Yeni Üyelik
37.
Bölüm

Bölüm 35 - Demek Yaramıza Deva Olmaya Geldin

@biceruvar

Yeni bir bölümle geldim pandispanyalarım! Hepinize merhabalar! Yine bir akşam saatleriyken Pazartesi bölümünü getirdim. Bir miktar ağlatma ihtimalim yok değil sizleri ancak mutluluktan mı hüzünden mi orası hakkında yorum yapmayacağım. Umarım beğendiğiniz bir bölüm olur da bol bol yorumlarınızı okuyabilirim...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,
instagram: BiCeruVar

---------------------------------------------------

Geldikleri koca ormanda yarım saate yakın onca adam dağılmış küçük bir kızı ve yaralı bir kadını arar haldelerdi. Olay gittikçe karmaşıklaşırken bile ortalıkta Marco'nun adamlarının olmaması Pera'yı rahatsız etmişti. Ne olursa olsun burada bir yerlerde o herifler de kendileri gibi ikisini arıyor olmalıydı sonuçta ama koca ormanda kendileri dışında kimsecikler yoktu. Neredeyse her taşı kaldırıp altına bakmışlardı ama ne o herifler ne de iki beden yoktu ortalıkta. Pera önlerinden ilerleyen Devrim'e göz attığında çevresinde sıkıntıyla dönmesini de gördü.

'İnsan yıllardır tanıdığı kadının saklandığı deliği nasıl bulamaz ya! Ah be Manya! Ah be kızım!' içten içe hem tedirgin hem de panik ruh hali adamı iyice esir alıyordu. Bakışları bir kez daha etrafta dolaştı Devrim'in. Belli ki nereye saklanabileceği konusunda bir tez yürütmeye çalışıyordu ancak defalarca kendine ulaştığı telefonu aramasına rağmen o konuşmadan sonra herhangi bir karşılık alamamıştı. Durum bu iken bulmakta daha zor hale geliyordu çünkü bir yerlerde bayılıp kalma ihtimali bile vardı kadının kan kaybı yüzünden. Daha da fenası Manya'yı buradaki herkesten daha çok tanınıyordu ve peşindekilerden kurtulabilmek adına insanın aklına hayaline gelmeyecek yerlere saklanabilme potansiyelini biliyordu, ki kendinden saklandığı zamanları göz önüne alınca iyiden iyiye telaş yapmaya başladı.

Az önce olan tedirgin halinin yerini büyümüş gözleri alırken bakışları da neredeyse bilek boyuna kadar su akan ufak dere boyunu buldu. Su alabildiğine az olsa da en az bir buçuk metre kadar aşağıda kalıyordu orası. Ki vurulmuş bir kadının inme olasılığı pek fazla da değildi. Fakat Manya için imkansız kavramı çok uzak sayılırdı ama Devrim için bu olasılık çok yüksek gelmiş olacak ki hızlıca o bir buçuk metrelik yerden aşağı atlamıştı bile. Elini sıkıca tutan Dağhan'ın parmaklarından kopup Pera'da ardından ilerlediğinde tüm olan biteni ancak fark edebildi. O dere yatağının çeperindeki oyuntudan Devrim'in kucağına çektiği kızla gözleri olabildiğince açıldı. Tepki veremiyor, elini dahi uzatamıyordu ama Devrim gayet sakin şekilde kucağına aldığı kızın saçlarını yüzünden çekmesini izlemekten de kendini alamıyordu.

'Korkacak bir şey yok, ben onun arkadaşıyım. Anlıyorsun değil mi beni?' telkin etmek istercesine ufak kızın gözlerine bakarak konuşurken bir yandan da hala o oyuntuda olan kadının elini tuttu, 'Manya, iyi misin?' önce kucağındaki ufaklığın iyi olup olmadığını kontrol ettikten sonra güç vermek istercesine avucu arasındaki Manya'nın parmaklarını da sıktığında Pera çoktan toprağa tırnaklarını geçirmeye çalışır seviyeye geldi. Zihni tamamen allak bullak olmuş, günler önce haberi olmayan ancak şimdi elini uzatsa tutabileceği mesafedeki evladıyla yüreği bile kendinden geçiyordu.

'Vurulmuş birine ilk sorman gereken soru bu olmamalı.' Zorlukla da olsa Pera Manya'nın da sesinin o oyuktan geldiğinden emin olduğunda Devrim'e yardımcı olmak adına elini uzatmıştı ki Dağhan'ın da aşağı atlamasıyla kalp krizi geçirmesine neden olacak kadar hızlı atan yüreğinin bilincine varabildi. Dağhan ufak kızı bir çırpıda Devrim'in kollarından aldığında adam da oyuktan Manya'yı kucaklamıştı ki Pera'nın bakışları yeniden titreyen ellerindeki kana bakan ufak kızın minicik ellerine döndü. Yüzünü göremese de titremesinden dahi anlayabiliyordu korkusunu. Öyle ki ne yapacağını bilemez halde ne gördüğünü kavrayamamış şekilde gözlerini bir an kırpmadan parmaklarındaki kızıllığa bakan bir çocuğu nasıl koruyup, saracağını şaşırdı ruhu. İçindeki girizgâh milyonlarca yılda sürüklüyordu ruhunu, acı, mutluluk, hüzün, kahkaha, gözyaşı, hepsi ama hepsi Pera'nın ruhunda birleşmeye başladı.

'Pera, Pera kendine gel. Manya'yı çıkarmamız gerek.' Başını usulca salladığında hala her hücresinde koşuşturan şok dalgasına rağmen Dağhan'ın kaldırıp toprak zemine yerleştirdiği ufak kızı tuttuğu gibi kucakladı. Manya'yı çıkaracaklarının bilincinde olarak bedenini kollarındaki ufaklıkla geriye sürüklediğinde daha yeni kalbine kavuşmuş okyanus mavisi dolu gözleriyle kendine bakmaya başladığını fark etti.

'Mamma...' az önce korkudan dolu dolu olan bakışlar ışıldayarak kendisine anne dediğinde hala aralarında duran kanlı parmaklarını yakaladı Pera. Kızın küçücük yüzünün göğsüne yaslanmasını sağladığında ise başının üzerine dudaklarını basarak derin bir nefes çekti kokusundan. Tüm hücreleri, tüm beyin fonksiyonları kollarındaki bedenle olağandan daha farklı çalışmaya başlamıştı adeta. Sanki Pera o an, koca ormanın içerisinde değildi de, bomboş, ses geçirmeyen, bir tıkırtı dahi olmayan bir odada tüm kan akışını, kalbinin atışını hissediyordu.

'Ragazza...(Kızım...)' göğsünde hıçkırıklarını tutamadan ağlayan ufaklık, iki adamın sonunda çıkardığı Manya ile Devrim'in yukarı adım atar atmaz kimseye bırakmadan tekrar kucakladığı yaralı bedene baktığında istemsizce sertçe yutkundu. Kadının sol tarafı tamamen kırmızıyken aynı kızıllık kızının parmaklarında olduğu gibi Devrim'in ellerinde de vardı.

'Devrim...' Manya'nın zorlukla çıkan sesine rağmen Devrim daha sıkı tuttu kadının çelimsiz bedenini.

'Aptal aptal hareketler, kendi kendine eğlence aramalar. Sus, yorma kendini. Güçsüz güçsüz de konuşma benimle.' Adam da titreyen sesine rağmen kendini sağlam tutmaya çalışırken bir bir yerdeki bitkileri ezerek sert adımlarla ilerlemeye başladı. Pera ağlayıp korkutmamak adına sıkıca kapattığı gözleriyle beraber omuzuna yerleşen parmaklarla bakışlarını da çoktan Dağhan'a çevirmişti bile.

'Annesi olduğumu biliyor.' O an içinden defalarca Manya'nın durumunu sormak istese de tüm vücudunu esir alan gerginlik yüzünden üç kelime çıkabildi dudaklarından. Dağhan'ın gözlerindeki sıkıntılı bakışların bilincine varmasa belki onda veya başka birinde bir şey olup olmadığını da sorardı ancak pek dili varmamıştı.

'Gitmemiz gerek güzelim.' toparlanmaya çalışsa da kendinde o gücü bulamadı Pera. Dizleri kendinden habersiz pes etmiş gibiydi yüreğine benzer şekilde. Ne zamandır bedenini doğrultamıyordu bilmiyordu ama halini fark eden Dağhan kollarındaki kızı kucaklamış ardından elini uzatarak kendine gülümsemekten de geri kalmamıştı. Ağlaması bir gram bile azalmayan ufak kıza rağmen hızlı adımlarla onlar da arabaya ilerlediklerinde diplerine gelen adam çekti dikkatlerini.

'Devrim abi kendi evine geçmenizin daha iyi olacağını söyledi. Sizdekiler de çocuklarla beraber oraya gelecekler.' Dağhan başını usulca salladığında arka kapıyı açıp önce Pera'nın binmesini sağlamış arından kollarındaki ufaklığı kucağına bırakmıştı ki hala aracın yanındaki adamın başını anlayışla sallamasıyla kendisi de yerleşti yanlarına.

Sadece birkaç saatte dağılmışlardı, hatta öyle ki toparlanamayacak gibi hissetmişlerdi. Yanındaki kadına, sıkı sıkıya sardığı ufak kıza baktığında onun saçları arasından kendini izlediğini görerek gülümseyip okşadı ipek gibi olan telleri. Bire bir, göz rengi farklı olsa da bakışlarından saçlarına, teninin rengine kadar sevdiği kadınla aynıydı bu ufaklık ve o tedirgin meraklı bakışları da annesinden kopyalanmış gibi duruyordu. Belki de ufaklığın Pera'ya benzemeyen tek ayrıntısı okyanus gibi bakan gözleriydi, onun dışında minicik bir fark göremiyordu. Aklından onlarca şey geçtiğini bildiği kadına bakışları kaydığında usulca çekti kendisine ki çok zaman geçmeden kadının göğsüne yaslanmış ufaklık başını kaldırarak annesinin yüzünü incelemeye başladı. Hissederek, tüketmekten korkarcasına, parmakları titreyerek kadının yanağına ulaşan ince parmaklarla Pera'nın hıçkırığını zorlukla bastırma çabasıyla derin bir nefes aldı. Her anı kendiyle beraber olsun istemişti Dağhan, hatta o kadar ki gözyaşı ve kahkahası arasındaki bağımsız uçurumu bile yanı başında yaşasın istemişti. Tıpkı şimdi olduğu gibi...

Sanki bulunmamış, hiç tarif edilmemiş, ortaya dahi çıkmamış bir dil varmışçasına bakarak anlaşabiliyorlar gibi hissediyordu Pera. Korkuyla titreyen incecik parmakları sarıldığından beri sarsılmasına ara vermiş, kendini yaslanması için çeken Dağhan'a ise tedirginlikle bakıyordu. Kim olduğunu, zarar verip vermeyeceğini merak edercesine. Göz kapaklarını usulca kapatıp tekrar açtığında yeniden göğsüne sinmesiyle tebessümü de yüzüne dağıldı. Kelimeler kifayetsiz kalırdı ya, bu da öyle bir durumdu. Tüm sözcükler bir bir sözlükten intihar etmeye kalkıştı o an Pera için. Kurulabilecek kaç cümle olasılığı varsa yerle bir oldu, tekrar da toparlanma ihtiyacı hissetmedi. Kollarında sımsıkı tuttuğu, hiçbir anında yanında olamadığı fakat yüreğinde en büyük yüz ölçümüne her daim sahip olan kızı için zaman arsızca akmıştı. Şimdi ise kendileri için yeni takvim yaprakları beliriyordu.

'Sence Türkçe konuşabiliyor mu? Veya anlar mı?' Dağhan dizlerinin üzerine çöküp yatağa yasladığı kollarına çenesini bırakarak ufak kıza bakmaya devam ederken mırıldandığında, aynı durumda olduğu adama gülümsedi. Zerre önem taşımazdı muhtemelen. Şu görüntüden, bunca zaman sonra hayatın kendisine ikinci şansı tanıması üzerine ne önem taşırdı, ne umurunda olurdu. Yıllarca dillendiremese bile istediği yegâne şeydi kızı, bir daha asla şansının olmayacağını bilerek dilemişti üstelik. Fakat şimdi, o imkânsız dediği, gözyaşlarında yıkandığı kızı, cenneti, geleceği, tutunduğu dal koca yatağın ortasında ufacık bir nazar boncuğu gibi uyuyordu.

'Bilmem ama önemli değil ki...' omuz silktiğinde avuçlarının arasındaki bir çift ufak elin üzerini okşadı. Tüm o yolun sonunda uyuyup kalmış ufaklıkla ve haliyle geldikleri evde ne nerede bilmeseler de çalışanlardan birisi oda göstermişti ve kızı koca yatağa yatırdıkları gibi yere diz çökerek Dağhan'la beraber uykusunu izlemeye başlamışlardı. Kaç dakika geçmişti veya zamanın artık bir ehemmiyeti kalmış mıydı onu bile düşünme yanlısı değildi Pera. Kadın bir gün bir kız çocuğuyla ölmüş ve bugün aynı kız çocuğuyla tekrar yaşamaya başlamıştı işte.

'Çok benziyor sana. İsmi ne acaba?' Dağhan'ın hüzün dağıtma politikasıyla beraber gülümsediğinde çehresine oluşan kırgınlığı da saklama ihtiyacı duymadı.

'Kızıma ismini soracak olmam... Sana da garip gelmiyor mu?' gülümseyerek hala uyuyan kızı izleyen Dağhan'a döndüğünde bu kez adam omuz silkti. Bir an düşündü Pera, içim böylesine karışıkken, yüzümde acaba kaç element var, yüreğim böyle bahar çiçekken, her zerrem kış bahçesi mi diye. Çünkü Dağhan'ın bakışlarındaki o hüzün apaçık kendisinin bitkin hali içindi.

'Normalde cinsiyet mevzusu açılınca söylenir ama sağlıklı olun da garip veya değil pek fark etmez.' olan hüznüne rağmen Dağhan zorlukla gülmeye başladığında Pera'da kendini tutamayınca, o mışıl mışıl uykusunda olan kirpiklerde harekete geçti. Diz çöktüğü yerden kalkıp yatağa çıkarken sonunda tamamen açılan berrak mavi harelerle gülümsemesini daha da büyüttü. Nasıl davranacağını bilmediğinden olsa gerek kızın usulca saçlarını okşadığında onun da tebessüm eden yüzüyle beraber başını dizlerine yerleştirmesi de bir olmuştu. Belki de çok şey hissetmesi beklenebilirdi kadının ama şu dakika tek bir şey ruhunda karıncalar kadar hızlı dolaşıyordu. Koruma güdüsü... Hayatının sonuna kadar, delicesine, kendini öldürecek olsa da koruma isteği bütün benliğini esir almıştı adeta.

Kızın ipek yumuşaklığındaki siyah saçlarından Dağhan'a döndüğünde onun hala aynı halde olmasına tebessüm etse de adam usulca başını yataktan destek alan kollarına yaslamış bir de ufaklığa göz kırpmıştı. Adamın ne tür mimikler izlediğini bilmiyordu ama gayet eğlenir halde işaret ve orta parmağıyla kızın burnunu sıkıştırmasıyla ikisinin de gülmesi bir oldu. Hala oldukları gibi ufak kız Pera'nın dizinde, Dağhan ise kollarına yasladığı yüzüyle birbirlerine bakarken bu kez o ince parmaklar adamın burnunu sıkıştırmaya çalıştı, tabi Dağhan'ın yalandan yüzünü buruşturmasıyla beraber.

'İsmin ne küçük hanım?' İtalyancaya has o naif aksanıyla yattığı yerden mırıldandı bu kez adam. Gözlerinin içi gülmeye başlayan ufaklığa belki de seslenmek için sorulması gereken ilk soru bu olabilirdi.

'Nerissa Deva Bianchi.' Fısıldarcasına çıkan sesine rağmen Dağhan bu kez kaşlarını havalandırarak gülümsemeye devam etti.

'Demek yaramıza Deva olmaya geldin...' gülümseyerek fısıldadığında ufak kızın anlamadığını belli eden bakışlarıyla derin bir nefes aldı.

'Bende Dağhan. Memnun oldum Deva.' Kendi eline göre ufacık kalan parmakları sıktığında yüzündeki mimiklerin anbean değişmesine şahit oldu.

'Annemi sen mi kaçırdın?' az önce eğlenen yüzü bu kez çatılan kaşlarıyla gölgelenirken Pera tek kaşını kaldırarak beklemeye başladı. Başka birinin kendisini kaçırdığını, yıllardır bu yüzden yanında olamadığını düşünüyordu, dahası görür görmez annesi olduğunu bildiğine göre belli ki fotoğrafları saklanmamış, kötülenmemiş, tamamen hayatından silinmeye çabalanmamıştı.

'Anneni kimse kaçırmadı, neden kaçırıldığını düşündün ki?' Pera, Dağhan'ın cevabıyla dizindeki başın harekete geçtiğini gördüğünde beklemeye devam ettiğinde o çatık kaşlı ufak surat hızlıca kendisine baktı. Az önce sevecen tebessümlerini gösteren ufak kız şimdi tamamen gölgelenmiş, biraz hayal kırıklığıyla bezeli, biraz da kafasının karıştığını belli eden bakışlar atıyordu.

'Beni bırakıp gittin mi yani?'

'Hayır, hayır. Öyle bir şey değil.' Pera telaşla anında kızın ellerini yakalarken Deva'nın gözleri ilk önce Dağhan'da daha sonra da tekrar annesinde dolaştı.

'Marco, o seni benden kaçırdı Deva. Seni bırakamam ki ben.'

'Babam seni seviyor! Yapmaz! Bana hep seni anlattı! Gelecek dedi!' yüzünün allak bullak olan haline rağmen anında ufak ellerini kurtardığında yataktan da inip odanın köşesine kadar çekilmekten kaçınmadı. Sırtı duvarla buluştuğunda ise hala çatık olan kaşlarının altından bakmaya devam etti iki bedene de. Parmaklarıyla sıkı sıkıya kavradığı tül perde sanki koca bir kalkan gibi asla ufak avucundan kopmazken sorgulayan harelerinin tek odak noktası da Pera'ydı.

'Deva, kızım... O adam senin-' ne kadar açıklamak için hamlede bulunsa da elini tutan parmaklar duraksamasına neden oldu.

'Sakin sakin ilerleyelim. Kötüleme onu.' Bakışları anında Dağhan'ın fısıltıyla konuşan halini buldu Pera'nın. Ne yapacaktı peki, iki gün sonra Marco bir anda karşısına dikilirse koşup gitmeyecek miydi adama? O zaman ne yapacaktı Pera? Kendine şüpheyle bakmaya başlayan nazar boncuğundan hallice gözlere tekrar döndüğünde derin bir nefes aldı. Evet anne olmayı istemişti ama kendi kızının kendine böylesine şüpheli ve inanmayan gözlerle bakması kalbinin paramparça olmasına neden oluyordu. Üstelik bir kez daha onu kaybetme düşüncesi, yakıp kavuruyor, resmen kendine işkence çektiriyordu.

'Gel hadi, boş verelim bunları. Hem aç değil misin sen?' Dağhan sıkıca tuttuğu parmakları bırakarak kıza yaklaşmaya başladığında Deva sakince başını sağa sola sallayınca derin bir nefes aldı iki bedende.

'Peki.. Madem aç değilsin... O zaman çikolataya da hayır demezsin bence?' koskoca adam ufak bir çocuk gibi davranmaya başladığında Pera'da çekildiği köşesinden tüm olan biteni izliyordu. Konuya aslında nasıl uzak oluşunu, kızı da olsa ne kadar tanımamış olmasını, upuzun yedi yılda bu küçük Deva'nın aslında inandıklarının ve kabullendiklerinin var oluşunu. Hepsini adeta sinemada film izler gibi izliyordu. Korkularıyla yüzleşmek için zamanı olduğunu farz ederken o okyanus bakışlar hiç umduğunu tutunacak dalı uzatmıyordu kendine.

'Çikolata yemem ben.' Hala yumuşamayan yüz Dağhan'a anında cevap verdiğinde adam bir çırpıda kucaklayıp tek kaşını kaldırdı.

'Ne yersin peki? Veya ne seversin?'

'Dondurma.' Ne kadar kızgın da olsa omuz silkerek yanıt verdiğinde adamın gözleri ikisinde de kararsızlıkla dolaştı.

'Çocuklar için mevsim geçişi yok herhalde?' Dağhan kaşlarını havalandırarak bakışlarını Pera'ya odaklarken onun zorlukla gülümseyerek omuz silkmesiyle aldığı onaya tebessüm etti. Başıyla hadi dercesine olan hareketi de odadan çıkıp el mecbur adamı takip etmesini sağladı.

'O abla iyi mi?' merdivenleri adımladıkları sırada gelen soruyla başta anlamasalar da karşılarından gelen Devrim ufak kızın yanağını sıkarak baktı üçüne de.

'O abla gayet iyi. Hem sana ben bir süper kahramanım demiş, inanmadın mı? Gerçekten de öyledir.'

'Bende o abla gibi süper kahraman olmak istiyorum!' kız ufak avuçlarını sıkarak kollarını havaya kaldırdığında Devrim göz kırpıp aşağıyı işaret etti anında.

'Salonda, istersen taktik al. Gerçi yanında hasta olabileceğin kadar çok dondurma var ama...' Devrim göz devirse de Dağhan kollarındaki ufaklıkla basamakları inmeye devam ederken Pera derin bir nefes aldı. Kızı yanındaydı, saçının teline zarar gelmemişti ancak Manya'nın yaptığına karşılık ne tür fedakarlıkta bulunsa az kalacaktı. Kendi canını yok saymış, tehlikeye koşa koşa atlamıştı resmen.

'Manya iyi mi gerçekten? Yaptığı şey... Bu kadar büyük bir duruma atlamış olması, hepsi benim yüzümden...' yüreğindeki sorumluluk hissiyatıyla mırıldandığında Devrim kolunu okşayarak gülümsedi.

'Havaalanlarındaki güvenlik cihazlarını bilirsin değil mi?' başını usulca salladı Pera anında.

'O cihazlardan geçerken ötecek kadar çok platinle yaşıyor o kadın. Sadece kan kaybetmiş, takviye ediyorlar. Burada olduğunuz sürede mızmızlanmaları dışında çevreye zararı da yoktur ama pek etrafında dolaşmanızı tavsiye etmem. Çenesi tehlikeli...' adamın açıklaması iç açıcı olsa da gözlerinden aslında ne kadar korktuğu belliydi. Öyle ki o ormanın ortasında kollarındaki yarı baygın bedene fırça çekerken içinde bin bir deprem olmuştu adamın.

'Devrim, çok teşekkür ederim. Bütün bunlar...' elini rast gele salladı Pera. Ne demeliydi? Kaos, hırgür, kavga, savaş, kıyamet... Hepsi uyardı herhalde duruma.

'Benim hayat standardım bu açıkçası. Hem Dağhan beni yargılamayan nadir dostlarımdandır. Sen, Pera yanlış anlamanı istemem ama benim gibi burnu boktan çıkmayan herife bile sahilde kayaların üzerinde bira içirdin. Teşekkür etme, sadece mutlu olmaya bakın. Benim kuramaya cesaret edemeyeceğim bir hayatın içindesiniz ve mutlu olun. Geriye kalan pis işleri de bırakın ben halledeyim.' Derin bir nefes aldı Pera. Ne kadar süredir tuttuğunu bilmediği nefesi ciğerlerine o kadar iyi gelmişti ki yüzündeki tebessümde başını usulca sallamasıyla birbirini destekledi. Yanında geçip giden bedenle bir basamak daha indiğinde ismini duymasıyla tekrar döndü Devrim'e.

'Pera...'

'Özür dilerim, sana bütün bunları anlatamazdım. Yalan söylemek zorundaydım.'

'İlk kez kokoreç ve midye yemiş olman doğruydu değil mi?' tek kaşını kaldırıp kuşkuyla yüzünü buruşturduğunda adam gülerek başını salladı anında.

'Kesinlikle doğruydu.' bir kez daha başını sallayıp tekrar adımladı basamakları. Dünya umurunda değildi, umurunda olan tek şey salonda kucağına kocaman bir dondurma kabı almış, Elfe, Nida ve Manya'nın arasında kalmış Deva'sıydı. Dağhan sonuna kadar haklıydı, bu ufaklık ismi gibi kendisine çare olacaktı... Kendi yarasına, deva olacaktı.

Yanlarına yaklaşmak için hamlede bulunsa da telefonunun titreşimini hissederek arka cebindeki cihazı çıkardı. Ekranda geçen numaraya ait tek cevap olabilirdi. Marco... Gerçi hiç düşünmese bile Manya'nın Deva'yı bu kadar kolay kaçırabilmiş olması, bulmamış olmaları haddinden fazla garipti. Göğsünün orta yerine oturan sıkıntıyla parmakları yanıtlama butonuna ulaştı.

'Alo...' titreyen sesine lanet etse de içindeki o nefret ettiği ürperti, delicesine olan korku artık kat ve kat fazlaydı. Gözlerini ufaklıktan bir an olsun ayırmasa da ruhu öylesine köşeye sıkışmış hissediyordu ki açıklayacak derman bile bulamıyordu bunu. Neden böyle çıkmazda hissettiğini kendisi bile bulamıyordu fakat garip bir hissiyata sahipti. Sanki Deva burada, gözünün tam önünde olsa da değilmiş gibi bir tedirginlikti tüm bedenini çepeçevre saran şey.

'Beni tanımıyorlar Pera... Beni tanımadıkları için çok rahatlar ama sen tanıdığın için korkuyorsun da...' sertçe yutkunduğunda geri geri birkaç adımda salondakilerin görüş alanından çıkarak dudaklarını ıslattı. Haklıydı Marco, sonuna kadar haklıydı ama kızını almıştı ve fırsat vermeye niyeti yoktu. Deva için delicesine korksa da o fırsatı tanımak, tüm ipleri Marco'nun ellerine vermekle eşdeğer olacaktı.

'Senden korkmuyorum.'

'Haklısın... Aslına bakarsan benden korkmuyorsun, çekinmiyorsun da ama beni sevmiyorsun da... Pera, sana bir şey sormak istiyorum.' Kirpikleri titreyerek birbiriyle buluştuğunda sıkıntılıca nefes almayı da ihmal etmedi Pera.

'Sor.'

'Sence, yani en azından beni tanıdığın kadarıyla... O ufak kadın ben istemesem Nerissa'yı benim evimden çıkarabilir miydi? Yaralı halde kaçabilecek kadar uzaklaşabilir miydi? Veya...' arada kısa bir sessizlik olduğunda Marco'nun derin nefesiyle konuşmasını tekrar duydu, 'O ormanda onları bulduğunuzda, sence neden adamlarım orada değillerdi?' aklına düşen şaibeli durum direkt olarak adamla beraber önüne sırası üzerine dizilirken sinirle dudağını dişledi kadın. O ormandayken de içine bu şüphe düşmüştü zaten ancak kendi kendine Manya'nın çok iyi atlatmış olabileceğini umut etmişti. Fakat belli ki çizilmiş bir oyun, yapılsın diye planlanmış bir senaryo vardı ortada. Özellikle, bilinçli bir şekilde.

'Bende öyle tahmin etmiştim. Sen zaten bunları düşündün öyle değil mi? Neyse... Unutmadan Pera... Çok yakında prensesimle kendin geleceksin bana. Kendi ayaklarınla ve isteğinle. İyi günler...' yüzüne kapatıldığını dahi sinyal sesiyle anladığında telefon yüzünden kayarak indi, düşüncelere boğulan bedeni sarsılarak duvara yaslanırken tutunacak yer aradı. Nasıl bir kurmacanın içinde olduğunu bilmemek en berbat olanıydı kadına göre. Çünkü çıldıracak gibi hissettiriyor, saçlarını yolma isteği doğuruyordu. Kurmacadan çok Marco'nun kurduğu oyunu oynuyor olmak, en çokta bu delirtiyordu Pera'yı. O adam kesinlikle aptal bir psikopattan ibaret değildi, ne kadar kötülemek, lanet etmek, bir halt olmadığını söylemek istese de bildiği gerçeklerden kaçamazdı kadın. Marco tanıyıp tanıyabileceği en zeki, akıllı ve eğitimli insanlardan biriydi. Plan kurmak, oyunu istediği gibi yönetmek, insanları düşündüklerinin aksine beklemedikleri anda sekteye uğratmak zevk aldığı en büyük şeydi.

Çıktığı salona tekrar girdiğinde hızlı adımlarla Deva'nın dibinde buldu bedenini. Dizlerinin üzerine koltuğun önüne çöktüğünde yüzü dondurmaya kaplanmış haline de tebessüm etmekten kaçınmadı. Öyle bir bakıyordu ki herhalde Pera bu kadar sene sonra bir durumun kendini bu derece huzura sürükleyeceğini tahmin edemezdi.

'Deva, Marco sana bir şey dedi mi dün akşam?' korkuyla mırıldandığında içten içe kırk kez 'Ne olur dememiş olsun.' Diye geçirmişti herhalde.

'Akşama kadar eve gideceğiz anne değil mi?' sanki kendisi bir şey sormamış gibi karşılık aldığında, ufaklığın sorusu içine oturacak olsa da silkelendi. Burada üç kadın arasında saniyeler önce kahkahalar atan kızının bu sorusunu beklemiyordu, üstelik keyfi gayet yerinde gibi duruyordu. Ancak yukarıda Marco'yu savunan ufaklık hala net bir şekilde gözünün önündeydi. Belli ki en çok sözde baba dediği o herif zorlayacaktı kendilerini.

'Eve mi gitmek istiyorsun ki? Bizi sevmedin mi?' Elfe, Pera'nın allak bullak olan yüzüyle duruma müdahale etme ihtiyacı duyduğunda ufak kız boncuk boncuk bakan harelerini bir bir kadınların üzerinde gezdirip en son tekrar Elfe'ye baktı.

'Sevdim... Ama gitmem gerek. Tekrar gelirim, olmaz mı?' sıradan bir muhabbet gibi görünse de Pera'nın kaşları gerekliliği duyarak çatılmaya başladı.

'Neden gitmen gerek?' neler olduğunu çözmeye çalışarak kızına bakmaya başladığında Elfe'de olan o nazar boncukları kendine döndü.

'İlaçlarım orada, almadım ki onları.' Omuz silkip tekrar dondurmasına yöneldiğinde Pera'nın bakışları yanındaki kadınlarda gezse de koltuğun sırtına kollarını yaslayan Dağhan'la göz göze geldi.

'Grip misin Deva? Eğer öyleyse doktor çağıralım, hem ablalarla biraz daha fazla zaman geçirirsin...'ufaklık dondurma kabından gözlerini ayırmadan başını sağa sola salladığında Dağhan'ın bu kez kaşları çatıldı.

'Neyin var?'

'Annemde olandan varmış, babam öyle dedi.' Dağhan'ın gözleri bu kez Pera'ya sorarcasına yöneldi, bu ne demekti zerre anlamasa da kadının başta soran hali hızlıca bozguna uğramış gözleri dehşet içerisinde büyümüştü.

'Burada mı Deva?' Elfe titreyen parmaklarıyla kızın sağ göğsüne parmaklarını yerleştirince onun gülümseyerek başını yeniden sallaması da bir olduğunda çok geçmeden içindeki alevlenmeyi hissetti Pera. Zihnini allak bullak eden bir perde kaplarken derince soluklanmaya çalıştı ama kendisi gibi Elfe'nin de dolu gözleriyle hareleri çarpıştığında aldığı soluk çoktan koca bir taş haline gelmişti. Bedeni dizlerinin üzerinden kayıp tam anlamıyla yere oturduğunda kendini tutan arkadaşıyla çakıştı gözleri. Ne olduğunu bu ortamda sadece ikisi anlayabiliyorlardı ve şuan durum ikisi için de tamamen çorbaya dönüşmüştü.

'Ne orada?' Nida ne kadar anlamaya çabalasa da Pera cevap verecek hali geçmişti. Koltuğun arkasından Dağhan'da çatık kaşlarla kendisine yaklaştığında sertçe yutkunarak tekrar baktı Deva'ya. Böyle bir şeyin gerçek olma ihtimali, aklını kaçırmasına neden olabilirdi. Kendi ile aynı acıları ufacık bedeninde hissetmesi, çocukluğuna dair hep kısıtlı yaşam alanları, bunların hepsini kendisi kadar iyi tanıyordu kadın, dahası zaten bunların hepsi kendisiydi bir bakıma.

'Kalbi sağ tarafta, kalp kasları işlevini tam gerçekleştirmiyor...' arkadaşının konuşamayacağını anlayan Elfe duruma müdahale etme ihtiyacı hissettiğinde parmakları da çoktan Pera'nın omuzunu okşamaya başladı.

'Senin de mi kalbin sağ tarafta?' Manya kaşlarını havalandırarak mırıldandığında Pera usulca başını salladı. Kendi isteğiyle bu yüzden mi gelecekti yani? Marco'nun bu kadar rahat olmasının ana nedeni bu muydu? Senelerdir kendinden sakındığı, kaçırdığı, öldüğüne inandırdığı kızının hastalıkla mücadelesi mi tıpış tıpış yanına gitmesini sağlayacaktı? Biliyordu kadın, ücreti ne olursa olsun alınacak ilaçlar reçete usulünde çıkardı ve bitmediği sürece tekrar verilmezdi, kaldı ki her doktor yazıyorum diyerek sisteme de geçemezdi. Nadir görülen bir durumdu bu, zorlu bir süreçti, hatta ufacık bir hatayla beraber ölümcül bir süreç başlayabilirdi.

'Doktora gidiyoruz.' Dağhan bir çırpıda ufaklığı kucakladığında Pera derin bir nefes alarak salladı başını sağa sola. Boşuna gideceklerdi, herhangi bir şey yapamazlardı çünkü zaten Deva'nın bir teşhisi vardı ve ilaçları da reçetelenmiş haldeydi. Kızı alıp hastaneye götürmek, pardon biz kaçırdık aynı zamanda da hasta kaçırırken reçetesini, ilaçlarını ve doktorunu kaçırmadık ama bir müsaitseniz tedarik edebilir miyiz diyerek kendilerini ihbar etmek olurdu resmen. Kaldı ki o ilaçlar yurt dışından geliyordu.

'Hayırdır, ne doktoru?' içeri yeni giren Deha'da olaya müdahale ettiğinde bakışları bir abisinde bir Pera'da dolaşsa da kadının donuklaşmış yüzünden sonra ufak kıza dönüp onun dikkatle annesini izlediğini görerek abisinin kucağından anında çekti bedenini. Yanağına koca bir öpücük bıraktığında sakallarında dolaşan ince parmaklara rağmen kızın hüzünlü tebessümüyle tekrar Pera'ya dönmesini de seyretmek zorunda kaldı.

'Ölecek miyim ben?' fısıldarcasına çıkan sesiyle Deha şaşkınca ufaklığın dolu harelerine baksa da Pera'nın apar topar ayağa kalktı. Kendi ölürdü, yaşamazdı, kalbini çıkarır verirdi fakat kızına bir şey olmasına asla müsaade etmezdi.

'O ne demek Deva, ben sana bir şey olmasına izin verir miyim?' Deha'nın kucağında alt dudağı bükülmüş ağladı ağlayacak halde olan kızının elini sıkıca yakaladı kadın. Şuracıkta canını verse gram üzülmezdi ancak ona zarar gelmesi ölmekten de beter ederdi kadını.

'Eve gitmeyeceğiz... İlaçlar orada, onlar olmazsa hasta oluyorum.' Ağlamaya hazır titreyen sesiyle dudakları da bükülmeye başladı ufaklığın. Titreyen elleriyle kızın ufacık yüzünü avuçları arasına aldığında zorlukla gülümsemeye çabaladı bu kez. Yedi yaşında, avuçları kadar kalbi olan bir çocuğa babası ve annesi ne yaptıysa, kendine nasıl davranıldıysa öyle davranması gerekiyordu. Düşünmeden, iyi olacağını söyleyecek, acı çekmeyeceksin demesi gerekiyordu fakat o gücü kendinde dahi bulamazken kızına nasıl verecekti ki.

'Hasta olmayacaksın. Annene güven, tamam mı? Hasta olmaman için elimden geleni yapacağım.' Ne kadar güven vermek isterse istesin Pera'da çıldırırcasına korkuyordu. Kaybettim dediği çocuğunu bulmak ve onun hayatıyla sınanıyor olmak hangi kadının taşıyabileceği bir yüktü ki zaten. Eğer imkanlı bir düşünce olduğunu bilse şuracıkta Deva'nın yaşlarındayken kullandığı aynı ilaçlarla rayına oturmuş kalbini çıkarıp verirdi kızına. Eğer yapabilse tüm hayatını bir kalemde siler atardı da Deva'nın şu korku dolu bakışlarını görmeyi istemezdi.

'Korkma bebeğim, korkma. Ben halledeceğim, sen, sen dondurmanı yemeye devam et hadi.' Ne yaptığını fark edecek halde bile değilken Deha'nın kucağından aldığı ufaklığı az önceki yerine oturttuğu gibi adımlarını bahçeye açıldığını düşündüğü kapıya yönlendirdi.

Kaç kez sağa sola yürümüş, kaç dakikadır düşünmeye kendini zorlamıştı bilmiyordu fakat bahçenin neredeyse her metrekaresini ezberlemişti. Kendini bir türlü sakinleştiremeyen haline rağmen bir kez daha nefes almayı denediğinde ellerini saçlarının arasından geçirerek başını sıkıntıyla gökyüzüne kaldırdı.

'Elfe, Elfe küçücük haliyle, ben ne yapacağım?' dibine gelen arkadaşının bilincinde olarak mırıldandığında tertemiz mavilikten bakışlarını çekip dostuna baktı. Onun da tıpkı kendisi gibi çaresizlik vardı harelerinde.

'Bir yolunu bulacağız, biz hep bir yolunu buluruz biricik... Sakin kafayla düşünelim, doktor kayıtlarına bakalım, ne bileyim hastane kaydına, ilaç kaydına, bir yerden buluruz.' Tıpkı kendisi gibi kızı için telaşlansa da fikir üretmeye çalışan dostunun haliyle iç çekip elinin tersiyle temizledi yanaklarını. Başını sağa sola sallarken bahçeye çıkıp yanlarına yaklaşan Dağhan'la durmak zorunda kaldı. Eli ayağına dolaşmak tabiri muhtemelen tam da şimdi kendisi için geçerliydi. Hem dolaşmıştı hem bağlanmıştı. Gitmek dışında avuçlarında kalan ufacık bir ihtimal bile yokken burada hala çare arıyor olmak ve bir o kadar da çaresizliğinden emin olmak yormuştu bünyesini. Nice ilaçlardan sonra kendisi ancak normal bir şekilde hayatını idare edebileceği seviyeye ulaşmışken Deva'nın bu yaşında yaşadığı o korkunç saldırıya kalbinin dayanmama ihtimali bütün bedenini ateşe itiyordu resmen.

'Saatler oldu, tek kelime etmeden deli gibi dolaşıyorsun. Sakinleşmeni bekledim ama daha fazla sabredemedim doktor bir arkadaşımı çağırdım, belki tamamen uydurmadır, Deva'ya bu fikri aşılamıştır diye ancak maalesef...' Dağhan'ın da elinden bir şey gelmeyeceğini biliyordu fakat öylece kalakalmış, en son seçeneği de durumu netleştirmek olmuştu. Durumun ciddiyetini de zaten aradaşı sayesinde kavramıştı. Bilmediği bir yolda iken en planlı nasıl hareket edeceği konusunda fikir yürütme çabasındaydı ancak işler istediği gibi ilerlemiyordu Dağhan'ın. Marco'nun yazdığı senaryodaki bir piyon olmuşlardı resmen, üstelik bu kez Pera'nın canı değil, evladının canıyla ahşap bir satranç tahtasında karman çorman ve kural dışı oynatıyordu kendilerini.

'Marco onları özellikle yakalamadı.' Sıkıntılı nefesini savurup sonunda mırıldandığında alt dudağına dişleriyle eziyet etmeye başladı.

'Çünkü Deva'yı alıp kendi ayaklarımla ona gitmemi istiyor. İlaçlar kısıtlı üretiliyor, yurt dışından özel siparişle geliyor, reçeteye göre. Eğer ki ilaç içerisinde son üç tane kalmadıysa, tekrar alınamıyor. Ve o reçeteyi bu zamana kadar Deva'nın bütün raporlarıyla ilgilenmiş olan doktor yazabiliyor. Ağır ilaçlar çünkü. Deva daha yedi yaşında, hiç ilgilenmemiş, raporları ve bilgisi olmayan bir doktor gelişi güzel yazamaz. Minimum bir aydır Deva'yı takip ediyor olması lazım doktorunun yazması için. Net bir şekilde heyetten rapor alınması gerekiyor. Denenmiş tüm yöntemlerle beraber bir raporun heyetten geçmesi gerekiyor.' Panikten kavrulan tüm yüz hatlarıyla beraber Dağhan'ın da mimikleri gerildi.

Yedi sene boyunca babalık yapmıştı içerideki ufak kıza, şimdi nasıl olurda Pera'ya o ufak kızın hayatı için kumar gibi bir silsile koyardı ki ortalığa? İnsan kendi evladı saydığı birine nasıl yapardı bunu? Her şey bir yana Dağhan kendisi bile kıyamazken, nasıl midesi alabilirdi o herifin böylesine acı bir durumu koz olarak kullanmayı?

'İllegal ise illegal. Umurumda değil. Eğer gerekiyorsa şu dakika uçağa atlar gider yurt dışından temin eder geri getiririm.' Eve doğru bir adım atacak olsa da Pera anında kolunu yakaladı.

'İnsanı öldürebilecek bir ilaç Dağhan, dozu önemli ve şu an ne durumda bilmiyorum. Hangi dozda kullanıyor, hangisi uygulanıyor, hangisi alerjik reaksiyon göstermiyor, bunları bilmiyoruz. İçerideki kız yedi yaşında, sorsam bile cevap alamam.' Çaresizce başını sağa sola salladığında birbirine sıkı sıkıya bastırdığı dudaklarıyla gözyaşlarını tutmaya çabaladı.

'Deva ile o herifin yanına gitmeyi düşünmüyorsun değil mi?' adamın her hareketi aslında ne derece gergin olduğunu belli ediyordu. Fakat Pera'nın da gitmek dışında elinden gelebilecek tek bir şey yoktu.

'Başka çarem yok, ölmesini beklemek olur diğer seçeneğim...' özür dilercesine başını omuzuna doğru hafifçe eğip tekrar iç çekti. Dağhan'ın gözlerinde gittikçe büyümeye başlayan şok yüzüne de ruhuna da tokat gibi çarparken nefes almaya çabaladı. Çok ama çok çabaladı hem de, fakat sadece göğsünün ortasına takılıyordu soluğu, orada da koca bir taş oluveriyordu.

'Herif yedi senedir kendi çocuğu gibi büyüttüğü kızın ölmesini önemsemiyor. Ya gittiğinde de ilaç vermezse Deva'ya? O zaman ne olacak Pera? İkinize birden zarar verirse ya?''

'Bir yolunu bulurum, Dağhan, benden böylece durmamı bekleyemezsin... İlaçlar düzenli alınmalı, saati kaçarsa krize girebilir.' Adamın elini sıkı sıkıya tutsa da umutsuzca başını sağa sola salladı, 'Ben gitmek zorundayım.'

'Pera...' Dağhan'ın sesi de fısıltıyla çıkmaya başladığında başını olumsuzca sallasa da dudaklarını ıslattı anında. Yoktu, elinden gelebilecek bir şey yoktu. Kendisi o dönemleri geçirirken kaç gece hastaneye apar topar gittiğini hatırlamıyordu, kaç gün boyunca babasının dakika dakika kendisinin peşinden koştuğunu, üzerinde kaç tane test denediklerini hesap dahi edemiyordu bu yaşında bile. Hatırladığı tek şey acıydı. O günlerde olan acı, sancı, kalbine bıçak gibi saplanan o hissiyat, yatakta cenin gibi kıvrılarak göğsünü tuttuğu o şey dışında hesap edemediği daha birçok detayla beraber üzerine çığ misali düşüyordu.

'Yapmak zorundayım, özür dilerim.' Bahçe kapısına yöneldiğinde ardındaki adamın da yaşadığı, hissettiği şeylerin farkındaydı ancak şu an aşkından da, kendi hayatından da daha öne koyması gereken tek şey vardı. Kızının hayatı ve sağlığı. Bunca sene yapamadığı o anneliği yapmak ve canı pahasına dahi olsa kızını korumak zorundaydı.

'Deva, hadi eve gidelim.' Elini uzatırken bakışlarını herkesten kaçırsa da bütün gözler kendine döndüğünde Deva sakince oturduğu koltuktan kayarak inip incecik parmaklarıyla yakaladı elini. Açıklayacak gücü yoktu, artık gücü de yoktu. O yüzden de ortamdaki şaşkın insanlara tek kelime etmeden çıkıp gidecekti. Elfe'nin ardından geldiğini görse de dolu gözleriyle başını sağa sola sallayabildi sadece. İşin çıkmaza girmesi şu dakika isteyeceği en son şey olurdu.

'Güzelim...' adımlarının duraksamasını sağlayan sesle ardında bıraktığı Dağhan'a sakince döndüğünde uzatılan araba anahtarıyla birbirine bastırdı dudaklarını. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istese de yapmayacaktı, bunu yaşayıp yaşatmayacaktı.

'Sizi orada bırakmayacağım.' şakağındaki dudaklar fısıldadığında kapanan göz kapakları arasından süzülen ıslaklığı hızlıca temizledi elinin tersiyle.

'Torpidoda silah var, ne olursa olsun al yanına, benim üzerime kayıtlı, sizi ayırmaya, size zarar vermeye kalkarsa bir an düşünme Pera. Kılınıza zarar gelmesindense müebbet yerim.' Dağhan'ın dudakları tekrar şakağına baskı oluşturduğunda iç çekip onayladığı adamdan kopardı bedenini. Koparmaktı çünkü sonu nereye bağlanacak, kendisi bile bilmiyordu. Bir çaresini bulacaktı, belki bu gidişinin bir dönüşü olmayacaktı ama çabalayacaktı. En azından kızının iyi olması içini rahatlatacaktı. Bedenini saran Dağhan'ın da bunun tamamen son olabilme ihtimalinden haberdar oluşunun bilincindeydi. Bu zamana kadar kendisi için güçlü kalmak zorunda kalmıştı, artık kızı için kendini yok sayması gerekiyordu.

Aklındaki tüm hengameye rağmen direksiyonda tırnakları yeniden yer edindiğinde derinden bir nefes alarak dikiz aynasından arka koltuğu tekrar kontrol etti. İlk on beş dakika gizli gizli döktüğü gözyaşları artık kurumuştu, aklının içinde sürekli dönüp duran Dağhan'ı bir kenara bırakmaya karar vermişti. Dünyadan habersiz, neler olup bittiğini bilmeyen, hatta ruhu dahi duymayan ufaklıktan sadece birkaç gündür haberi varken şimdi onu tekrar kaybetme korkusuyla yüzleşiyor olması çürütüyordu ruhunu. Aklının yerinden oynamasına neden oluyordu. Her detayı bir kenara atsa da anne olmayı atamıyordu Pera. Bir şans daha istemişti ve o şansı şu an arka koltukta oturup ağaçları izliyordu. Kendine de mal olsa o şansı sonuna kadar muhafaza edecekti.

'Babam kötü biri mi?' kulağına değen soruyla beraber yola odaklı olan gözlerini tekrar dikiz aynasına çevirdi kısa bir anlığına. Yüzündeki şüphe dolu bakışlarla beraber bir o kadar da meraklı haliyle konuşuyordu. Pera'nın anladığı kadarıyla da gerçeği değil, istediğini duymaktı amacı.

'Neden sordun?'

'Bana hiç kötü biri gibi gelmiyor ama sen gitmişsin. Senin hep çok iyi biri olduğunu söyledi. İşi var dedi ama ben seni kötü insanlar götürdü diye düşündüm. Şimdi senin işin yokmuş... Ya o kötü, ya sen...' aklına gelen her soru cümlesine rağmen derin bir nefes aldığında tebessüm etmeye de çalıştı.

'O kötü olsa ne hissedersin, ben kötü olsam ne hissedersin Deva?' kalbinin çırpınışı kulaklarında bile uğulduyordu fakat birazdan neler yaşayacakları eline yazılıp verilmediğinden olsa gerek bir yerinden işi garanti altına alma çabası gösteriyordu kadın.

'Bana bir kere aileni de seçebilirsin demişti babam. Kendinin ailesi yokmuş daha önce. Onun seçtiği aile benmişim. Bence kötü olamaz babam. Sinirlenir ama kötü olamaz. Sen... Anne sen kötü değilsin değil mi?' düşünceli haliyle beraber yavaşlattı arabayı. Açılmasını beklediği büyük demir kapıyla başını arka koltuğa çevirdiğinde derin bir nefes almaktan da kaçınmadı.

'Kötü biri değilim kızım... İnan ki kötü değilim.' Başını sağa sola salladığında derin bir nefes alarak torpidoya uzandı. Hayatı boyunca yapmak istemezdi fakat eğer ki kızı için mecbur kalacak olursa Dağhan'ın dediği gibi gözünü kırpmazdı.

'Babamı sevmiyorsun değil mi?' sorusuyla beraber ne cevap vereceğini bilmese de mavi birer boncuk tanesi gibi bakan gözleriyle kendine odaklanan yüzü uzanıp okşadı. Kızının hayal kırıklığı olmak istemiyordu ama yalan söylemek, onu hiç ama hiç istemiyordu işte..

'O da biliyor sevmediğini, çok üzülüyor...' açılan kapı imdadına yetiştiğinde önüne dönüp yeniden harekete geçerek koca alandaki tek arabanın yanına park etti. Kontağı kapatsa bile buz gibi olan parmaklarıyla derin bir nefes aldı kadın. Ne ile karşılaşacağını bilmiyordu, neler olacağını da, hatta Dağhan'ın dediği ihtimalle, ilaç konusunda sıkıntı yaşatabilme ihtimalini de...Bütün bunları bilmeyişine karşın tek bir şey biliyordu. Eğer ki Deva'nın hayatına dair bir tek endişesi olur, acı çektiğini görürse o dakika kafasına elli tane silahta dayasalar elleriyle öldürürdü Marco'yu.

Durduğu anda arka kapıyı açıp hızlıca inen Deva'ya gözlerini çevirse de onun koşarak Marco'nun boynuna atladığını gördüğünde parmakları arasında sıkı sıkıya kavradığı silahı çantasına atıp tekrar yanaklarındaki ıslaklığı temizledi. İsyan eden zihnine rağmen kendisi de arabadan indiğinde adımları da direkt olarak iki bedenin yanını buldu.

'Hoş geldin.'

 

Loading...
0%