Yeni Üyelik
32.
Bölüm

Bölüm 30 - Utanırdım Kendimden

@biceruvar

 

Yeniden merhabalar pandispanyalarım... Yine bir gece vakti, benim için saat 02:13'i gösterirken geç kalmış Cuma bölümünü getirdim sizlere. Yukarıdaki parça nostaji asla olmamakla beraber bence kısa sürede, 'Bunu da mı milletin diline doladılar ya!' diyerek isyan çıkaracağım bir şarkı, o yüzden sizlere şimdiden sizlerle paylaşayım istedim. Günler müthiş bir ayaklıkla geçiyor benim için fakat yeni yeni kurgulara baş koymaya başladım. Güzel olur mu, istediğim gibi gidip yayınlar mıyım bilemem fakat yine çok sevdiğim karakterler gelecek gibi. Neyse, daha fazla uzatmadan sizleri bölümle baş başa bırakayım...

Bu arada söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,
instagram: BiCeruVar

---------------------

'Tamam da neden bekliyoruz?'

'Bu yüzden.' Başıyla ilerideki taksiyi işaret ederek bu kez Tümer bedenini yasladığı arabadan ayrılmıştı ki Pera bakışlarını taksiden inen bedene çevirdi. Gözleri donuklaşmaya başladığında ne kadar gergin olsa da bir o kadar da gülümsemeye çalışan babasıyla göz göze geldiğinde boğazındaki yumruyu gidermek istercesine yutkundu. Aylardır kaçak dövüştüğü babası şu an tam karşısında, cezaevi önünde, yanında Dağhan'ın avukatı varken kendisine bakıyordu. Kaçıp kurtulma çabasına girdiği her detayla şimdi mi yüzleşecekti sahiden?

'Baba...' dudaklarından istemsizce ve çekingence dökülen kelimeyle serçe yutkundu.

'Kızım...' Alain olduğu yerde durup kızının gözlerine bakmaya başladığında her an ağlamak için hazır olan haline dayanamayarak çektiği gibi sarıldı. Kızgındı, haberi olmayan şeylerden, yapma dediğini yaptığından kızgındı ancak Pera'nın kendi yüzünden bir damla gözyaşı dökmeyeceğine dair karısına onlarca söz vermişti. Kızını ilk kucağına aldığı günden itibaren vermişti bu sözleri üstelik. Ortalıkta kırk tane kıyamet kopsa, bağırsa çağırsa bile biliyordu Alain. Değişmeyecekti sonuç. Nasıl ki zamanında tüm dünya omuzlarına yıkıldığında o Derya'yı koruyup yaralanmayı göze almıştı, kendisiyle beraber Derya'da yara almıştı şimdi de kızı ve Dağhan için aynıydı belli ki durum.

Adımladıkları koridorun ardından girdikleri odayla Pera'nın bedeni daha çok gerildi. Aklında onlarca soru vardı, ayda bir görebildiği sarılabildiği için Dağhan'ın boynuna atlayacağının hayallerini kurarken bir anda babası dikilmişti karşısına. Neden burada olduğunu, kimin çağırdığını deli gibi merak etse de olacakları daha da fazla merak ediyordu. Kimsenin olmadığı odadaki tekli koltuğa bedenini bıraktığında diğer tekli koltuğa da babasının yerleşmesiyle derin bir nefes almıştı ki çok geçmeden açılan kapıyla gözlerinin elalarla çarpışması bir oldu.

'Dediklerimi unutma Dağhan.'

'İşimi öğretme Tümer.' İki adam kapıda konuştuktan sonra Dağhan bir çırpıda içeri girip kapıyı kapatarak boşta kalan tek yere yerleşti. Karşısında deli gibi özlediği kadın otururken sarılmamak ne kadar yüreğini dağlasa da bakışlarını kaçırarak Alain'e çevirdi.

'Hoş geldiniz.'

'Sence hoş mu geldim Dağhan?' başını sakince sallayarak kenarda duran kağıtlardan ve kalemden aldığı gibi hızlıca karaladığında Alain'e doğru uzatmıştı ki adamın okuduktan sonra olan allak bullak yüzü kendisini buldu.

'Nasıl yani?'

'Pera anlatır. Ben bunun için sizinle görüşmek istemedim. Doğruları zaten Pera'dan öğrenirsiniz fakat...' gözleri Pera'ya döndüğünde onun başını fark edilmeyecek kadar ufaklıkta onaylamazcasına sallamasıyla sertçe yutkundu.

'Pera'yı seviyorum Alain.' Kararlı duruşu ne kadar Pera itiraz etse de geri çekilmeyecekti. Oturup dört duvar arasında düşünürken olan biteni uzatmak istemiyordu. Emindi ki buradan çıktıktan bir süre sonra Pera tarafından kızgın lavların içine atılacaktı, hatta büyük bir kavga geçecekti ancak daha fazla süreyi uzatmak istememişti.

Kim olduğunu, nasıl biri olduğunu, söz konusu Pera ise kararlılığını o kadar iyi biliyordu ki bu durumun böyle bir yerde olmasını istemese de elinden gelecek en iyi şekilde yapmak istemişti. Belki de Türkiye'deki haberleri izlemeyen Alain çok sonraları duyacaktı olan biteni ama duyduğu zaman Pera'nın kalmasını da istemeyecekti. Haklı olarak kızını korumak, sakınmak isterdi adam. O gün gelip öğrendiğinde Pera'yı çekip kendinden alması ise en son isteyeceği şey olurdu Dağhan'ın. Bu yüzden de ortam doğru veya değil, ne ise onu anlatması en aklına mantığına uyan olmuştu. Bu bir cezaevinde, müdür odasında olsa dahi.

Adamın dudaklarından firar eden Fransızca küfürle beraber elinin ayasını alnında gezdirdiğinde tekrar Alain'e odaklanarak kırılmaya başlayan direncini de toparladı. Güçlü durması gerekiyordu, kendinden emin, vazgeçmeyeceğinden de kararlı oluşunu göstermesi gerekiyordu.

'Baba...' Pera'nın titreyen sesiyle bu kez gözleri sevdiği kadını buldu. Geçecekti, geçecekti her şey ve şu an yaptığının cezasını Pera'ya ödeyecekti. Kadından gizli kapaklı, haberi olmadan bir anda böyle bir duruma düşürdüğü için fırçasını yiyecekti ama bütün bunlar geçip gidecekti. Pera'nın titreyen sesi kadar kendi yüreği de korkuyla titrese de kızına bakan adama odakladı yeniden gözlerini.

'İstemeyeceğini biliyorum. Bunu kabul etmek istemeyeceğini de biliyorum. Benim gibi bir adama-' gözleriyle hala Alain'in parmakları arasındaki kağıdı işaret ettiğinde dudaklarını ıslattı.

'Benim gibi bir adamla kızının beraber olmasını istemeyeceksin farkındayım. Fakat bana bir şey söylemiştin havuzun başında otururken. Bazen bir insanı daha önceden tanımak istersin, tüm yanlışları düzeltsin diye, doğduğu güne kadar hatırlamak o anı yaşamak istersin, demiştin. Alain, benim daha önce tanımak istediğim tek insan Pera, üzgünüm. Uyardın beni, Pera'dan uzak durmam için uyardın ama yapamadım.' Başını sağa sola salladığında Alain'in parmakları arasında buruşmaya başlayan kağıt derince iç çekmesine neden oldu.

'Onu üzeceğini söylemiştim.' geldiğinden beri adam akıllı ilk defa ağzını açtığında Dağhan duyduğu cümleyle sertçe yutkunup başını sakince salladı.

'Evet, söylemiştin. Haklıydın da ama ben onu önümüzdeki kötü günlerden, beraber karşısında duracağımız tüm kavgalardan, aramıza set olacak her engelden, tüm mesafelerden daha çok seviyorum. Kabul etmeyip, itiraz edebilirsin, hatta Pera'nın hayatında olmamam için türlü türlü şeyler yapabilirsin ancak tek bir şey bilmeni istiyorum...' konuştuklarıyla beraber Alain tekrar kızına baksa da Dağhan kısa sürede kendine dönen gözlerle omuzlarını hafifçe kaldırıp indirdi.

'Şartlar neyi gösterirse göstersin, benim tüm yollarım ona çıkacak.' Cümlesinin ardından bir tepki beklemiyordu Dağhan. Hatta Alain onay versin veya vermeyecekse söylesin diye de yapmamıştı bunu. Öylece olan biteni havada bıraksa da umurunda değildi. O tek başına olduğu odada zaten beyninde kazdığı her tünelin ucu Pera'ya ulaşmıştı. Bundan ötesi yoktu. Bir gün yanında olmayacaksa bile emin olduğu tek şey buydu. Çıkmaz sokağın bile sonunda Pera olacaktı ona göre. Derin bir nefes ardından koltuktan sakince kalkan Alain ilerlediğinde açtığı kapıdan sonra sesini duyurabildi.

'Eve geçiyorum kızım, haberin olsun.' Adamın ardından çekerek çıktığı kapıdan sonra bakışları bu kez Pera'ya yöneldiğinde onun dolu dolu bakan hareleriyle asmak istedi varlığını. Bir dar ağacına, bir tavana öylece varlığını asıp ölümünü izlemek istetecek kadar yakıyordu gözlerindeki buğular.

'Neden yaptın bunu...' kadın daha fazla kendini zapt edemediğinde kirpiklerinin arasından intihar edercesine düşen damlalarla Dağhan uzandığı gibi parmaklarını yakalamıştı bile.

'Yokluğunda bile seninle var olurken bunu sana yapamazdım.'

'Şimdi ne yaptın peki?' Pera anlamayan haliyle baktığında oturduğu koltuktan ortadaki sehpaya geçerek başından tuttuğu kadının alnına dudaklarını basıp kokusunu derince ciğerlerine çekti.

'Sana geç kalmamayı seçtim.' Hala kadının alnında olan dudaklarıyla mırıldandığında usulca geri çekilip kızarmaya başlayan gözlerin baş parmaklarıyla temizledi.

'Sana geç kalsaydım, kendimi affetmezdim Pera.' Başını sağa sola sallarken özür dilercesine baksa da Pera derin bir nefes alarak geriye çekti bedenini.

'Bekleyebilirdi. Bu yaptığın... Dağhan bu yaptığın çok saçmaydı.'

'Söz konusu sensen ben çok bekledim. Daha fazla bekleyemezdi.' Pera'nın daha fazla kaçmasını engellemek adına parmaklarını tuttuğunda kadın boştaki eliyle nemli yanaklarını temizleyerek çattı kaşlarını.

'Bu durumdan benim de haberim olmalıydı. Tek başına yaşamıyorsun, biz yaşıyoruz.'

'Kabul etmezdin Pera. Küs, bağır, kız ama başka seçeneğim yoktu.'

'Her zaman başka seçenek vardır.' Usulca koltuktan kalkıp kapıya ilerlediğinde aralamıştı ki Dağhan'ın sesini duydu.

'Sen benim tek seçeneğimsin, diğerleri tamamen yanlış.' Kavga etmek, üstelik dört duvar arasındaki bir adamla bunu yapmak mantıklı değildi. Normal şartlarda kıyameti koparırdı fakat şimdi sessizliğini korumak istercesine çıktı araladığı kapıdan. Bütün bu kargaşanın içine babasının girmesi, üstelik kendinin de son dakikada bundan haberdar olması...

Geldiğinin tam aksine gözyaşları içinde arabada bekleyen Tümer'in yanına oturduğunda başını sağa sola sallayıp tekrar temizledi yanaklarını. Tümer ise zaten durumun bilincinde olarak yola sessiz sedasız çıktı. Akıp giden yol çizgilerini izleyerek derince soluklanmaya çalıştı kadın. Hayatına dair şeylerden haberi olması gerektiğini düşünüyordu. Eğer ki aynı durum tam tersi olacak şekilde ilerleseydi Dağhan'a fikrini sormadan yapmazdı. Sonuçta ortak bir karara varılıp, ona göre hareket edilmesi gereken şeyler vardı. Bunların en başında da ilişkilerini açıklamak geliyordu. Fotoğrafı istemek için gittiğinde bile Deha'nın bomba gibi ortaya düşürdüğü gerçek içini parçalamıştı. Elif hanımın birebir oğlundan duymasını ve bundan Dağhan'ın haberdar olmasını istediği içindi hepsi. Ancak şimdi, durumlar hiçte ummadığı şekilde ortaya serilmişti.

Geldikleri bine ile konuşma girişiminde bulunmadan Tümer'e usulca baş selamı verip indiği gibi girdi içeri. Asansöre binerek aynada yüzündeki rimelin izlerini temizlediğinde anahtarı çıkarıp geldiği katla araladı evin kapısını. Sessiz olmasını ister gibi, sanki kafasında bir muharebe varmışçasına ama Pera kendini belli etmek istemezcesine salondaki koltukta oturan babasına baktığında sertçe yutkunup odasına yöneldi. Üzerindeki her parçadan hızlıca kurtulurken açılan kapıyla gözleri Elfe'nin üzgün halini buldu.

'Dağhan beraber olduğumuzu, sevdiğini söyledi.' Sanki çığlık atmak istiyor da sadece fısıldayabiliyor gibi güçlükle konuştuğunda Elfe anında sarılmıştı kadına.

'Sakin ol... Geçecek. Gerçekten geçecek inan bana.'

'Hayal kırıklığı, tamamen hayal kırıklığıyla baktı babam bana. İlk kez öyle bakarken gördüm.' Çenesini yasladığı omuzun üzerinden bir hıçkırık daha dudaklarından firar ettiğinde Elfe hızlıca geri çekilip başının iki yanından yakalayarak baktı simsiyah gözlerine.

'Asla hayal kırıklığı değildir, o nasıl laf, sen biricik kızısın onun. Şimdi yüzünü yıka, bende kahve yapıp babana verip çıkayım, kızmak isterse rahat olur en azından. Sende sesini çok çıkarma, en azından sakinleşir. Sonra hep yaptığınız gibi baba kız oturur konuşursunuz.' Başını göz yaşları arasında belli belirsiz salladığında Elfe yanağına sıkıca dudaklarını bastırıp gülümsedi.

'Sen çok güçlüsün, kalbini babandan saklama Pera. Doğru veya yanlış, yüreğinden geçenleri söyle sadece. Onu dinlemeyi de unutma, senin için telaşlanacak.' Başını tekrar salladığında ufak bir tebessümle arkadaşı çekilerek çıktı odadan. Banyoya yönelip yüzünü yıkadığında aynadaki görüntüsüne derin bir nefesle karşılık verdi. Sakinleşip yüzleşmesi gerekiyordu. Kapının kapanma sesini duyarak bir kez daha soluklanıp önce banyodan ardından odasından çıkarak salondaki koltuğa ilerledi. Kaçmak ister gibi oturup dizlerini kendine çektiğinde Alain kısa bir bakış atsa da tekrar karanlık televizyon ekranına döndü.

Saatlerdir koltuğun en ucuna oturarak kendine çektiği bacaklarına sarılmış, çenesini de diz kapaklarına yerleştirerek hala sessizliğini koruyan babasını izlemeye devam ediyordu. Elfe evden çıktığından beri tek bir ses bile yankılanmamıştı salonda. Sadece baba kız öylece oturmuş belki de doğru şekilde kullanılacak kelimeleri seçmeye çalışıyorlardı. Babasının orta sehpadaki sigaraya uzanıp yakmasıyla dudağını kemirdiğinde kendine gözlerini çevirmeden sadece pencereye bakarak konuşması da bir oldu.

'Neden Dağhan'dan uzak durmanı istedim biliyor musun?' koskoca 32 yıl, 32 yıldır babasının ağzından kendisine karşı Türkçe kelimeler dışında herhangi bir kelime kullanılmamışken şimdi ana dilini konuşuyor olmasıyla başını sıkıntılıca sağa sola salladı. Biliyordu, Alain sadece ciddi bir konuşma yapacağında veya kendini gerçekten ifade etmek istediğinde Fransızca konuşurdu. Yıllardır Türkiye'de olmasına rağmen ne zaman ortada açıklanması gereken bir şey olsa Türkçe'den kopma ihtiyacı hissederdi. Bunu biliyordu Pera ama kendine karşı ilk kez yapıyor olması içindeki huzursuz karanlık noktanın daha da büyümesine neden oluyordu.

'Çünkü Dağhan aile olmak ne demek bilmiyor Pera. Ben de bilmiyordum. Sadece bunu bilmemek bile o kadar ağır yaralar ki bir kadını, o kadar kaos içerisinde kimsesiz hissettirir ki aklın hayalin almaz annenden dinlesen.' Sessizliğe yemin etmiş gibi mühürlediği dudaklarını kapalı tutarak hala dışarıya göz atan babasını izlemeye devam etti. Cevap, onay değil sadece babasının konuşmasını isteyecek kadar gerilmişti. Sonuçta ilk aşık olduğu adamdı karşısındaki, her kelimesi öyle önemli, öyle değerliydi ki kalbi kırılsa bile can kulağıyla her heceyi duymak istiyordu.

'Ben annene her zaman çok iyi bir eş olmadım. Bazen o kadar acıttım ki kalbini kendimden nefret ettim, çünkü bilmiyordum. Bir kadın nasıl sevilir, nasıl sarılır, nasıl teselli edilir, nasıl korunur, nasıl bir kadına aşık olunur bilmiyordum. İçimde sadece engelleyemediğim bir his vardı. Aldığım her nefeste, bir yudum su içsem, bir lokma yemek yesem dahi annenin yanımda olmasını istememi sağlıyordu o his. İlk zamanlarda Derya arkasını dönüp gitmediği için çok şanslıyım.' Histerik gülüşüyle beraber külü düşmek üzere olan sigarasını çırptığında göz ucuyla kızının dolu harelerine bakmaktan da kaçınmadı.

'Canın çok yanacak Pera, çok üzüleceksin. Bir adama sevmek nedir, ürkütmeden nasıl sarılır öğretmek zorunda kalacaksın. Bir adama eş olmadan önce anne, hatta baba olmak mecburiyetinde kalacaksın. Bugün Dağhan'ın yaptığı şeye olan kızgınlığını hatırlayıp yıllar sonra nedenini anlayacaksın. Belki de pes edeceksin, yanmış canınla ortada kalacaksın.' Hırkasının oynadığı kollarını bırakıp yarım ağız gülüşüyle kendini izleyen babasına odaklandığında onun sakince elinin üzerine elini vurmasını ve derin bir nefes alışını fark etmişti.

'32 yaşına getirdiğim, bana hayatta tadabileceğim en güzel hissi, babalığı yaşatmış kızıma bugün unut onu demeyeceğim. Kararlarından sen mesulsün Pera.' Alain iç çekerken Pera dudaklarını ıslattı.

'Eğer ki fırtınanın ortasında bir gökdelenin tepesinde düşmeden durabileceğine inanıyorsan yolun açık olsun kızım ama unutma o gökdelenin tepesine bir bir basamakları tırmanarak çıkmak zorunda kalacaksın.' Pera usulca başını salladığında hala elinin üzerindeki ele parmaklarını da yerleştirmişti bile.

'Hiçbir şey sormayacak mısın?'

'Dağhan babasını kendinin öldürmediğini yazmış kağıtta. Cezayı kendisi aldığına göre yaşadıkları da göz önüne alınınca ya annesi, ya da Deha yaptı diye tahmin ediyorum.' Alain başını anlayışla sallarken bile Pera tek kaşını kaldırarak süzmüştü adamı. İnanmak istemeyebilirdi, hatta Dağhan'ın yaptığını ancak kendisi için yapmadım ben dediğini dahi düşünebilirdi fakat babası direkt olarak o kağıtta yazan cümleye güvenmeyi tercih etmişti.

'Nasıl inandın? Hiç mi o yapmış olabilir diye geçmedi aklından baba?'

'Geçmedi.' Rahat haline rağmen Pera hala kendine çekili bacaklarını düşürüp bağdaş kurarak derin bir nefes aldı.

'Geçmedi, çünkü eğer o yapmış olsaydı beni cezaevine çağırıp karşıma geçip seni sevdiğini söyleyemezdi. Eğer o yapmış olsaydı, sen o cezaevinin önünde olmazdın. Ufacık bir ihtimal eğer ki yapmış olsaydı, benden değil, senden utanırdı.' İç çekerek parmaklarını elleri arasından kurtarıp geriye yaslanan babasıyla beraber bu kez tırnaklarıyla oynamaya başladığında aklına gelen türlü türlü cümlelerden kurtulmak istemişti Pera. Babasının söyledikleri o kadar açık ve netti ki şu an uğramak istediği en son nokta kendi içindeki durak olabilirdi.

'Kabul edebilecek misin peki Dağhan'ı?' sorusuyla Alain'in derin nefesi bir olduğunda hafif baş sallaması içini rahatlatmaya yetmişti.

'Benim kabul edemediğim Dağhan değil ki, benim kabul edemediğim küçük kızımın kırılacak kalbi.'

'Belki de kırmaz baba?'

'Sevilmeyi öğrenememiş adamlar, nasıl seveceklerinden bir haberlerdir.'

'Hadi bir kahve yap bize.' Alain bütün konuşmanın sonlandığını belli edercesine gülümseyerek kızına baktığında Pera hızlıca oturduğu yerden kopup mutfağa geçti. Sorsa babası sonuna kadar cevap verebilecek anlardaydı ancak duyarak değil yaşayarak öğrenmek istiyordu. En başından beri kendine onlarca uyarı yapan ruhunu es geçmesi de bu yüzdendi. Belki gerçekten acı çekecekti, belki çok yanacak canı ve tükenecekti ama hepsini bir bir yaşamak istiyordu Dağhan'la.

Zaten sevmek denilen bu değil miydi? Bilinsin veya bilinmesin tüm ateşlere yürümek, bundan da haz almak. Düşeceğini bilerek korksa da ilerlemekti. Yıllar sonra bütün bu kalbinin emekleri yollara saçılacak üzerinden onlarca araç geçecek, hepsini bir daha kullanılamaz hale getirecekti belki ama insan bu olabilir diye vazgeçebilir miydi ki...

'Prensesim...' sıkıca sarıldığı adama elli kez havaalanına bırakmayı teklif etse de Alain her seferinde itiraz etmişti. Aynı gün içerisinde geri dönecek olmasından ziyade Pera'nın o havaalanından yalnız hissederek dönmesini istemiyordu. Karşısında ufak bir kız çocuğu yoktu belki ama kendi için henüz yürümeyi, konuşmayı, hatta gülmeyi bile yeni öğrenmişçesine masumluğuyla duruyordu Pera. Sırtındaki o görünmez kanatları çoktan uçmasını sağlasa bile Alain'e göre hala kızı iki elinden tutup attığı adımlarla kalbini fetheden ufaklıktı.

'Bir gün olur da yolunda gitmezse bazı şeyler biz senin hep yanında olacağız, unutma.' Kızının sırtını sıvazlayarak mırıldandığında ayrılan bedenleriyle Pera'da usulca başını salladı. Emin olduğu en güzel şey değil miydi zaten annesi ve babasının desteği. Şimdi çekinmeden, korkmadan, atak bir tavır sergileyerek bu zamanlara geldiyse onların desteğini hep hissettiği içindi.

Bazen bir kadın için çoğu detaydan değerli olurdu bu durum. Dönüp bakınca asla yalnız değilim demek aileden başlar, yine ailede biterdi. Her insan hata yaptığında hala kendini sevebiliyorsa, hatasını düzeltme çabasına giriyorsa bu zaten var olduğunu bildiği aile desteği yüzündendi. Yıllarca süregelen kadın-erkek çatışmaları, ataerkil toplum içinde yetişen kadınlar için bu durum çok daha fazla önemliydi.

Kadındır, yapamaz, denildiği noktada yapabilen çoğu kadın ardında hissettiği o direnç sayesinde ayakta kalıyordu. Bir kadın eğer ki kaçmak yerine ben buradayım diyebiliyorsa çoğunlukla o güce sırtını yaslayabildiği içindi. Güçlü kadın kavramından çok kadın kavramını da sevmek burada başlardı.

Evet, Pera güçlüydü ama her şeyin ötesinde biz yanındayız diyen bir ailesi olduğu içindi bu durum. Yetiştirilen her kız çocuğuna yapılması gerektiği gibi ötekeleştirip, ikinci, üçüncü hatta sonuncu şahıs yerine değil, kararlarını kendi alabilecek, cesurca ayakta durabilecek biri olarak yetiştirilmek, hayatının olması gerektiği gibi birinci şahsının kendisi olduğu öğretildiği için vardı. Toplum olarak yapılması gerektiği gibi yapmak zorundaydık. Olanı biteni bir kız çocuğuna öğretip, zamanı geldiğinde tüm yolları göstererek kendi seçimini yapabilecek ama her zaman arkasında olduğunu hissedecek kadınlar yetiştirmek zorundaydık.

7 Ay Sonra

Her seferinde olduğu gibi yine sabahın köründe kalakalmıştı adliyenin ortasında. İçini rahatsız eden, huzursuzluğun kol gezdiği duvarlara kaçıncı bakışıydı bilmiyordu. Üç mü? Belki dört... Hatta beşinci kez dahi olabilirdi. Ardı arkası kesilmeden devam eden dava başlayalı ne kadar zaman geçmişti? 11 aydır Dağhan'ın olmayışı artık o kadar yaralı hale getirmişti ki gördüğü on dakika, on beş dakika içinin huzursuzca kanamasına neden oluyordu. Anlam veremediği şekilde doğduğundan beri Dağhan yanı başındaymış da şu 11 aydır yokmuş gibi hissediyordu. İçinde büyüyen o kimsesizlik hissini tartmaya çalıştıkça kendine uygun terazi bulamıyordu. Ne zaman bu koridora düşse elleri buz kesiyordu. Üstelik yazın sıcağında bile böyleydi. Kendine öyle bir kalkan örmüştü ki dışarıdan içinde yaşanan fırtına zerre belli olmuyordu.

Sadece bir kez, tek kişi fark edebilmişti ne tür tufanın içinde sıkışıp kaldığını, o da Dağhan olmuştu zaten. Ağustos sıcağında buz gibi hissettiği o cezaevinin odasındayken ellerini tutan adam kırk kez tatile çık, kafanı dağıt diye ısrarda bulunduğunda bir an duraksayıp öpmüştü avuçlarından. O andan sonra ölse bir daha kimsenin onu anlayabileceğini düşünmezdi, Dağhan'ın anladığı kadar kimse göremeyecekti gözlerinin ardındaki sisli perdeyi. Olduğu yerin karanlığına, yalnızlığına rağmen kendisinin kilitli özgürlüğünü görmüştü adam. Daha fazla da Dağhan için bir tabir bulamıyordu zaten.

Tümer'in aylardır gösterdiği, ret almasına rağmen tekrar tekrar açtığı dosyalar sonuç vermemiş o süre bir yıla dahi inmemişti. Yeniden bu konu yüzünden bu koridorda olmak artık sarsılmasını sağlıyordu sadece. Kaldı ki saatler öncesinden geldiği için adliyede çalışan çaycı bile acımıştı haline anladığı kadarıyla. Normalde olmayacak şeydi belki ama üçüncü duruşmaya geldiğinde yanına bırakılan karton bardaktaki çaydan anlamıştı bunu. Kadın öylesine garip bakmıştı ki gözlerine bir an tüm dünyanın varoluşuna acıdığını hissetmişti.

Güçsüz görünmekten nefret eden bir kadına göre bu aşağılayıcı gelebilecek bakışlar olduğu koridordan kaçıp tuvalette dakikalarca ağlamasına neden olmuştu zaten. Akan tüm makyajını düzeltip duruşma saatinde salona girdiğinde ise Dağhan'ın içini titretecek bakışı yetmişti her detaya. O gün her şey daha da fenalaşıyor gibi gelirken çıktığı salondan direkt olarak adamın evine geçmişti. 11 aydır ikinci kez ağlamıştı Pera. İçi dışına çıkarcasına ikinci hıçkırışı olmuş adamın yastığına sarılırken aşağıdaki mutfakta çalışan Deniz'den de hiç çekinmemişti. Saatler süren hıçkırıklarının durulması, yerini sessiz iç çekişlerinin alması sonucunda da Deniz bir elinde fincan, diğer elinde siyah bir tişörtle yanına gelmiş tek kelime etmeden kenara bırakarak odadan çıkıp gitmişti zaten.

Koridorda kara gözleri buluştuğu elalarda ummadığı kadar ışıltı bakışlarla çarpıştığında hızlıca oturduğu yerden ayaklanıp kendisi de girdi duruşma salonuna. Dağhan bir bir herkese direterek artık bu duruşmalarına katılmalarını istemediğini dile getirip kabullendirse de bir tek Pera karşı durmuştu. Son iki duruşmada da zaten üç kişi vardı Dağhan'a dair salonda. Tümer, inadından asla caymayacak Pera ve duruşmaya son dakika yetişen Devrim ...

Hakimin söylediklerini, Tümer'in yaptığı savunmayı, Dağhan'ın tekrar tekrar o günü anlatışını dinleyemiyordu bile. Oturduğu yarım saat ise, o yarım saat boyunca yüzünün her detayını özlediği ve bu hasretten kavrulduğu adamı izliyordu. Burada kendini alakadar edip ilgisini çeken tek kısım karar kelimesinden sonraki oluyordu Pera'ya göre. İsminden hallice dağ gibi duran adama olan bakışlarını sadece o kelime dağıtabiliyordu zaten.

Beşinci kez kulağına değen o kelimeyle beraber titreyen dizleri zorlukla kendine destek sağladığında parmakları arasındaki deri eldivenleri de sıkıştırmaya başladı. Alışmıştı, her seferinde o kararın kendine zıt olacak şekilde çıkmasına ancak hala kabullenebilmiş değildi. Gözlerinin dolmasını gizlemek adına bakışlarını uğraştığı eldivenlere indirdiğinde derin bir nefes aldı. Sanki tüm odada kimse yoktu da Pera kalp atışından damarlarında ilerleyen kanın sesine kadar duyuyor gibiydi.

'... şartlı tahliyesine karar verilmiştir.' Kulaklarında çınlamaya başlayan kelimelerle başını şaşkınlıkla kaldırdığında gözleri Dağhan'ın sertçe yutkunarak gözlerini kapatmasını buldu. Aklında oluşan kelimeler hengamesi arasından o kadar şey geçiyordu ki Pera'nın bir an gerçek olup olmadığını görmek istedi. Ufacık bile olsa şüphe etti kendinden. Hakimin oturduğu yerden kalkmasıyla Dağhan'ın dolu gözleri kendine döndüğünde tüm şüphelerinin boşa olduğunu anlayarak kıvrıldı dudakları.

Bitmiş miydi yani? Defalarca uğraştıkları, süreyi kısaltmaya çalıştıkları tüm o muharebe son mu bulmuştu. Titreyen elleri önündeki sandalyeyi yakaladığında yanındaki adamlara rağmen büyük adımlarla kendine yaklaşan Dağhan ise bir çırpıda sardı bedenini. Elini kolunu nereye koyacağını bile şaşırmış halde kolları havada kaldığında saçlarından çekilen nefesle elleri de adamın sırtını bulabilmişti.

Önünde son kez volta atarak durduğu cezaevinin metal kapısının sesiyle olduğu yerde kalıp bakışlarını dışarı adım atan iki adama çevirdi. Bu kez kendisi içeri Tümer'le girmiyordu, bu kez o karanlık koridoru kendisi adımlamıyordu. Tam da şimdi Tümer'le beraber Dağhan geliyordu, o karanlık koridorun sonundaki ışığa yürümüşlerdi ve aylar süren o boğulmuşluk hissine son vermişlerdi. Bacakları kendinden habersizce harekete geçtiğinde bir çırpıda koştuğu adamın da boynuna atladı Pera.

'Bitti...' fısıldayışı adamın boynuna gömdüğü dudaklarından boğukça firar ettiğinde bedenini sıkıca saran bir çift kol daha da sıkılaştı.

'Bitti Dağhan, bitti...' acı çekercesine konuşsa da, 11 aydır tuttuğu o zehri kusuyor olsa da bedenini bırakan kollarla ayakları yere değdiğinde gözyaşlarından ıslanan dudaklarının üzerinin de kapandığını hissetti.

'Bitti sevgilim...' dudaklarından ayrılan tenle Dağhan kadının alnına alnını yaslayarak mırıldandığında gözleri kapalı ama hala yanaklarına süzülen yaşlarla kadının gözlerinin altını serçe parmağıyla silerek derin bir nefes aldı. Kaç kez şükür edebilirdi insan hayata? Kaç kez bir sokakta yürümek şükür sebebi olurdu? Bir insanoğlu kaç defa sevdiği kadını gökyüzünün altında öpebildiği için minnettar kalırdı tüm yaratılışa? Dağhan bin kere, hatta milyonlarca kez minnettardı. Eğer ki bir gün bir yerlerde sönüp giderse yaşamı en çok bugüne şükür edecek, en çok Pera'ya kavuşmasına minnettar olarak kalacaktı. Gözlerini kapatırken tek şey söyleyecekti; O gün, beni yüreğime kavuşturduğun için binlerce kez minnettarım sana Rabbim...

'Al bakalım emanetini.' Uzatılan anahtarla Dağhan'ın gözleri Devrim'e döndüğünde kadının bedenindeki kollarını serbestleştirerek ayrılıp ona sarıldı bu kez.

'Geçmiş olsun kardeşim, Allah bir daha düşürmesin.'

'Eyvallah, her şey için sağ ol.' Adamın sırtına vurup ayrıldığında Devrim dalga geçer gibi güldü.

'Bir de teşekkür et, saçma salak konuşma, ben sana ne yapsam boynumun borcu. Hadi al yengeyi durma daha fazla burada.' Pera'nın eline Devrim'in sözleriyle yakaladığında başını onaylarcasına sallayıp ilerledi Dağhan. Arabaya yerleşerek yanına oturan kadının elini tekrar yakaladığında üzerine dudaklarını bastırdı sıkıca.

Pera hala inanamaz halde sol tarafında oturan adama bakmaya devam ederken Dağhan'ın üst dudağı usulca kıvrılmış ardından kadının parmaklarına kenetli elini çekerek yaklaşmasını sağlayıp tekrar öptü. Gözlerini bir an yoldan çekmeden hala dudaklarının dibinde olan eli bir kez daha öptüğünde derince soluklandı. Özgürlük değildi adamı iyi yapan, yıllarca aile evi olarak görünen o evde zaten hapis gibi hissetmişti, özgürlüğünün alınması ne demek çocuk yaşta öğrenmişti. Sokaklarda yürümek değil, Pera'yla yürümekti özgürlük. Bu yüzden de onu iyi yapan yanındaki kadındı.

'Yemeklerini özledim, bana yemek yapacak mısın?' arabanın içindeki olağan sessizliği gülerek konuşmasıyla kırdığında omuzuna yaslanan başla daha da büyüdü gülümsemesi.

'Ne istiyorsan yaparım, yeter ki yanımda ol.'

'Benim eve uğradın mı hiç? Deniz evde mi?'

'Uğradım. Her gün temizledi senin gelebilme ihtimaline karşın.' Pera başını usulca sallayarak yanıt verdiğinde Dağhan'da sinyal vererek sapağa yaklaştırdı arabayı.

'O zaman alışveriş yapmaya da gerek yoktur. Gidelim de ellerinden yemek yiyeyim.'

'Annenler, önce onları gör-'

'Sana olan hasretim biraz olsun hafiflesin, mümkünse tabi. Ondan sonra eve gideriz.' Pera usulca gülümseyerek başını kaldırdığı gibi çenesini adamın omuzuna yerleştirdiğinde tek tek inceledi adamı. Daha önce hiç görmemişçesine ela gözlerini gölgeleyen kirpiklerine baktı uzun uzun. Biçimli, çizilmiş gibi duran kaşlarını, sürekli tebessüm eden dolgun dudaklarını süzdü. Kendi için seneler gibi gelen aylarda zayıflamış yüz hatlarından daha da ortaya çıkmış çene ve elmacık kemiklerine baktı. Dağhan'ı böyle incelediğini hiç hatırlamıyordu, bu kadar yakından uzun uzun bakmış mıydı onu dahi fark etmemişti ancak aklındaki listeye ekledi bunu da. Artık adamın yüzüne, gözlerine, tebessümüne hatta kızgınlıklarına bile daha dikkatli bakacaktı.

Bunca zaman baş başa kaldığı ruhu yeniden ela gözlerde belirmeye başladığında istemsizce gülümsedi Pera. Yalnız kaldığı odasında her fırsatta karşısına geçip ellerini beline yerleştirerek yargılamıştı ruhu onu. Şimdi ise gözlerini devirerek bakıyordu yine kendine.

Düştün mü yine okyanusa Pera? Aylardır veremediği cevapları gözyaşlarıyla sunduğu ruhuna ilk kez cevap verecekti kadın. Ölür gibi hissederken dahi kendi ruhu kendisini yargılamıştı da tek kelime karşılık vermemişti iç hesaplaşmasına.

Düştüm... dedi içinden. Kaçışı kurtuluşu olmayan kendisiyken verdiği cevaptan memnuniyetsizce burun kıvıran ruhuna baktıkça gülesi geliyordu. Kendisi bile kendisini yenemeyecek hale gelmişti oysa kadının.

Boğulacaksın, biliyorsun değil mi? Hala dalga geçercesine kendine cevap veren ruhunu def etmek uğruna karşısına geçip başını sallamayı tercih etti.

Böyle boğulmak istiyorum. Boğulacaksam onunla boğulmayı yeğlerim. Tüm hengamesinden aracın durmasıyla kurtulduğunda adamın omuzundaki çenesini çekip indi. Bir kadının kendine karşı dahi güçlü durması gerekiyordu, hatta en çokta kendine güçlü olması şarttı. Her seferinde tek başına adımladığı merdivenlerin başında duraksadığında yanına gelen adamın elini sıkıca kavramasıyla derin bir nefes alarak indi basamakları. Daha vurmadan açılan kapıyla karşılarında beliren Deniz'e baktığında gözlerinin şaşkınca büyüyüp yüzündeki o sabit ifadenin yerini gerçek anlamda gülen gözler almıştı.

'Dağhan bey!' kadın çığlığıyla adama sarıldığında Pera gülümseyerek baktı haline. Deniz fazla bu konulara burnunu sokmayan bir kadındı ama o gün gelip saatlerce ağladıktan sonra her gün Pera'yı arar olmuştu. Sanki yıllardır Dağhan'la yaşıyormuşçasına, bugün gelir misiniz Pera hanım, yemek hazırlamamı ister misiniz Pera hanım, eve almamı istediğiniz bir şey var mı Pera hanım diye her gün ama her gün atlamadan aramıştı. Pera ne kadar böyle yapmamasını istese de devam etmişti.

Dümdüz, belli etmeyen bir kadın olsa da yıllardır yanında çalıştığı Dağhan hakkında o kadar endişelenmişti ki bir umut yerini alır diye düşünmüştü belki de. Pera da her fırsatta kadının soramadığı soruların cevabını veren kişi olmuştu. Ne kadar sormaktan çekinse de davadan haberdar etmiş, görüşme imkanı olduğu zamanlarda Dağhan'ın iyi olduğunu kadına söyleyerek bir nebze içinin rahatlamasına neden olmuştu.

'Bu kadar özleyeceğini bilseydim daha çok yok olurum ortadan Deniz.'

'Affedersiniz. Bir anda karşımda görünce.' Hızlıca adamdan ayrılıp üzerini düzelterek mahcupça gülümsediğinde sonuna kadar açtığı kapının önünden de çekildi. Hala sıkı sıkıya tutulan eliyle beraber salona ilerlediklerinde bu zamana kadar konuşmadığı kadar konuşan Deniz'de haliyle kendini gösteriyordu.

'Açsınızdır, ne hazırlayayım size? Evde her şey var, canınızın istediği bir şey varsa hemen yapayım. Veya önce kahve yapayım isterseniz? Gerçi siz kahve içmiyorsunuz... Viski. Viski getireyim mi? Pera hanım siz ne alırsınız?' Dağhan kaşlarını havalandırarak oturduğu koltuktan Deniz'e bakmaya başladığında parmaklarının sıkıca yakaladığı el de kendinden kopmuş Pera ayağa kalkmıştı.

'Yemeği ben hallederim Deniz, sen bence viski getir Dağhan'a, sonra da bana yardımcı olursun.' Kadın şaşkınlıkla bir Pera'ya bir Dağhan'a baktığında onun onaylayan baş sallamasıyla adımlarını mutfağa yönlendirmişti ki Pera üzerindeki kabandan kurtularak hafifçe eğilip adamın dudaklarının üzerini kapattı.

'Ne yemek istiyorsun bakalım?'

'Senin elinden zehir olsa öper başımın üzerine koyarım güzelim.' Adamın derin derin bakan hareleriyle tekrar öptüğünde bileğindeki tokayla saçını toparlamayı da ihmal etmedi.

'Üzerimi değişeyim sonra ayarlarım.' Usulca salonun merdivenlerini tırmandığında daldığı giysi odasından eline aldığı şorta ve tişörte gülümseyerek üzerine geçirmişti. Geldiği gibi tekrar mutfağa yöneldiğinde salonda olmayan adamla kaşları çatılsa da mutfak penceresinin önündeki masada oturan Dağhan'ı buldu gözleri. İki arada bir derede nemli saçlarından, üzerindeki değişmiş kıyafetlerden duş aldığını anlayabiliyordu.

'Deniz'in kreasyonu...' başını usulca sallayarak onay verdiğinde ellerini yıkamıştı ki yanlarına gelen kadın adamın önüne önce viski kadehini bırakmış, ardından servis ederek şişeyi de kenara bıraktığı gibi buzdolabını açmıştı. Dağhan geriye yaslanıp izledikçe farkına varıyordu, yaşadığı tüm yıllarda kendisini devamlı önemsiz bir ayrıntı gibi görmüştü oysa. Şimdi ise yıllardır yanında çalışan, işini intizamla yapan Deniz elini ayağına dolaştıran bir heyecanla iş yapmaya çalışıyordu.

Gözleri Pera'yı bulduğunda ise kadının arada sırada hala inanamaz halde kendine dönüp baktığını görüyordu. Önemsiz hissettiği her zerresi o kadar önemli gelmeye başlamıştı ki bir gün evinin mutfağında bu görüntüyü göreceğini aklı hayali almazdı, hatta birisi söylese içten içe dalga bile geçerdi. Yok olmuş, köşeye atılmış hisleri şimdi sen değerlisin diyordu Dağhan'a resmen.

Hayatı boyunca bir kez doğru bir harekette bulunmak istemişti zamanında. O da Deniz'e denk gelmişti. Çalışmaya başladığı zaman henüz 18'ine yeni basmış bir genç kadındı. Dağhan tost yemek için girdiği ufacık bir kafede, duruşmaya yetişmek için kısacık olan zamanında rast gelmişti kadına. Sesi çıkmadan işini yapıyor, koşturuyordu ama bir o kadar da tedirgin yaklaşıyordu hayata. Ne kadar doğru şekilde yapsa da patron demeye bin şahit isteyecek o herif hep bir bahane bularak mobbing uyguluyor, Deniz ise yanlış yaptığını düşünerek daha çok korkuyla titreyip doğruyu bulmaya çalışıyordu. Beş dakika olan vaktiyle girdiği o kafede yarım saate yakın oturmuştu o gün. Ve annesini koruyamadığı hisleri arasında bir kez olsun doğru yapma isteğiyle iş teklif etmişti Deniz'e. Tabi o günden sonra kızın ürkekliğinin de korkusunun da nedenini öğrenmeye başlamıştı.

Zamanını hatırlayamayacağı kadar küçük yaşlardan itibaren yurtta büyümüştü genç kadın. Reşit olduğu gün itibariyle de gerçek hayatın orta yerine bırakılmıştı. Ne yapacağını bilmez haliyle akbabaların dolaştığı dünyayı çekinerek incelemeye başlayacağı zaman yurtta çalışan, kendilerine annelik yapma çabasında olan kadının elinden gelen en iyi şey bu kafede iş bulmak olmuştu. Bir de daha önce yurttan ayrılıp beraber yaşayan üç genç kadının ev adresini vererek başını sokacağı bir çatı ayarlamıştı. Deniz'in ne kadar vefat etmiş olsa da aklına her geldiğinde o kadına dua ettiğini biliyordu. Daha kötü şeylerle başa çıkmak zorunda kalmasına engel olmuştu sonuçta, küçük de olsa bir ev bulmuş, itilip kakılsa da üç beş kuruş kazanabileceği iş ayarlamıştı. Kadın kadının kurdu değil, yurdu olmalı derlerdi ya, o kadın da Deniz'in yurdu olabilmişti.

Dağhan ilk iş teklifinde bulunduğunda ise Deniz onlarca kez yemek yapmayı bilmediğini anlatmıştı. Çoğu insan için iş teklif ettiğinde belirli özellikleri olsun isterdi ama önemsememişti Dağhan, ben sana güveniyorum öğrenirsin bile demişti. Her şeyin ötesinde Dağhan bunları söylerken ya kız kardeşim olsaydı Deniz diyerek düşünmekten geri kalamamıştı. Ki zaten zaman çok ilerlemeden Deniz'de bulabildiği her kaynaktan yararlanarak, bazen yakarak, bazen tuz yerine şeker atarak bir şekilde yemek yapmayı da öğrenmişti. Zaman içerisinde de kendine hayat kurmuş, hayatını emanet ettiği adam Arjin'le evlenmiş ama Dağhan'ı bir an olsun yalnız bırakmamıştı.

Yıllardır Dağhan ne zaman iş gezisi için yurt dışına çıkacak olsa döneceği gün genç kadın adamın en sevdiği yemekleri çıkarmış, tüm evi baştan sona temizlemişti. Şimdi baktığı zaman bile Deniz'in kendine gram borcu kalmadığının farkındaydı. 18 yaşındayken bile öylesine çaba göstermişti ki kadın çoğu insan Dağhan'a minnet duyması gerektiğini düşünecek olsa bile adam öyle düşünmüyordu. Asıl kendisi minnet duymalıydı, gösterdiği hiçbir desteği karşılıksız bırakmadığı, bu kadar güçlü durduğu, emeğini esirgemediği için bire bir kendisi Deniz'e teşekkür etmeliydi. Sadece güçlü kaldığı, hayata karşı direndiği için bile yapabilirdi bunu Dağhan.

Dalıp gittiği anılardan elindeki kadeh çekildiğinde kopunca kendine gülümseyerek bir yudum alıp tekrar eline bırakan Pera'ya odakladı bakışlarını. Nasıl böyle bakıyordu kendine, nasıl böyle gülebiliyordu hayret ediyordu doğrusu. Birinin, üstelik Pera'nın kendisine böyle bakabileceğini kırk yıl düşünse hayal dahi edemezdi ancak şimdi yaşıyordu. Elindeki bardağı tepesine dikip oturduğu sandalyeden kalktığı gibi yaklaştı kadına. Ortalarda olmayan Deniz'i fayda bilerek arkasına geçip sıkıca sarıldığında omuzuna dudaklarını bastırmayı da ihmal etmedi, Pera başını usulca geriye atıp öptü adamın yanağını.

'Bana bir hayat daha verilse... Seninle daha önce tanıştığım bir hayat dilerdim.' Pera gülümseyerek kendine bakmayı sürdürdüğünde kaşlarını havalandırıp indirerek tebessüm etmeyi ihmal etmedi.

'Kırıldığın zamanlarda dahi olup sen kırılmadan saracak...' usul usul kadınla sallanmaya başladı bu kez.

'Tüm kahkahalarında baş ucunda olabilecek...' başını sakince kendini onaylarcasına salladığında devam etti cümlelerine.

'Dünyanın dört bir tarafında aldığın nefese seninle yan yana şahitlik edebilecek...'

'Gözyaşların daha yanaklarını bulmadan silebilecek...' arada sırada kıstığı gözleriyle aklına gelen şeyleri de sıralamayı sürdürdü.

'Milyonlarca kez saçlarını okşayabilecek...'

'Seninle ufacık boyumuzla salıncakta sallanacak kadar önceden...'

'Eğer öyle bir hayat dilemeseydim...' bir an duraksayıp kaşlarını çattıktan sonra hafifçe uzaklaşıp baktı Pera'nın gözlerine.

'Utanırdım kendimden.' Dudaklarını boynuna dokundurup geri çektiğinde derin bir nefes çaldı kokusundan.

'Utanırdım, çünkü milattan önceye kadar dayanabilecek bir tarihte; en doğru hatam, tövbe etmek istemeyeceğim günahım, kaçamadığım yasaklım, ortaya serdiğim saklım, başımda durmayan aklım, can ata ata çektiğim ahım ol isterdim.'

'Dünyanın var oluşundan, yok oluşuna kadar kalbimin her odacığının bir tek senin varlığına müsait olmasını isterdim.' Derin derin kendisini izleyen kadın elindeki bıçağı bırakıp usulca kendine döndüğünde bir iç çekişle bakmaya devam etti Dağhan. Dilinden çıkan her kelimeye imza atabilir, hepsini noter huzurunda onaylatabilirdi. Aylardır bu kadar uzun yanında bulamadığı kadının önüne isterse varlığını ebediyen serebilirdi, ki zaten içten içe çoktan sermişti. O hücrede geçirdiği her gece baktığı duvarda defalarca varoluşunu serivermişti...

'Sen bana bakarken her şey ilk defa gibi geliyor biliyor musun Dağhan?' kaşlarını havalandırarak mırıldanan kadınınla beraber gülümsemesi yüzüne dağılmıştı ki dudaklarını yeniden araladı Pera.

'İlk defa nefesimi, ilk defa kalbimi, ilk defa kendimi hissediyorum. İlk kez bu kadar görüyorum kendimi yüzlerce kez aynaya bakmış olmama rağmen... İlk kez çocukmuş, ilk kez içimde kapkara bir gecede sokak lambaları ışıl ışıl yanıyormuş, ilk kez uzun bir yola çıkıyormuş gibi hissediyorum.'

'Sen bana bakarken, bütün ezberlerimi unutuyorum.' Pera'nın parmakları yüzünde yer bulduğunda usulca gözlerini kapatarak nefeslendi. Biri huzuru mu sorguluyordu? Dağhan'a göre şu ana şahit olduktan sonra bir daha asla, hiçbir huzurdan tat alamazdı o sorgulayan. İçindeki kanat çırpan her kuş birbiriyle çarpışıp ardından yolu bularak çiziyorlardı rotalarını ve bundan zerre pişmanlık duymuyorlardı. Dağhan'ın ise rotası belliydi... Rotasız ama ulaştığı konum Pera olacaktı. Çizgisiz, devamında ne yapacağını bilemediği, daha ne kadar sevebileceğini tahmin dahi edemediği bir yoldan ilerleyecekti... O yolda ise sevgisi asla yeterli gelmeyecekti kendine bile...

 

Loading...
0%