Yeni Üyelik
39.
Bölüm

Bölüm 37 - Oysa Ben En Çok Sana Gerçeğim

@biceruvar

 

Upuzun bir bölümle yine sizlerleyim canlarım... Hepinize merhabalar! Gece vakitlerindeyken Pazartesi bölümünü atlayamayız dedim, biraz da kızdırayım sizleri diye düşündüm... Pera ve Dağhan'ın bir türlü beladan kurtulamıyor oluşu da içimize ayrı bir dert olmalı bence... Umarım beğendiğiniz bir bölüm olur da bol bol yorumlarınızı okuyabilirim...

Söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek, hikayeler hakkında story, reels ve iletişime geçebilmek adına,
instagram: BiCeruVar

-------------------------------------------

'Pera, ben hata yaptım ama içerideki, Dağhan... Ondan gerçekleri anlatmasını iste.'

'Ne?'

'Kendi hakkındaki gerçekleri anlatmasını iste. Ve... O iyi biri unutma.' İçi içini yese de belli etmemeye çalışarak başını salladığında kalan üç basamağı da indiler. Marco'nun ne demek istediğini bilmiyordu ama korktuğunun başına gelmemiş oluşu bir nebze içini rahatlatmıştı. Özgür görünen bir tutsakta olsa kızının sağlıklı olması içini rahat ettirecekti ama şimdi geldikleri konum kadar asla mutlu olamazdı. Onun sırtındaki kanatları birinin kesmesi, bacaklarına görünmez zincirler bağlayarak olduğu yerden adım bile attırmamaları zaten gözleri parlayan kadını yok eder, dahası çileden çıkan bir hale sürükleyebilirdi. Baktığı kapıyla derin bir nefes aldığında gözlerini sıkıca kapatıp derince soluklandı. Ağlamayacak, dirayetli tuttuğu bedeninin bir anda irkilip titremesine göz yummayacaktı. Bundan sonraki tüm zaman dilimlerinde kendinden umulmayacak kadar güçlü kalacaktı.

'Senin evin mi burası anne?' yumruğunu havalandırıp usulca kapıya vurduğunda başını da hızlıca sağa sola salladı anında.

'Dağhan abinin evi.'

'Onu sevi-'

'Pera hanım!' Deniz'in şaşkın sesiyle ufak kız gibi kendisi de sıçradığında hem şaşkınlık, hem de şok içindeki gözlerine rağmen geriye çekilmişti kadın. Belli ki bu anın gerçek olacağını asla ama asla ummuyordu. Kaldı ki muhtemelen içerideki kimsede beklemiyordu çıkıp gelmesini, tıpkı kendisi gibi. İyiyiz diyerek Dağhan'ı aradığında burada olduklarını öğrenmişti zaten. O yüzden beklenmediği gerçeğiyle içeri girdiğinde salondan yaklaşmaya başlayan ayak sesleri de sonunda Dağhan'la karşılaşmasına neden oldu.

Koskoca cüssesine rağmen olduğu yerde çivilenmiş gibi kalakaldı adamın bedeni. Elaları buğulanırken Pera durduğu yerden bile adamın titreyen adem elmasını görebiliyordu. Saçı başı dağılmış, boğulmuşluğun verdiği hissiyatla gömleği neredeyse karnına kadar düğmelerden firar etmiş, uyumadığını haykırırcasına gözlerinin altı kararmış, öylece karşısında duruyordu. İki gün önce kapıdan çıkarken Dağhan'ı, dostlarını, hayallerini, tüm planlarını ardında bıraktığının bilincinde bir kadın olarak kendi güçlü kalışının tam aksine karman çormandı adam. Bakışlar usulca yüzünde gezindiğinde alt dudağını ısırarak yaklaştı. O kıskaçlar arasında kalan benliği an itibariyle bir kuş misali kavuşmuştu gökyüzüne. Yaşadığı şoku atlatarak bir çırpıda Dağhan'da harekete geçtiğinde önce Deva'yı kucağına alıp ardından Pera'yı hızlıca kendisine çekti.

'Çok şükür iyisiniz... Kaçabilmişsiniz.' Bir koku, bir sarılma, bir bakış otuzlarındaki adamı böyle mest edebilir mi diye birkaç yıl önce sorsalar Dağhan kırık bir tebessüm dışında tepki dahi vermezdi. Fakat burnunu gömdüğü boyundaki koku sadece mest değil, sarhoş ediyordu adamı. Aklını başından alıp tüm yıkıntıların altından çıkarak etrafı toparlamasına neden oluyordu. Defalarca yumruklar indirdiği o duvarı bir çırpıda tamir edip gözünün karardığı her anı silmek istemesine neden oluyordu.

Oysa Dağhan'ın dışarıdan bakıldığı zaman aşınmış eklemlerinden daha da mühim olarak sıkışan kalbi, çıldırmış zihni vardı. Gözüyle görmese de iyi olduğuna dair onlarca kez kendini telkin ettiği halde uğruna yerle bir ettiği evi vardı. Ama en çok o evin Pera olamayacağı düşüncesi ve artık kendi evine ulaşamayacak oluşu mahvetmişti.

'Aslına bakarsan kaçmadık. Marco bıraktı.' Kulağına fısıldadığında geri çekilip anlamaya çalışırcasına baksa da Deha'nın ufaklığı kollarından çekmesiyle kendine geldi. O kucağındaki ufaklıkla salona yöneldiğinde gözleri kendini bulan Elfe bir anda atağa kalkışarak üzerine atlar gibi sarıldı. Bazen arkadaştan öte olurdu insan ve gelmesi, gitmesi içine derin bir bıçak yarası misali kazınırdı. Elfe'de öyle bir bıçak yarasıydı Pera için. Dağhan'ın dışarıdan görünen yıkılmışlığı kadar yıkılmış haliyle sımsıkı, kendine zincirlemek istercesine sarılıyordu.

'Gelecektim, gelecektim ama size bir şey yapar diye çok korktum.' Pera'da kollarını kendini sıkı sıkı kavrayan bedene sardığında sertçe yutkunup gülümsedi.

'Biliyorum... Bize bir şey olacağını düşünmesen ordu gelse tutamaz seni.'

'Nasıl yalnız bıraktım, kahretsin Pera... Bir yerine zarar verdi mi? Korkuttu mu?' sonunda kollarını gevşetip baştan ayağa kontrol etmek istercesine süzdüğünde gülümseyen gözlerinde duraksadı en son.

'Yapmadı, sakin ol. Her şeyi anlatacağım.' Dağhan'ın sırtındaki eli koltuklara yönlendirdiğinde Deniz'in verdiği kahveyi de eline aldı Pera.

'Yenge, bu kız senden daha güzel olacak demedi deme.' Oturduğu koltuktan Deva'yı ilgiye boğan Deha'ya baktığında gülmeden edemedi kadın. Tüm olan biteni sırası üzerine herkese özet geçmiş, hepsinin garipser hali kısa sürse de Elfe uzunca bir zaman diliminde kendi kendine 'Çok mantıksız, deli o, tedaviyle geçecek bir vaka değil ki.' gibi cümleleri de sırası üzerine dizmişti. Tabi o şok halindeyken Pera defalarca ikna çabasına girmişti.

Gerçekten de o iki günde kimse kılına dahi dokunmamış hatta Marco'da yakınlaşmak için mücadele göstermemişti. Hatta eskisi gibi gözünü de üzerine dikerek diken üzerinde oturmasına neden olmamıştı. Deva eşyalarını Zoya ile beraber toparlamaya başladığında ise Marco baştan sonra nelere alerjisi olduğunu, nelerin ilgisini çektiğini, en çok sevdiği çizgi filmleri dahi anlatmıştı kendine. Hatta o kadar detaya girmişti ki İstanbul'da dahil birkaç ülkede en çok nerede dondurma yemeyi sever o konulara kadar detaylandırmıştı. Kızını belki yeni tanıyordu Pera ama hakkında yüzlerce detayı dinlemişti. Bunları da çekinmeden, kasmadan, Pera henüz sormadan açıklanması ise giderken aklını tarumar eden düşüncelere rağmen ütopya gibi geliyordu kulağa.

'Biraz konuşalım seninle?' yaslandığı adama daha çok sokulup mırıldandığında gözlerini de Deha'dan ve kızından ayırmadı. Belki de aralarında yaşı en küçük o olduğu için Deva'yla anlatılmaz bir şekilde ilişkisi vardı Deha'nın. Geldi geleli kimsenin güldürmediği kadar çok güldürmüştü kızını.

'Konuşalım tabi. Yukarı çıkalım istersen?' başını sakince salladığında oturduğu koltuktan kalkıp Deva'nın saçlarını okşayıp yanağına sıkıca bir öpücük bıraktı anında. Ufaklığın fazla odaklanmadığını fark edince de Dağhan'ın peşinden merdivenleri usulca tırmandı. Ne olursa olsun, Marco'nun o son söylediği içini hala kurt misali kemiriyordu ve susmayacaktı bu konuda. Eğer ki bilmesi gereken bir şey varsa, kaldı ki Marco dahi biliyorsa kendisi de dinlemeliydi, soracak ve öğrenecekti yoksa rahat edemezdi.

İnsanı kuşku öldürebilen bir histi. Yavaş yavaş, içini oyan bir kemirgen gibi, durmadan, pes etmeden boşluklara sebebiyet verirdi. En sonunda da dile getirilmeyen o şüpheler artık bir binanın kolonlarının taşıyamaması gibi yıkardı insanı. Bir kadını ise sevdiği adamların yalanları, gizlileri, saklıları öldürürdü. Yalan söyleyebilme ihtimali değil, bunu sevgisini gördüğü adamın gerçekten kendine yapmış olması sarsardı kadını. Aklında yankılanan tek bir soru olurdu. Bu kadar severken neden sakladı? Bir kadın tüm kayboluşunun içinde dahi yüreğine söz geçiremez ancak gururunu da silip bir kenara atamazdı. Pera'da tıpkı böyle bir kadındı. Karşısındaki adamın gözlerini, duruşunu, mimiklerini, her hareketini görüyor, izliyor ve bire bir sevdiğini anlayabiliyordu ancak aklından geçen sakladığının ne olduğu değil, neden sakladığıydı.

En üst kata sonunda çıktıklarında pencerenin önündeki deri koltuklara da yerleştiler. Pera derin bir nefes alıp dışarıya göz attığında parmaklarının üzerindeki sıcaklıkla bakışlarını Dağhan'ın ela harelerine çevirdi. Kim nasıl düşünürse düşünsün endişeli bakışlarını ciğerlerinde bile hissediyordu kadın. O endişe dibine kadar hayatın içinde, saçının tek teline zarar vermemiş olmasına yalvarır gibi bakıyordu.

'Sana bir şey yapmadı değil mi? İyisin?'

'İyiyim, gerçekten iyiyim. Sadece... Sana bir şey sormak istiyorum. Daha doğrusu anlatmanı...' dudaklarını ıslattığında Dağhan'ın gözlerini kısarak kendini süzmesine izin verdi.

'Sor tabi güzelim.' Ne kadar kendisi de sorgular halde olsa bile Pera altta kalan elinin birini alarak adamın kemikli parmaklarını sıkıca yakaladı. Öyle veya böyle, öğrenecekleri tedirgin etse de merak duygusu bir yelpaze edasıyla içindeki alevleri körüklüyordu kadının.

'Bana kendin hakkında anlatmadığın bir şey var mı?'

'Çok şey var...' adam omuz silkerek gülümsediğinde kaşları çatılmaya başlamıştı bile. Her yanıtı bekliyordu, kaçmasını dahil ama çok şey var ne demek ona anlam verememişti işte.

'Çok şey?'

'Zaman mı oldu be can içim... Şimdi otursak kırk gece kırk gün sana kendim hakkında her şeyi anlatırım ama atraksiyon bitmiyor ki. Mesela... En sevdiğim kitabı, yazarı, kayak yapmanın bana ne hissettirdiğini... Aklıma gelmeyen onlarca şeyi.' Açıklaması Pera'nın da gülümsemesini sağladığında derin bir nefes alarak parmaklarını adamın sakalları arasında dolaştırmaya başladı bu kez. Karşısında oturan adam yıkılmış görünmüyordu, gerçekten yıkılmıştı. Sanki kendiyle doğmuşta, seneler sonra aslında yokluğunu ilk kez hissetmiş gibi bakıyordu Dağhan.

'Bunlar yani?' tek kaşını kaldırıp dikkatle ela gözlerine baktığında rahatsızca kıpırdanması da bir oldu.

'Bunlar değil mi bilmen gerekenler?'

'Dağhan... Benden saklamayı istemediğin ama sakladığın bir şey var mı?' yüzünün her miliminden ciddiyet akarken mırıldandı bu kez Pera. Adamın yüzündeki değişimin yeni yeni farkına varmaya başladığında saçlarını okşayan parmaklar usulca yanağına indi. Az önce ortamı yumuşatmaya çalışan o harelerde şimdi onlarca duygu vardı. Çekingenlik, korkaklık, ürkeklik, kararsızlık...

'Zamanı şimdi değil Pera, sonra konuşsak bunları?' şansını zorlamak istedi adam. Bir an bütün dünya üzerindeki şansını, ufacık bile olsa kaderin kendine gülen tarafını diledi. Sıkı sıkı tuttuğu parmakların kayıp gitmemesi uğruna yüzlerce kez aynı dilekte de bulunabilirdi üstelik.

'Var yani?' hala yanağındaki parmaklar yerli yerindeyken başını o tarafa yaslayarak mırıldandığında adam bakışlarını tavana çevirerek derin bir nefes almıştı. Belli ki kaçmak istiyordu fakat Pera, tam da şimdi gereksizce öğrenme ihtiyacı hissediyordu olan biteni. Tüm çıplaklığıyla Dağhan'ı görmek istiyordu. Tanıdığının dışında bir Dağhan olabilme ihtimalini hesaba katmadan üstelik.

'Var... Var var olmasına ama şimdi olmaz. Rahat bir nefes alacakken olmaz.' Başını sağa sola sallasa da kendinden emindi kadın. Öğrenmek istiyordu, her ne ise Marco'ya kadar ulaşan konunun ne olduğunu, Dağhan'ın neden böyle çekindiğini ve bu zamana kadar neden anlatmadığını bilmek en doğal hakkıydı. Daha birkaç hafta önce deli gibi aşık halde kendine bakan adamın neden kendinden bir şeyler saklama ihtiyacı duyduğunu merak ediyordu.

'Bakma öyle güzelim... Seni kaybedemem, benden bunu isteme.' Küçük bir çocuk gibi lütfen dercesine bakışlar atsa da Pera sertçe yutkundu. O kadar kötü müydü yani durum? Dönüp arkasını gidecek kadar vahim miydi her şey de Dağhan böylesine çekiniyordu?

'Anlat, lütfen.'

'Anlatacak bir şey yok, tek cümlede her şeyi öğrenirsin zaten ama...' gözlerini kaçırıp etrafta gezdirdiğinde sıkıntıyla dudaklarını ıslatarak kadının parmaklarını avuçları arasına hapsetti, 'Gidersin.'

'Dağhan, korkutma beni söyle.' Ne kadar öğrenmek istiyor gibi görünse de adamın bu sıkışan ruh hali yüzünden içten içe nefret etmişti ısrarcı olmakta, fakat ne olursa olsun, bir gün bu gizli kalan şey karşısına çıkacaktı. Hissediyordu Pera. Ve kadınlar genelde hissettikleriyle burun buruna kalma konusunda bir üstattılar.

'Devrim'le aynı pisliğin içindeyiz.' Duyduğu cümleyle kaşları çatılmaya başladığında Dağhan'ın avuçları arasından usulca kaydı elleri. Gözleri sanki duyduğunu anlamak istemezcesine kısıldığında Dağhan dudaklarını ıslatıp sıkıntıyla baktı kara gözlerine.

'Bana böyle korkuyla bakmanı istemezdim ama mecburum. Silahlar, saçma sapan davalar, tehditler...' başını sağa sola sallayarak koltuktan titreyen bedenine rağmen kalktığında susmasını ister gibi havalandırdı elini. Kaçmıştı, yıllarca Marco'nun akıl almaz oyunlarından kaçmıştı ve şimdi burnunun ucunda hiçbir şeyin farkında değilken karşısındaki yüreğini, ruhunu verdiği adam kendisine açık açık 'Ben insan öldürüyorum' demek mi istiyordu? Tarumar olan aklıyla merdivenlere yöneldiğinde kafasının içi sirk çadırına dönmüştü. Dağhan'ın ardından seslendiğini duysa da ne dediğini asla anlamıyordu kadın.

'Pera! Dur!' seslenen adama rağmen basamakları hızlıca indiğinde salona dalmıştı ki şaşkınlıkla kendilerine bakan bedenleri es geçerek Deva'yı hızlıca kucağına aldı.

'Elfe, hadi.' Ne kadar dumur olmuş olsa da onun da toparlanması çok vaktini almadığında adımlarını kapıya yönlendirdi.

'Pera, dinle! Bak yapma böyle! Anlatamazdım!' yanından bir fişek edasıyla geçtiği adamın bir an olsun yüzüne bakmadığında hışımla açtığı kapıdan da çıktı ancak hala Dağhan'ın sesini duyuyordu. Sadece arkasından sesleneni değil, gerçekleri anlatan hali beyninde yankılanıyordu. Elfe'nin açtığı arabanın arka koltuğuna kucağındaki bedeni yerleştirdiğinde ön kapıyı açmıştı ki karşısına dikilen adam derin bir nefes almasını sağladı. Sağ tarafındaki o rahatsız his gittikçe büyürken gözyaşlarını saklamak adına sıktığı dişleriyle baktı.

'Seni kaybetmekten korktum. Beni sevmemenden, benden kaçmandan korktum.'

'Sana kızımı anlattım. Sana yaralarımı açtım, sar istedim. Tüm bunlar olurken, sen tanımadığım, bilmediğim biri olarak karşımda oturmuşsun ve sar istediğim yaraya yenisini eklemişsin.'

'Ben tanıdığın adamım Pera.' Dağhan'ın gözlerindeki buğuları görse de başını anında sağa sola salladı. Evet karşısında duran adamın bedeni tanıdığı kişiydi fakat duydukları aslında hiç ama hiç tanımadığını söylüyordu kendisine. Kulakları hala duyduklarıyla uğulduyor, zihni ne kadar hepsinin kabus olduğunu düşünmeye çalışsa da Dağhan karşısında kanlı canlı duruyordu. İşaret parmağını havalandırıp adamın göğsüne vurduğunda derin bir nefes alarak çattı kaşlarını.

'Ben, tanımadığım bir adamla sevişmişim Dağhan. En çokta bu koydu bana.' Fısıltı halinde olan konuşmasının ardından hışımla koltuğa oturduğu gibi kapıyı da kapattı kadın. Açık seçik yaralarını gösterdiği adamın yalanına tahammül edemezdi. Etmeyecekti de. Kendisi göğsünde hıçkıra hıçkıra ağlarken, kendini kanatırken meğer hiç tanımadığı birini seviyordu ve bunu yeni yeni görebiliyordu. Oysa onun tanıdığı Dağhan saçından tırnağına kadar merhametli, sevecen, sevdiklerine sahip çıkan, karıncayı bile incitmekten çekinen bir adamdı. Şimdi böylesine bir gerçek yüzüne tokat gibi çarparken sevdiği adama öldürmeyi yakıştıramıyordu.

Ruhunu teslim ettiğini dile getirdiği adam bildiği biri değildi ki. Pera yoldan geçen birine ruhunu teslim etse belki de ancak Dağhan'ın yalanı gibi bir durumla karşı karşıya kalabilirdi. Kaybetmek istememesi, korkması tüm bunlar için bahane değildi çünkü o Dağhan'ın bir ihtimal çekip gideceğini düşünerek arka koltukta oturan, kaybettiğini düşündüğü çocuğunu anlatmıştı.

Direksiyon simidine sertçe vurduğunda yanındaki kadının da arka koltuktaki kızının da tedirginliğinin farkındaydı. Ki eğer o ortamda ikisi olmasa sadece direksiyon simidine vurarak isyanını dile getirmezdi. Daha fenası, çok daha fenası olurdu. Kıyamet gibi Dağhan'ın üzerine yürür, bir fırtına gibi de yok olmasına neden olurdu. Yüreği kendinden bağımsız hareket etse bile tüm kadınlığıyla, tüm zihniyle gizli saklı yaşayan, bugüne kadar tanışmadığı Dağhan'ı yerle bir ederdi. Belki kalbi o yok ediş esnasında kendisini terk ederdi ancak bir yalanla yaşayan kadın olmaktansa yoluna kalpsiz olarak devam etmek hayatta alabileceği en doğru karar olarak tarihe geçerdi.

'Olaysız tek saniye yok. Ne oldu biricik yine ya?' Elfe, kızının saçlarını okşayarak çizgi filme dalmış halini izleyen kadına elindeki fincanı uzattığında Pera derin bir nefes aldı. Gerçekten de kadının dediği gibiydi, daha babasına, annesine kızını anlatmadan bir de bu olay tuz biberdi hayatına. Tek bir an, tek bir saniye bile normal olmayacak mıydı sahi yaşamında? Ne zaman ayağa kalksa o vakit olduğu gibi ayağı takılıp zemine sertçe çarpacak mıydı? Anlamıyordu Pera. İnsanların neden seviyorum derken, o aşktan ölen gözlerle bakma gafletinde bulunurken bir şeyler gizleme ihtiyacı duyardı ki? Bir insanın başka bir insanı öldürmesi için nasıl bir sebebi olabilirdi veya?

'Marco bizi bugün oraya bırakırken Dağhan'ın gerçekten kim olduğunu öğrenmemi söyledi.' Kızını izlemeye devam ederek buz gibi sesiyle mırıldandığında göz ucuyla Elfe'ye bakmayı da ihmal etmedi.

'Eeee...' kadın gözlerini kısıp arkadaşına bakarken Pera dudaklarını ıslatıp Elfe'ye tamamen çevirdi gözlerini.

'O iyilik timsali, avukatlığı ideali için bırakmış biricik sevgilim bana yalan söylemiş.' Sesinden kırgın bir ima akarken karşısındaki kadının şaşkınlığının da farkındaydı.

'Ne konuda demeye korkuyorum...' Elfe devam etmesi için mırıldanıp başını usulca salladığında Pera derin bir nefes alarak sinirden kaskatı olan bedenini sakinleştirmeye çalıştı.

'Bela paratoneri olmam konusunda sonuna kadar haklısın. Dağhan, Ege'yle, Marco'yla aynı işi yapıyor Elfe. İnanabiliyor musun?' büyüttüğü gözlerine rağmen sesini bir miktar da olsa sakin tutmaya çalışıyordu. Anlamadığı nokta tüm bunların içerisindeyken neden bir defa bile olsa kendisine anlatma girişiminde bulunmadığıydı.

Baştan beri acılarını, yaralarını, sancılarını, küskünlüklerini kendine kusan adam neden aslında şirket sadece görünen nokta dememişti. Zerre bir fikri yoktu. Bu konuda fikir de yürütemez ve onun gitmenden korktum açıklamasını kabul edemezdi. Kadın denilen varlık kendi kendine gitmezdi, ortada bir durum olurdu, güven kırılır, o güven kırıklığı sevgisinin parçalanmasına neden olur, ancak öyle giderdi. Eğer ki en başından bilmiş olsa tedirginliğine rağmen kalırdı. En azından güveni kırılmış olmazdı. Aklındaki tüm bu düşüncelerle başını sağa sola sallayarak kendine gelmeye çabaladı. Saçmalıktı düşündüğü, eğer başta anlatmış olsa hiç Dağhan'ın kollarına koşmazdı, kendisi bile emindi bundan.

'Ne yapıyor ne?' karşısındaki allak bullak olmuş yüze baktığında bir tek kendinin şaşırmamış olması da içini rahatlattı. Neyse ki bir tek kendisi aynaya baktığında aptal olduğunu hissetmeyecekti çünkü Elfe şu an bayağı 'Salak mısın sen?' dercesine bakıyordu. Kulaklarına ulaşan zil sesiyle Pera derin bir nefes alarak kalktı oturduğu yerden. Deva'nın başının altına yastık yerleştirirken aklına hücum eden tüm sorulara rağmen ilerleyip açtı kapıyı. Tabi tüm masum kalmaya çalışan haliyle Dağhan'ın kalıplı bedenini görür görmez kapatma girişiminde bulunmuştu ki engel olan eli sıkkınca göz devirmesine neden oldu.

Kızını kaybettiği o günlerden sonra girdiği ağır depresyondan 'Artık ben çıkayım.' diyerek harekete geçtiğinde aklında tek bir şey vardı Pera'nın. Birinin ruh hastası olması dışında her şeyini kabul edebilirdi. Kötü birisi olabilir, yanlış şeyler yapmış, hatta berduş bile olabilirdi ama yalan söyleyecek kimseyi istemiyordu o günden sonra hayatında. Kaldı ki beraber olma ihtimali dahi düşünmediği herhangi bir erkekle es kaza bir ilişki yaşamaya karar verirse eğer ve o adam karşısına gelip başkasına aşık olduğunu falan dile getirirse ona bile dürüstlüğü için teşekkür edecekti. Belki yara alacaktı ama en azından ne ise, ne hissediyorsa ve kimse onu bilerek yaşayacaktı. Kendine bu konuda söz vermişken karşısındaki adama nefretle bakan gözlerinin tam aksi şekilde davranıyordu kalbi. En çokta kendine bu yüzden kızıyordu zaten.

'Konuşalım, lütfen.' Görüntüsünde gram sarsıntı yoktu Dağhan'ın oysa ama ses tonu sanki bir kuyunun dibinden gelir gibi boğuktu. İyi olmadığı gözlerinden o kadar belli oluyordu ki Pera'nın bunu anlaması için omuzlarının düşük olması, yakasının paçasının dağılmış olması şart değildi. Sesi bile içini parçalamaya yeterken yine de pes etmeyecekti kadın. Şimdi pes ederse o gizlilik, yalan sonsuza kadar tekrarlanırdı biliyordu.

'Konuşacak bir şey yok.' Buz tutmuş ses telleri adamın yüzüne bir sandalyeyle vurulmuş edası dahi verebilirdi şu dakika. Çünkü Pera belki de hayatında daha önce hiç olmadığı kadar iyi bir oyuncuymuş gibi duruyordu, zerre üzülmemiş, kendine neden diye sormamış gibi. Oysa üzerine yıkılan enkaz altından karşısındaki adama elini uzatıp çek çıkar diye bağırıyordu tüm benliği. Bir tek, sadece bir tek mantıklı açıklama düşünüyordu kendi kendine ama onu da bulamıyordu işte. Aklına tek bir şey geliyordu o da karşısına elleri belinde geçip küçümseyici bakışlar atan ruhunun tavrı ve söylemleri.

Haklıydı, Pera hiçbir zaman bir denizin kıyısında oturup kalmamıştı. Hep tehlikeli, derin sulara aşık olmuş ona koşmuştu ve işin en kötü tarafı da en çok Dağhan'ın koca okyanusunu sevmişti. Tehlikeli her detayı kendine çekmesi gibi kıyıdan uzakta seviyordu adamı. Kendine nasıl kaptırdım kendimi diye soracak olsa bile aklı ermiyordu. Duyduklarına rağmen sevip, duymadıkları için sinirlenecek kadar seviyordu işte.

'Bunu insan sevdiği kadına nasıl anlatır ki Pera? Bana bir tek bunun cevabını ver. İnsan sevdiğine iyi biri olmadığını nasıl söyler? Ben günlerce bulamadım bunun cevabını, sende var mı bir yanıt?' titreyen tınısına rağmen konuştuğunda kadın arkasına göz atıp dudaklarını ıslatarak dışarı bir adım atıp kapıyı da iyice çekti.

'Ne hissettim bir fikrin var mı?' tek kaşını kaldırıp bakmaya başladığında adam usulca başını sallayarak onaylamıştı ama dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.

'Hayır Dağhan, bilmiyorsun. Ben kendimi hiç bilmediğim bir ülkenin, bilmediğim bir şehrinin kaldırım taşına ciğerlerimi tükürürken bulmuşum gibi hissettim. Teselli edebilecek bir el olabilseydi eğer itip o elden kurtulup seni arayacak gibi hissettim. Yanılgılarım da, yenilgilerimde omuzlarımın üzerindeydi ama ben senin sen olmayışına olmana yenildim. İnsan yenilince evine döner ya hani. Ben evimi tanımamış olduğum için kendime karşı hayal kırıklığımla yüzleştim.' İçinde daha da harlanan yuttuğu o ateş kendini tekrar gösterirken bile kapkara gözlerini adamın ela harelerinden bir an olsun çekmedi. Tek gördüğü ise Dağhan'ın sertçe yutkunmasıyla harekete geçen adem elması oldu. Kendinden gözlerini kaçırdığında dahi yüzüne bakmaya devam ettiğinde uzun parmaklarıyla da burun kemerini sıkan adamla dalga geçercesine gülümseyip başını sağa sola salladı.

Bir insan için pek büyütülecek bir şey değildi belki ama güvenmeyi seçmiş bir kadın için büyük bir detaydı bütün bunlar. Çünkü Pera bu saatten sonra iyi bile olsa ne zaman Dağhan gözlerini kaçırsa ne saklıyor düşüncesine sahip olacaktı. Her zaman bir şey saklama potansiyeli olan adamı sevmek hangi kadını tedirgin etmezdi ki zaten.

'Sen sormadan bir cevap vereyim sana. Evet Dağhan, seni seviyorum.' Gözlerini kaçıran elalar şaşkınlıkla döndüğünde Pera dudaklarını ıslatıp iç çekti.

'Üstelik kendimden utanacak kadar seni hala seviyorum.' Dağhan'ın gözlerindeki o kara bulutlar tüm ruhunu esir alırken kadının yeniden derince soluklanması bir oldu.

'Hayatımda benim dahi anlam veremeyeceğim bir yerin var. Bunu söyleyebilecek kadar yüreğimde var ama sana tekrar güvenebilecek kadar yürek var mı... İşte o tam anlamıyla bir muamma.' Geriye adım atarak hala yarım açık kapıdan içeri girdiğinde adamın birkaç kez aralanan dudaklarından dökülecek kelimeyi de beklemeye başladı. Kendisi konuşmuştu madem Dağhan'ın da ne diyeceğini dinlemek istiyordu. Madem kendisi ortaya hala var olan hissiyatını, kendi kendisine ihanet edişini döküp saçıyordu o zaman karşısındakine de yapabilme fırsatı tanımalıydı en nihayetinde. Sonuçta her cinayetin suçlusu deliller olsa da dinlenirdi.

'Sana söyleyemezdim... Çünkü sen öyle bir kadın değildin.' Kaşları çatılmaya başladığında adamın güçlükle gözlerini kendine çevirmesini izledi önce. En dipteki karanlıktan, en uçtaki aydınlığa kadar utanç vardı, hatta öylesine vardı ki sanki yalan ve ölüm gerçek değilmiş gibiydi.

'Sen benim korumamda kalacak, buna müsaade edecek bir kadın değildin. Bunu söylediğimde seninle yaşamam, attığın her adımı açıkça bilmem gerekecekti. Anlattığım zaman kanatlarımın arasına almam gerekecekti ama senin kendi kanatların var Pera. Uçmayı sevdiğin kanatların... Eninde sonunda öğrenecektin elbette, şimdi bana tutup benimle evlenmek isterken ne kadar saklayabilirdin de diyeceksin, bunun için de kızacaksın biliyorum, hakkın da var. Pera, her bahaneyi bir kenara bırakayım, beni gördüğün adamım ben fakat öğrendiğinde şimdiki gibi gördüğün kişi olmadığımı düşünecektin.' Başını usulca sağa sola sallarken zorlukla araladığı dudaklarının dahi kuruduğunu hissediyordu Dağhan. Aklından geçen her cümle boştu esasen, bunu Pera'nın gözlerinde dahi görebiliyordu ancak bildiği tek doğru vardı.

'Oysa ben en çok sana gerçeğim.' Korkunç bir adam olmak istememişti. Cani, her saniye gergin, gözü kararan Dağhan olmak istemediği gibi öyle görmesini de istememişti. Çünkü Pera'ya ne anlattıysa, karşısında nasıl ağladıysa gerçek olan buydu. Yattığı o cezanın dile dahi düşmesine engel olabilirdi, hatta o kadar ki üzerini kapatıp hiç yaşanmamış gibi hayatlarına devam etmesini de sağlayabilirdi ama olmak istememişti. O yüzsüz halini bu kadınla yaşayıp, sevmediği bir başka kendisi olmayı Pera'yla yaşamak istememişti işte.

'Bana başta bunu anlatmış olsaydın eğer bu hale gelmeden önce belki korkardım senden, daha önce yaşadığımı yaşamaktan çekinirdim ama güvenim kırılmazdı. Şimdi önümde iki kişi var, birisi benim tanıdığım kırılgan, yaşadıkları yüzünden kadınlara değer veren, gözleri parlayan, sevgisini gördüğüm adam, diğeri ise tanımadığım Dağhan Kalaycı.' Kaşlarını havalandırıp başını usulca sallayarak mırıldandı Pera. Oysa gözlerinin de, yüreğinin de gördüğü sevdiği adamken bunu kendine bile itiraf edemiyordu.

'Ben ikisine de güvenemiyorum, üzgünüm.' Omuz silkip sakince kapıyı kapattığında içinde yaşadığı savaşa da sabır çeker hale geldi. Sırtının buluştuğu kapıyla göz kapakları titrekçe kapandığında aslında o sırta dayanan alından bir habersizdi kadın. Hayır, dağıtmayacaktı, yıkılıp kalmayacak hatta ağlamayacaktı dahi. Güçlü olacaktı sadece. İçerideki kızı ve kardeşi gibi gördüğü kadın için sapasağlam duracaktı. Hani, içinde fırtına kopsa da dışında yaprak kıpırdamaz derlerdi ya, işte tıpkı öyle olacaktı. Tüm fırtınasına dişlerini sıkacak ve bir süre bu durumu koruyacaktı.

Uzun zamandır bulanık olan havaya rağmen günün ışıltısı kadının göz kapaklarını zorlamaya başladığında üzerinde hissettiği ağırlıkla araladı bakışlarını. Deva'nın ufacık kolu ve bacağı ne kadar ağır olabilirse öylesine ağırdı işte. Uyandırmamaya çalışarak ufaklıktan kurtulup açık sırtını örttüğünde saçlarının arasına dudaklarını bastırmayı da ihmal etmedi. Deva kendisi için bir yıkım ve yeni bir başlangıç olmuştu elbette. Üstelik şimdiye kadar hissetmediği kadar güçlü hissetmesine de bir sebepti. Dün duydukları yüzünden bugün belki zırıl zırıl ağlayabilirdi fakat ne zaman içinin acısını hissetmeye başlasa ufaklık dikkatini çektiğinde o gözyaşları kuruyup gitmişti.

Başucundaki telefonuna uzandığında gelen mesajlara kısaca göz attı. Banka, operatör, şirket çalışanlarından birkaçı... Dağhan'ın bildirimini okumakta kararsız olsa da derin bir nefes alarak açtı ekranı. Kaçamazdı, en nihayetinde öyle veya böyle bir şekilde yüz yüze gelecekti.

Birkaç gün Deva ile ilgilenmen iyi olur sanırım. İşi kafana takma, programlarımız zaten belli. Okul meselesini halledersiniz, en azından birbirinizle vakit geçirirsiniz. Ayrımcılık diyerek inat etme bu arada. Her çalışan bu durumlar için izin alır en nihayetinde. Sana atacağım bir okul var, arkadaşımın, Deva'nın dil konusunda sıkıntı yaşamayacağı bir yer, eğitimi de iyidir. Ben kendisiyle görüştüm, senin de bir bakmanı isterim.

Ve Pera, bizi kaybetme.

Yanıtlama ihtiyacı dahi duymadan okulun ismine göz atıp tekrar ekranı kilitlediğinde göz ucuyla hala uyuyan ufaklığa bakmaktan da kaçınmadı. Kendi ile geçireceği ilk kahvaltı, Marco'dan aldığı bilgiye göre gerçek bir sosyal ortamla ilk kez karşılaşması olacaktı bugün. Ne kadar hastalığının ciddiyeti söz konusu olsa ve kendisinin aklından çıksa bile Dağhan'a teşekkür etmeliydi. Marco evde eğitim gördüğünü dile getirse de yeterli olmayacağını en azından sosyal alanda hep kısıtlı kalacağını biliyordu. Bu duruma göre de bir yerlerden başlamalıydılar.

Hazırladığı kahvaltı masasına kısaca göz attığında eksik olmadığını görerek adımlarını Elfe'nin odasına yönlendirdi. Kapıyı açar açmaz kendine buruşmaktan da öte hayattan bezmiş bir yüzle bakan kadına rastladığında gülümsemesini saklayamıyordu kadın. Elfe kadar dinamik, enerjisi bitmeyen bir karakterin sabahlardan nefret etmesi ve sıcacık yatağından tüm enerjisine rağmen çıkmak istemeyişi hiç mantıklı gelmiyordu oysa ki. Eğer akşam yatmak, sabah kalkmak nedir bilmez derneği varsa başkanı açık ara Elfe olmalıydı. Çünkü hali hazırda bu konu için en önde bayrak taşıyanlardan biriydi kadın.

'Mükemmel bir kahvaltı hazırladım.'

'Yatağımdan hızlı çıkmam için doğaüstü bir olay gerçekleşmesi gerektiğini hala öğrenemedin mi?' tüm homurtusuyla konuştuğunda Pera tek kaşını kaldırarak süzdü kadını. Normal insanlar için dün yaşanılanlardan sonra Elfe'nin kendisinden de önce uyanıp kahvaltı hazırlayarak destek vermesi beklenebilirdi. Ancak bu sadece normal insanlar için olurdu. Pera ve Elfe için durum tamamen ters işliyordu. Nasıl ki Pera zamanında kadın aldatılmışken doğru dürüst sırtını sıvazlamamış, sadece dinlemişti, aynı şeyi o da yapacaktı elbette. Aralarında gizli bir anlaşma varmış gibi yaşanmamış sayacaklardı tüm kötü şeyleri. İkisi yan yanayken yok sayıp, görmezden gelmek daha kısa sürede toparlanmalarını sağlıyordu.

'Sabahları neden bu kadar çekilmez oluyorsun?'

'Ben değil, sabah çekilmez başlı başına. Bir kere çok hızlı oluyor. Bence sabah, öğlen iki gibi başlamalı, hadi en kötü bir olsun.' Bunca yıldır tanıdığı kadının sürüklenme ihtiyacı olduğunu anlayarak hala kapıda olan bedenini yatağa yaklaştırdığında tuttuğu kolu da çekmeye başladı. Evet normalde yatağını bırakmazdı ancak bazı insanlar nasıl ki gündüz uyuyamıyorsa veya bir kere uyandığında tekrar uyku tutamıyorsa, Elfe'de onlara benziyordu. Yataktan çıktıysa, o sıcacık yorgan soğuğa büründüyse eğer ki tekrar yatağa dönmezdi. Tabi ağır bir depresyon veya ağır regl atağı geçirmiyorsa.

'Lütfeeeenn... Beni onlardan ayırma. Ne olur...' tüm yakarışına rağmen Pera zorlukla çektiği kolla sonunda kadını yataktan aşağı düşürebildiğinde çıkan kütürtüye, bir de Elfe'nin başını parkeye bırakmasının sesi eşlik etti. Pera yorganını hala bırakmamış, ayakları yatakta ama bedeni yerde olan arkadaşının açılmış gözlerine baktığında ellerini çırparak işini tamamladığının sinyalini vererek çıktı odadan.

'Üçümüz kahvaltı yapıp sonra Deva için okul ile görüşeceğiz! Hazırlan!' ardından çektiği kapıyla konuşsa da adımları bu kez kendi odasını bulmuştu ki dün gelen valizler arasında kaybolan uyanmış kızına baktığında tebessüm etmeden yapamadı. Öyle bir karmaşa içindeydi ki her eşyası, arada sinirlenip ortalığa dağıttıkları olmuştu. Ki Pera'da bir kez daha genetiğin ne olduğunu anımsadı. Çünkü kızı da bire bir kendisi gibi kıyafet seçeceği zaman ortalığı savaş alanına çeviriyor ve bir süre sonra dinlenmek için kenara çekileceğinde yatağın üzerine attıklarının arasında küçük bir biblo gibi kalabiliyordu. Dahası kendi dağıttığına yine kendisi sinirleniyordu.

'Seçemedin mi?' tıpkı Deva gibi kendisi de gidip dağılmış kıyafetlerin olduğu yatağın dibine oturduğunda bakışları eşyalarda gezse de ufak kızın gülümsemesi bir oldu.

'Türkçe biliyorum ben. Hem anne bilirsin, biz kızların hiç giyecek kıyafetleri olmaz.' duyduğu kelimelerle bilmiş bilmiş mırıldanıp bir elini hafifçe havaya kaldırıp omuz silken kızıyla kaşlarını havalandırıp daha çok gülümsedi.

'Tam yanımda küçük bir Elfe oturuyor gibi hissediyorum.' Ortada dönüp duran her şeyi ama her şeyi anlasa da şimdiye kadar sadece İtalyanca konuştuğunu düşündüren ve yanında sakladığını sandığı şeyleri saklayamayan haline mi gülse, yoksa tıpkı söylediği gibi Elfe'ye benzemesine dertlense mi bilemiyordu. Bu düşüncelerini fırlatıp atsa dahi kendi kızından korkması doğal bir durum muydu acaba? Tüm duyduklarına, bildiklerine rağmen öyle güzel rol kesmişti ki ürküttü bu durum kadını. Hepsi bir yana kızın bu kıyafetim yok düşüncesine şaşıramıyordu dahi. Çünkü tüm hamileliği boyunca Deva karnındayken belki de yüzlerce kez Elfe'den bu cümleyi duymuş olabilirdi, tabi kendisinin de söylemişliği çoktu ama bu Elfe'nin konuşmaları yanında ufak bir detay olarak kalırdı.

'Güzel görünmeyi seviyorum.'

'Sen hayatımda gördüğüm en güzel kızsın zaten.' Yanında duran ufak elin üzerine dudaklarını bastırdığında Deva'nın kıkırdamasıyla yataktan inip parıl parıl parlayan pembe bir eteği ve aynı şekilde ışıldayan turuncu askılıyı üzerine tutup kendine dönmesiyle gözlerini devirmesi bir oldu.

'Böyle mi? Hiç sanmıyorum annecim.'

'Bence gayet hoşlar, sadece birbirleriyle değil.' Pera kapıdan kendilerini izleyerek laf yetiştiren Elfe'yle karşılaştığında ikisinin haline gülmeden edemedi. Emindi ki bu konuda ikisi de saatlerce konuşabilme yeteneğine sahiptiler ve Pera şu an bu duruma laf yetiştirebilecek potansiyeli kendisinde bulamıyordu.

'Teyze ile seçmek ister misin? Benden daha iyi bir moda ikonu bulamazsın tatlım.' İkisinin hali hazırda zaten istekli olan halini geriye çekilerek izlemeye koyuldu kadın. Ne var ki engelleyemeyeceği yedi yaşındaki kızı ve en yakın arkadaşı moda konusunda bir kaos yaratabilecek haldelerdi. Hele ki Elfe seçerken Deva'nın itiraz etmeden giyip, çıkarıp sonra başka başka şeyler deniyor olması da bu kaosa destek sağlıyordu.

'Yedi yaşında bir kız çocuğunu böyle giydirmek ne kadar mantıklı?' Pera ortalarında duran kızının üzerindeki kıyafetlere göz atıp mırıldandığı gibi Elfe'ye baksa da ikisinin de güneş gözlüklerinin üzerinden kendini süzmesiyle devirdi gözlerini.

'Biz mükemmeliz.'

'Bence çok güzelim.' Beklediği karşılığı vermeseler dahi o gözlük üstü bakışından zaten yanıtını bulmuştu Pera. Gerçekten de şu kıyafet meselesinde açık ara Elfe ile çok iyi anlaşacaktı Deva. Kaldı ki ikisinin de giydiği beyaz pantolonlar, Elfe'nin üzerindeki siyah payetli askılı ve onun üstündeki siyah uzun kaşe kaban, ayrıca Deva'nın da pantolonunun üzerine giydiği pembe ışıltılı badinin yanı sıra toz pembe giydiği o kürkümsü şeye eşlik eden birisi siyah diğeri pembe güneş gözlükleri her şeyi ortalığa seriyordu zaten. Dışarıdan gören birisi dahi Deva'yı Elfe'nin kızı zannedebilirdi. Tavırları o kadar netti ki bir komedi dizisinde olsalar eğer o uçuk kaçık teyze ve onu beğenerek taklit eden yeğen bu ikisi olurdu.

'Kokona kılıklarınızla sizi okula getirdiğime inanamıyorum.' Sıkıntılıca yüzünü buruşturup sonunda buldukları müdürün kapısına vurduğunda hafifçe aralamayı da ihmal etmedi. Çoğu anını kaçırdığı kızı için okul bakmak, bunu en yakın arkadaşının daha kısa ve yaşı küçük klonuyla beraber yapmak şu yaşına kadar açık ara en güzel detaydı Pera için.

Tüm görüşme esnasında tavaf etme fırsatı yakaladıkları okulla beraber Pera derin bir nefes alarak bakışlarını kızına çevirdi. İlk defa sosyal ortama girecek ufaklığın istediği yerde olması en önemli detaydı şimdilik. Severek, isteyerek, can atarak gelmeliydi. Bundan önce gezdikleri üç okulda da gezerken kıvırdığı ufak burnu zaten memnun olmadığını yeterince anlatırken son tercihi de Dağhan'ın önerdiği olmuştu. Elinde sağlık konusunda daha garantici başka eğitim kurumu kalmamıştı çünkü.

'İlk günümde babam da olacak mı?' kızın neşeli sesiyle dudaklarını birbirine bastırdığında Deva'nın boyuna gelebilmek adına çöktü önüne. İncecik parmaklarını elleri arasına aldığında üzerine dudaklarını bastırmayı da ihmal etmedi.

'Diğerlerini pek sevmedin, burayı nasıl buldun öncelikle onu söyle bakalım...'

'Yedi yaşındaki bir kız için nasıl olursa öyle buldum.' Aldığı karşılıkla kaşlarını havalandırıp yani der gibi bakmaya başlamıştı. Tamam, fiziki olarak benziyorlardı ancak eğer ki benzememiş olsalar kesinlikle laf yetiştirme konusunda kendi kızı olduğunu kanıtlardı Deva.

'Okul gibi anne. Sıkıcı, kuralları olan, küçük insanların olduğu yer.' Konuşurken omuz silkerek gülümsediğinde Pera'da kendine engel olamadan kıkırdadı. Anne olmayı ruhen dibine kadar hissederken, bu bücürün kendine karşı verdiği yanıtlar acaba annelik böylece kalakalmak mı diye sorgulamasına nedendi.

'Peki, diğerlerinden birisi mi yoksa burası mı?'

'O büyük adamı sevdim. Burası.' Gözleriyle kendilerinden beş adım uzakta bekleyen okul müdürüne baktığında derin bir nefesle dudaklarını ıslattı. Farklı tabirler ve ne olarak hitap edeceğini bilmediği zamanlarda olan savunma mekanizması. Eğer ki söz konusu sağlığı sıkıntılı olmasa Deva'yı şimdiden okula bırakıp yoluna gidebilirdi. Çünkü ufaklığın farklı, lafını esirgemeyen bir mekanizması vardı. Şimdi bırakıp gitmesini de kenara fırlatıp atarsa eğer Deva sağlıklı bir çocuk olarak okula dönem başında başlamış olsa muhtemelen herkesi etkisi altına da alabilirdi.

'Marco'yu akşam arar ve gelip gelemeyeceğini öğreniriz. Onun adına bir şey söyleyemem.'

'Sen de olacaksın ama değil mi? Babam gelse bile.' Kaygılarıyla dolu mavi boncuk hareleri kendini umutla süzerken usulca başını salladı Pera. Her şeyi kaçırmışken bundan mahrum kalmayacaktı. İster Marco olsun, ister Dağhan, hatta babası dahi engel gibi görülse bile bu anların ev sahibi bire bir kendisi olacaktı.

'Yasal veli olarak Marco görünüyor, kendisi ile görüşeceğim. En kısa sürede gelip o da onay verecek ancak herhangi bir durum olduğunda ilk önce benimle iletişime geçmenizi istiyorum. Mümkün değil mi?' attığı imzaların yanı sıra mırıldanarak adama baktığında onun sakince başını salladığını da görerek tebessüm etti.

'Elbette Pera hanım, Dağhan ile görüştüm zaten, dava sürecinde de sonrasında da okul olarak elimizden geldiğince hem size hem de Deva'ya yardımcı olacağız. Sizden tek ricam olacak, eğer mümkünse Deva'nın daha fazla uzak kalmaması için okula en kısa zamanda başlamasını istiyoruz. Rehberlik servisimiz de hem oryantasyon sürecinde hem de derslere yetişmesi için bunun önem teşkil ettiğini bildiriyor.'

'Yarın, yarın getirmeye çalışacağım.' Adam başını usulca salladığında Pera kendine uzatılan eli de sıkarak çıktı odadan. Belli ki Dağhan elinden geldiğince durumların içinde olmak istiyordu, belki de Deva'nın kendisi için ne ifade ettiğini bilerek en iyi noktadan yakalıyordu. Ancak şimdilik etrafına dönüp baktığında gördüğü en güzel gerçek kızıyla geçireceği zamandı.

'Geleceğim dedi...' Deva omuzlarını düşürerek bir okulun kapısına, bir annesine, bir de hala araç görünmeyen okulun önüne göz attığında alt dudağı çoktan düşmüştü bile. Dün tüm gün boyunca okulları gezdikleri için Pera her ihtimale karşı son durak olarak mobilya seçimine sürüklemiş ve hemen ardından dinlenmesi adına eve sürüklediğinde Deva'nın gider gitmez ilk istediği şey Marco'yu aramak olmuştu. Adam ise bir an mırın kırın etmeden 'Elbette orada olacağım' demişti. Belki şartlar normal olsa Pera geçiştirirdi ancak Marco'nun da söz konusu Deva iken gelmeme ihtimalini düşünmüyordu.

'Belki işi çıkmıştır. Biz içeri girelim, belki de sürpriz yapıp okul çıkışına gelecektir.' Çok meraklı değildi elbette Marco'nun yüzünü görmeye ancak Deva'yı ikna edip sınıfına yerleştirirse yapacağı ilk şey adamı arayıp kükremek olacaktı, çünkü yaklaşık on dakikadır kapının önüne dikilmiş adamın gelmesini bekliyorlardı. Kulağına değen araba sesiyle gözlerini yola tekrar çevirdiğinde sırası üzerine dizilen beş araca göz devirdi kadın. Klasik, kendini gösteren, gergin tipli insanlarla dolu o giriş, tam da Marco'ya göreydi değil mi?

'Baba!' kızının az önceki hüzünlü halinin kaybolmasıyla kendisi de gülümsediğinde Marco bir çırpıda arabadan inerek yanlarına geldi. Tabi askıdaki koluyla beraber.

'İngiltere'deydim, özür dilerim geç kaldım.' Normal insanlar ne derdi? Trafik sıkışık? Kaza olmuş? Araba bozuldu? Ama Marco karşısına geçmiş kızının elini tutmuş ve sahiden de dün aradığında İngiltere'de olduğunu ancak Deva için kalkıp Türkiye'ye geldiğini mi söylemişti. Aklında dinginleştirmeye çalıştığı duyduklarını geri plana atarak içeri ilerlemeye başladıklarında ise kızının da gözünden kaçmayan kol askısı yeniden gülümsemesine neden oldu Pera'nın.

'Koluna ne oldu?'

'Biraz ağrıyordu, doktora gittim ve bir süre böyle kalması gerektiğini anlattı. Canım yanmıyor ama biliyorsun, doktorları dinlememiz gerek.' Ufaklık gülerek başını salladığında daha beş dakika önce yüzünde olan hayal kırıklıklarının havaya karışmış olması da Pera'nın içini rahatlatıyordu. Sadece o kol askısı bir gerçek hatırlatmıştı Pera'ya, eğer ki bir gün Marco kolundaki askı kadar ucuz yırtamazsa o zaman kızının hayal kırıklıkları nasıl tedavi olacaktı?

'Seni seviyorum baba.' Tek dizinin üzerine çökmüş adamın boynuna kollarını dolayarak mırıldandığında Pera, Marco'nun buruşan yüzünü de incelemekten geri kalmadı. Deva geri çekildiğinde ise o acı çeken hali anında kaybolmuştu ortalıktan.

'Bende seni seviyorum prensesim. Şimdi, ben sana verdiğim sözü tutuyorum ancak senin de bana söz vermen gerek.'

'Ne sözü?'

'İçerideki hiçbir arkadaşına anlamıyorlar diye İtalyanca küfür etmek yok. Eğer ki kalbin ağrırsa direkt olarak öğretmenine gidiyorsun, yakınında değilse başka bir öğretmene haber veriyorsun. Bir de, Nerissa, kavga yok. Ciddiyim... Kavga kesinlikle yok.' Tüm cümleleri olabildiğince sakinlikle kursa da Marco son uyarısını büyük bir ciddiyetle yapmıştı. Pera ise ikisinin konuşmalarını dinlerken Marco'nun kızını bir kaos makinesi olarak görmesini garipsemişti. İtalyanca küfür ve kavga kelimeleriyle kızının bağdaşmayan görüntüsüne rağmen buruşturduğu yüzünü kendine uzanan kollar dağıttığında sıkıca sarıldı kızına.

'Marco'nun uyarılarını dikkate alman gerektiğini düşünüyorum. İlk defa bu ortama gireceksin ama dikkatinin dağılmasına izin verme, derslerde öğretmeni dinle olur mu?'

'Olur anne, seni seviyorum.' Ufaklık kendinden de koptuğunda baş selamı vererek sınıfa giren hoca da kapıyı çekmişti ki Pera çattığı kaşlarıyla Marco'ya döndü.

'Küfür ve kavga yok diye mi uyardın?'

'Gördüğün zaman anlayacaksın öyle özellikleri var. Bu arada, dikkat dağınıklığı için sık sık çağırılacaksın muhtemelen. IQ seviyesi yüksek, odağını çabuk kaybediyor. Odağını kaybettikten sonra da etrafı savaş alanına çevirebiliyor.' Kaşlarını havalandırıp indirse de Marco eliyle ileriyi işaret ettiğinde başını usulca sallayıp yürümeye başladı. Dün akşam konuşurken evrak konularını da bugün halledecekleri konusunda ortak karara varmışlardı sonuçta.

'İngiltere'den mi geliyorsun, yoksa hastaneden mi?' yürüdükleri koridorla beraber mırıldandığında Marco kendine anlamaz halde baksa da gözleriyle kolunu işaret etti. Aslında pek umurunda olmasa da aradaki sessizlik batmıştı Pera'ya.

'İngiltere'deki bir hastaneden.'

Derin bir nefes alarak elindeki evrakları kenara topladığında çantasının içini de kontrol ederek ayaklandı. Geldiğinden beri çıkmadığı odasından, Nida'dan, Pamir'den, hatta Deha'dan dahi olan kaçışı sonuç vermişti. Kimse o gün o evde neler olduğunu sormamıştı. Zaten sorsalar da ne olduğunu açıklayamazdı ki kadın. Belki de dostum dediği insanların ve kardeşinin dahi durumdan haberleri yoktu. Ancak günün sonunda öyle veya böyle yolu Dağhan'a çıkıyordu. Daha önce yaptığı hatayı tekrar etmemek adına istifasını vermemiş, şirketi dağıtmamıştı ancak günün sonunda onaylanacak dosyaların bir şekilde Dağhan'ı bulacağını bilerek de kırk tane tilkinin aklında dolaşmasına müsaade etmişti.

Sonuç olarak ise elinde tek seçenek kalmıştı, Dağhan'ın kendini gömdüğü dosyalar içerisindeki bu saatlerde evrakları Ezgi'ye bırakıp topuklamak. Ancak bu durum da profesyonel iş hayatına hıyanet etmek olurdu. O yüzdendir ki en doğrusu Dağhan'ın odasına girip direkt olarak patronuna bilgi vererek onayını alıp daha sonra topukları poposuna vura vura kaçmanın mantıklı gelmesi garip değildi. Zaten bir problem olacağını düşünmüyordu, geldiğinden bir ihtimal Dağhan'ın haberi olabilirdi ama fazla karşısına çıkmamıştı adam. Belli ki bir yerden sonra rahat bırakıp düşünmesi için zaman tanıyordu.

Koluna taktığı çantası ve elindeki dosyalarla adımlarını ezbere bildiği koridorun sonundaki odaya çevirdiğinde kendini görüp gülümseyerek ayaklanan Ezgi'ye de tebessüm etti. Kadının Dağhan'ın kapısına yönelmesiyle çalıp aralaması bir olduğunda başını teşekkür edercesine salladı Pera. Öyle veya böyle bu durumla mecburen karşı karşıya kalacaktı sonuçta. Şimdi olmasa bile herhangi bir toplantıda, kendine ihtiyaç duyulan bir yerde mecburen adamın yüzüne bakacaktı. Ardından kapanan kapıyla beraber bakışları masasının önündeki misafir koltuklarında oturan adama döndüğünde esmer tenine tamamen oturmuş hâkî yeşili gömleğiyle elindeki kalemin arkasını kemiren bedenle buluştu.

'Ezgi, yarının programı ne?' bakışlarını hala kendine çevirmemiş olmasının da etkisiyle adam rast gele konuştuğunda sonunda ela hareleri kendi koyu bakışlarıyla çarpıştı. Öyle ki Dağhan'ın yüzünün allak bullak olduğunu ve kendini beklemediğini de fark edebiliyordu. Gerçi normalde kendisi de kendisini bu odaya girerken beklemiyordu ama ufak bir ayrıntıydı sadece bu durum şimdilik.

'Ben, onay almam gerek, onun için gelmiştim.' Dağhan başını hızlıca sallayıp karşısındaki koltuğu işaret ettikten sonra burnunun üzerindeki gözlüğü de bir çırpıda çıkarıp bıraktı sehpaya.

'Ezgi'ye bırakacağını düşünmüştüm.'

'İş sonuçta, sonsuza kadar bunu yapamam.' Dağhan başını usulca sallamaya başladığında Pera çantayı kenara bırakıp elindeki beş dosyanın en üzerindekine göz atıp uzattı adama. Derin bir nefes alarak incelemesini beklediğinde Dağhan usulca bıraktığı gözlüğünü tekrar takıp çevirmeye başladı sayfaları.

'Detaylıca bakmama gerek yok hepsine. Sormam gereken veya fikir beyan etmem gereken bir yer var mı?' kağıtlardan bakışları kısa bir anlığına döndüğünde Pera dizinde kalan diğer dosyaları da uzattı. Aralarındaki buz dağı gibi olan mesafe yüzünden Dağhan'da çilenin hızlı bitmesi taraftarıydı anlaşılan.

'Yarın, çekim için kıyafet denemeniz var sadece. Ben çıkarken Ezgi'ye de söyleyeceğim, gelecek hafta çekim olacak şekilde ayarlama yapmaya çalışacağım, takvimine ekler.' Kalemi parmakları arasında çevirip hızlıca imza atması gereken yerlerde gezdirdiğinde tekrar Pera'ya uzattı. İçindeki hisleri engelleyip, biraz daha rahat bırakma niyetindeydi ama çekilmekten alıkoyamıyordu ruhunu. Hele ki Pera elinden geldiği kadar stabil davranmaya çalışırken yapamıyordu. Dahası merak ediyordu adam. İyi olup olmadığını, Deva ile nasıl zaman geçirdiğini, yapabileceği bir şey olup olmadığı düşüncesi çılgınca dürtükleyip duruyordu benliğini. Aklını kaybedecek kadar çok sarılmak istiyordu kadına. Sarıp sarmalayıp yeter demek, daha fazla böyle uzaklaşmanı görmek beni ölür gibi hissettiriyor demek.

'Okul önerin için teşekkür ederim.'

'Ne demek, daha fazlası elimden gelirse yapmaya hazırım.'

'Sağ ol.' Usulca oturduğu yerden kalkıp başını salladığında derin bir nefes aldı Dağhan. Böylece gitmesine göz yummak, geriye çekilmesine seyirci kalmak yapabileceği bir şey değildi kendine göre. Pera'nın adımları kapıya yaklaştıkça kalbinden bin bir parça sökülüyor, kendisi kendinden uzaklaşıyor gibi hissediyordu. Bu kadar benliğine bulanmış bir kadının çekip gidişini izlemek içini öylesine kavuruyordu ki boğazındaki o ilmek daha da sıkılaşıyordu adeta.

Hayatındaki her şeye kilit vurabilmiş bir adam olarak Pera'ya olan hislerine karşı koyamıyordu. Ne yaparsa yapsın, kafasını işlerle doldurma çabasına da girse, kendini spora adamaya da çalışsa bir türlü aklındaki hengamede kendine gülümseyen kadından kopamıyordu. Bir çırpıda oturduğu koltuktan kalktığında büyük adımlarından da destek alarak göreceğe karşılığa rağmen hızlıca yakaladı kadını. Kolları zayıf bedeni sardığında çenesini de kadının başının üzerine yerleştirmeyi eksik etmedi. Herhangi bir şekilde suratına, karnına, bacağına darbe gelebilir, Pera bir anda kollarından sıyrılıp bulduğu şeyi üzerine fırlatabilirdi. Evet, hırçın anlarına pek rastlamışlığı yoktu ancak görüntüsünde naif ve uysal duran kadının aslında içinde nasıl bir kaplan barındırdığını tahmin edebilecek kadar birikimi vardı.

'Yapamıyorum Pera. Senin de sevdiğini bile bile sensizliğe katlanamıyorum.'

 

Loading...
0%