@biceruvar
|
Yeni bir bölümle geldim pandispanyalarım! Hepinize merhabalar! Yine bir akşam saatleriyken klasik Cuma bölümünü getirdim. Yazmışım da yazmışım resmen, tam da istediğiniz gibidir de çok mutlu olursunuz diye ümit ediyorum... Umarım beğendiğiniz bir bölüm olur da bol bol yorumlarınızı okuyabilirim... Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
'Dağhan bey... Geç kaldığınızı düşünmeye başlamıştım.' Pera işaret parmağını anında dudaklarına bastırıp hem Nida, hem de Dağhan'a baktığında adamın ters bakışlarını görse de dudaklarını ıslattı. Güçlü kadın değil mi? Güçlü kadın olması gerekiyordu. 'Yıkılmayacağım ulan!' nidası ile Marco'nun karşısında durması gerekiyordu. 'Bahsettiğin emanet ne?' yıllardır beslediği korkuyu düşmanca bir ses tonuna çevirip aynı zamanda hep konuşuyormuş gibi olan tavrını da ortaya çıkardığında karşı taraftan gür bir kahkaha yükselmişti ki alt dudağını dişledi Pera. Sesi titrememişti, gayet kendinden emin söylemişti üç kelimeyi de ama herif yine psikolojisine oynuyordu resmen. 'Akşam görmeni çok isterim Pera. Saat ve konumu mesaj olarak atarım.' Telefon bir anda kapandığında Nida bakışlarını karşılıklı oturan iki bedende gezdirse de derin bir nefes aldı. Bir şekilde korunmaları, bir yolunu bulup sağlam durmaları gerekiyordu ve Nida isminden emin olduğu kadar emindi ki psikopat bir mafya müsveddesine kafa tutacak kadar çapları olan insanlar değillerdi, en azından Nida böyle düşünüyordu. 'Ege'den birilerini göndermesini isteyeyim ben.' Telefonuna uzansa bile Dağhan'ın elini hafifçe havalandırmasıyla duraksadı kadın. Belli ki bu konuda adamla kendisi konuşacaktı. Ne kadar arkadaşının olağan bir duraklama halinde oluşunu görse de dudaklarını ıslatarak başını salladı sadece. Sonuçta kendisi ne kadar Ege ile anlaşamasa da Dağhan'ın bir o kadar adamla arası iyi olmuştu. Daha doğrusu Nida onu da tıpkı Marco gibi mafya müsveddesi olarak görürken, Dağhan zamanında özel hukuk danışmanlığını yapmış ayrıca normalde nasıl arkadaşı oluyorsa öyle bir arkadaş olarak görmüştü. Hem dümdüz konuya bakılması gerekirse, Ege'de kendisini pek sevmezdi, öyle değil mi? İki saat içerisinde bütün toplantılarını iptal ettiklerinde Pera durumun içine kimsenin girmesi taraftarı olmasa da çevresindeki dört bedene baktıkça tam anlamıyla aptal gibi hissediyordu kendini. Yürüyen bela olması yetmez gibi insanları da o çukura çekmek hiç makul değildi kadına göre. Ulaştığı toplantı odasının kapısını araladığında kendilerine sırtı dönük Dağhan çekti dikkatini. 'Seneler önce çekecektim ben o ipi- Görüşeceğiz.' Başta kükreyen hali arkasını döner dönmez sakinleştiğinde telefonu da cebine atarak sandalyeleri işaret etti adam. Kime kükrediğini, neden bir anda sustuğunu anlamasa bile hala neden burada olduklarını Elfe'yle beraber idrak etmeye çalışırken kafasının sirk çadırı gibi olduğunu düşündükleri adama ses çıkaramıyorlardı. Çünkü Dağhan şu an hiç Dağhan gibi değildi. Enteresan bir şekilde sanki tüm dünyayı fethetmeye çalışan bir ordu komutanı misali bir anda boştaki koltuğa kendileriyle yerleşip önüne çektiği kağıda bir şeyler karalamaya başlamış, ardından maksimum üç dört saniye duraksayıp gözlerini kısarak, aklındaki problemi halletmiş gibi tekrar karalamasına devam etmeye başlamıştı. Çok geçmeden vurulan kapıyla beraber içeri altı tane adam girdiğinde, alabildiğine buz gibi suratlarda gözlerini gezdirdi Pera. Tek bir mimiği oynamaz mıydı insanın, kaşlarını bile çatmazlar mıydı, işte tam da o derecede boylu poslu altı tane herif dikiliyordu karşılarında. Üstelik hiçbiri koruma gibi de gözükmüyordu, iki tanesi dışında. O iki adamda sanki barbel curl egzersizi yaparken denk gelmişte spor salonundan 'Sen de gel, işimize yararsın.' Diyerek alınmışlar gibi duruyordu. Gözleri hepsinden koparken hala açık kapıdan giren bedene baktı. Boyları 1.80'in üzerinde boyları olduğuna kalıbını basacağı adamların arasında soğan cücüğü gibi kalan bir buçuk metrelik boyuyla bir de kadın girdiğinde Pera kaşlarını havalandırdı bu defa. Biraz zorlasa karşısındaki minyon, sevimli kadının diğer altı adamın ceplerine sığabileceği konusunda net kanaate varabilirdi. Hatta o kadar sevimli duruyordu ki içeri yanlışlıkla şirket çalışanlarından biri kaynadığını veya liseli olduğunu bile düşünebilirdi. Neredeyse ensesindeki küt, dalgalı, kahverengi saçları, yüzündeki gülümseme gibi parlayan mavi gözleri, odadaki tüm adamların baş parmağı kalınlığındaki bileği ve en çokta üzerindeki buz mavisi olabildiğince şirin elbisesi ve toz pembe kaşe montu. Herhalde adamlar okul yakınlarında bir yerden çıkıp gelirken koca bedenleriyle arabaya bindikleri esnada yanlışlıkla bu genç kadını da rüzgarlarıyla sürüklemişlerdi. Bakışları en uçtaki sandalyeye ilerleyip yerleşen genç kadından toplantı odasındaki diğerlerinde döndü tekrar. Belli ki genç kadın bilinçsiz değil, epey bilinçli şekilde gelmişti. Onlara diğerleri diyebilirdi çünkü şu adamların karşısında aralarında bir set kurması gerekiyordu yoksa kendisi dahil herkes bir adım atmalarıyla Marvel filmlerinden birindeymişçesine dağılabilirlerdi. Sonunda hala açık kapıdan birinin daha girdiğini fark ettiğinde gelen adamla Pera'nın yüzü allak bullak olmaya başladı. Dağhan'la samimice sarılması ise derin bir nefes almasına yol açmıştı. Yok, yok kesinlikle bir komedi filmi içinde olmalıydılar. Pera'da net bir şekilde bu filmin aptal , sakar, şaşkaloz ve sürekli bir aksiyon içinde kendisini bulan kadın olabilirdi. 'Ege'cim...' Nida ne kadar olunabilirse o kadar samimiyetsizce gülümsediğinde Pera bu zamana kadar Devrim olarak bildiği adamı iyice inceledi. An itibariyle hem takım elbiseli, hem de eşofmanla gördüğü o Devrim, bu Devrim kesinlikle değildi. En basit açıklamayla zengin züppesi gibi asla görünmüyordu. O spor yaparken dahi stili olan adam siyah pantolonu ve siyah tişörtüyle beraber alabildiğine dağınık bir imaj çiziyordu hatta. 'Devrim değil miydi?' şaşkınlıkla mırıldandığında karşısındaki tanıdığını zannettiği adam yarım ağız gülerek bedenini sandalyeye attı. 'Devrim Ege diyelim... Eeee... Meselemiz şu Marco denilen herifmiş. Ne işiniz olur onunla sizin?' koltuğa attığı bedeninden sonra her daim yanında olan iki adam da yine arkasına dikildiğinde Pera gözlerini devirerek bakmıştı ki odada yankılanan pipet sesiyle Devrim, Dağhan ve Nida dışında herkesin bakışı az önce şaşkınlıkla incelediği genç kadına döndü. Yüzündeki sevimli gülümsemesiyle elindeki pembe yansımalı şeffaf mataradan içtiği detoks suyu gibi duran o şeye kadar buraya ait durmuyordu genç kadın. 'Kimse tanıştırmadı ama Manya ben.' Az önce yaptığı şeyin ortama zıt olması hiç önemli değilmiş gibi gülümsemesine devam ettikten sonra yeniden matarasına döndüğünde Pera kahkaha atmamak adına dudaklarını birbirine bastırdı. Kadının yaptığını kendisi de yapıyordu ama ortama zıt bir kadın olarak değil... Dahası sanki gergin bir anda değilmişçesine rahat olan hali bile Pera'da istemsizce garipser bir ifade oluşturuyordu. Gözleri çoktan muhabbetleri koyulaşmış bedenlere döndüğünde onların sanki bir durum yokmuş gibi sohbet etmeleriyle derince soluklandı yeniden. Neden bela paratoneri gibi bu tip mafyatik durumların içine her fırsatta düşüyordu Pera... Sahi, o barut meselesi, o zaman bile anlaması gereken konuya bu kadar Fransız kalması akıl işi değildi. Demek ki Devrim'in olağan rahatlığıyla hallederim demesi de bu yüzdendi. Gerçekten halledebilecek kadar olayların içinde olması... Beklemeye başladığı piknik alanında gözlerini bir kez daha gezdirdi Pera. Akşam karanlığında olabildiği kadar korkutucu görünüyordu, kaldı ki bu mevsimde neredeyse hiç kimsenin olmaması bomboş bir ormanda gibi hissetmesine de neden olmuştu. Dağhan'ın sakince bankta oturması da garibine gidiyordu gerçi. O kadar rahattı ki sanki her gün aynı olayla karşılaşır gibiydi. Bakışları çocuk parkında dolaştığında birkaç ailenin olması bir nebze içini rahatlatsa da biraz sonra kıyamet kopabilme olasılığı yeniden sıkıştırıyordu kalbini. Hatta daha kuytu köşe, insanların uğramayacağı, kuş uçmaz kervan geçmez bir ortamda olma isteğinin kabarmasını sağlıyordu. İlk kez havanın soğukluğundan değil de olacaklardan dolayı titriyordu bedeni. Öyle ürpermişti ki gözlerinin bir anlığına çarpıştığı Manya ile olağan tüm tedirginliği donuklaştı. Ama genç kadın dudaklarının arasına sıkıştırdığı şekerin çubuğu ile oynayıp gülümseyerek kendine bakıyordu. Üstelik aşırı rahat bir şekilde... Ki şu an kimsenin rahat olmaması gerekirdi. Çok geçmeden fark ettiği araba farıyla beraber Dağhan'da oturduğu yerden kalktığında Pera elini kavrayan parmaklarla derin bir nefes aldı. Plan şöyleydi, ortada Dağhan ve Pera dışında kimse gözükmeyecek, Pamir, Deha, Nida ve Elfe arabada Devrim'in gözetiminde bekleyecekler, görevlendirdiği tüm adamlar gizlenecek ve olay olmadığı sürece ortaya çıkmayacaklardı. Bir kez daha parktaki banka baktığında az önce oracıkta oturan Manya'nın salıncağa geçtiğini görerek kaşlarını çattı. Şimdi, şuracıkta gelen arabayı unutup koşarak parka gidip genç kadının kolundan tuttuğu gibi saklamak istiyordu. Ortalık yerde, böyle görünen birinin durması, gözlerinde gördüğü o gençlik ışıltısı nedensizce Pera'nın koruma güdülerinin hareketlenmesine sebep oluyordu. Duran arabadan inen bedenle bütün kaslarının gerildiğini hissetse de hala elinde olan parmakların sıkılaşmasıyla bakışlarını güçlükle genç kadından alıp Dağhan'a çevirdi. 'Sakin ol. Hiçbir halt yapamaz.' Fısıldarcasına konuşmasına usulca baş salladığında kendilerine yaklaşan bedenle beraber bekledi hatta delicesine bir sabırla bekledi bile denilebilirdi bu hali için. Çünkü hala aklının bir köşesinde parkta olan Manya, diğer köşesinde emanetin ne olduğu, çok başka bir köşesinde ise tam da şimdiki evrede olay çıkabilme düşüncesi dolanıp duruyordu. Ki Marco çok geçmeden yüzündeki saf tebessümle baktı kendine. En ufak bir ters hareketi veya iğrenmesini sağlayacak bakışı yoktu. Hatta sinirli dahi değildi, ki bu durum Pera'nın daha çok gerilmesine neden oluyordu. Dahası arabadan tek inmişti ve aydınlanan iç ışıktan gördüğü kadarıyla içeride de kimse yoktu. İşte bu kesinlikle ona göre bir davranış değildi. Bir taburu buraya yıkmasını beklediği Marco karşısında dümdüz bir insan gibi duruyordu. 'Değişmişsin...' Marco başını omuzuna düşürüp yarım yamalak olan Türkçesiyle konuştuğunda Pera dudaklarını ıslattı. Olan sakinlik yüzünden kurumuş dili damağına rağmen kendini toparlama çabasına girdi. Aylarca uğraştığı, senelerce süren kaçışı bu herif yüzündendi ve adam şimdi karşısına tek başına çıkmış bir de yolda karşılaşmış gibi muhabbete giriş cümlesi kuruyordu. Toparlanmak kenarda dursun etraftan taş bulup direkt olarak kafasına fırlatabilecek kadar çıldırmıştı da kadın. 'Emanet meselesine gelelim, uzatmayalım.' Ne kadar Türkçe konuşursa konuşsun İtalyanca karşılık verdiğinde Marco usulca başını sallayıp gülümsemesini de daha çok göstermişti ki çenesiyle ileriyi işaret etti. 'Orada emanetin.' Kaşları çatılarak işaret ettiği yere bakışlarını çevirse de boşluğa bakıyor gibi hissetti Pera. Gördüğü sadece hala ağzındaki şekerle salıncakta sallanan Manya'ydı. En azından beyni öyle odaklandığı için sadece onu görebiliyordu. Gerisi hiç ama hiç anlam ifade etmezken sabahtan beri içinde olan o tedirginlik yerini bütün bedenini esir alan bir huzursuzluğa bıraktı. 'Ormanın içinde mi?' kaşlarını çatarak mırıldandığında tekrar baktı hala gülümseyen adama. Ruhunu kaplamaya başlayan huzursuzluk daha da büyürken Marco iç çekercesine bir nefes aldığında sertçe yutkundu. 'Hayır... Bak orada...' adam bu kez cebindeki elini çıkarıp yine parkın olduğu tarafı ancak bu kez otoparka doğru olan kapısını işaret ettiğinde titremeye başlayan benliğiyle baktı odak noktasına. Dizleri kendini taşımakta zorlanmaya başlayacak kadar titriyordu Pera'nın. Kalbi bu zamana kadar pompalamadığı kadar kan pompalıyor, aldığı oksijen kulaklarının uğuldamasına neden oluyordu sanki. Titreyen elleri daha çok sarsılmaya başladığında belinden sıkıca yakalayan adama vermek zorunda kaldı tüm yükünü. Neydi bu? Ölüyor gibi hissetmesine neden olan şey neydi? Neden böylesine bağırıp çığlık atmak istiyordu da yapamıyordu? Gördükleri neden gerçek dışı bir sanrıymış gibi geliyordu aklına? Çıtı pıtı haliyle, sarışın kadının elinden kurtardığı ufacık parmaklarıyla parka koşturan, omuzlarının biraz altındaki siyah saçları savrulan kızı gördüğünde sarsılan bedenine 'Dur!' demek istedi. O an orada içinde savaşan tüm hislerinden nefret etmek istedi. Yıllar önce hissettiği acıyı neden tekrar hissediyordu? Niye daha dünmüş gibi ruhu kavrulurken bedeni sadece tepkisizce duruyordu kendi bile anlam veremiyordu. Boğazında takılan o garip hisse dudaklarını aralasa onlarca küfür edebilirdi ama onu bile yapamıyordu. Dizlerinin üzerine çöküp bundan sonraki tüm zamanları ve geçip giden tüm o yılları tekrar tekrar hafızasında yaşamak istiyordu. 'Dağhan...' sesi fısıltı gibi çıkmaya başlamıştı bile. O günkü gibi içi avaz avaz bağırsa da mırıldanmaktan ötesine geçemiyordu. Sanki bir ses duvarı vardı ve bu Pera'nın hemen dudaklarının önüne engel koymuş gibiydi kadına göre. Aklı da, bedeni de, hatta ruhu da çoktan kendinden bağımsız şekilde hareket ediyor gibi hissediyordu. Bir adım atmaya kalktığında önüne engel olan Dağhan'ın koluyla beraber artık titreyen çenesinden dolayı birbirine çarpan dişlerinin de farkındaydı ki gözleri salıncağa binen ufak kızdan arkasında duran kadına ve montunun cebinde olan elinin hareketlenmesiyle belli olan kumaşın kıvrılmasına odaklandı. O şeyi dışarı çıkarıp alenen göstermesi şart değildi, Pera buradan rengini, dokusunu görmeden onun canını kor ateşlere atabilecek bir silah olduğunun farkındaydı. 'Eminim onu istersin Pera.' Duyduğu ses Marco'ya aitti ama duyuyor gibi hissetmiyordu. Odaklanabildiği tek şey vardı, bedeninden daha büyük kahkahalarıyla salıncaktaki siyah saçlı kız çocuğu, hemen arkasında duran sıkı sıkıya kavradığı silahı o kız çocuğunun kafasını hedef almış Zoya ve neyin içine düştüğünün bilincinde olamasa da Zoya'nın çok ama çok arkasından beline elini yerleştirmiş Manya... 'Yalan, yalan söylüyorsun.' Hala titreyen bedenine rağmen bakışlarını kumral adama çevirdiğinde onun gülümseyerek başını sağa sola sallaması da bir olduğunda tekrar döndü parka. Gözleri Manya'nın karanlıkta parlayan mavi bakışlarını bulduğunda başını usul usul sağa sola sallamıştı bile. Marco tek gelmemişti, Marco bir taburda getirmemişti, Marco, Pera'nın tüm hayatını esaret içinde önüne bırakmıştı. Elindeki en büyük tehdit artık silahlar ve onun için çalışan adamları değildi. Manya'nın hala belinde olan elini çekip o silahı harekete geçirmesi ve işaret parmağıyla tetiği çekmesi Pera'nın hayatının tamamıyla yok olmasına neden olabilirdi. 'Zoya ile beraber dahi olmam. Hepsi bir yana, olsam bile sana bu kadar benzeyen bir kız çocuğu yapamam Pera. Gerçi sen zaten bütün bunları biliyorsun değil mi?' Aldığı yanıtla kendine engel olamadan adamın üzerine doğru hamlede bulunsa da gözlerini bir anlığına bile ufak bedenden ayırmamıştı ki dibindeki kadının silahın namlusunu küçük kızın ensesine çevirdiğini görmesiyle kalakaldı olduğu yerde. Hiçbir şeyden haberi olmayan, kocaman gülümsemesiyle akşam karanlığında bile parlıyordu ufaklık. Öyle ki minicik bir tedirginliği de yoktu Zoya'ya karşı çünkü durmaksızın sallandığı salıncakta konuşmaya da devam ediyordu. 'Durdur, durdur Zoya'yı. Ne istersen yapacağım.' Fark ettiği gerçeklerle beraber ilk kez sesini tam duyurabildiğinde gözleri yeniden buldu Marco'yu. Yapacaktı, eğer ki hemen şimdi arabaya binmesini isterse gözünü kırpmadan yapacaktı. 'Ne istersem öyle mi?' başını hızlıca onaylarcasına salladığında Marco elini kadının durması için kaldırmıştı ki bakışları tekrar Zoya'nın indirdiği silahtan ve Manya'nın da belinden elini çekmesinden sonra adamı buldu. 'Sana bu kez zaman tanıyacağım Pera... İki gün sonra, adresi göndereceğim. İster sevgilini tercih edersin, istersen benimle gelip kızınla tanışmayı. Şimdi, iyi akşamlar.' Arabanın aksine Marco parka doğru ilerlemeye başladığında Pera adım atacak olsa da kendini tutan adamla çöktü dizlerinin üzerine. Gözleri istediği kadar dolsun, görüşü olabildiği kadar bulanıklaşsın şu an algılayabildiği tek gerçek vardı. Yıllar önce akli dengesini kaybetmeye kadar giden yolculuğuna rağmen tam karşısında kendisinin kopyası gibi duran bir kız çocuğu bindiği salıncaktan atlayıp koşa koşa Marco'nun boynuna sarılmıştı. Üstelik hiç garipsemeden, delicesine sevinen bakışlarıyla yapmıştı. 'Dağhan... Dağhan, kızım...' hıçkırıkları arasında konuşurken başını yasladığı göğüsün sıkıntılı nefeslerini bile hissedemiyordu Pera. Aklı durmuştu öyle değil mi? Bu kadar mantık dışı şeyleri yaşıyor olamazdı muhtemelen. Tüm olağan korkusu ölmesini sağlamıştı belki de ya da kabus görüyordu. Tüylerini diken diken eden, nefesini kesen, korkuyla ateşe yürümesine neden olacak bir kabus. 'Alacağız onu...' başının üzerindeki dudakların nefesiyle yeniden harekete geçmeye çalışsa da Dağhan'ın kendisini zapt eden kollarıyla bakışlarını onun kararmış gözlerine çevirdi. 'Silahlılar Pera, emin ol deli gibi bende çekip almak istiyorum ama silahlılar. Seni oraya gitmen için bırakmam kızına zarar vermesi demek.' Gözleri tekrar parka döndüğünde hala Marco'nun boynundaki ince kollar çekilmiş yüzü gülümsemesiyle ışıldayarak bakmaya başlamıştı bu kez. Gözlerinin önünde dönüp duran oyuna baktıkça aklı o kadar çıkmaza giriyordu ki kendi kendine açıklanabilecek bir detay dahi bulamıyordu. Nasıl yapmışlardı bunu? Nasıl olmuştu da o odadan, gözlerinin önünden kaçırılan kızını ruhu duymamıştı? O gün kendini kaybetmese, son kez kollarına almak istese ne olacaktı? Parmaklarının arasında ezilen kumaşla beraber artık bacakları bir kenarda dursun ruhu bile kendini tutmaz hale geliyordu. İç çekişleri arasında göğsüne yaslandığı adamın sert nefesiyle hala akan gözyaşları yeniden daha öncekilerin izinden devam etti. Koca salonda onca insan sus pus olduğu gibi duruyordu, ki kimse mantıklı bir plan bulamamıştı. Daha bir saat önce içine düştüğü durumu Pera henüz idrak dahi edememişti ki zaten. Başını usulca yasladığı göğüsten kaldırdığında herkesin bakışları da kendini buldu. Bacaklarını koltuktan indirip elinin tersiyle temizledi yüzünü. Ağlamak, sızlanmak, bağırmak, isyan etmek, susmak yapılabilecek şeylerdi fakat bir sonuca ulaştırmayacaktı. 'Böyle bekleyemem.' Başını sağa sola sallayıp koltuktan destek aldı elleriyle. Burada, eli kolu bağlı duramazdı, durmamalıydı. Geçen her saniye yedi yılı kalbine hançer gibi indiriyordu. 'Madem beni istiyor, durmayacağım. Alsın istediğini.' Bir anda oturduğu yerden kalktığında dönen başıyla sersemlese de bakışlarını etrafta gezdirip sonunda çantasına bir adım atmıştı ki yakalanan koluyla gözleri Dağhan'ı buldu. 'Mantıklı düşünememen çok normal ama gitmeyeceksin.' Kaşları istemsizce çatılsa da biliyordu kadın, tüm nöronlarının yandığının, tüm hücrelerinin intihar ettiğinin farkındaydı ancak yapması gereken bu ise yapacaktı, ötesi yoktu. Orada öylece kızını bırakamazdı tek başına. Bunca sene ruhu duymamış olabilirdi fakat bile bile artık olmazdı. 'Gideceğim, kızımı ona, onlara bırakmayacağım.' 'Pera, bak-' iki kolu da Dağhan'ın ellerinin hapsine geçtiğinde hızlıca savuşturdu kadın. Hengame içerisinde bir savaşın tam ortasında durmuş vurulmayı bekliyordu öylece. Fakat bu kez kendine sıkılan kurşun değildi mühim olan, asıl değer biçilecek kızının hayatıydı kendisinden önce. 'Bakamam! Bakamam Dağhan! Kızımı onlarla daha fazla yalnız bırakamam!' çıldırır gibi bağırıp çantasına tekrar hamlede bulunduğunda bu kez salondan çıkan basamağa adım atmıştı ki Dağhan'ın sesiyle çivilendi olduğu yere. 'Seni tanımıyor!' tüm ahali öylece durmuş olacaklara bakarken bile Dağhan kıpırdamadan sırtı kendine dönük duran kadına hızlıca ilerleyip önüne geçerek yüzünü avuçları arasına alıp kendine bakmasını sağladı. 'Pera, seni tanımıyor. Belli ki, bak bunu söylemek istemiyorum ama belli ki onları ailesi zannediyor. Gördün, kendi gözlerinle izledin. O kadını annesi, o herifi babası diye biliyor. Gitsen de boynuna atlamayacak. Hatta belki göstermeyecek bile. Mantıklı düşünmemiz gerek. Anlıyorum, acı çekiyorsun, aklını kaybedecek gibi hissediyorsun ama gidip senin annenim diyerek karşısına dikileceğin yaşta değil. Evet, fiziksel olarak sağlığını düşünmemiz gerekiyor ama psikolojisini de düşünmemiz gerekiyor. Üstelik kaldırıp at psikolojisini karşısına geçince Zoya denilen kadını seninle annem diye tanıştırabilir ve sen bu durum karşısında hiçbir şey yapamazsın.' 'Beklememi mi istiyorsun! Kadın kafasına silah dayadı!' gözlerinde çakan şimşeklerle tekrar bağırdığında Dağhan başını sağa sola salladı hızlıca. 'Hayır, mantıklı bir plan yapıp kızını oradan kurtarmak istiyorum. Ona zarar gelecek her türlü olayı engelleyecek şekilde.' 'Nasıl yapacağımı bile bilmiyorum. Dağhan, Dağhan ben kendi çocuğumu hiç koruyamamışım...' isyan eden ve pes etmeye başlayan sesiyle kollarını tutan bedene tutunduğunda derin bir iç çekmeyi de eksik etmedi Pera. 'Her yerden saldıracağız. Hukuki, resmi, gayri resmi. Her yerden. Ama sana kızını getireceğim.' 'Herif kızımı hastaneden ben doğurduktan saniyeler sonra almış ve sen resmi mi diyorsun? Nasıl?' başını sağa sola sallamaya başladığında Dağhan'ın gözleri Devrim'le çakıştı. 'İzliyorlar tabi ki bana öyle bakma.' Adamın soru yöneltmeden aldığı cevapla Dağhan hala tuttuğu bedeni koltuğa yöneltip oturmasını sağlamış Elfe'nin kadını sarıp destek olmasıyla alt dudağını ısırıp bakışlarını yeniden Devrim'e yönlendirmişti. 'Devrim, adli sicil kaydım için araya kimi sokabilirsin?' 'Kimi istersen, büyük bir olay değil. Hallederim.' Başını usulca salladığında televizyon ünitesinin altındaki çekmeceden dosya çıkarıp derin bir nefes aldığı gibi Devrim'e doğru fırlattı. 'Dava açacağız, ilk plan bu.' Bakışları Pera'ya odaklandığında kadının anlamayan haliyle bir kez daha derince soluklandı. 'Baban rüşvet almayanı, işini hakkıyla yapanı, dahası bu denyodan korkmayacak insanları bilir değil mi?' gözleri bu kez Nida'da dolaştığında onun hızlıca onaylayan haliyle tekrar başını salladı. 'Nöbetçi mahkemeye başvuracağız. Kaçma olasılığı olduğunu, kızını da daha önce kaçırdığını, evrakta sahtecilikten tut devleti yanıltmaya kadar, her detayla. Sosyal koruma güvencesine aldırmaya çabalayacağız, işlemleri ben hızlandıracağım. Mahkemede ilk duruşmada çocuğun can sağlığı ve güvenliği için sosyal koruma talep edeceğiz.' 'Daha önce hastaneden kaçırmış, DNA testi istediğimizde ona da el atar. Kahretsin gözümüzün önünde nasıl oldu bu!' Elfe'nin sesi sinirli olsa da sarıldığı kadın sayesinde zapt etmeye çabalaması o kadar ortadaydı ki Dağhan da Pera'nın boş tarafına yerleşip elini avuçları arasına aldı. En mantıklı, tüm yolları kapatacak şekilde düşünmeye çalışıyordu. 'O konuya ben el atacağım. Senin yardımınla Pamir.' 'Elimden ne geliyorsa. En sağlam kişileri bulurum.' Onun da onaylamasından sonra Dağhan hala oturmayan taşlar olduğunu bilerek dizini sektirmeye başladı. 'Bunu İtalya'da da yapmamız gerekecek.' Ne kadar tedirgin de olsa sonunda o oturmayan taşı bulduğunda fazla sesi çıkmayan genç kadının ayaklandığını da fark etmişti. 'Desenize orada da bana ihtiyacınız olacak. Ama size güzel bir haber vereyim. İhtiyacım olacak tek şey DNA örneği.' Manya'nın yorumundan sonra Pera havalandırdığı kaşlarıyla bakmıştı çıtı pıtı kıza. O ise ne kadar hüzünlü de olsa gülümsemeye çalışıyordu. 'Bana kalırsa, tabi hukuk insanı olan sizlersiniz ancak dava açmadan önce senden örnek alayım. İtalya'da daha çabuk hallolur bu meseleler.' 'Benden örnek alsan da ondan-' pembe montunun cebinden çıkardığı peçeteyle beraber Manya tek kaşını kaldırarak baktı anında. İki arada bir derede sözde çok tehlikeli gibi görünen o kadının burnunun dibinden almıştı örneği. Evet, herkes çok tehlikeli olabilirdi ancak kimse Manya kadar manyak olamazdı muhtemelen. 'Sen... Nereden anladın da-' 'Dinleme cihazı. Biliyorum, mükemmelim.' Kadın sırıtarak Devrim'e göz kırptığında adamın başını sağa sola sallamasıyla beraber tekrar Pera'ya çevirdi gözlerini ki onun şaşkınlıkla çatılan kaşları da bir oldu. 'Siz deli misiniz? Reşit bile olmayan bir kıza nasıl silah verebilirsiniz?' tüm olanların arasında Pera konuyla alakasız bile olsa çıkışmaktan kaçınmayan haliyle Devrim'e bakmaya başladığında onun şaşkınca bir Manya'ya bir de kendisine bakması bir oldu. 'Sanırım benden bahsediyorsun?' kadın işaret parmağını bir öğrenci edasıyla havalandırdığında dudakları da şaşkınca büküldü. 'Aramızda reşit olmayan başka genç kadın mı var? Elbette senden bahsediyorum. Orada size Zoya'nın bir manyak olduğunu söyledim ve siz Manya'yı açık alana mı sürdünüz?' 'Pera canını sıkmak istemem ama ben 30 yaşındayım.' Ne kadar Devrim'e kükrüyor olsa da Manya'nın sesiyle beraber sadece Elfe ve Pera şaşkınca kadına bakmışlardı. Maksimum 18 gösterebilecek kadın az önce tamı tamına otuz yaşında olduğunu söylerken şaka yapmıyordu anlaşılan çünkü oldukça ciddi görünüyordu hala. 'Ama beni reşit dahi zannetmediğin için teşekkür ederim. Ayrıca, o müthiş akıllı egolarınız kusura bakmazsa kısa bir açıklama yapmak istiyorum.' O ufak tefek olan kız koltuğa tekrar yerleşip bacak bacak üzerine attığında direkt olarak Dağhan'a bakmaya da devam etmişti ki onun usulca başını sallamasıyla cebinden çıkardığı paketten bir dal sigara yakıp elini hafifçe havalandırarak adamlardan birine işaret verdikten sonra derince dumanını ciğerlerine çekti. 'Dağhan, söyleyeceklerim beni emin ol ki derinden yaralıyor ama bu herife karşı hukuki bir savaş başlatacaksan bunu bir anda yapamazsın. Pera haklı, istediğin kadar itiraz et, o ufaklığın fiziken veya psikolojik olarak sağlığını düşün hiç fark etmez. Onların yanında kalmasına müsaade edemeyiz. Bu zamana kadar gerçek annesinden bahsettiler mi bilmesek de, bahsetmiş olsalar dahi kötü bir imaj çizme olasılıkları da var. Dava elbette açılmalı ama ilk önce o kızı kaçırmalıyız aksi takdirde hastaneden gözleri önünden kaçırılmış bir çocuk sende tahmin edersin ki şimdi de kimlik değiştirilip kaçırılabilir.' Yüzünün her mimiğinden ciddiyet akmaya başlamıştı Manya'nın. Öyle ki Devrim'de kadına hak verircesine usul usul başını salladığında Dağhan göz ucuyla sevdiği kadına baksa da dudaklarını ıslattı. 'Tehlikeli. O kızın sağlığı için çok tehlikeli. Kaçırmaya kalktığımızda süt liman olmayacak ortalık. Herhangi bir şekilde yaralanabilir.' 'Kalırsa da bu olabilir. O yüzden sen bildiğin işi yap, ben de bildiğim işi.' Daha yarısına gelen sigarayı küllüğe basıp ayağa kalktığında derin bir nefes alarak kenardaki saksıya ilerledi Manya. Bir anda saksıdan avuçladığı toprağı elbisesine sürmeye başladığında üzerindeki montu da çıkarıp kenara bırakarak az önce işaret verdiği adamın getirdiği siyah şişme montu aldı eline. Pera ise tüm olanları, Manya'nın yaptığı her hareketi şaşkınlıkla izliyordu. Tüm gün boyunca bir kez olsun fark etmediği sadece parkta üzerinde silah taşıdığını anladığı halde bu kez silah askısını da sırtından çıkarırken bakışları etrafta gezinse de aradığını bulamamış olacak ki bahçeye doğru ilerledi. Zaten içleri alabildiğine karanlıkken bahçenin de zifirisine çıkarak elindeki montu yere atıp üzerinde birkaç kez tepindi kadın. 'Çıldırdı mı?' Elfe'nin mırıldanmasıyla beraber Devrim derin bir nefes alarak bakmıştı bu zamana kadar kadını tanımayanlara. Manya'nın çıldırmış olması yeni bir olay değildi doğal bir durumdu ona göre. 'Kafasında bir plan vardır. Hem hiç akıllanmadı ki çıldırsın.' Kadın hala montun üzerinde tepinmeye devam ederken bu kez telefonundan da birkaç şeyle uğraşmıştı ki sonunda işinin bittiğine kanaat getirerek önce yerdeki montu alıp üzerine giymiş ardından bir kolunu sertçe çekerek yırtarak içeri girmişti. Elindeki telefonu Devrim'in kucağına fırlattığında saç diplerine parmaklarını geçirerek bire bir teniyle uyumlu olan saçların başından ayrılmasını, yerine ise kestane rengi kendi saçlarının çıkmasını şaşkınlıkla seyretti Pera. Biraz önce tepesine dikildiği saksıya yeniden yönlendiğinde ise omuzundan biraz daha aşağıya uzanan saçlarını karman çorman ederek oradan toprak alıp bulaştırmayı da ihmal etmedi. 'Hava durumundan haberdarsın değil mi?' Devrim'in sorusuyla Manya bu kez de kenardaki su bardağını aldığı gibi saçının sadece bir kısmını ıslatmıştı bile. Yok Pera şu an gerçekten de kendini hayatta gibi hissetmiyordu. Sadece on dakika içerisinde kendisini bir savaşın ortasından kaçmış birine dönüştüren bu kadını gördükçe rüya olmadığına inanması da mümkün değildi zaten. 'Tokat at.' Devrim'in önüne dikildiğinde Pera'nın da kaşları daha çok çatılmaya başladı. 'Saçmalama Manya. Git oyna oyununu.' 'Ege, tokat at. Bu kadar hırpalanmış bir kadının bir yerlerinin kanaması gerek.' 'O zaman git dizini falan kanat.' 'Kaçmışım, herifin kapısına kadar gitmişim ama aptal gibi düşmüşüm de onlar da asalakmış ve beni yakalayamamışlar gibi mi? Ciddi misin?' Manya kaşlarını çatarak izlemeye başladığında Devrim tek kaşını kaldırdı anında. 'Tercihen şiddetten uzak duruyorum.' 'Cidden mi? 22 yaşından önce şiddetten uzak duruyordun. Şu an şiddet ve senin kelime içinde beraber geçmeyeceğiniz tek cümle bulmak mümkün değil. İyi adam rolü kesme bana da at şu tokadı.' Bilmiş haliyle meydan okurcasına konuşmasına devam ederken dikilen adamların dışındaki herkes olacakları şaşkınlıkla izliyordu ki Devrim oturduğu yerden ayaklanıp derin bir nefes aldı. 'Birisi vursun, ben yapmam.' adamları çenesiyle işaret ettiğinde kadın anında kaşlarını havalandırdı. 'Bana spor yaparken dahi yumruk atamıyorlarken şimdi vurmalarına müsaade edeceğimi sana düşündüren ne? Onların bana vurmasına rol icabı bile olsa izin vermem. Şimdi-' ufacık boyuna rağmen adamın karın boşluğuna yumruğunu geçirdiğinde Devrim'in buruşan suratı ve bir nebze olsun düşmüş omuzuna elini yerleştirmişti. 'Ben sana vurdum, hadi.' Devrim'in inen tokadıyla beraber salondakiler harekete geçmek için hamlede bulunsalar da kadının sadece sol tarafa dönen yüzüyle sırıtarak tekrar dönmesi de bir oldu. 'Hadi beni şu Marco denen herifin kapısının önüne at.' İlerlemeye başladığı dakika merdivenin yanı başında duran 1.80lik adamın koluna da vurduğunda onun sadece birkaç saniye Devrim'e bakıp onay alması, sonra da Manya'yı takip etmesiyle evden çıktılar. 'Manya'yı parkta fark etmedikleri ne malum?' Pera deminden beri olanların üzerine mırıldandığında yanındaki adama bakıyor olsa da Dağhan derin bir nefes aldı anında. 'Manya istediği zaman görünmez olur. Parkta bir çocuğun ablası falan zannetmiş dahi olabilirler. Ki sende otuz yaşında kadına reşit değil dedin. Ayrıca baksana saç örneği almış, fark ettirmeden bunu yaptıysa ne kadar görmüşlerdir ki...' 'Peki, böyle oturacak mıyız?' 'O şimdi gidip birinden kaçıyor gibi rol keser. O curcunayı izlememiz fark edilmesini sağlar. Muhtemelen içeri girse de Manya'yı bir yere kapatırlar, belki eve bile değil müştemilata alırlar. Sabaha karşı ondan haber gelir biz de harekete geçeriz.' 'Sadece beş saatte o manyağın elinden kızımı kaçırabileceğini mi söylüyorsun?' Pera kaşlarını havalandırarak adamı izlemeye başladığında Devrim kısa bir hesaplamayla gözlerini kısıp başını sağa sola salladı. 'Beş saatten daha kısa sürebilir. Söz konusu Manya olunca net bir yanıt asla yoktur.' Adamın omuz silkmesiyle hepsi derin bir nefes aldı. Ne kadar hızlı ve nasıl yara almadan olunur bilmeseler de içlerindeki o huzursuzluk geçmeyecek gibiydi. Ki en çokta Pera için durum bu sıkıntıdan ibaretti. Ne olacak, nasıl bitecek, gerçekten Devrim'in söylediği gibi birkaç saat sonra o ufaklığa kavuşabilecek mi, dahası Dağhan'ın dediği gibi kendini kabul edebilecek mi? Çenesini yasladığı kollarıyla dışarıda yeni aydından güne bakmaya devam etti kadın. Aklına hücum eden her tedirginlikle insanlar yavaş yavaş odalara uyumasalar da dinlenmeye çekildiklerinde oturup kaldığı koltuktan sadece dışarı bakar hale gelmişti. Omuzunda hissettiği dudaklarla başını kaldırmadan hafifçe çevirdiğinde kendisine bakan ela gözlerle derin bir nefes aldı. 'Bir şeyler yemiyorsun madem şu kahveyi iç.' Sonunda çenesini kollarının üzerinden çektiğinde Dağhan'ın parmakları arasından da aldı fincanı. Ne düşüneceğini dahi bilemezken her saniye yanı başında durmuş ve sadece sessizliğine izin vermişti. Aklı, ruhu, kalbi zerre burada değilken defalarca sırtını okşayıp yanındayım demek istemişti. Pera'nın ise bütün bunlara verebildiği tek tepki derin nefesler almaktı. 'Ya korkarsa? Benden kaçırdığımız için korkmayacak mı?' aklına gelen soruyla bir yudum aldığı kahveden sonra mırıldandı kadın. O kadar belkisi vardı ki şimdilik ayırt edebildiği buydu sadece. 'Senden dünya üzerinde herhangi bir detayın korkabileceğini sanmıyorum. Hem, kızın o senin. Belki korkar ama hisseder.' 'Peki, sonra? Nasıl tamamen alacağım onu Dağhan? Bu bir savaşa dönüşecek, biliyorsun değil mi?' başını salladı adam. Sadece başını salladı. Bildiği bir gerçek varsa şu an için Pera ile kızının kavuşması gerektiğinin gerçekliğiydi. Geri kalan her detay çok ama çok uzun süre ertelenebilir geliyordu. Gerekirse asla iş yapmayacağı insanlarla iş yapar, hatta bu zamana kadar olan tüm gücünü seferber ederdi, bildiği tek doğru o savaştan yara almadan çıkacak iki beden olmasıydı. Birisi Pera, diğeri daha tanımamasına rağmen sevdiği kadının kızıydı. Manya için endişelenmiyordu bile, sonuç itibariyle o Devrim'le büyümüş, tam anlamıyla kendini bir suç makinesi haline getirmiş kadındı, çok masum görünürken bir o kadar şeytan olduğunu bilmek içini rahatlatıyordu. 'Tamam. Tamam çıkıyorum. Sakin ol ve iyi saklan.' Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle beraber ikisi de şaşkınca ve hızlıca Devrim'e yönlendiklerinde o çoktan arabasının anahtarını almıştı bile. 'Ne oluyor?' Pera panikten titreyen ruhuna rağmen sonunda konuşabildiğinde Devrim derin bir nefes aldı. 'Manya vurulmuş ama merak etme, kızın yanında. Onlar bulmadan benim Manya'yı bulmam gerek.' Kapıya hızlıca yönelen adamla beraber Dağhan'da kenardaki anahtarı alarak Pera'yla koşar adımlarla çıktı evden. Geldikleri koca ormanda yarım saate yakın onca adam dağılmış küçük bir kızı ve yaralı bir kadını arar haldelerdi. Olay gittikçe karmaşıklaşırken bile ortalıkta Marco'nun adamlarının olmaması Pera'yı rahatsız etmişti. Ne olursa olsun burada bir yerlerde o herifler de kendileri gibi ikisini arıyor olmalıydı sonuçta ama koca ormanda kendileri dışında kimsecikler yoktu. Neredeyse her taşı kaldırıp altına bakmışlardı ama ne o herifler ne de iki beden yoktu ortalıkta. Pera önlerinden ilerleyen Devrim'e göz attığında çevresinde sıkıntıyla dönmesini de gördü. 'İnsan yıllardır tanıdığı kadının saklandığı deliği nasıl bulamaz ya! Ah be Manya! Ah be kızım!'
|
0% |