Yeni Üyelik
30.
Bölüm

Bölüm 28 - Her Zerrem Sen Olmuş...

@biceruvar

Yeniden merhabalar pandispanyalarım... Yine bir gece vakti saatler 01:12'i gösterirken çıkıp geldim Cuma bölümüne... Zaman mı hızlı geçiyor yoksa ben çok mu boşa zaman harcıyorum bilemem fakat günün en sevdiğim vakitleri sizlerin yorumlarını okumak oluyor muhtemelen. Sizlerle gülmek, ağlamak, kızgınlıklarınıza eşlik etmek, umutsuz anlarınızda bir dost gibi yanınızda olabilmek(umarım başarıyorumdur) hepsine bayılıyorum... Sosyal ortamı en az seviyeye düşüren birisi olarak söylemek isterim ki iyi ki o kısıtlı sosyal ortam içinde en çok size zaman ayırıyorum.

Bu arada söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,
instagram: BiCeruVar

 

İnsan zihninden başka bir insanla konuşabilir miydi? Konuşabilirdi herhalde çünkü Pera, Dağhan'ın kendisine iyi olup olmadığını soruduğunu gözlerinden görüyordu. Başını sakince sallayıp gülümsemeye çabaladığında adamın harelerinden hala çekip gitmeyen endişeyle zorlukla da olsa kıvırdı üst dudağını. Hayatındaki enleri yaşadığı şu günler gerçekten böyle olmak zorunda mıydı? Mesela Dağhan'ın elinden bir bardak düşseydi, bir şey oldu mu diye korksaydı olmaz mıydı? Veya bu içindeki acı, gülüşürken çarptıkları bir yer yüzünden olsaydı... Daha basit daha katlanabilir kalsaydı her şey keşke.

Ama hayatın kararları ve kanunları insanı yeryüzündeki cehennemi tatmaya zorlardı daima. Herkes kendi cehennemini hazırlardı üstelik.

'Karar.' Hakimin sesiyle oturdukları yerden ayaklandıklarında Pera titreyen dizleriyle inatlaşmaya başladı. Belki de özgür olduğu halde ilk kez kendini bu kadar tutsak hissediyordu. Baktığı her yerde garip bir şekilde o tutuklu kalış ruhunu sömürüyordu adeta. Muhtemelen kalbini teslim ettiği adam da o tutsaklığın içinde diye durum bu derece ağır geliyordu. Başını hafifçe yan çevirip kendine odaklanan Dağhan'a baktığında dudaklarını kıpırdatması bir olmuştu adamın.

'Seni seviyorum.' Bir fısıltı dahi değildi ama Pera'nın içinde haykırış olmuştu o cümle, dolan gözleriyle beraber titreyen ellerini birbirine bağladığında kendisi de oynattı dudaklarını.

'Seni seviyorum.' Dağhan'ın hafifçe kıvrılan üst dudağıyla gözleri dolu dolu olsa da dudakları sımsıkı birbirine baskı kurdu. Veda gibi çıkan bir sevmek, talan olmakla eş değerdi herhalde. Ki Pera'nın içi tümüyle haşat oluyor, yerlere cam kırıkları dökülürken kadın üzerinde çıplak ayaklarla geziyor gibi hissediyordu.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu madde 85, taksirle ölüme sebebiyet verme nedeniyle sanık Dağhan Kalaycı'nın 2 yıl 6 ay tutuklu kalmasına karar verilmiştir.' Ortamda bulunan herkes daha önce Tümer'in olacaklardan bahsetmesi yüzünden haberdarken daha fazla tutmamıştı Pera'yı dizleri. Olduğu yere bir anda bedenini bırakıp gözlerini memurlarla kapıya ilerleyen Dağhan'a çevirdiğinde onun yüzünde görülen ufacık gülümsemeyle beraber salondan çıkması bir oldu. Salon içindeki herkes tek tek çıkarken titreyen elleri yüzüne gittiğinde omuzunu sıkan elle derin bir nefes aldı.

'Geçecek biricik...' ne cevap vermek istiyordu Elfe'ye, ne de dış dünya ile iletişimde kalmak. Kulağında yankılanan 2 yıl 6 ay haricinde hiçbir şey yoktu. İşine nasıl odaklanacağını, tüm bu olup bitene nasıl zırh olacağını ilk kez bilmiyordu. İlk defa işini nasıl yapacağını hatırlamıyordu ki Tümer davadan iki gün önce kendiyle ofiste görüştüğünde Dağhan'ın kesinlikle basına bu konuyu en hafif şekilde yansımasını istediğini bildirmişti.

İnsan kendi isteğiyle kapana kısılabilir miydi? Ruhu anlamsız şekilde kaybolmuş gibi hissederken kendini kaybetmek ne derece mümkün olabilirdi? Veya ağlamak için gözyaşları hemen pınarlarında öylece dururken nasıl ağlayamazdı? Varken yok olabilir miydi birisi sahiden? İlk kez atlamak isterse yüksek bir tepeden ne hissederdi? Zeminle bir olurken acıyan canı yüzünden sancılar mı çekerdi, yoksa yaşayamadıklarını anımsayıp keşke mi derdi? Bir kadın gülen yüzünün arkasında kaç acı gizlerdi?

Bir yanda yapmayı en iyi bildiği şey, işi vardı. Diğer yanda ise ruhunu emanet ettiği adam. İkisinin de durumu içler acısıyken Pera elini kolunu yerleştirecek yer dahi bulamıyordu. İki gündür işe gitmek haricinde dışarı adım atmadığı evde yine aynı yere pencerenin önüne oturup, dışarıyı şakır şakır yağarak istila eden yağmurda gözlerini dolaştırdığında yanına yere bırakılan fincanla bakışlarını Elfe'ye çevirdi.

'Toparlamak ister misin biricik?' kadının çekinse de destek verdiğini görüyordu Pera. Görüyordu ama toparlanacak bir şey yoktu ona göre. Şu an biraz karışıktı sadece ve içindeki savaştan galip çıkmalıydı. Ne yapacağına karar vermesi gerekiyordu. Ne kadar güçlü duracağına dair net bir noktaya ulaşmalıydı. Aksi takdirde asla ama asla dağınık değildi. Bu durumda dağınık olmaktan ziyade tamamen yok olmaktı.

'Dağınık değilim ki...' omuz silkip gözlerini tekrar dışarı çevirdiğinde sırtını okşayan elden sonra ayak sesleri geldiğinde Elfe'nin uzaklaştığını anladı. Herkes yapması gerekeni yapıyordu, avukat, Deha, Elif hanım, Afitab hanım, Pamir, Nida, Elfe, hatta Devrim dahi yapılması gereken ne ise onu yapmıştı. Ne zaman döneceklerini bilmeseler de Tümer davadan çıkar çıkmaz itiraz etmişti karara. Üzerine bir süre zaman geçtiğinde iyi hal ile başvuracağını da söylemişti. Herkes Dağhan ile Fuat beyin arasında oldukça iyi bir baba oğul ilişkisine dair mahkemede ifadede bulunmuşlardı. Nasıl yaptığını bilmese de Devrim o barut testinde var kararını bile çıkarmıştı Fuat bey için. Ancak kaçınılmaz son engellenememişti.

Dört Ay Sonra

Çalan zile kulak tıkayıp hala oturduğu yerden bakmaya devam ederken Elfe'nin ayak seslerinden sonra kapının açıldığını da fark etti. Sahi ne zamandır yapıyordu bunu? Dört aydır hayatına dair yaptığı neydi? Sabah kalkıyor, hiçbir şey yokmuş gibi içindeki hiçlikle hazırlanıyor, işe gidiyor, tüm gün kafasını dosyalara, reklam projelerine gömüyor, akşam işten çıktığı gibi eve giriyor ve odasına kapanıp bu pencerenin önüne oturuyordu. Dört aydır işin dışında hareket ettiği iki şey vardı. Bir pencerenin önünden yatağına kadar yürümek, iki kahve için mutfağa ulaşmak... Ona iyi gelen hiçbir detay işe yaramıyordu. Ne mumlar, ne buhurdanlıklar, ne meditasyonlar kendine getirememişti. Hatta ne zaman tütsü yakma girişiminde bulunsa yüzü gözyaşlarıyla ıslanmak için bir mücadeleye girmişti, fakat ağlamamıştı. Dışarıdan tamamen zırhı üzerinde, başı dik bir kadınken içindeki enkazdan haberdar oluyor muydu insanlar, en çok merak ettiği konu buydu belki de, iş ve Dağhan'dan kalan zamanlarda.

Dört ay boyunca defalarca Nida, Deha, Pamir gelmişlerdi. Hatta iki kez Afitab hanımda gelmişti ama karşısına oturup konuştuğu da bir tek o kadıncağız olmuştu. Deha ile kafa kafaya yerip olduğu şekilde sokağı izlemişlikleri de vardı sahi. Zihninin hepsini Dağhan'da bırakmışçasına o iki konuşmadan da tek kelime anlamamıştı. Deha'nın defalarca kendisinin suçlu olduğunu söylemesi ise iyice ruhunu daraltmış, bir ara onu döveceğine dair tehdit etmişti. Belki kendince haklıydı fakat Dağhan'ın giderken Deha'yı kendinden dahi koruması gerektiğini söyleme nedenini daha iyi anlıyordu.

'Pera! Tümer geldi!' kapının ardından seslenen kadınla beraber derin bir nefes aldığında oturduğu zeminden güçlükle ayaklandı. Dört aydır olduğu gibi muhtemelen iyi olduğunu söyleyip gidecekti adam, oysa Pera bunu duymak değil görmek istiyordu. Dağhan'ın iyi olduğunu görmek ama adam bir kez inat etmişti işte. Orada kaldığı süreci hiç yaşamamış gibi olmak istemişti. Bir tek kendine değil tüm ailesine karşı da aynıydı. Görüşmeyi tamamen reddediyordu.

Sanki ilk kez var olmuş gibi hissettiği salona çıktı. Bakışları Tümer'i ve ona kahve fincanı uzatan Elfe'yi bulduğunda derin bir nefes alıp üzerindeki hırkaya sarılarak yerleşti koltuğa.

'Sana iki haberim var...' Gözlerini devirip derin bir nefes aldığında Tümer'in yüzündeki gülümsemeye de anlam veremiyordu. Acaba durum kimsenin garibine gitmiyordu da o yüzden mi kendisine gülümsüyorlardı. Çünkü baktığı zaman bir tek Elfe kendine boşa gülümsendiğini bilir gibi bomboş bakıyordu.

'Dur tahmin edeyim... Dağhan gayet iyi, sağlıklı, aklımızın kalmasını da istemiyor. Sorarsam diye de buradan çıkana kadar görüşmeyeceğim demiştir.'

'Bu haber değil Pera, her görüşmemiz sonrasında sana periyodik olarak ilettiklerim.'

'Ne peki?' umutsuzca başını omuzuna düşürerek Tümer'e bakmaya başladığında onun tebessümünü büyütmesiyle derin bir nefes aldı kadın.

'Öncelikle yeni dava tarihi belli oldu. Bir hafta sonra, iyi hal indirimi talep edeceğiz, tabi serbest kalmasını veya ev hapsine dönüşmesi de seçeneklerimizden birkaçı, aile içi olduğu için mümkün değil ama çok düşükte olsa paraya çevrilmesini de isteyeceğiz.'

'Gerçekten mi?' büyümüş ve dört ay sonra ilk kez ışıldamış gözleriyle adama bakmaya başladığında o usulca başını sallayıp kahvesinden bir yudum almıştı.

'Gelelim ikinci habere. Kalkıp hazırlanmanı tavsiye ederim. Dağhan tam bir nemrut ama sana karşı dağ olamıyor.'

'Ne!' çığlığı ile eş zamanlı oturduğu yerden zıpladığında Tümer'in gülmeye başlaması bir oldu.

'Ciddisin değil mi? Şaka değil bu?' inanamıyordu. Dört aydır inat eden adamın bunu kabul etmesine inanamıyordu. Adamın baş sallamasıyla hala muallakta olsa bile koltuktan hızlıca kopup daldı odasına. Eline geçen ilk pantolon ve tişörtü üzerine geçirdiği gibi saçlarını da toparladığında kenarda duran çantasını almasıyla tekrar salona dönmesi bir oldu.

Şu an nasıl göründüğü değil, kimi göreceğiydi umurunda olan. Tüm heyecanı sayesinde Tümer'in kahvesinin bitmesine bile müsaade etmeden adamı da sürüklediğinde önünde dikildiği cezaevine baktı. İki adım ötesinde Tümer elindeki evrakların kontrol edilmesini sağlıyordu ama hemen kapının arkasındaki Dağhan'ın varlığı bile gözüne perde inmesine sebep olmuştu.

'Hadi Pera.' Tümer'in sesiyle adımlarını hızlıca ilerlettiğinde geçtikleri kapıyla geniş avluya baktı. Gözleri detaylardan koparak büyük binaya girdiklerinde Tümer'i takip ederken ikisinin de hızlı adımlarla ilerledikleri koridor sonrasında geldikleri odayla Pera derin bir nefes alıp baktı çevreye.

'Başta arandığın için odada sadece sen ve Dağhan olacaksınız. Kamera kayıtta olacak, senin de Dağhan'ın da güvenliği için.' Adamın açıklamasıyla gülümseyerek başını salladığında Tümer'de terk etti odayı. Bakışları boş odada gezinmeye başladığında içine sığmayan nefesini de bırakmıştı. Neden kamerayı belirttiğini biliyordu, neden sadece sen ve Dağhan olacaksınız dediğini bildiği gibi. Duvarları yarıya kadar mavi diğer yarısı da beyaz olan doğru düzgün penceresi bile olmayan bir odadaydı. Fakat zaten günlerdir içinde kendisini böyle bir odaya hapsettiği için boğucu gelmiyordu. Hemen önündeki masa ve karşılıklı boş iki sandalye bile kilitli kaldığı yerle aynıydı. Tek farkı içindeki odada birine kendinin oturduğu sandalyenin karşısı boş olmazdı. Sürekli kendine hesap soran ruhu otururdu. Şimdi ise ellerinin buz tutacağı kadar onu heyecanlandıran adam oturacaktı oraya.

Açılan kapının sesiyle gözlerini gezdirdiği boş odadan o tarafa çevirdiğinde üzerindeki gri eşofmanı ve beyaz tişörtüyle karşısına dikilen adamla çarpıştı gözleri. Esmer teninin daha açık, gözaltlarının çökmesine rağmen gözlerinin ışıl ışıl oluşuyla dakika beklemeden atladı Dağhan'ın boynuna. Sırtını sımsıkı saran kollar derin bir nefes almasına nedendi. Ne anlatsa boştu, ki dört ay boyunca aradığı tek desteğin şu an kendini sıkı sıkı saran adam olması aslında her şeyi açıklar haldeydi.

'Ben sanki hiç sensiz olmamışım.' Dudaklarından firar eden cümleyle beraber boynundaki dudakları hissetti Pera. Dağhan sadece sarılmıyordu, Dağhan kendini çevreliyordu. Yüreğine alıp yerleştirmek ister gibi tutuyordu tüm benliğini. Bir daha bırakmayacak, hayatı boyunca göğsünün orta yerinden içeri alarak orada sır gibi saklayacakmışçasına...

'Her zerrem sen olmuş...' boynuna gömülü burun kokusunu çekerken mırıldanmıştı Dağhan'da. Bir süre sonra kadından hafifçe ayrılıp yüzünün iki yanını avuçları arasına aldığında her gece uyuyup uyandığı kömür karalarına baktı.

'Özür dilerim Pera. Senden ömrüm boyunca özür dilemem gereken bir şey yaptım. Seni yalnız bıraktım. Özür dilerim güzelim.' Dişlerini sıkarak da olsa konuştuğunda Pera hızlıca adamın yaptığı gibi onun yüzünü avuçları arasına aldı.

'Düşünme. Ya kalbimizi, sevgimizi kaybetseydik... O zaman ne yapacaktık?'

'Durum, şart, hayat ne getirirse getirsin. Her şeyi kaybetsek dahi tek şey yapacağız. Yeniden başlayacağız.' Adam kendini telkin etmek istercesine başını sallayarak mırıldandığında Pera derin bir nefesle gülümsedi.

'İyisin değil mi? Saçma tabi burada ama...' Dağhan gülümseyerek sandalyeye oturmasını sağlayıp karşısına yerleşerek ellerini avuçları arasına aldığında parmaklarını okşayan tenle başını hafifçe omuzuna doğru düşürdü. Bu kadar hızlı, aklını kaybedecek gibi tutulduğu adamın sadece ellerini tutması hayatın yeniden doğması gibi bir durumdu.

'İyiyim. Şaka değil gerçekten iyiyim. Avukatlık yaptığım dönemde içeri girmesine yardımcı olduğum birisi de buradaymış o yüzden tek kalıyorum. Aklın kalmasın. 2 yıl sonra bile olsa seni görmek, sana sarılmak düşüncesi içimi öyle rahatlatıyordu ki bunu şimdi yapıyor olduğum için daha iyiyim.'

'Daha erken olacak.' Kararlıca mırıldandığında adam avuçları arasındaki ellere dudaklarını bastırarak gülümsedi.

'Pera... Güzelim... Ben bu işleyişi biliyorum. O yüzden güçlü duracaksın. Tümer elinden geleni yapıyor, bileği de sağlamdır ama kararın sonucu en aşağı bir yıla dayanacak. Yani sekiz ay daha uzak kalmamız gerekecek. Bütün bunu bilerek güçlü duracaksın. Evet, yanlışlıkla, kazayla oldu ama oldu.' Gülümsemesiyle beraber kaşlarıyla hemen arka çaprazındaki kamerayı işaret ettiğinde Pera derin bir nefes alarak ıslattı dudaklarını.

'Ama iyi hal falan? Ya da ne bileyim evde de cezana devam edebilirmişsin?' bir umut diyerek mırıldandığında Dağhan usulca başını sağa sola sallamıştı.

'Tümer'in yapmak için çaba sarf ettiği de bu zaten fakat o olacak iş değil, çok bel bağlama. Hem bak dört ayı geçti gitti.'

'Ama-'

'Aması yok, öyle veya böyle, 2 yıl sonra veya 1 yıl sonra bir şekilde çıkacağım buradan ve seni daha fazla zayıflamış, gözleri çökmüş, yorgun, solgun görmek istemiyorum. Hem burada ne yapıyorum biliyor musun?'

'Ne yapıyorsun?' içine düştüğü huzursuzluğa rağmen mırıldandı Pera. Kötü görünmüyordu ama uzak kalmak hiç içine sinmemişti kadının.

'Bu zamana kadar ertelediğim bütün kitapları okuyorum. Çıktığım zaman seninle neler yapabilirim onun planını kuruyorum. Yaptığım hata sonrasında babana nasıl kendimi kabullendiririm çeşit çeşit yollar arıyorum. Yani dışarıdayken yapamadığım her şeyi burada zamanım olduğu için yapıyorum.' Dağhan gülümseyerek konuşmasını bitirdiğinde kadının elinin üzerini de işaret parmağıyla okşamıştı.

'Hem ne demiş Ahmet Kaya; Kendine iyi bak, beni düşünme, su akar yatağını bulur. Düşünme, anlaştık mı?'

'Benim sana moral vermem gerekiyor...' Pera kıkırdayıp adama bakmaya başladığında Dağhan usulca omuz silkerek oturduğu yerden de ayaklandı. Kendisiyle beraber kadının da ayağa kalkmasını sağladığında sıkıca sarıldı yeniden. Adamın kokusunu derince tekrar çektiğinde pantolonunun belinde hissettiği şeyle çekilip gözlerine bakmıştı ki onun göz kırpmasıyla beraber ayrıldı adamın bedeninden.

'Seni çok güzel seviyorum be kadın. Seni bana verene emanet ol.'

'Seni deli gibi seviyorum. Emanet edene, emanet ol Dağhan.' Önünde durduğu kapıya vurup açılmasını bekledikten sonra odadan çıktığında Pera'da sakince elini beline atıp tenine değen kağıdı alarak avucunda iyice sıkıştırmıştı. Biliyordu, her cezaevi gelen veya giden mektupları okur, onaylardı. Belli ki Dağhan okunmasını, kendileri dışında birinin bu kağıttan haberdar olmasını istememişti.

Yaktığı mumun ateşinden faydalanarak tütsüyü de tutuşturduğunda yüzüne yerleşen gülümsemesiyle oturdu bu kez pencerenin önüne. Avuçları arasında sıkıştırıp gizlediği kağıdı açmaya başladığında derinden bir nefesi de ciğerlerine doldurmuştu. Ters duran kağıdı usulca çevirdiğinde ise kenardaki kahvesinden bir yudum alarak kupayı bırakıp düzeltti tekrar kağıdı.

Bir gün biri giriyor hayatına Pera...

Tam umudunu yitirmiş, bir uçurum başında düşmekten korkak ama atlamaya hazırlanırken... Artık hiçbir şeyin kurtarmayacağını düşünürken... İçindeki ölümün o leş kokusunu alırken... Kendine bile itiraf edemediğin o duyguyla beraber tam hayatının ortasına iniyor o birisi. İlk kez yaşamak anlamlı geliyor... İlk kez biriyle gülerken gerçekten güldüğünü hissetmene neden oluyor... İlk kez güneş içinde batıdan değil de olması gerektiği yerden doğuyor... Tüm korkuların ilk kez birisi oluyor. Kendini yok sayışın ilk kez anlam kazanıyor. Duruyorsun, diyorsun ki, onu saymak için yok saymışım kendimi. O var diye yok olmalıymışım ben meğer... İçten içe hissediyorsun bütün eksik taşların yerine gelip kendi kendine yerleştiğini, hayatın artık acı bir tiyatro oyunu değil de trajik bir komedi filmi olduğunu fark ediyor, bakmaya korktuğun her detaya meraklanıyorsun... Hatta kendine soruyorsun... Bu muymuş, düşerken haz almak, gülerken gerçekten mutlu olmak, sevmek gerçekten bu muymuş diye.

Sen benim hayatıma bacaklarım uçurum kenarında titrerken girdin Pera. O uçurumdan düşmek isterken uzattın ellerini başınla aşağıyı gösterdin. Hadi dedin bana. Titreyen bacaklarımı, korkudan sıkışan kalbimi, sinirden sıktığım dişlerimi yok saydırdın. Şu dünya üzerinde kendimi ilk kez var ve değerli olarak hissetmeme neden oldun. Oysa... Senden önce sanki yoktum.

Şimdi, şimdi o elimi tuttuğun uçurumdan atladık güzelim. Çok uzun sürmeyecek ve biz o denize kavuşacağız. Elin elimde olacak, tüm genzimiz tuzlu su dolacak, belki biraz canımız yanacak ama biz denizden ziyade birbirimize kavuşacağız. Geçen tüm bu zamanı hafızamızdan sileceğiz. Akan bütün zehir zemberek gözyaşlarımızı birlikte temizleyip o denizden başımızı çıkaracağız ve gökyüzüne bakacağız. Kimse görmeyecek, bilmeyecek, duymayacak bu zamanlardaki gözyaşlarımızı. Bir tek ikimizde saklı kalacak bu acı ancak ne olursa olsun o denizin ortasında ikimiz olacağız yüzümüzdeki tuzlu suyu deniz zannederken herkes. Ummadığın, ummadığımız kadar biz olacağız... Belki herkes bizi unutacak ama biz seninle unutulmayan bir sevda yaşayacağız.

Bu sevdada ölmeye niyetliyken olur da bir gün yeniden sensiz kalırsa gecem Romeo'nun söylediği cümleleri asla aklından çıkarma;

-Binlerce kez beter olsun gece, senin ışığın yoksa...

Haftalardır tuttuğu gözyaşları, ruhunun çıkmış gibi hissettiği bedeni parmakları arasındaki kağıtla beraber sarsılmıştı. Dört aydır kendisine acı çektiren ruhunun söyledikleri bir bir kağıdın üzerine, güzel bir el yazısıyla döşenmişti. Bedeni öylesine rahatlamıştı ki hıçkırarak ağladığının farkına bile şimdi Elfe kendine sarılırken varabiliyordu.

'Biricik... Ne oldu... Sana iyi geleceğini sanmıştım.' Kendine kızan haliyle Pera'nın gece karası saçlarını okşayıp kadını kendine çektiğinde oyuncağını kaybetmiş çocuk gibi olan arkadaşını sarıp sarmaladı.

'Çok özlemişim...' titreyen sesiyle çıkan kelimeler bileo dakika intihar etmişti odanın içinde. Öyle ki aldığı verdiği nefes, içtiğisu, ağzına koyduğu tek lokma bile dünyada sadece Dağhan kalmış gibihissetmesine neden olmuştu bu dört aylık dilimde. Şimdi ise tam da ufak kızçocukları gibi ayağını yere vurarak haykırmak istiyordu 'Ama ben onuistiyorum...' diye. Yapabildiği ise her acısında yanında olan kadının göğsünegözyaşlarını dökmekti.

 

Loading...
0%