Yeni Üyelik
29.
Bölüm

Bölüm 27 - Gökyüzüne Dokunamayan Gökkuşağı Mı Olur?

@biceruvar

Yeniden merhabalar pandispanyalarım... Yine bir gece vakti saatler 01:49'u gösterirken çıkıp geldim pazartesi bölümüne... Bazen hayat öyle bir çıkmaz sokak gibi geliyor ki insana, ne yapamayacağını düşünemediği zamanlarda kendine gelmek için bin bir türlü çaba harcıyor. Benim de böyle anlarda en sevdiğim ve kendimi oyalayabildiğim iki şey var. Yazmak ve okumak. Günler hızlıca birbirini takip ederken zamanı kontrol etmek, tabi ki varsa öyle bir durum aklıma dahi gelmiyor. Neyse fazla uzatmayayım... Umarım zamanı kontrol edebilecek kadar güzel şeyler yaşıyorsunuzdur aklınızda tutabilmek adına. Eğer öyleyse günleriniz, lütfen benim yerime de saate bakıp zihninize kazıyın.

Hepinizin bende anlaşılması güç bir yeri var...

Bu arada söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek ve iletişime geçebilmek adına,
instagram: BiCeruVar

 

'Sana ruhumu emanet ettim Dağhan. Ona iyi bak.' Adam kulaklarına ilişen cümleyle sertçe yutkunduğunda Pera'nın kendine karşı hislerini açıkça ortaya savurmasıyla sıkıca sarıldı. Nefesi kadının omuz girintisinde can bulurken dudaklarını oraya bastırıp kokusunu doldurdu ciğerlerine.

'Seni yaşama var, gönlüme yar kılana şükürler olsun.'

İkisi de üzerlerindeki yükten kurtulmuş gibi hissediyordu. İkisi de artık damarlarından daha fazla kan aktığını, oksijenin daha güzel koktuğunu, ruhlarının ortada olan bir şenlik havasında gibi hissediyorlardı. Dudaklarından daha fazla cümlenin dökülmesine gerek kalmayacak kadar bulaşıyordu ruhları birbirine. İçlerinde kilitledikleri akıl hastası hisleri birbirine sarmaş dolaş bir binanın çatısından boşluğa bırakıyordu kendilerini. Yorgunlukları, yıkılmışlıkları, kırılmışlıkları tarihe bir mezar taşı gibi işlerken, ikisi de bakır bir tepsi edasıyla fark etmeden dövülüyordu. İncecik işlenip, zamanlar boyu özen gösterilecek halde...

Dağhan kulağına gelen seslerle gözlerini araladığında bakışları önce tavanla buluşsa da çatık kaşlarını düzeltip etrafa baktı. Göğsünün üzerindeki kıpırdanmayla bakışları bu defa Pera'ya yönlendiğinde git gide rahatlayan tüm yüz hatları da ortalığa serpişti. Uzun zamandır olmayan bir şey yaşamıştı dün gece. Eve geldiklerinde, odaya girdiklerinde, Pera'ya sarılırken ayık olan kafası kadının cümleleriyle sarhoşlaşmıştı. Hatta o kadar ki zil zurna sarhoş oldu bile denebilirdi kendisine göre. Omuzuna başını yaslamış kadının saçlarında parmaklarını gezdirdiğinde huysuz bir mırıldanmayla Pera'nın da bacağını üzerine atmasıyla iyice sokulması bir oldu.

Önünde belki onlarca sene, belki de birkaç dakika vardı fakat Dağhan bir fantastik film edasıyla göğsünün orta yerine tırnaklarını geçirip acı çekse de kalbini sökerek kadının avuçları arasına bırakmak istiyordu. Ne zaman güne gözlerini açsa şu iki gündür yaşadığı his bedenini bulmamıştı bu yaşına kadar. Şimdi ise bedeni havada süzülürcesine rahat, endişeden uzak ve huzurluydu. Zaman kötüydü, Dağhan'a göre ise zaman her zaman acımasız bir gardiyandı... Bedenini soğuk, nemli, karanlık ve bir o kadar da korkunç bir hücreye kapatan gardiyan gibi hissetmişti akıp giden dakikaları. Bu durum altı yaşında da böyleydi, yirmi yaşındayken de. Şimdi ise zamanın anlamı yitip gitmişti sanki. Artık pis pis gülerek hücrenin ufacık penceresinden kendisine bakamıyor, zevk alırcasına kolundaki saati işaret etmiyordu. Bir zamanlar ufacıkken, henüz yatakta oturduğunda ayakları yere bile değmezken annesinin ellerini tutarak söylediği sözler geldi aklına.

'Bir gün aklına gelebilecek her türlü felaketi yaşayıp incinmiş hissedeceksin Dağhan. Hatta çivisi çıkmış bu dünyada kendini kırık dökük bir enkaz altında gibi yaşayacağın zamanlar olacak. Fakat o zor günlerde öyle bir şey olacak ki, tüm zamanları unutup aldığın nefese şükür edeceksin. O gün geldiğinde... İyi bir adam ol.' Aklına gelen zamanla gülümseyerek kolunu Pera'nın bedenini sararken bulmuştu. Bakışları tekrar tavana yönlendiğinde sertçe yutkunup göz kapaklarını örterek ciğerlerinin oksijen dolmasına müsaade etti. Olabilimiş miydi iyi bir adam? O enkazın altında mıydı yoksa üzerinde mi? Aklına gelebilecek her türlü felaketi yaşamış mıydı? Dünyanın çivisi tekrar takılabilir miydi mesela? Bütün bunlara vereceği cevaptan bir haberdi ama tek soruya yanıt bulmuştu. Unutmuştu, zamanı tamamen unutmuştu. Geçmişe de dönse, geleceğe devam da etse Pera onun için akan zamanın durmasına sebep olmuştu.

'Dağhan...' mırıldanarak çıkan sesten sonra ince parmakların yüzüne dokunduğunu hissederek araladı gözlerini. Eğer ki bir gün bu hayatta ölmeden yaşanması gereken ne var diye kendine sorsalar, açık ara ilk cevabı bu olurdu. Yüreğini avuçlarına vermeye karar kıldığın kadının uyku semesi sesinden ismini duymak... Başını usulca çevirip yanağındaki parmakların dudaklarına gelmesini sağladığında kadının avcunun içine bıraktı öpüşünü. Pera ise hala kaldırmadığı başıyla dudaklarını adamın köprücük kemiğine basarak gülümsemekten geri kalmadı.

'Beraber yaşama meselesini düşünmelisin. İlla benim evim olması şart değil, beraber bir hayat kurarız.'

'Sabah sabah gerçekten mi...' isyan eden ses tonuna rağmen gülmeye başladığında Pera sonunda başını usulca kaldırıp tek gözü açık haliyle yüzünü süzdü.

'Uykulu halimden faydalanıp kabul ettiremezsin. Hem, özleriz birbirimizi fena mı?'

'Kokun tenime bulaştıktan sonra özlemle kalacak mı bu iş sanıyorsun?' kaşlarını çatıp Pera'nın çıplak bedenini korumak için üzerine yorganı biraz daha çektiğinde dudaklarına kapanan dudaklar da bir oldu.

'Hayatlarımızı birbirine bulaştıracak kadar cesursan, özleme de sabır dilersin.' Kadının muzur muzur bakan haliyle bir anda bedenini sarıp sırtının yatakla buluşmasını sağladığında kolundan aldığı destekle de üzerine eğildi. Pera ile ilk kez seviştiğinde de şimdi de obsidiyen taşı misali kapkara, parıldayan saçları yatağa dağılıyordu. Tutunmak için bir dal mı arıyordu yoksa Pera onun içindeki toprağa çoktan köklerini mi sarmıştı bilemiyordu fakat olur da içi intihar etmeye karar verirse korkarak tutunacağı tek yer kadının kaşmir yumuşaklığındaki saçları olurdu. Parmakları usulca yüzünü çevreleyen tutamları arkaya doğru atmaya başladığında dudakları da çoktan yeniden birbirlerine bulaşmak istercesine birleşmeye başladı.

Pera gözüne çarpan kurutma makinesini fişe takarak çalışmasını sağladığında evin içindeki sessizliğe gürültü eklenmesine de gülümsemeden edememişti. Duşa girecekken ayaklanan ahali kahvaltılık alacağız diyerek evden çıkıyorlardı, kaldı ki bu durumu iki kişi falan değil dördü birden halletmeye karar kılmış gibilerdi. Tabi arada Nida ve Pamir arasında oluşan Pamir'in gelmeyin alırız gibi itirazlarıyla Nida'nın da siz şimdi istediğimi almazsınız çatışmasıyla beraber terk etmişlerdi ortamı. Kahvaltıdan sonra dönüş yolu için harekete geçeceklerinden Pera mutlaka kahve istediğini söylemekten de kaçınmamıştı. Bakışları aynadaki yansımadan kendisine yaklaşan Dağhan'ı bulduğunda parmakları arasındaki fön makinesi de çoktan adamın eline yerleşmişti bile.

Dağhan'ın gözleri bir anlığına kendi gözlerini bulsa da parmak uçlarıyla canını yakmaktan çekinircesine olan hareketleriyle tekrar saçlarına yöneldiğinde her okşamasında yüzündeki gülümseme de büyümeye devam ediyordu. Kadının upuzun saçları zorlukla kurumaya başladığında kapattı Dağhan elindeki makineyi ve bir kenara bıraktı. Parmakları usulca Pera'nın beline dolaştığında çenesi de çoktan omuzunda yerini bulmuştu.

Bazen hiç konuşmamak, hatta içinden dahi tek kelime geçirmemek insanı bilinmez bir yere sürükleyebiliyordu. Bir çift göz başka bir çift göze dalıp gittiğinde bir şeyler için olması gereken yer ve zaman kavramı kayboluyor, tam da şimdi olmalı diye geçiriyordu insan. İnsan bir yerden tutuklanınca ummadığı anda, olduğu yerin önemi yitip gidiyordu. Yalnızlığı, kimsesiz hissedişi, tutmayan bacaklarını dahi uçurumun kenarından iterek gökyüzünü kokluyordu. İnsan en başta da sevmeyi seviyordu. Tüm varoluş sancısıyla, içi çözülürken dilinin kilitlenmesi de bu yüzdendi belki...

İstanbul'a döndükleri günün üzerinden 3 gün geçip gitmişti bile. Pera parmakları arasına sıkıştırdığı montuyla beraber merdivenleri indiğinde aralık kapıyı görmesiyle çatıldı kaşları. İtip açmakta kararsız kalan zihni, yüreğini sıkıştıran hisleri garip bir şekilde kalakalmasını sağladığında sonunda kapıya iki kez vurmuş kendiliğinden açılmasıyla bir adım atıp içeri yönelmişti.

'Dağhan!' sessizlik içindeki evde tınısı yok olurken kaşları daha da çatıldı. Evde olacağını, bütün gün evden çalışacağını biliyordu. Daha bir saat önce konuşmuş, şirkette işini bitirince de yanına uğramak istemişti. Kaldı ki konuşma sırasında adamın buna itirazı da olmamıştı. Sonunda salona inen merdivenleri görebileceği yere geldiğinde yan yana duran iki adamı buldu gözleri. Deha'nın parkeye oturup şaşkınlıkla gözlerini tek bir noktaya dikmesi, Dağhan'ın ise sinirinin ayan beyan ortada olduğu yüz hatlarıyla yıkılmazmış gibi olan görüntüsünü fark ettiğinde iki adım daha atmıştı ki büyüyen gözleriyle kaldı olduğu yerde. Parmakları arasındaki montu çantasıyla beraber yere düştüğünde çıkan gürültüyle Dağhan gözlerini kendisine çevirebilmişti sonunda.

'Dağ-han...' tam da şu dakika çığlık atmak istiyordu. Saçlarını kırmaktan korkarak okşayıp, gözlerine çocuk masumluğuyla bakan adamın ela hareleri öylesine donuktu ki elindeki kaplaması parlayan silaha değil, Dağhan'ın ruhsuzmuş gibi olan haline çığlık atmak istiyordu. Ne bir adım ileri, ne de bir adım geri gidemezken kulağında çınlayan siren sesiyle başını kapıya çevirdi.

'Abi, abi ver.' Gözleri tekrar iki kardeşi bulduğunda yerden kalkmış Deha'nın abisinin elindeki silahı almaya çalıştığını gördüğünde sertçe yutkundu.

'Ben vurdum Deha. Onu ben vurdum.'

'Saçmalama! Abi bunu kendine yapamazsın! Affetmem, kendimi asla affetmem.' Aralarındaki çekişme Dağhan'ın bir anda Deha'nın ensesini yakalamasıyla duraksadığında Pera olanları bir film izler gibi izliyordu. Kim, kimi vurmuştu. Ne olmuştu, nasıl bu hale gelinmişti aklı almıyor, mantığı bir şey yapmasına izin dahi vermiyordu.

'Katili benim. Anladın mı beni? Onu ben öldürdüm. Sen henüz evde bile değildin. Kapıda duydun silah sesini. Tek kelime fazlasını etmeyeceksin. Anladın mı beni Deha.'

'Abi...' kendini yakalamaya çalışsa da Dağhan kardeşinin yanından sıyrıldığında Pera'nın dibine kadar gelmişti ki göz kapaklarını sıkıca kapatıp titrek bir nefes aldı. Ela gözleri tekrar kendini gösterdiğinde ise Pera'yı kendine çektiği gibi sarılmıştı.

'Bana bir söz verdin. Yanan ben olsam bile Deha'yı kendinden dahi koru, olur mu?' siren seslerinin daha yakında olan hali Pera'nın kulağında çınlarken bedeninden uzaklaşmış adamın gözlerine baktığında içindeki tüm dünya çökmeye başlamıştı. Başını sakince salladığında dudaklarının üzerini örten adam kendinden de kopup gidecekken yakaladı kolunu.

'Elimden ne gelirse yapacağım. Gittiğin yerde kalmayacaksın.'

'Seni yüreğime düşürene emanet ol güzelim.' Deminden beri korku ile yıkılmışlık arasında kalan ruhu Dağhan kapının önüne adım atıp, elindeki silahı önüne bırakıp parmaklarını ensesinde birleştirmesiyle uçurumun kenarından düşmeye başlamıştı. Yanından geçip abisine yetişmeye çalışan Deha'nın kolunu yakaladığında onun kendisine şaşkınlıkla bakan gözleriyle çarpıştı hareleri.

'Ben öldürdüm o değil. Bırak Pera, benim teslim olmam gerekiyor.'

'Sus.' Bu zamana kadar belki de hiç olmadığı kadar ciddi bakan gözleriyle adamın kolunu sımsıkı tutmaya devam ettiğinde gözleri ters kelepçe takılan Dağhan'ın harelerini buldu. Usulca kapatıp geri açmıştı adam göz kapaklarını. Deha'yı tutmasının doğru olduğunu, yaptığından pişman olmadığını, geri geleceğinin sözünü verir gibi...

'Yaralı nerede?' sağlık görevlisinin sorusuyla dudaklarını araladığında Deha kıpkırmızı olmuş gözlerine rağmen kendinden önce davrandı.

'Ölü. Fuat Kalaycı, salonda.' Deha'nın kelimeleri bile belli ediyordu. Pişman falan değildi, en ufak bir hüznü bile yoktu bu konuda. Adamın pişman olduğu tek konu abisiydi belli ki.

'Sizi de merkeze almamız gerekiyor, ifade için.' Pera usulca başını salladığında Deha'dan emin olamadığı için tekrar bakışlarını polis memuruna çevirdi.

'Kendi aracımızla sizi takip edebilir miyiz?'

'Tabi, buyurun.' Adam kapıyı işaret ederken Pera hala yerde olan montunu aldığı gibi gözleriyle Deha'ya kapıyı gösterdi. Tek kelime söylemeden çıkan ceset torbasını izleyen adamın koluna girip çektiğinde ise hızlıca arabaya yerleşip çıktılar yola.

'Dağhan'ın söylediğinden dışarı çıkmıyorsun Deha. Şirket avukatını arar mısın?' ne kadar şokta olursa olsun, şu an için sadece Dağhan değil üçü içinde gerekecekti avukat. Dağhan teslim olmuş olabilirdi fakat eninde sonunda sıkıştıracaklar veya Deha o ifadeyi tek başına verirken gerçekleri söyleme payı olacaktı. Sevdiği adama bunu yapmak hayatında aldığı en mantıksız karar olsa bile Dağhan'ın bakışlarını görmüştü. Ne ifade vereceğini bilmiyordu ama bir avukat olarak kendisini de temize çıkarabilecek bir yol emindi ki bulurdu.

'Devrim abiyi arayacağım. Şirket avukatı falan bir halt yapamaz bu duruma.' Pera'nın uzattığı telefona rağmen Deha cebinden çıkardığı cihaza yönelmesiyle derin bir nefes alarak baktı önünden seyreden ekip aracına. Elleri titriyor, buz gibi ter döküyordu ama farkında bile değildi. Tek odaklandığı şey akıp giden trafik ve bundan sonrasının ne olacağıydı.

Geldikleri emniyet ile beraber ifade içinde, Dağhan için de avukat talep ettiklerini, avukatı çağırdıklarını bildirdiğinde ortalıkta voltasına volta katan Deha'yı kolundan tuttuğu gibi dışarı sürükledi. Her an ortada, ben öldürdüm, diye bağırabilme potansiyeli ola ola oracıkta tutamazdı onu. Üstelik polis memuru görevini yapıp sürekli avukatı sorduğu için bu daha da çıkmaz bir hal alıyordu. Bakışları bahçeye çıkar çıkmaz otoparka park eden aracı bulduğunda arabadan inen iki adamda gezdirdi gözlerini.

'Deha.' Devrim koşarak yanlarına geldiğinde ise Pera önce Deha'ya daha sonra adama bakarak yutkundu sertçe.

'Abi olanları biliyorsun. Ben yaptım o değil.'

'Şttt...' Devrim anında Deha'yı daha da sessiz olan tarafa çekerken tekrar sertçe yutkundu. Ne yapacağını bilmeyen haliyle ilk kez böyle bir durumun ortasında kalıvermişti. Ne düşüneceği ne yapacağı hakkında bir fikri yoktu. Eğer ki Dağhan kalbine dokunmamış olsa önünde iki seçenek olurdu, bu durumu ört pas etmemek için ya istifa etmeyi seçerdi yada koşa koşa şirkete dönüp insanların gözlerini tamamen başka tarafa çevirecek sansasyonel bir fikir bulurdu.

'Sessiz ol. Hak etti. Sonuna kadar hakketti o herif. Abinin dediğini yapacağız Deha. Tümer, sen Dağhan'la görüş önce, sonra bize haber ver.' Yanlarında duran adam içeri girerken Devrim dudaklarını ıslatıp önce Pera'ya bakmış, daha sonra da Deha'ya dönmüştü tekrar.

'Abin bu işin kuralını biliyor, Tümer'de görüp görebileceğin en iyi avukat. Dağhan ne diyorsa ona göre hareket edeceğiz ama bana bak.' Ses tonu buz soğukluğundayken Deha'nın gözleri de sonunda adamı bulduğunda omuzunu sıkarak kaşlarını havalandırdı Devrim.

'Gerekirse itirafçı sokarım araya, beni biliyorsun, yapabileceklerimi adın kadar iyi biliyorsun. Abini o leş yere sokmam, anladın mı beni?'

'Kabul etmez... Devrim abi onun kabul etmeyeceğini sende biliyorsun...'

'O benim ne olduğumu hatırlamazsa, ben hatırlatırım, sakin ol.' Kapıda görünen Tümer ile üçünün de bakışları adamı bulduğunda o sıkkın nefesini havaya bırakıp dudaklarını ıslattı Pera.

'İtirafçıyı kabul etmiyor salak herif. Kaza diyeceğiz. Deha'nın eve yeni girdiğini, önce gülüşme sonra silah sesi duyduğunu söylemesini istiyor. Aranızda hiçbir problem yoktu Deha, basında göründüğü gibi bir aileydiniz, abinin neden donuk olduğunu sorarlarsa ki muhtemelen sormazlar ama Fuat bey ile çok yakın olduğunu, şoka girdiğini söyleyeceksin. Dağhan'ın söylediği kadarıyla silahta Fuat beyin de parmak izi varmış.'

'Barut testi...' Pera üç adamın da aklına gelmeyen şeyi korkuyla mırıldandığında Tümer ve Deha'nın gözleri anında Devrim'i bulmuştu.

'Hallederim ben, siz ifadelerinizi verin.' Kendilerinden uzaklaşıp telefonu kulağına götüren adamdan sonra Tümer'in gözleri yeniden Deha'yı buldu.

'Ağlayacaksın, gerekirse ağlayacaksın. Unutma, sen de Dağhan'da acılı çocuklarsınız, babanızı kaybettiniz.'

'Biliyor musun, işin ucunda abim olmasa şurada zil takıp oynarım. O kadar sızlamıyor vicdanım.'

'Ama işin ucunda abin var. Devrim'in de benim de dostum o. Elimizden gelmeyeni de yapacağız. Pera, sen sadece gördüğünü anlat. İlk duruşmasında tutuksuz yargılanmayı kabul ettirebilmek için bunları harfiyen yapmanız gerekiyor.' Tümer'in bakışları bir anda Pera'yı bulduğunda gerginlikten sıktığı dişleriyle salladı başını. Ne oluyordu ne dönüyordu, Devrim barut meselesini nasıl halledecekti, Tümer bir avukat olarak itirafçı fikrini nasıl önermişti hiç aklı almasa da istediği tek bir şey vardı. Dağhan'ın orada kalmaması.

Yaslandığı duvarda sıkıntılıca başını arkaya attığında bir iki kez vurmuştu ki derin bir nefes aldı. Kaç gündür, kaç haftadır Dağhan'ı görmemişti bilmiyordu. Dahası fırsatı yakaladığı halde Dağhan burada görmeyeceksin diyerek geri çevirmişti onu. Olanlar, bütün yaşananlar öylesine karman çorman bir hal almıştı ki günlerdir doğru dürüst uyuyamamıştı. Gün yeni aydınlanırken tek yaptığı yoldan aldığı kahvesiyle kendisini bu koridora atmak olmuştu. Geçen günler boyunca basının önüne set çekebilmiş, Deha'ya destek olabilmişti ama korkusu öylesine içini böcek gibi yemeye başlamıştı ki sadece bedeni dimdik ayakta kalmıştı.

Sıktığı dişlerinin gıcırtısını fark ederek koridora tekrar göz attığında derin bir nefes aldı. Upuzun, ardı arkası görünmeyen, yer yer oturma alanları olan duvarlarındaki buz soğukluğuna rağmen gördüğü üçüncü dava bitişiydi. Adam akıllı adliyeye evrak dışında yolu düşmemiş bir kadın olarak geldiğinden beri koridorun karşısındaki salonda üç dava görülmüştü. Birisi ayrı ayrı çıkıp birbirlerinin yüzlerine dahi bakmayan kadın ve adam, diğeri gözyaşları arasında ufacık kız çocuğuna sarılıp arkasından ağıtlar döken kadın, sonuncusu ise yanında yöresinde kimse olmayıp jandarma eşliğinde odadan çıkan muhtemelen yirmili yaşlarındaki adamındı.

Jandarma eşliğinde bileklerindeki kelepçeyle ilerleyen genç adamın arkasından bakmaya başladığında yeniden hissetti o lanet şeyi. Bütün organları bir bir düğümleniyor, midesi bulanmak bir kenarda dursun resmen ters dönüyordu. Gözleri koridordaki Elif hanım, Afitab hanım, Deha ve Devrim'i bulduğunda yaslandığı yerden çekilerek derin bir nefes aldı. Kime ne diyeceğini bilmediği zamanlardan öylesine nefret ediyordu ki ortamı bırakıp kaçası bile geliyordu. Gözleri Deha'da gezinse de onun iyi olduğunu görerek Elif hanıma döndü. Kıpkırmızı gözleri, şişmiş yüzü, korkudan elindeki çantasının askısını sıkıştırması... Ne diyebilirdi ki? Kadına ne dese boştu. Oğlunun yanında olmayışından ne kadar üzgün olduğunu mu dile getirecekti, yoksa kocası için taziye dileklerini mi?

'Kızım... İyi misin sen?' Afitab hanımın sesini duyduğunda bakışları irkilerek onu bulduğunda zorlukla nefes alarak başını salladı. Dışarıdan nasıl göründüğü hakkında ufacık bir bilgisi yoktu, tek bildiği göğüs kafesinin tam ortasını bir mengeneyle sıkıştırıyorlardı da Pera buna mümkün değil engel olamıyordu.

'İyi olacağım, siz, siz nasılsınız?'

'Böyle bir zamanda nasıl olabilirsek öyleyiz Pera'cım.' Afitab hanımın yüzünde de en ufak bir ifade yoktu. Gözleri bile o kadar durgun bakıyordu ki bir an acaba ilaç sayesinde mi ayakta diye düşünmeden edememişti. Yine hareketlenen koridorla bakışları Dağhan'ın gözleriyle çarpıştığında kalbindeki ağır sancının farkına vardı. Nasıl şirkete geliyorsa öyleydi Dağhan. Üzerindeki takımından, tıraşına kadar bir değişiklik yoktu. Gözlerinde ufacık bir korku bile gözükmezken nasıl böyle olabildiğine hiç anlam veremedi. Olan tek farklılık iki yanında koluna girmiş adamlardı. Doğrudan Dağhan'ı koridordaki koltuğa ilerletip oturmasını sağladıklarında hala kendine odaklı elalara bakmaya da devam etti Pera.

'Gördün mü Pera?' o gece olduğu gibi ruhu çıktı yeniden karşısına kadının. Bu kez yere diz çökmüş halde değildi üstelik. Kollarını göğsüne bağlamış kendisine hesap sorar, ben haklıydım dercesine dikiliyordu.

'Senin denizin hiç kıyı değil. Gördün mü? Bak yine bir girdap içerisinde kaldın.' Bir an cevap vermek istese de vazgeçti. Oysa ufacık bir an bile olsa razıyım boğulmaya diyecekti, razıyım çünkü bu benim okyanusum...

'Peki ya o artık olmazsa ne yapacaksın Pera? Ne yapabileceksin söylesene? Sen bir zindan değilsin, gökyüzünü gören bir okyanusta kalan tutsaksın her zaman. Dağhan'ı gökkuşağın yaptın? Ya o seninle aynı gökyüzüne bakamazsa ne yapacaksın? Gökyüzüne dokunamayan gökkuşağı mı olurmuş?' ruhunun yüzüne acımadan çarptığı cümlelerle parmakları göğsüne gittiğinde sarsılan bedenini de hızlıca duvara yasladı. Tüm zihninden geçenlere rağmen hala gözlerini ayırmadığı elalar telaşlanmaya başladığında ufacık bir harekette bulunmuştu ki iki yanındaki adamın tutmasıyla olduğu yerde kaldı.

İnsan zihninden başka bir insanla konuşabilir miydi? Konuşabilirdi herhalde çünkü Pera, Dağhan'ın kendisine iyi olup olmadığını soruduğunu gözlerinden görüyordu. Başını sakince sallayıp gülümsemeye çabaladığında adamın harelerinden hala çekip gitmeyen endişeyle zorlukla da olsa kıvırdı üst dudağını. Hayatındaki enleri yaşadığı şu günler gerçekten böyle olmak zorunda mıydı? Mesela Dağhan'ın elinden bir bardak düşseydi, bir şey oldu mu diye korksaydı olmaz mıydı? Veya bu içindeki acı, gülüşürken çarptıkları bir yer yüzünden olsaydı... Daha basit daha katlanabilir kalsaydı her şey keşke.

Ama hayatın kararları ve kanunları insanı yeryüzündeki cehennemi tatmaya zorlardı daima. Herkes kendi cehennemini hazırlardı üstelik.

'Karar.'

 

Loading...
0%