Yeni Üyelik
28.
Bölüm

Bölüm 26 - Uyan Pera!

@biceruvar

Merhabalar pandispanyalarım... Yeni bir bölümle, bolca da hüznümle çıktım geldim. Oysa ne çok isterdim hüznüm yerine sabit bir metin bırakmayı buraya. Neyse, dert dinlemek istemeyenler için çok uzatmadan sizleri yeni bölümle baş başa bırakıyorum...

----------------------------------------------

*(Dert dinlemek istemeyenlerin önemle ilerleyip direkt olarak bölüme geçmesini rica ediyorum)

İnsanlar ölüyormuş arkadaşlar. Hayatınızda yer edinmiş, sürekli didiştiğiniz, önünü arkasını düşünmeden kavga ettiğiniz, dünyaya geldiğinizden beri yanınızdaymış gibi olan insanlar da ölüyormuş. Ölümle çok kez yüz yüze kalan bir insan olarak söylüyorum ki, her seferinde acı fazlaca komik gelmeye başlıyor ve ağlayamıyormuşsunuz bile. Mesela, 'Bende okuyayım yazdıklarını.' Diyormuş, ardından 'Çok seviyorsun yazmayı, bastıralım bunları.' Diyormuş, yetmez gibi bir de 'Yayınevleriyle görüş, Türkiye'ye döndüğümde halledeceğiz bunu.' Diyormuş ama gidiyormuş. Emeklerinize, hayallerinize, size saygı duyuyor, kendinizden nefret ettiğiniz anlarda bile yanınızda oluyormuş. Aklınıza onlarca hatıra ve anı geliyormuş, buradan yıllarca sizlere anlatılıyormuş ve sonra bir gün 'İyileştim ben, testlerim temiz çıktı.' Diyen o kişi ölebiliyormuş. Size söylediği testlerin aslında temiz olmayışı, iyileşmekten çok daha kötü durumda oluşu, 'Bir hafta sonra yanındayım güzelim.' Demesi dahi havaya karışıp bir bulut olabiliyormuş. Meğer o söylediği bir hafta ruhunun sizinle buluşmasıymış. Siz de ülke sınırlarının dahi gerisinde birinin cenazesini dahi koyamıyormuşsunuz toprak altına. Başına gidip dua okuyamıyormuşsunuz. Sevdikleri burada diye yalvarsanız da tek cevap alıyormuşsunuz, 'Çok yoruldu daha fazla bunu ona yapmayalım.' O an boğazınızda bir düğüm oluyormuş ve asla geçmiyormuş. 9 yıldır kanserle yaşıyormuş fakat savaştan galip çıkamıyormuş.

Yıllar önce yazdığım hikayelerden hatırlayanınız belki olur, okumayanlar da hatırlamaz ancak o senelerce savaşan insanı kaybedebiliyormuşsunuz. Panik atak geçiriyormuşsunuz, kimseye fark ettirmemek için gülmeye çalışıyormuşsunuz ama geri dönmüyormuş. Bu zamana kadar ölüme soğuk bakarken, ölüm ilk kez korkutmuyormuş. Dostunuzu, sırdaşınızı, on bir yılınızı, kilometrelerinizi, anılarınızı, hayallerinizi bile gömüyormuşsunuz. Hıçkırarak ağlamak isterken bir anda kahkaha atmaya başlıyormuşsunuz mesela. Defalarca mesaj atıyormuşsunuz cevap gelmeyeceğini bile bile, sonra oturup bir bilgisayar başına yazmaya başlıyormuşsunuz. Klavye üzerinde parmaklarınız titrerken bile gözünüzden düşen bir damla yaştan utanıp anında siliyormuşsunuz. Kimse içinizdeki savaşı anlamasın diye çabalarken çığlık atmak istiyor, müsait bir yer bulamıyormuşsunuz. Onun gitmeden önce 'Bana rol kesme ciğerini bilirim senin, seni ben büyüttüm, benimle büyüdün.' Demesi zihninizin duvarlarında bir bardak gibi çarparak parçalanıyormuş.

Kısacası arkadaşlar insanlar ölüyormuş.

İşte tam da bu yüzden, her defasında 'Bana öyle seslenme. Sevmiyorum o ismi.' Diyen, bir daha buralara dönüp, bu satırları okuyup, sırtımı sıvazlayıp, yazıyorum dediğimde 'Kendi kendine kalmayı seversin.' Diyerek uzaklaşamayacağını adım kadar iyi bilerek uzandığı ve gördüğü her yerden baksın bana. Tüm kızgınlıklara rağmen de özür dilemem gereken herkesten özür dilesin.

Gidişine rağmen, on bir sene kadar bıraktığın izler var olsun EFE.

 

'Koi balığı. Çin mitolojisine göre bir zamanlar gökte mavi, yeryüzünde ise altın bir nehir akarmış. Yeryüzünde gezen tanrılar iki nehrin arasına Ejderha Kapısı denilen şelaleyle geçit yapmışlar. Altın nehirde yüzen en güzel balıkta Koi'lermiş. Bu balıklardan en küçük olanı bir gün akıntıya karşı yüzmeye başlamış. Küçük Koi'nin çabasını gören Tanrı'lar, kendilerine karşı geldiğini görerek önüne birçok engel çıkarmışlar ama o pes etmemiş, hatta ulaştığı şelale çok uzunmuş zıplamaya başlamış yorgun düşmüş ama pes etmeyi aklından bile geçirmemiş. Sonra tüm yorgunluğuyla son bir kez daha tüm gücünü toplayarak zıplama kararı almış. Bu çabaları kenardan izleyen su Tanrı'sı ise nehrin sularına emrederek küçük Koi'nin daha da yükseğe çıkmasını sağlamış. Karşısına çıkan her engele rağmen pes etmeyen küçük Koi Ejderha geçidinden geçer geçmez sisler arasında kalmış. Diğer tarafa geçtiğinde ise bir ejderha olarak çıkmış. Bu efsaneye göre Koi balıkları, cesaret, güç, kararlılık, bağımsızlık, azim ve iyi şansı temsil eder hale gelmiş, her rengi bir anlam taşırmış. Mavi koi ise, sessizliği...'

Kahkahalara boğularak ellerindekileri tepelerine diktiklerinde homurdanarak diğer tarafa dönen Deha'yla susmak zorunda kalmışlardı. Üçü de adamın uyumaktan çok sızmış olduğu gerçeğiyle beraber tekrar kahkahalara boğulduğunda Dağhan sehpanın üzerindeki şişeyi alıp Pera'nın da, Pamir'in de kadehini yeniledi.

'Bakma sen şimdi ağır başlı olduğuna. Diyorum ya kötü çocuk modeliydi bizimki. Ne kavgalar, ne bağırıp çağırmalar... Bazen arkadaş olmamız bile garibime gidiyordu.'

'O niye?' Pera kıkırtıları arasında Pamir'e bakarak konuştuğunda adam göz devirerek koltuğa iyice yayıldı.

'Nerede görülmüş lisenin kötü çocuğuyla, inek öğrencisinin arkadaş olduğu? Bak ama en güzel yere geleceğim, iyi dinle.' Oturuşunu dikleştirerek önce Dağhan'a göz atsa da adamın rahat halinden de cesaret alarak sırıtmaya başladı.

'Lise son sınıftayız, bunun da IQ seviyesi mi ne yüksek bilmiyorum ki, ders çalışmıyordu notları hep yüksekti. Neyse...' kaşlarını çatıp hala akıl sır erdirememiş haliyle arkadaşında dolaştırdığı gözleri yeniden Pera'ya döndü.

'Bu tabi zibidi zibidi takılıyor, bizim lise de klasik özel okul, zengin züppelerinin olduğu yerlerden. Bence bu adam da Fuat amca yüzünden çok haşarıydı zaten... Neyse ne. O zamanda yakışıklıydı bu, ergenlik pek etki etmedi arkadaşa, burnu havada falan. Eeee... Kalaycılar vergi rekortmenleri listesinde, herkes bunu biliyor... Etiketi var tabi. Neyse... Yeni bir çocuk transfer oldu okula. Ama görsen Dağhan'dan on kat daha itici.' Pera gözlerini belerterek kahkaha atmaya başladığında aklında kalan tek şey Dağhan'dan on kat daha itici cümlesi olmuştu.

'Sevgiline itici diyor herif ve sen kahkahalara mı boğuluyorsun?' Dağhan'da arkasına yaslanmış kahkahasına devam eden kadına inanmayan gözlerle baktığında Pera omuz silkerek bakışlarını Pamir'e yönlendirdi.

'Çocuk afrası tafrasına rağmen kazasız belasız bir hafta atlattı. Sonra bir gün sadece bizimki için o kim ki demiş. Bak bu küçümseme de olabilir ama aynı zamanda bir soru cümlesi de olabilir. Koridorun sonundaki pencereye yaslanmış elimdeki kitabı okuyordum ve bir ara koridorun başında Dağhan'ı elindeki sırayla karşı sınıfa girerken gördüm. Beş saniye, sadece beş saniye. Sonrası cam kırılma sesi, girdiği sınıftakilerin korku dolu bağırışlarla sınıfı terk etmesi, o katın nöbetçi öğretmeninin gözlüklerini çıkarıp şok içerisinde sınıfa bakması. Totalde bütün hepsi yirmi saniye sürmüştür.' Sanki o günü yaşarcasına ellerini açıp yavaş yavaş tane tane konuşan Pamir'le Pera tek kaşını kaldırıp Dağhan'a baksa da onun umursamazca kaşlarını havalandırıp indirmesini görerek adama yeniden döndü.

'Çocuğun kafasına yirmi, kaşına da beş tane dikiş atıldı. Üstelik sevgilin bu dikişleri sıranın yardımıyla yapmamış, yetmez gibi sinirle sınıfa girdiği için kolunun içine kapı kolu girmiş bu vatandaşın. Etraf kan revan. Olan biteni gördüğümde yanımda Nida vardı. Biz o gün Nida'yı kan tuttuğunu öğrendik biliyor musun? Düştü bayıldı kız.'

'Dur bir dakika. Çocuğun kafasına nasıl yirmi beş tane dikiş attırdın? Ayrıca elindeki sıra ne oldu? Dahası senin koluna nasıl kapı kolu girdi?' gözleri bu kez yanındaki adamı bulduğunda onun elindeki kadehi tepesine dikip dudaklarını da ıslatması bir oldu.

'Şöyle, sınıfa girdiğimde hocanın masasının yanındaki penceredeydi. Sırayı üzerine fırlattım. Kaçınca haliyle aşağı uçtu sıra. Allahtan teneffüs yeni bitiyordu da aşağıda kimse yoktu. Ben hışımla girince fark etmemişim kapıya çarpmışım kolumu, o öyle oldu. Kafasındaki yirmi dikişi kalorifer yardımıyla yaptım ama kaşındaki beş dikiş, saçma gelecek ama sıranın arasında kaldı. Onu nasıl yaptım bende bilmiyorum. Ayrıca Pamir'in anlattığı gibi kim o mevzusu da değildi. İşin içinde küfür de vardı.'

'Ve sen bu yüzden çocuğu hastanelik ettiğin için haklı olduğunu mu düşünüyorsun?'

'Ben hep haklıyım.'

'O her zaman haklıdır.' İki adam da aynı anda konuşurken ne kadar kafası güzelleşmeye başlasa da şok içerisinde bakıyordu. Asıl aklının almadığı nokta şuydu, Dağhan bir avukattı ancak geçmişi pek günlük güneşlik bir avukat değildi. Bu kadar hır gür, eve gelip sızanları yatırdıkları andan beri duyduğu şiddet dolu hikayelerden öğrenmişti. Hiç mi konu yargıya taşınmamış, hiç mi işin ucu siciline dokunmamıştı?

'Sicilin? Eğitimin? Etkilenmedi mi hiçbiri?' aklındakileri yönelttiğinde bakışları Dağhan'da olsa da Pamir verdi yanıtı.

'Fuat amca, tanıdığım en legal görünümlü illegal kişilik olabilir. Kendi aklında şirketinin koltuğuna oturtacağı zeki ve büyük olan biricik oğlunu çok klas temiz tuttu. Tabi okul da hem isimlerinin zedelenmesini hem büyük yatırımcılarını kaybetmeyi hem de zibidi ama dahi gibi görünen öğrencisini harcamak istemedi.'

'Çok normal bir şey gibi bahsettiğinizin farkında mısınız?' Pera kaşlarını havalandırarak tekrar mırıldandığında Dağhan'ın gözlerindeki karanlık kırıkları görse de bakışları Pamir'e döndüğünde histerik gülüşü ile karşı karşıya kalmıştı.

'Bizim okulumuz lise değildi Pera'cım. Bizim okulumuz bir akıl hastanesiydi. Çoğumuzun şimdi de olduğu gibi psikolojik problemleri ve hali hazırda görüştüğü terapistlerimiz vardı. Yani bu durum bizim için normal. İnek öğrenci olan benim için bile.'

'Bir devlet lisesinde sizleri görmeyi o kadar isterdim ki.' Dalga geçercesine gözlerini devirerek mırıldandığında iki adamın gür kahkahaları da yeniden salonda yankı buldu.

'Onu da denediler. Bir spor kompleksi, bir kimya laboratuvarına mal oldu. Bir hafta sonra kürkçü dükkanına döndük. Devlet lisesindeki rehber hocam babama benim saplantılı, şiddete meyilli aynı zamanda ağır depresyona sahip biri olabileceğimi söyledi, hatta tedavi için klinik bile önerdi.' Dağhan'ın açıklamasıyla beraber Pera gözlerine bakmaya devam ettiğinde omuz silkerek gülümsemişti adam.

'Babam klinik sahibinin kartını hocanın gözleri önünde yırttı ve bunlar daha çocuk hocam, ayrıca o Kalaycı soyadını taşıyor, ben Dağhan'ı ait olduğu okula göndersem daha doğru olur, dedi. Odadan çıktığımızda suratının kızarması izlediğim en güzel komedi filmi olabilir.' Baktıkça allak bullak olan zihni yerine yerleşiyordu kadının. Dağhan değildi suçlu olan. Dağhan değildi bütün bu agresif halin, tavrın ve durumun sahibi. Gördüğü şiddet meylini bir noktaya aktarıyor, yapması gereken buymuş gibi hissediyordu. Ne kadar büyüdükçe aklı başına gelmiş olsa bile içinde hala o gergin, kendini bilmez ergeni taşıyordu. Çünkü hala haklı görüyordu kendisini.

Dalıp gitse bile arada geçen şiddetten uzak konularla yeniden dağılmıştı kafası Pera'nın. Ne kadar kızacak, korkacak olsa da gözleri önünde bir kere bile yaşanmamış şiddete eğilim yüzünden tutup Dağhan'a küsüp kaçamazdı. Neredeyse her gün gördüğü, çalıştığı adamın sadece bir kez sinirli anına rast gelmişti onda da zaten çıkan dedikodular yüzünden herkesi paylarken karşılaşmıştı.

'E... Sen nasıldın lisede?' Pamir'in sorusuyla beraber aklına kısa kısa anlar gelmeye başladı. Okul hayatı bol aksiyonlu değildi, en azından kendi cephesinde öyle değildi durumlar. Her okulda olabildiği kadar değişik şeyler olurdu ama Pera onların içinde olmaktan özellikle kaçınırdı.

'Ben dümdüz, olaysız bir lise öğrencisiydim.'

'Nasıl yani? Lise sonuçta, vardır bir şeyler?' adamın anlamaz gözleri ısrar edercesine yüzüne odaklanmışken gözlerini kısıp tekrar düşünmeye başladı.

'Bir tane var sanırım. Yani, lise değil ama herhalde üniversite hatta hayatım boyunca başrolü olduğum tek olay olabilir.' İki adamın da gözleri merakla parlamaya başladığında anlatmak konusunda kararsız olsa da Dağhan'ın gözlerini süzerek derin bir nefes aldı.

'Gözüme arada çarpan bir çocuk vardı. Çocuk hem çekici geliyordu hem de o kadar garipti ki...' yüzünü buruşturup başını sağa sola salladığında o zaman olan Pera'ya da içten içe kızmaktan geri kalmamıştı.

'Ben o zamanda organizasyonlarla ilgilenen bir tiptim. İşte kulüp kayıtlarını tutuyordum falan. O çocuk geldi, inanın hiçbir şey söylemedi. Ters, insanın canını sıkacak ne tepkisi ne cümlesi oldu ama ben bir anda çocuğun sol gözüne yumruk attım.' Utançla yüzü buruşurken Pamir'in bakışları Dağhan'a şaşkın şaşkın dönse de tekrar kendini bulmuştu.

'Durduk yere yani?'

'Evet. Durduk yere... Ağzını bile açmamıştı. Ben bile inanamıyorum ama o yumruğu indirdiğimde hem içim rahatladı durduk yere, hem de garip ama üzüldüm. Durduk yere insanın ağzının üzerine çakılınca her insan üzülür herhalde de rahatlamak... Bilmiyorum yani?'

'Çocuk ne yaptı peki?' Dağhan kaşlarını havalandırarak bakmaya başladığında Pera derin bir nefes aldı.

'Gözünün altını sanki bir şey değmiş gibi sildi, bir mimik bile kıpırdatmadan uzaklaştı. Sonra kayboldu zaten, görmedim bir daha. Kampüs büyük malum.'

'Bence sende daha çok hikaye vardır.' Pamir kahkaha atarak konuştuğunda Pera'da sırıtıp başını sağa sola sallamaya başlamıştı. Olaylı bu vardı ama asıl yaşadıkları hep Elfe ile olanlardı.

'Biz Elfe'yle lisedeyken çok sık okuldan kaçardık.'

'Olaysız standart lise öğrencisiymiş. Hah...' Pamir dalga geçmeye başladığında Pera omuz silkerek bacak bacak üzerine atıp dirseğini de dizine yasladı.

'Bir gün ektik dersi, aklımızdaki de deli gibi gezelim falan. Gezdik.. Gezdik gezmesine de, son olarak esti bize iki bira alıp Kordon'a geçtik. İzmir sıcağı malum güzel çarpar... Kafamız güzel olunca kıyıdaki o duvar var ya orada yürümeye başladık. Hatırladığım Elfe ile kol kola girmeye çalışırken denizi boylamamız.' İki adamın kahkahası yeniden duvarlarda yankılandığında Pera'da eşlik etmekten kaçınmamıştı. Denize ergenliğin de desteğiyle kafaları güzel girmiş ama ayık çıkmışlardı. Üzerlerindeki üniformalar zaten cımcık olmuştu bir de her adımlarında spor ayakkabılarından gelen o vıcık vıcık ses kulaklarını cırmalamıştı. Evde yiyecekleri azarı bilseler de ikisi de hallerine kahkaha atmaktan başka bir şey yapmamışlardı yol boyunca.

'O günden sonra defalarca kaçsak da, okuldan kaçıp alkol alma fikri bir daha aklımıza gelmedi.' Başını sağa sola sallayarak kıkırdamasına devam ederken derin bir nefes aldı. Onlarca anısı vardı Elfe ile. İçinden çıkılması pek mümkün gözükmeyen hallere girmişler, bazen günü karakolda yanlış anlaşılmayla, bazen de burnundan oluk oluk akan kan ile hastanede bitirmişlerdi. Özellikle yazları insanın aklına gelecek her faciaya ev sahibi olmuşlukları vardı. Aklına gelen anıyla gülümsemesi genişlediğinde parmak uçlarıyla burnunu tutarak baktı iki adama.

'Benim burnum farkındaysanız yamuk.' Bu zamana kadar fark etmemiş gibi ikisi de dikkat kesildiğinde sonunda algılayıp geri çekilmişlerdi ki Pera'da parmaklarını çekerek Dağhan'ın doldurduğu kadehten bir yudum aldı.

'Böyle kalmasının nedeni iki kez başını belaya sokmuş olmam. Her yaz ya benim ya Elfe'nin bir yerine bir şey olurdu fakat asla aynı yaz içerisinde iki kez olay atlatmamıştık. O seneyi unutmam asla mümkün değil. Babam da, Elfe'nin babası da çalıştığı için, ki İzmir gibi bir yerde yaşamamız da en büyük etkeni yazları fazla tatile çıkmazdık. O sene de ikimiz birden paten sürmeye merak sardık. Yakın arkadaşız, birimiz istemese de diğeri sürüklüyor. Bir önceki sene de kullandığımız için tecrübemiz var. Bir gün parkta paten kayıyoruz, ne bileyim oturup dinleniyoruz falan arada, geniş bir alan bulduk orada kaymaya devam ettik. Aşırı hızlanmışım, ki paten kaymakta en önemli hususun önüne bakmak olduğunu o gün öğrendim. Elfe'ye laf yetiştirip başımı önüme çevirmemle bir kızla çarpışmam bir oldu. Büyük patlama gibi dağıldık resmen. Onun kaşı, benim burnum. O günü hastanede bitirdik.'

'İkinci olay?' muhtemelen kan revan durumuna kahkaha atmaması gerektiğini düşünen Pamir dudaklarını dişleriyle ezerken konuştuğunda Pera'nın cevabıyla daha fazla tutamamıştı kendini.

'Bir hafta sonra ağaca kafa attım.' Parmaklarıyla oynayan parmaklar bile çekilmiş Dağhan'da kahkaha atmaya başlamıştı. Pera o zamanları hatırladıkça daha da mutlu oluyordu. Evet gülünecek anlardan çok çektiği acıyı hatırlayınca içinin parçalanmasına neden olacak zamanlardı fakat nedense bir türlü o acil müdahale odalarında yanındaki Elfe ile tüm sancısına rağmen hala gülüyor olmaları aklından çıkmıyordu.

Üstelik başka bir olaya değil acı çekişi yüzünden krizlere giriyorlardı. Ne kendi babasının, ne de Elfe'nin babasının endişeli ve kızgın bakışları iki kızın kahkahalarını durduramamıştı. Arada es verecek gibi olsalar da Elfe tekrar o anı hatırlayıp Pera'ya ağaçla buluşmasını anlatmaya başlarken tamamı son bulmadan yeniden gülüyorlardı. Hepsinin ötesinde aynı yaz içerisinde iki kez karşılaştıkları kaza yüzünden patenlerine aileleri tarafından el konulduğunda evin boş olmasını fırsat bilerek yaptıkları kekler, su ile yapmaya çalıştıkları kremalar ve her başarısızlıklarında daha da gülmeleri bir olmuştu. Şikayet edip kenara çekilen insanlar olmaktansa ellerine geçen iyi veya kötü her detayda kahkahalara boğulmayı tercih etmişlerdi.

Ki iki yakın kız arkadaş arasında olanlar meçhuldü. Kimsenin umurunda olmayacak, hatta tek başlarına oldukları zaman dikkatlerini bile çekmeyecek şeylere gülebilirdi onlar. Zaten yakın arkadaşlığın doğasında vardı bu durum. Normal zamanda fazla pişip yapış yapış olmuş makarna insanın moralini bozabilirken söz konusu kız arkadaşlar olunca bir buçuk saat gülünebilecek bir olay oluyordu. Kadınlar ise vazgeçemiyordu bu tutkularından. Tüm dünyaya meydan okurcasına yanlarında duran yakın arkadaşlarıyla göğüslerini gere gere karşı gelebilirlerdi mesela... Çok ciddi bir ortamda kısacık bakışmayla kahkahalara boğulabilirlerdi. Hatta sadece birbirlerinin gözlerine bakarak oldukları ortamın sıktığı konusunda ortak karara varıp aynı bahane ile masayı terk edebilirlerdi.

Kol kola sarhoş kafa ile yürürken tökezleyip, bir yerlerini çarpıp, deli saçması anlamsız bir çocuk şarkısına eşlik edip gözlerinden yaş gelene, karınları ağrıyana kadar gülerlerdi. Çünkü en çok kaçtıkları yer birbirlerinin yanı olurdu. Yakın iki kız arkadaş dertli oldukları zaman kederlerini mutlaka paylaşma ihtiyacı duyarlardı ama derdi olmayan diğeri muhakkak durumu fark edip saçma sapan bir girişimde bulunarak acıyı en aza indirgerdi. İkisinin de birbirine kızma, küsme hakkı olurdu, bunun için sonunda özür dilemezlerdi. Onlarca farklı kişiyle ayrı ayrı arkadaşlık edebilirlerdi ama emin oldukları tek konu yakın arkadaşının yerini kimsenin alamayacağı olurdu. Bir erkek, bir kadın, hiçbir durum giremezdi aralarına. Çünkü aslında aralarında gizli, ikisinin de dillendirmediği bir güven anlaşması vardı...

Pera dışarıdaki araba sesleri dışında çıt çıkmayan odada beline kolunu sarmış adamın gözlerine bakarken dudaklarının yeniden mühürlenmesiyle gülümsemeye başladı. İçindeki yangın bütün varlığını ele geçiriyordu. Dağhan öptüğünde, baktığında, sarıldığında ruhu kendi kulağına fısıldıyordu adeta.

'Uyan Pera!' diyordu.

'Uyan, sen hiç deniz kıyısında yaşamadın kendini. Nerede tehlikeli, derin, girdap olacak su varsa oradaydın. Seni daima tehlikeli olan şeyler çekti, uyan ve bak kendine. Tehlikeliye var olan çekim gücün gibi bu adam da çekiyor seni. Kıyıdan uzaktasın yine, çok derinlerde yaşıyor, boğuluyor, sevmeye başlıyorsun. Bir gün bedenini saran bu adam kaçıp gidecek dahi olsa, sen yolda yürürken gözünün önüne gelecek, olduğun yerde kalacak kadar derinlerde biriktiriyorsun. Parmaklarını bıraktığı gün yemek yerken yutkunamadığın zamanları sevdirecek kadar uzaklaşıyorsun yine kıyıdan.'

Ruhu adeta yalvarıyordu, korkak, titrek sesi yeniden ilişiyordu kulağına.

'Uyan Pera, uyanmalısın. Ondan kalan her şeyi koruyup, boşluğuna kimseyi yerleştirmek istemeyecek kadar dibi görmek istiyor musun?' diyor elleri göğsünün üzerinde birleşip acı çekercesine konuşurken.

'Hani imkansızdı katılaşıp, donmaya yüz tutmuş kalbini özüne döndürmek, şimdi nasıl bu derece derinde aynı zamanda bu kadar sıcak? Kokusu düşünce aklına sızlayacak burnunun direği, her şarkının sözünde o varmış gibi, gökkuşağın oymuş hissedeceksin...' diye mırıldanıyor inanamaz halde gözleri dolmuş ruhu.

Dağhan'ın elalarında kaybolmaya başladıkça diz çöküyor ruhu bacakları titreyerek, gözyaşları sanki yanaklarından süzülüyor da Pera bedeninin karşısına aldığı ruhunu izliyor gibi hissediyordu. Bir kez daha direniyor. Gecenin koyu zindan karanlığında dışarıdan gelen yansımalarla kendisinden çok farklı bir şeymiş gibi duran Dağhan'ın gözlerindeki ruhunun yanaklarına süzülen damlalar parlıyor.

'Yapabilecek misin?' diyor.

'Yapabilecek misin? Üşümesin, aç kalmasın, mutsuz olmasın, üzülmesin, küsmesin, kırılmasın diye olan benliğini bağlayabilecek misin bu sonu görünmeye denize?' Ruhu, Pera'ya hayatında ilk kez kızıyor belki de, ilk defa yalvarıp, ilk defa olan okyanus ortasındaki haline çırpınarak uzanmaya çalışıyor.

'Beni ona teslim edebilecek misin sahiden?' son bir gayret, son bir umut, son bir acaba dercesine bakışıyor kendisiyle.

'Ben-' içindeki olan çatışmaya rağmen araladığı duraklarından çıkan ilk kelimeyle kendini masum masum izleyen adama odaklandığında irkilip derin bir nefes aldı Pera. İç hesaplaşması ve kavgası o kadar Dağhan'ın gözlerindeydi ki biraz önce korkmuştu. Daha önce yaşadığı o duyguya benzemiyordu bu. Pera kendini sorguluyor, kendine kızıyor, kendini korumaya çalışıyordu fakat bir yandan da bunları tamamen göz ardı edip Dağhan'a teslim olmak istiyordu. Kafasının içinde hala dönüp duran kelimelerle zoraki gülümsediğinde adamın şaşkın haline de bakmayı eksik etmedi.

'Son kez kızları kontrol edip geleceğim.' Dağhan'ın tek kelime söylemesine fırsat vermeden kaçar gibi odadan çıkıp karşı odaya yöneldiğinde içeri girer girmez kapattığı kapıya sırtını yaslayıp derin nefesler almaya başladı. Bu güce karşı koymayacaktı, bu hislerini halatlarla bir kıyıya çapalamayacaktı, içinde yanan bir şey vardı ve bunların dudaklarından firar etmesine müsaade edecekti, ancak Elfe'ye ihtiyacı vardı. Alacağı cevabı bile bile sırtını yasladığı kapıdan ayrılıp Elfe'nin yattığı tarafa yönelerek yatağın önüne diz çöktüğünde çoktan dürtüklemeye başlamıştı kadını.

'Biricik... Biricik... Elfe!' sızıp kalmış kadına daha fazla fısıltıyla ulaşamayacağını anladığında hem dürtüklemesi şiddetini arttırmış hem sesi yükselmişti ki darmadağınık olan haliyle sıçradı kadın. Elini rast gele atıp yüzünü tarumar eden saçlarını çekerek uykulu gözleriyle etrafı taradığında korkudan titreyen gözleriyle kendine bakan arkadaşını da bulabilmişti.

'Ne oldu?' sesi çatlak çıksa da aklına gelen ilk cümle buydu. Yataktan fırlayıp birine bir şey oldu korkusu yaşayarak panik alemine dalmayacaktı çünkü bu kendisi ile Pera arasında olağan bir durumdu. Sızmış kalmış, uyumuş, hatta yorgun bir gün geçirmiş olsalar bile zaman zaman kendisi de yapardı aynı şeyi arkadaşına.

'Ben aşık oluyorum.'

'Olmuyorsun arkadaşım, oldun.' Tek kolunu yatağa yaslayıp destek alarak kaşlarını havalandırdığı gibi cevabını da yapıştırdığında Pera'nın alt dudağına eziyet edişini süzdü bir süre.

'Korkuyorum... Çok garip, o zamanlar hissettiğim şey gibi değil. Hem korkunç, hem de içine çeken bir şey...' açıklamasıyla hala gözlerinde korku pırıltılarını görse de hareket ettirmeye dahi erindiği boştaki elini Pera'nın koluna atarak sakince okşadı.

'Git ve yaşa... Dağılırsan-' kısacık bir anlığına güç vermek istercesine duraksayıp Pera'nın simsiyah gözlerine baktığında onun devam etmesi için yalvarırcasına başını salladığını görmüştü.

'Dağılırsan, beraber toparlarız. Daha önce defalarca yaptık beraber. Kaçma Pera, yaşa...' her durumda, konum, şart, mesele ne olursa olsun omuzunu sıvazlayıp kendine güç veren bu kadının yanında olacaktı Elfe. En güç zamanlarında omuzunda ağlamışlığı, en yorgun hissettiğinde dizlerine yatmışlığı, en korktuğu zamanda önünde bir mum ile belirmişti Pera. Aldatıldığında bile gözü bir şey görmeden avukattan sonraki ilk adresi olmuştu Pera. Kendisi dağıtırken bu kadın elini tutup dağınıklığın arasından çıkarmıştı onu. Yine birinden biri dağılırsa çıkarlardı, arkadaşının her zaman yanı başında olacaktı. Zeminden güç alarak çöktüğü yerden kalkışını izlediğinde gözlerinden yansıyan teşekkürü de görüyordu.

Pera geldiği hızla ve aldığı gücün verdiği etkiyle odadan çıkıp karşı odaya girdiğinde bıraktığı yerde dikilen pencereden dışarıyı izleyen Dağhan'a bakarak derin bir nefes aldı. Kapıyı sessiz olmasına özen göstererek örttüğünde izin verdiği bacakları çoktan harekete geçmiş üç adımın ardından kollarına atlamasına neden olmuştu. Ne olduğunu anlayamayan adam ise havada yakaladığı kadının beline sardığı bacaklarıyla son dakikada sırtını yakalayarak kaybettiği dengesiyle yıkıldı yatağa. Burun buruna kaldığı Pera titreyen göz bebekleriyle bakmıyordu. Dudaklarını konuşmak için açtığı sırada üzeri kapatılınca kendi göz kapakları da usulca örtüldü.

Toplam beş dakika önce sisli bir orman gibi bakan o gözler kendine enteresan bir şekilde berrak bir su gibiydi dudakları birbirinden ayrılırken. Ne diyeceğini, ne tepki göstereceğini bile idrak edememişti ki. Pera bir anda korkuyla odayı terk etmiş, sonra geri döndüğünde kollarına atlayıp düştükleri yatakla da öpmüştü.

'Ömrümün köşesine seni değil, ömrümü sana sığdırmak istiyorum.' Fısıldarcasına, konuştukça hala dudakları dudaklarına değerken mırıldanmıştı Pera. Geçmişi, geleceği bilmiyordu ama farkındaydı ki ruhu hislerinin önünde diz çökmüştü.

'Sana ruhumu emanet ettim Dağhan. Ona iyi bak.' Adam kulaklarına ilişen cümleyle sertçe yutkunduğunda Pera'nın kendine karşı hislerini açıkça ortaya savurmasıyla sıkıca sarıldı. Nefesi kadının omuz girintisinde can bulurken dudaklarını oraya bastırıp kokusunu doldurdu ciğerlerine.

'Seni yaşama var, gönlüme yar kılana şükürler olsun.'

İkisi de üzerlerindeki yükten kurtulmuş gibi hissediyordu. İkisi de artık damarlarından daha fazla kan aktığını, oksijenin daha güzel koktuğunu, ruhlarının ortada olan bir şenlik havasında gibi hissediyorlardı. Dudaklarından daha fazla cümlenin dökülmesine gerek kalmayacak kadar bulaşıyordu ruhları birbirine. İçlerinde kilitledikleri akıl hastası hisleri birbirine sarmaş dolaş bir binanın çatısından boşluğa bırakıyordu kendilerini. Yorgunlukları, yıkılmışlıkları, kırılmışlıkları tarihe bir mezar taşı gibi işlerken, ikisi de bakır bir tepsi edasıyla fark etmeden dövülüyordu. İncecik işlenip, zamanlar boyu özen gösterilecek halde...

 

Loading...
0%