güven duvarı bir kez yıkılmışsa her erkek aynısını yapacak gibi gelirdi. Kalbi yerinden çıkarcasına bir adama çarpsa da acabalar içinde boğulur, kaybolur ve yok olurdu. Güvensizlik içinde kendisini bile kaybeder, tüm kuşkularıyla yanıp tutuşurdu.

Ne zaman geldiklerini fark etmedikleri odayla beraber uzandıkları yatakta Dağhan kadının sıyrılan tişörtünden açılan teninde gezdirdi parmaklarını. Dudakları kadının dudaklarından sıyrılıp boynuna yönlendiğinde derin öpücüklerini bırakmaya devam etti. Çıplak belindeki parmaklarını sakince kaydırarak yukarıya taşıdığında göğüslerini bulmasıyla kendini yavaşlatmaya çalıştı.

'Bunu istediğine emin misin?' fısıltısını bu kadar kulağına yakın olmasa Pera dahi duyamazdı muhtemelen. Ancak içinden bir ses kadının pişmanlık duymasından çekiniyordu. Eğer ki ufacık bir tereddüt gösterirse anında kendini geri çekerdi. Ne kadar içindeki yangından, sevgiden emin olsa da Pera'nın pişman olacağı bir duruma adım atmak istemiyordu. Ona göre her şey tenine dokunmak, Pera'nın vücudunu hissetmek değildi. Aslında tüm istediği içinde hep eksik olan o sevginin varlığını alelade ortada yaşamaktı. Sırtı bir anda yatağı bulduğunda kadının da üzerine çıkmasıyla dirseklerinden destek alarak dikleştirdi vücudunu.

'Pişman olmanı asla istemiyorum güzelim.' Başını sağa sola sallayarak kapkara gözlere odaklandığında Pera'nın tebessümünün de farkındaydı.

'Olmayacağım. Sen benim yaram olmayacaksın, ben ise senden pişman olmayacağım.' Omuzlarındaki parmaklar kendini çektiğinde tekrar üzeri kapanan dudaklarıyla geriye bıraktı bedenini. Kadının teni, kokusu, varlığı sadece haz olamazdı Dağhan'a göre. Başka bir durumdu bu, ütopik, gerçek olmayacak kadar saf, heyecanlandıran ancak bir o kadar da dinginleştiren bir şeydi. Parmaklarının harita çizer gibi keşfettiği ten kalbinin hızlanmasını sağlıyordu. Ruhu sanki bedeninde değildi de dışarıdan bir gözmüşçesine tüm olanı biteni izliyor gibiydi. Belini sıkıca yakalayıp tekrar kadının sırtının yatakla buluşmasını sağladığında hafifçe geri çekilip süzdü kadını.

Kömür karası saçları gri yatak örtüsüne ipek tutamları gibi dağılmış, dudakları öpüşmelerinin verdiği hışımla kiraz kırmızılığına ulaşmış, simsiyah boncukmuşçasına duran gözleri şehvetle kısılmıştı. Bembeyaz teni tüm renklerin inadına heykel gibi oracıkta duruyordu. İnceleyen haliyle odaklandığı gözlerden kopamadan kadının çenesini hafifçe kaldırdığında boynuna dudaklarını gömmeyi de geciktirmedi. İz sürer gibiydi Dağhan. Kendi varlığının tüm izini Pera'nın bedeninde sürüyor, her milimde kendini yeniden buluyor gibiydi. Kendini bulmaktan çok kaybediyordu aslında. Bir kadının teninde, ruhunda, varlığında kaybediyordu o Dağhan'ı. Hiç olmadığı kadar kendisi gibi hissederken nasıl kaybolurdu insan? O kadar enteresan şekilde hissediyordu işte kayboluşunu.

Dağhan yok oluyordu... Olabileceğine inandığı tek şey oluyordu... Pera için var olacak Dağhan kadar acımasız şekilde herkes için kendini yok edip başka bir adam olarak doğmaktı onunki. Dokunduğu kadar değil de, ruhuna işlediği kadar Pera'ya bürünüyordu. Kadının ismi gibi, diğer tarafa geçiyordu adeta. Kendi tarafı kalmadan, nefes alması, bağlanması ve ayakta kalması adına hayatına çoktan yerleşmiş bu kadına ait oluyordu.

Çıplak göğsüne yaslanmış sırtla beraber kadının ince parmaklarıyla oynamaya başladığında dudaklarını da saçlarına bastırmayı ihmal etmedi. Üzerindeki mahmurlukla yataktan dışarı adım atmaya zerre ihtiyacı ve isteği yoktu. Tüm gün boyunca üzerlerindeki örtüyle beraber burada böylece kalabilirdi Dağhan. Tenine kokusu sinmiş, aldığı nefese karışmıştı Pera. O kadar ki göğsünü kaşındıran her saç telinden dahi haz alıyordu. Öyle veya böyle bir şekilde kendini kaybettiği kadar bulmasına neden olmuştu bu kadın. Sürekli uyuyup uyandığı oda bile değişik görünmeye başlamıştı gözüne. Sanki daha aydınlık ve daha çok yaşanılası geliyordu. Benliğini, var oluşunu kanıtlıyor ama bir yandan da sadece kollarındaki kadınla kendiymiş gibi hissetmesine neden oluyordu.

'Bana söz vermeni istiyorum.' Kadının saçları arasındaki dudakları mırıldandığında Pera başını hafifçe kaldırarak baktı mahmur gözleriyle.

'Ne sözü?'

'Bundan sonra içinde, gizli saklı kapılar ardında değil, benimle yaşayacaksın acılarını.'

'Can çıkar huy çıkmaz diye bir söz duymadın mı sen?' bütün bitkinliğine rağmen gülümseyerek konuşan kadının yanağında işaret parmağını gezdirip dudaklarının üzerini kapattı.

'Söz ver. İstediğine taş duvar olabilirsin ama bana roman olacaksın.'

'Söz.' Başını sakince sallayarak mırıldandığında tekrar eski haline döndü Pera. Deminden beri parmaklarıyla uğraşan elle bu kez kendisi çabaya girdiğinde derinden bir nefes almakta da geç kalmadı. Bazen Dağhan'ın hayal ürünü olması şüpheleri benliğini esir alıyordu. Sanki gerçekten olamayacak kadar gözlerine derin bakan, sevişirken bile elleri titreyerek incitmekten korkan, sevmeyi bilmezken dahi böyle delicesine seven birisi dünyada var olamaz gibi geliyordu.

'Neden benimle bu kadar ciddi düşünüyorsun?' madem bir roman kadar açık olacaktı aklındakileri de yönlendirebilirdi sonuçta öyle değil mi?

'O ne demek öyle? Ciddi düşünmemeli miyim?' Dağhan yarım ağız gülerek kaşlarını havalandırdığında derin bir nefes aldı anında.

'Çok kısa zaman oldu, yani, bu kadar kısa zamanda...'

'İnsan bazen insanın şansıdır. Hissedersin.' Bakışlarını tam karşılarında duran tabloya dikerek mırıldandığında yeni soru da kulaklarına ilişmişti.

'Hissediyor musun peki?'

'Hissetmiyorum, eminim. Sen benim sarhoşluğumsun.'

'Sarhoşluk geçicidir...'

'Benim en sevdiğim şeydir.' Sırtını yasladığı yatak başlığından kopup yatakta kaydığında kadını da kendisiyle çekip kollarının arasına daha çok hapsetmek istercesine sardı.

'Sen benimle gönül eğlendiriyorsun herhalde?' sorusuyla Pera yüzünü bedeniyle beraber kendine çevirdiğinde parmaklarını da göğsüne yerleştirerek gülümsemesini gösterdi.

'Afitab hanımı ağırlamış bir kadına bunu sorman çok saçma.'

'Peki... Babanlar konusunda. Söylediğimi yapıyor muyuz?'

'İnatçı herifin tekisin biliyorsun değil mi?'

'Mesleki deformasyon, ikna etmeyi severim.' Parmakları Pera'nın saçlarında dolaşırken mırıldandığında gözlerinde dolaşan hafif dalgalanmayla derin bir nefes aldı.

'Hayal kırıklığına uğrayacak... Benden ilk kez bir şey yapmamı istedi ve ben tam tersini yaptım.'

'Bence zaten olacakları biliyordu, sadece... Ertelemeye çalıştı.' Yorumuyla Pera usulca sırtını döndüğünde iyice sokulmuştu çıplak bedenine. Varlığıyla dünyadan kaçmak ve korunmak istercesine kabuğuna çekilmiş bir kaplumbağa misali iyice sinmişti. Hayatında bir kez birine sığınıp saklanma ihtiyacı hissetmemiş, sürekli kendisinden ve hatıralarından kaçmış Pera, ilk kez kendisi olarak bir adamın bedenine sokulmuştu.

'Seninle açık konuşmamı ister misin?' yüzünü gömdüğü saçlar arasından mırıldandığında kadının salladığı başıyla kollarını daha çok sarıp derin bir nefes aldı.

'Sana yandım. Bunun için yapabileceğim hiçbir şey yok. Ruhumu, bedenimi, zihnimi söz konusu senken yönlendiremiyorum. Sanki sadece senin için gelmişim bu dünyaya, sanki sadece sen varken yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Bu kadar derin yaşarken, sanki suç işler gibi saklanmak ağır geliyor bana. Ben seninle ulu orta, tüm benliğimle yaşamak istiyorum.' Az önce sırtını kendine yaslanmış beden tekrar yüzünü döndüğünde ince parmakları da tıraş olmuş yüzünde gezinmeye başladı.

'Koskoca insanlarız, ailenin bilip bilmemesi belki de çoğu insan için değerli değildir ama benim için önemli. Çünkü, sen onlara değer veriyorsun. Ilıman iklimi olan bir adam değilim Pera, sürekli savaş içerisinde olan biriyim, kendimle dahi savaşırım fakat sana karşı savaşmamı bekleme benden, yapamam, sana karşı mücadele edemem.' Tüm çehresini incelemeye devam ederken dudaklarını da ısırmayı ihmal etmedi kadın.

'Ben sana hep yenileceğim çünkü.' Bu kadar cümleye, bu kadar açıklamaya bir karşılık vermesi gerekiyordu ama ne denirdi o konuda bile emin değildi. Oysa ki içinden geçenlere yeterli kelimeler bulabilse kendisinin de farklı olmadığını açıklayabilecekti.

'Duygularımı ifade edemiyorum...' sonunda mırıldanarak ağzından kelimeler firar ettiğinde umutsuz bir vakaymışçasına derince nefeslendi. İçinde kıyamet kopuyordu, yer yerinden oynuyor, buz tutmuş ruhu yeniden bedenini evi olarak hissetmeye başlıyordu ancak anlatıp dile dökememek zorluyordu. Dağhan'ın gözlerine bakarken parlayan çakır hareleri göğsünün orta yerine bir uçağın düşmesi gibi etkilere maruz bırakıyor, yaşamak için bir mucizenin daha olduğunu hatırlatıyordu. Bedenen yapabildiği tek eylem ise adamın gözlerine bakmak oluyordu. Oysa kadın bütün bu duyguları terk ederek sözde güçlü olmuştu. Şimdi ise o duyguların onlarca kat fazlasını hissettikçe aslında yaşadığını anımsıyor gibiydi. Toprak altında hareketsizce yatan ruhu Dağhan'ın tenine değen nefesiyle tırnaklarının pençeye dönüşüp o dipsiz kuyudan kurtulmasına yardım ediyordu.

'Al bakalım...' uzatılan fincanı alıp bacaklarını da koltuk kolundan sarkıtarak bakışlarını pencereye çevirdi. Kaç saat oldukları yerde kalakalmışlardı bilmiyordu ama on dakika önce Dağhan kahve yapmak için yanından ayrılırken kendine uzattığı tişörtü üzerine geçirerek pencerenin önündeki koltuğa geçmişti. Kar merkezde çoktan kendini kaybetmiş olsa da burada hala buzdan bir örtü olarak izsiz, tertemiz duruyordu. Dokunulmaya kıyılmayacak güzellikte, böylesine dinginlik içerisinde hala var oluşu bile gülümsetmeye yeterdi aslında.

'Evi değiştirmeye karar verdim.' Yanından gelen sesle gözlerini adama çevirse de Dağhan sakince ufacık bedeninin kapladığı yere inat boşluğa oturduğunda o da koltuğun diğer kolundan bacaklarını sarkıttı.

'Taşınacak mısın? Babamla konuşurken daha birkaç aydır burada olduğunu söyledin.' Kaşlarını havalandırarak adamın parlayan gözlerine baktığında onun sakince baş sallamasına gülümsemekten geri kalmadı.

'Sana daha yakın bir yere taşınayım diyorum. Burası duracak ama çok uzak. İşe, sana, bizim çocuklara... Olmadığım süreçte de iç tasarımı için inşaat işleri halledilir. Şimdilik planım bu en azından.'

'İkimizin de arabalarının olduğu gerçeğine bakarsak çok yakın oturmamız şart değil. Hem, sen sadece akşamları evde oluyorsun. Burada yaşarken de inşaat meselesini hallederler.'

'Biliyorum... Yine de yakın olmak istiyorum. Hem bu evi seviyorum, tamamen elden çıkarma gibi bir niyetim de yok. Sonbaharı güzel.' Sen bilirsin dercesine bakmaya devam ederken elindeki fincandan da bir yudum alarak gülümsemesini dışarıda olan beyazlığa çevirdi.

'Sevdim burayı.'

'Sanırım yanıma taşınmanı teklif etsem, sert bir veto yerim?' sorar gibi olsa da Dağhan aslında çok net şekilde cevabı biliyordu. Ananesiyle konuşurken durumdan o kadar rahat bir şekilde konuşup set örmüştü ki belki de açıklamasına gerek olmayacak bir detaydı.

'Bu konuda fikrimi biliyorsun...'

'Biliyorum canımın içi, bilmez miyim... Ha Çin seddini tamamen yıkmak, ha senin inadını.'

'Bana yakında otursan da aynı olacak cevabım.' Konunun netliği hakkında kanıya varmak istercesine gözlerini kısıp Dağhan'ın tebessüm eden yüzünü süzse de onun onaylayıcı haliyle bileğindeki saate bakıp derin bir nefes aldı.

'Toparlanıp çıksam iyi olur. Görünüşe göre kar yağacak ve...'

'Elfe. Biliyorum ama haber versen, yemeği beraber yesek?'

'Burada mahsur kalmamı sağlayacaksın...'

'Zeki bir kadınsın.' İkisi de gülmeye başladığında Dağhan oturduğu yerden bir çırpıda kalkıp Pera'nın kapının girişinde duran eşofmanını alarak kadına uzattı. Göz kırpmayı ihmal etmeden dudaklarına derince kapandığında onun cebinden telefonu çıkarmasına gülümsedi.

'Her dakikamın seninle geçmesini istemem benim değil, senin suçun. Beni bu hale sen getirdin.' Bedenini çekerek kendini yatağa bıraktığında konsoldaki telefonunu da alıp derince soluklandı.

'Pizza söyleyeceğim.' Sorusunu bakışlarını kadına çevirerek mırıldandığında onun başını sallayarak telefonu kulağına götürmesiyle gülümsedi anında.

'Elfe'cim...'

'Tamam uzatmıyorum. Ne yapıyorsun?' aldığı yanıttan olsa gerek kaşlarını havalandırarak hımmmladığında gülümsemesini de büyüttü anında.

'Neyse... Ben biraz geç kalacağım. Dağhan'ın ev malum, mahsur kalma olayım olursa haber veririm, polisi, jandarmayı veya AKUT'u arama canım arkadaşım olur mu?'

'Tamam sende kendine dikkat et, selam söyle.' Telefonu kapatarak kollarını koltuğun sırtına yasladığında sonunda Dağhan'ın bakışları da kendisini bulmuştu.

'Elfe ve Pamir'in selamları var.'

'Pamir?'

'Kuracağı ofisin evrak kitap işlerine bakıyorlarmış...' tek kaşını kaldırıp muzur haliyle mırıldansa da Dağhan üs dudağının kıvrılmasını sağlayan tebessümüyle uzandığı yerden ayaklandı.

'Pamir, evrak kitap işleri... İlginç, dün hiç bahsi geçmedi.'

'Bana da enteresan geldi.'

Dünya çıkmazlarla dolu ve bazen canice bir yere dönüşebiliyordu. Akıp giden zamana inat yaşını almış haline rağmen durmaksızın çalışan, sürekli yeni günlere devreden bir cehennem bile olabiliyordu. İnsan ne zaman bu kez ayaktayım dese, o vakit yerçekimine karşı koyamadan çökerdi dizlerinin üzerine. Pera için bu çocukluğunda da aynı olsa bile gençliğinde dizleri haddinden fazla kanamış, gözyaşları üzerindeki tişörtü sırılsıklam etmiş, yerçekimine defalarca şahit olmuştu. Artık dermanı kalmayan ruhu bile normalmişçesine yaşadıklarını basitsemesini sağlamıştı. Acı hep vardı, fakat hissetmeyecek kadar acımakta tam olarak Pera Alarie ve Dağhan Kalaycı'ya göre bir durum olabilirdi.

Oysa unuttukları bir şey vardı. Murphy'nin 5 numaralı kuralı... Her çözüm, yeni bir sorun doğururdu. Düştükten sonra her ayağa kalkmaları yeniden düşmelerine bir zemin hazırlayacak ve daima düşmek zorunda kalacaklardı. Bunu bilmeden her şeyi, mutlu olmak, eksik yanlarını tamamlamak için göze alıyor olsalar da çıkmaları gereken basamaklar ve daha alacakları yaralar çoktu. Asıl mesele ise daima tepkilerinin ne olacağıydı. Bir ipin her zaman iki ucu, üç tane de varılacak noktası olurdu. Birinde Pera sırtını dönebilir, diğerinde Dağhan sırtını dönebilir ve ipin iki ayrı ucunu bulabilirlerdi. Fakat sadece tek noktada buluştuklarında iplerin ucundan düşmek zorunda kalmazlardı, o da tam ortasıydı.

'Elfe? Sence şu kısa badiyi çıkarman gerekmez mi?' Pera sabahtan beri oturduğu yatakta bağdaş kurup kadının valizindeki su yeşili ip askılıyı işaret ettiğinde onun sakince iplerinden kaldırıp göz atması bir oldu. Kaşları anlamazca çatıldığında ise omuz silkmeden edemedi.

'Çok güzel rengi, bence kalmalı.' Yaklaşık üç saat sonra uçaklarının olması, Pera'nın sadece yarım saat içerisinde valizini hazırlaması ve Elfe'nin hala ikinci valizini yerleştirme çabası olmasa aslında problem edecek bir nokta kalmazdı. Altı üstü üç günlüğüne gidecekleri bir seyahat için üstelik kış soğuğunda olduğu düşünülünce ip askılı bir badiye ihtiyacı olduğunu Pera hiç düşünmüyordu.

'Aralık ayındayız, New York'un buranın havasından pek farklı olacağını düşünmüyorum ve sadece üç gün gidiyoruz.'

'Bütün bu söylediklerinden haberdarım biricik.' Kadın omuz silkerek valizdekileri sıkıştırmaya devam ederken artık müdahale etme ihtiyacı hisseden ruhuna da engel olamadı Pera. Yataktan kalkıp Elfe'nin yanına yere bağdaş kurup oturduğunda kenarda kapalı olan valizi de çekip açtığı gibi içindekileri ortalığa döktü. Dibindeki ne yaptığını anlayamayan ama şok halindeki ve kıyafetleri yerle temas ettiği için cinnet geçirmek üzere bakışlarıyla kendine odaklanan arkadaşını şu an hiç umursayamayacaktı.

'Pe-Pera.' Kekelemeye başladığına göre devamını da rahatlıkla getirebileceğini düşünerek bu kez açık valizi devirdi yere. Umurunda değildi, tek umurunda olan İstanbul trafiğinde havaalanına gidecekleri ve ortalama bir buçuk saat içinde onları almaya gelecek Dağhan'dı.

'Kalkıp duşa gir ve işime karışma.' Büyük bir durgunlukta tuttuğu sesiyle Elfe'nin telaşla çırpınmasını önlemek için emir kipiyle konuştuğunda ne kadar şoka girmiş olsa da söylediklerini dinlemesine şükür çekebilirdi. Eğer Elfe'ye kalırsa bu iş emindi ki yılbaşına evde, valiz başında girerlerdi. Eline dolaşan ilk elbiseyi kaldırıp göz attığında olabildiğince yazlık olmasıyla göz devirerek kenara bıraktı. Parçaları bir bir eline alıyordu ancak o kadar karışıktı ki cinnet geçirmemek elde değildi. Arkadaşını tanıyordu, o hep böyleydi, bir günlük seyahat edeceği zaman bile değişmez ve çok rahat bir şekilde hala alması gerektiği şeyler olduğunu söylerdi fakat Pera bir kez üzerine geçirmeyeceği kot şortu elbette ki aldırmayacaktı yanına.

Orta boy iki valizi, kabin boy tek valize düşürdüğünde derin bir nefes almaktan çekinmedi. Eğer ki Elfe'ye kalsa o iki orta boy valizin yanına ayakkabıları için bu ufak valizi de eklerdi ama her şeyi tek bir alana sığdırmış, kadının tam olarak giyeceği şeyleri almıştı. Bir pijama takımı, ne olur ne olmaz diye düşünerek eşofman ve bir tişört, yılbaşında giymesi için bir elbise, bir kot pantolon ve kazak. Hepsi bu kadardı işte. Hatta kadının cırlama payını da düşünerek gömlek bile almıştı. Geriye kalan makyaj malzemelerini ve iki çift ayakkabıyı da yerleştirdiğinde fermuarı kapatarak oturduğu zeminden kalktı.

'Kontrol etmem gerek.' Elfe banyodan çıkmış, üzerinde bornoz olan halini önemsemeden valize yaklaşma çabasına girdiğinde bir an bile beklemeden çantanın kolunu uzatıp kapıya yönlendi kadın.

'Orada görürsün. Hadi artık, sözde hazırlanıp bu sene içerisinde son kez bu evde kahve içecektik.' Ne kadar itirazı olsa da dinlemeden kapıyı çekip valizi kendi valizinin yanına bıraktığında mutfağa geçip hazır olan kahveleri de fincanlara dağıttı. Evet, valiz hazırlama konusunda Elfe iyi değildi ancak söz konusu hazırlanmaksa kimse eline su dökemezdi. Standart bir kadın için bu süre en az kırk dakikayı bulabilirken Elfe on beş dakikada hem makyajını hem saçını halledip kıyafetlerini de rahatlıkla giyerdi sonuçta.

'Seçtiklerine göre hangi kaban veya montu almalıyım?'

'Siyah kaşe!' içeri doğru seslendikten sonra elindeki fincanları orta sehpaya bırakarak oturdu koltuğa. Çok geçmeden bir yandan rimeli sürerek, diğer yandan da aynaya bakarak kendine yaklaşan Elfe'de dibinde soluğu aldı. Kolunda asılı olan kabanı koltuğa bırakıp sonunda kirpiklerinden de koptuğunda gülümseyerek bir yudum almayı eksik etmedi kahveden.

'Pera kuşum benim...'

'Söyle biricik.' Kıvranan, sevimli görünmeye çalışan, cümlelerini toparlayan hali bile ele veriyordu Elfe'yi. Sanki kucağına bir bomba koyup kaçacakmışçasına her detayı ölçüp tartıyordu ama bilirdi ki Pera, Elfe asla ama asla kendine karşı bilinçli biri gibi konuşma çabasında olmamıştı yıllardır.

'Ben sana şeyi soracağım... Dağhan ile nasıl gidiyor?' bunu sormak için neden kıvrandığını anlamasa da kendi de fincanını alarak bir yudum içti.

'Güzel... Neden sordun ki?'

'Merak.' Hızlıca omuz silktiğinde Pera'nın tek kaşı anında havalanmış ve gerçeklerle gel dercesine bakmaya başlamıştı.

'Üzülmeni istemiyorum. Yani biliyorsun... Bal çiçeğim, beni yanlış anlama, sen benim dostumsun, her durumda yanında olacağım ama bu kadar zamandan sonra, bütün geçip gidenlerden sonra, anla işte beni.' Ne diyeceğini bilmez, bir o kadar da kırılmasından korkan haliyle mırıldandığında bile Pera'nın parmakları istemsizce karnını bulmuştu. Karşısında kendisine hüzünlü gözlerle bakan bir kadın vardı, tüm geçmişini en ince ayrıntısına kadar bilen, mutluluklarının gebe olduğu acılarını kendisiyle yaşamıştı. Oturup kendisine bile Elfe ne anlar ki, bilmiyor diyemezdi. Hüngür hüngür ağlarken, susup kalmışken hepsini kendisiyle yaşamıştı bu kadın. Dostuydu, dosttan öte başka bir yerdeydi hayatında. Yerini kimsenin alamayacağı, yıllar geçip ayrı düşseler dahi değeri bir gram bile değişmeyecek biriydi. Aklına gelen anla göz kapakları titrekçe kapandığında sertçe yutkundu.

10 Haziran 2015 - Çarşamba

Parmakları arasındaki çarşafı parçalamak istercesine sıkıştırmaya başladı kadın. Duydukları hayal ettiğinin tam tersine hayatını allak bullak, kalbini kızgın bir demirle döver gibi hissetmesine neden oluyordu. Anlamak, duymak, görmek, bilmek, hatta bugünü yaşamak dahi istemiyordu. Vücudu sanki bu saatlere göre hazırlanmış gibi tamamen hissiz, soluksuz yapay bir bitki gibiydi. İnsanın bünyesi tepki vermezken göğsünün tam ortasında yanardağ olabilir miydi? Pera'nın tam da göğüs kafesinin altında durmak bilmeyen ve sürekli harlanan ateş vardı. Sönmüyor, bitmiyor, hatta daha da çoğalıp tüm varlığını esir alıyordu.

'Pera...' kulaklarında uğuldayan sesler arasına Elfe'nin titreyen tonu da gelip yerleşti. Tepki veremiyordu, kendi içindeki savaşa bile bir tepki veremiyordu ki kadına dönüp versindi. Gözlerindeki bulanıklaşmaya rağmen karşısına dikilen bir beden olduğunun bilincindeydi fakat onun da kim olduğunu seçemiyordu.

'Bayan Alarie, son kez onu görüp kucağınıza almak ister misiniz?' kulağına değen ve yine uğultulara karışan naif kadın sesiyle beraber gözlerini sıkıca yumdu. Cevap verecek güç dilinde belki yoktu ama zihninde de kalmamıştı. Ne demişlerdi sahi... Maalesef... Yapabileceğimiz bir şey yok... Üzgünüz... Bütün bu kelimelerin ne olduğunu ayırt edemeyecek hale gelmişti. İçinde bir yerler sökülüp çırpınarak dışarı çıkmak için çaba harcıyordu ama nedensizce izin veremiyordu bu duruma. Göz kapaklarını araladığında az önce bulanık olan görüntüsü şakağına doğru süzülen ıslaklığa rağmen devam ettiğinde boşluğa bakarcasına izledi etrafı.

Hayatın daha yaşanılabilir olacağına, onun için ayakta kalacağına inandığı kızı... Yoktu. Bundan sonra da olmayacaktı. İçeri olabildiğince güneş giren, kocaman pencereleri olan oda zindan gibi geliyordu Pera'ya. Kaybetmenin bu kadar ağır bir yükümlülüğü olduğunu hiç tatmamış bir kadın olarak yaşarken öldüğünü hissediyordu. Yavaş yavaş, acılı şekilde, boğulur gibi ölüyordu üstelik. Bir çift el gırtlağını sıkıyordu ve nefes almak gibi basit bir eylemi gerçekleştirirken ciğerleri parçalanıyordu adeta.

'Kızım...' sonunda bulabildiği sesi ve konuşma yetisiyle fısıldarcasına mırıldandığında serum takılmış elinin üzerindeki parmakların okşamasını hissetti. Başı istemsizce o tarafa döndüğünde çektiği sancıların başından sonuna kadar kendisiyle olan kadının da bitap düşmüş gözlerine denk geldi kara hareleri.

30 Aralık 2021 - Perşembe

Elinin üzerinde hissettiği sıcaklıkla kapattığı gözlerini tekrar ışığa kavuşturduğunda titrekçe bir nefes almaktan kaçınmadı. Elfe yine elini tutuyordu, yine yanında, yine ona yapabildiğince destek olmaya çalışıyordu. 6 sene önce yaşadığı o acıyı henüz tanımlayamamış, hissizleşmişken olduğu gibi, hala yanı başındaydı.

'Sana hatırlatmak için söylemedim... Özür dilerim...' çaresiz bakışlarıyla daha fazla kendiyle kahrolmasını istemediği arkadaşı için başını hızlıca sağa sola salladı. Kendisini iyileştiren şeyler belliydi. Terapist desteği, psikiyatrın yazdığı ilaçlar ve bilen tek kişi yani Elfe'nin desteği.

'Üzülme. Unutmadım ki hatırlatasın.' Dudaklarına hüzünlü tebessümünü ekleyip zorlukla ağlamamak adına gülmeye çalıştığında zil sesiyle elinin üzerindeki parmaklar çekildi. Elfe burnunu çekip kendini toparlamak istercesine derin bir nefes alarak kendisinin de fark etmediği gözyaşlarını hızlıca baş parmaklarıyla temizledi dostu.

'Daha iyi olacaksın, Dağhan sana çok iyi gelecek.' Söylediğine inancıyla başını salladığında Pera'da yarım yamalak gülerek onay vermişti ki Elfe daha fazla bekletmemek adına ilerledi kapıya. Hayatta ikinci kez yaşamaktan en çok korktuğu şey bebeğini kaybetmekti, o tarifi olmaz acıyla bir kez daha yüzleşebilme ihtimali öldürürcesine ruhunu kemiriyordu. Elfe'nin neden bu meseleyi açtığını da biliyordu zaten. Bu altı yıl boyunca hayatına Dağhan kadar kimseyi dahil etmemişti, korkusu öyle sinmesini sağlamıştı ki türlü türlü bahanelerle ilişkilerden kaçan olmuştu. Ve şimdi, bir ilişkinin orta yerindeyken arkadaşı biliyordu ki Pera bu korkuyla tekrar yüzleşecekti.

'Ne sizin bu haliniz?' Dağhan kaşlarını çatarak koridordan kendine baktığında biraz önce suratına yapıştırdığı tebessümü büyütmeye çalışarak ayağa kalktı. Adamın bir an duraksamadan hızlıca kendine yaklaşmasıyla dudaklarını ıslatıp sertçe yutkunmayı da ihmal etmedi.

'Hoş geldin... Bir şey yok, biraz muhabbet ettik. Problem yok yani.' Türlü türlü açıklamalar yapıp anı kaynatmak istese de bir anda kendini çekerek bedenini sarıp başının üzerine dudaklarını bastıran adamla yeniden kapattı gözlerini Pera.

'Geçecek. Bütün yaşadıkların bir şekilde geçecek.' Sadece kendinin duyabileceği tonda konuşan adamın beline sıkıca kollarını doladığında saçlarındaki parmakların kendini göğsüne bastıran haliyle derin bir nefes daha aldı. Elfe'den sonra konuyu bilen, o zamanları görüp yaşamamış olsa da sarıp sarmalayıp korumaya çalışan haliyle Dağhan'da vardı artık. Elfe'nin dediği gibi Dağhan iyi gelecekti, yarası olsa da unutmasını sağlayacak, sevgisiyle iyileştirecekti. Çünkü bir kadını en hızlı şekilde iyileştirecek şey sevgi olabilirdi ancak.

'Ben iniyorum, siz de kapıyı kilitleyip gelin.' Elfe daha fazla ortamda kalmamak adına hızlıca çıktığında ardından kapının kapanma sesiyle başının iki yanını kocaman elleriyle kavrayıp göğsünden ayrılmasını sağladı adam.

'Olmamış gibi silip atmanı sağlayamam ama burası-' işaret parmağını usulca başına dokundurduktan sonra indirip sol göğsünün üzerine de yerleştirdi.

'Ve burası iyi olsun diye elimden geleni yapacağım.' Mırıldanmalarıyla Pera başını sakince salladığında çekip şakağına dudaklarını bastırmayı da ihmal etmemişti ki kadın zorlukla gülen haliyle ayrılarak baktı adama.

'Sağ.'

'Ne?'

'Sağ tarafta kalbim, solda değil.' Dün gibi hissettiği acısına rağmen gülerek konuştuğunda Dağhan aldığı tepkiyle dudaklarını sıkıca birbirine bastırıp gülümsedi. Bir yok oluşun içinde savrulmak belki de hiç var olmamaktan daha iyiydi. Kırık kırgınlıkların olduğu yaşamın içerisinde kanatları parça parça olmuş bir kuşu ehlileştirmek ne kadar zorsa insan içinde geçerliydi aynısı. Bu yüzdendi ki bir butimar edasıyla muhtaç olduğunu kendinden sakınırdı yaşayan. Dokunduğu an yok olacak, bir yudum aldığında tükenecekmiş gibi hissettiği o koca okyanus delicesine hem kendisini çeker hem de bir o kadar ürkmesini sağlardı. İnsan denilen yaşardı ancak korktuğu kadar var olabilirdi.

 

Loading...
0%